Marcus Aurelius, Roma İmparatorluğu’nun çalkantılı savaş, huzursuzluk ve doğal felaketler yaşadığı milattan sonra 2. yüzyılda yaşamış olan bir Roma İmparatoruydu. Aurelius hayata dair kişisel görüşlerini “Meditations”da (Türkçe’ye Kendime düşünceler olarak çevrilmiştir) yazmıştır ve Kendime Düşünceler, Aurelius’un Stoacı felsefeye ve bu felsefeye dayanan hayata dair genel bakış açısını sunar. Stoacı felsefe “yıkıcı duygular”ın yetişmemiş aklın ürünü olan kötü muhakemenin sonucu olduğunu savunur; dolayısıyla, birisi bu yıkıcı duyguları kontrol etmek için akıl yürütme kabiliyetlerini geliştirmelidir. Bu, aynı zamanda birisinin aklı kullanarak ve arzuları terbiye ederek iç huzuru ve dinginliği bulmasını sağlama almak için de geçerlidir. Stoacılar, kendi özgürlükleri ve iradelerine odaklanırken, kendilerini kontrolleri dışındaki şeylerden, iyi veya kötü, uzak tutmaya çabalarlar.
Ne var ki, Aurelius’u okumak Müslüman bir alimin yayınını okuyormuşsunuz gibi hissettirir; bu maddi dünyaya ilişkin görüşleri İslam’da çarpıcı bir şekilde yankı uyandırmaktadır. Kitap, genel itibariyle neredeyse yaşama ilişkin İslami perspektifin bir özetidir. Burada, Aurelius’un İslam’dan 500 yıl önce yaşadığını hatırlatmakta fayda var.
Aurelius insanı üç ayrı varlığa böler: Vücut, ruh ve zihin. Vücut duyumsamanın, ruh arzuların, zihinse akıl yürütmenin kaynağıdır. Aurelius’a göre, vücut ruh tarafından tutulan cesetten başka bir şey değildir; sanki Aurelius için vücudun bir anlamı veya önemi yok gibidir. O, vücudu (canlı iken) üç varlığın arasında sonsuz olmayan tek varlık olarak görür. Ayrıca, Aurelius sahip olduğumuz tek şeyin şimdiki zaman olduğunu söyler; geçmiş geride kalmıştır ve gelecek belirsizdir.
Temel farklılıklardan birisi, Aurelius’un pek çok tanrının (İslam yalnızca bir Tanrı’dan bahseder) doğa aracılığıyla insanlarla etkileştiğine inanmasıdır. Aurelius, bilge adamın doğaya karşı çıkmaya çalışmayacağına inanır çünkü bu akılsızca ve kavranılamaz olur onun için. Aurelius doğanın ölçülülük buyurduğunu söyler; bedenlerimiz de doğanın bir parçası olduğundan bizim de ölçülülüğe ihtiyacımız vardır. Örneğin, insan vücudu makul miktarda yiyecek ve su gerektirdiğinden buna karşı çıkmak, bir bütün olarak doğaya karşı çıkmak ve dolayısıyla, tanrılara karşı çıkmak olur.
Dahası, Aurelius doğayı, muhtemelen onun karmaşık mekanizmaları açısındansa güzelliği ve amacının bariz basitliği açısından, basit olarak görür. Benzer şekilde insanlar da basit bir hayat sürdürmelidir ve savurganlık ile bolluğu esas güzellik olarak görmemelidirler; çünkü bu doğanın kendisinin basitliği ve esas doğasına aykırıdır. Bu nedenle, yaşamı doğaya uygun yaşamak esas iç mutluluğu elde etmek için yegâne yoldur. Aurelius için bundan başka hiçbir mutluluk aslında mutluluk değildir fakat ruhun arzularının geçici bir şekilde doyurulması olarak görülebilir.
Aurelius’un davranışlara ilişkin görüşü, belirli bir neden olmadan bir eyleme başvurulmaması gerektiğidir. Bir bakıma yaşamı bir satranç oyunu gibi görür; her hamle gerçekleştirilmeden önce düşünülmeli ve hesaplanmalıdır. Satranç tahtasında bir parçayı zihinde bir amaç olmadan veya meşru bir sebep olmadan hareket ettirmek oyununun oldukça karışmasına yol açacaktır – başka bir deyişle karmaşık hale gelecektir. Fakat tekrardan, karmaşık bir yaşam basit değildir, ki bu da doğaya aykırıdır. Bu, aslında Aurelius’un yaşamda çok fazla şeyle meşgul olunmaması gerektiğini vurgulamasının nedenidir. Yeniden, tıpkı satrançtaki gibi, eğer oyun öncesinde kendini çok fazla planla ve olaylarla meşgul edersen sonunda oynayacak hiçbir şeyin kalmaz. Birisi, doğayla uyum içerisinde kalmak için akıl (felsefe) kabiliyetlerini kullanarak yaşama dair basit yaklaşımlar geliştirmek için kendini eğitebilir.
Doğa hakkında konuşurken, Aurelius “Doğuştan güçlüklere dayanmak için yaratılmayan kimseye hiçbir şey olmaz.” der. Çarpıcı olan şey Kuran’da doğrudan bunu ifade eden bir ayetin bulunmasıdır: “Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez.” İslam, insanların azimlerini güçlendirmek için yaşamları boyunca sınavlara ve zorluklara tabi tutulduğunu söyler. Bu sınavlardan geçişin bir inançlının bu faciaları kabul etmeyi ve Tanrı’ya olan inançlarını terk etmemeyi öğrendikleri zaman gerçekleştiğini söyler. Belki de buna, doğayla veya İslam’ın doğa görüşüyle uyum içerisinde kaldığımız sürece de bu sınavlardan geçebileceğimizi ekleyebiliriz.
Ancak İslam’ın doğa görüşü nedir? Kuran bize bir ipucu veriyor:
“Yedi gök, dünya ve içlerindeki her şey onu yüceltir ve onun şanını yükseltmeyen hiçbir şey yoktur fakat siz onu nasıl yücelttiklerini anlamazsınız.”
Bu, evrendeki canlı ve cansız her şeyin Allah’ı yücelttiğini ve ona ibadet ettiğinin bir belirtisidir. Tanrı’ya ibadetten, bu canlıların Tanrı’ya günde 5 defa secde ettiklerini ve Ramazan ayında oruç tuttuklarını anlamamız gerekmez, aksine onlar kendilerine buyrulan rolleri yerine getirerek Tanrı’ya ibadet ederler. Ağaçlar bize oksijenle birlikte gölge ve meyve verir. Dolayısıyla, tahsis edilen rollerini yerine getirerek Tanrı’ya ibadet ve itaat ederler. Benzer şekilde, insanlar da iyi niyet göstererek, iyi işlerde bulunarak ve Tanrı’ya ibadet ederek doğayla uyum içerisinde kalabilir. Bunlar Tanrı tarafından insanoğluna tahsis edilen ana görevlerdir ve bu emirlere uyarak ne doğaya ne de Tanrı’ya karşı çıkarız.
Ek olarak, Aurelius tanrıların bize bahşettiği ruhlar ve akıl kabiliyetlerinden hoşnut olduğumuzu onlara göstererek “tanrılarla birlikte yaşamamız” konusunda bizi bilgilendirir. Yunanlar için, Zeus her insana akıllarını ve kavrayışlarını oluşturan kendinden bir parça verir. Aurelius’a göre, Zeus bunu insanların “koruyucu ve rehber”i olmak için verir. Aynı şekilde, İslam da Tanrı’nın her insana ruhunu üflediğini inanır ve bu, belki de insanların (İslam’a göre) Tanrı’ya yönelik bir doğal eğilimi veya fıtratı olmasının nedenidir. Tanrı bilgelik olduğundan, belki de insan bilgeliği içimizdeki Tanrı ruhundan doğar. Dolayısıyla, bu ikisi arasında daha fazla benzerlik görebiliriz.
Bazıları bunu bir tür küfür olarak yorumlayabilir ancak belirtmekte fayda var ki İslam’ın geçmişteki büyük alimleri antik Yunan metinlerini Arapça’ya çeviren ilk insanlardır ve onların günümüze kadar gelmesini sağlayan şey budur. Marcus Aurelius bir Roma imparatoru olsa da Stoacılık ve Yunan düşüncesinden ve dolayısıyla da bu karşılaştırmadan ciddi ölçüde etkilenmiştir. Aristoteles’in çalışmaları – özellikle – zamanın alimleri Kuran’ın “Birbirinizi bilesiniz diye sizi uluslar ve kabileler halinde yarattık.” ayetinden ilham alarak, kendi dini düşüncelerine diğerlerinin görüşlerini dahil etmek ve onlarla karşılaştırmak istedikleri için Antik Yunanca’dan Arapça’ya titizlikle çevrilmişti. Averroes, veya İbn Rüşd, İslam rönesansının (bu Batı Avrupa rönesansından öncedir) en kötü şöhretli Müslüman filozoflarından biri olarak görülür. İbn Rüşd, geç alimlik yaşamının çoğunu o zamanda Cordoba’yı yöneten Muhavvidler halifesi Aristoteles’in çalışmalarının belirsizliğinden hoşnut olmadığından Aristoteles’i analiz ederek, çalışarak ve yorumlayarak geçirdi. Her ne kadar felsefe ve dini iki ayrı saflık olarak görse de felsefenin dini veya teolojiyi anlamanın en iyi aracı olduğuna inandı. Birbirini tamamlayabilirler ama karışmamalıdırlar. Bu İslami alimlik ve benim karar verdiğim bir şey değil. Bu yazı, çarpıcı benzerlikleri olduğundan Aurelius’un fikirlerini İslami doktrin ile karşılaştırmaya çalışan mütevazı bir çabaydı. Stoacı felsefe, Thomas Aquinas (Hristiyanlık) ve İbn Rüşd (İslam) gibi alimlerin çalışmaları aracılığıyla Hristiyanlık ve İslam’ı derinden etkiledi.
Anonim- “Islam & Marcus Aurelius”, Erişim Tarihi: (07.08.2020), Erişim Kaynağı: https://sonofthesultanate.wordpress.com/2015/11/04/islam-marcus-aurelius/
Çevirmen: Can Kalender