Çiftlik Hayvanlarının Bir “Şey” Değil, Birey Olduklarıyla Yüzleşme Vakti – Lori Marino

/
1035 Okunma
Okunma süresi: 16 Dakika

Çiftlik hayvanları hakkında, insan doğasının en kötü yanlarını gösteren yaygın ifadeleri hepimiz bir biçimde ya işitmiş ya da kullanmışızdır: Misal “eşek hoşaftan ne anlar”, “ne öküz ama”, “kurbanlık koyun gibi”, “kuş beyinli” bunların bazısı. Bu tarz ifadeler, çiftlik hayvanları söz konusu olduğunda onları pek de parlak görmediğimizi, akıbetlerine ve nasıl muamele edildiklerine ne kadar ilgisiz olduğumuzu, genel olarak onları nasıl tek tipleştirip sıradan kıldığımızı gösterir. Araştırma ekibimiz sordu: “çiftlik hayvanları hakkında bilinmesi gereken ne var?” cevabımız ise: “çok şey var.”

Kâr amacı gütmeyen iki Amerikalı kuruluşun, Kimmela Center for Animal Advocacy ve Farm Santuary (Çiftlik Hayvanları Barınağı), ortak girişimi olan “Birisi Projesi”ni (the Someone Project) yürüten bilim insanı olma imtiyazına sahip oldum. Birisi Projesi, çiftlik hayvanlarının zihinlerine dair bilimsel bilgimizin incelendiği bir projedir. Bu projede, ortak yazarlarla birlikte koyunların, ineklerin, domuzların, tavukların zihinsel kapasitelerini, kişilik özelliklerini, duygularını ve sosyal karmaşıklıkları üzerine olan literatürü inceledik; hayvanların zihinlerinin “içine” doğru yapılan bu yolculuk epey aydınlatıcıydı

Pek çok insan çiftlik hayvanlarının korku gibi bazı basit hislere sahip olduğunu kabul etse de bu hayvanların hislerinin bizimkilere benzeyebileceği ve karmaşık olabileceği fikrine daha az açıklar. Misal, bunun bir örneği, iyimserlik ve karamsarlık olarak da bilinen bilişsel muhakeme önyargısıdır. Hepimiz, iyi deneyimlerle ve takdirle bilendiğimizde, kendimizde dünyaya kafa tutmaya gücü bulduğumuzu biliyoruz. Ancak, ne yazık ki, kötü deneyimlerle yoğrulduğumuzda pes etmeye ne kadar meyilli olduğumuzu da biliyoruz. Bilişsel önyargı, duygusal deneyimlerin bir sonucu olarak yargılarımızda meydana gelen sapmaları ifade eder. Dışarıdan gelen belirsiz uyaranları ve durumları nasıl yorumlayacağımız, depresif olup olmadığımıza veya duygusal olarak olumlu anlamda yükselip yükselmediğimize göre değişir. Domuzlar, tavuklar, koyunlar ve inekler de böyle hissederler. Kabaca, inekleri, koyunları ve tavukları şiddetli bir gürültüye, bir yırtıcı canlıya ya da herhangi kontrol edilemez negatif bir duruma maruz bırakın; sonra da ödül alabilmek için yapılan tipik iki uyaranı ayırt etmeleri beklenen ayrım görevinde ne kadar başarılı olduklarını değerlendirin.  Tüm bu stres, tıpkı sizde olduğu gibi, beyinlerini ve başarılarını etkileyecektir.

Bir çalışmada, koyunların iki farklı görsel desenle (yatay ve dikey çizgilerle) işaretlenmiş kovayı ayırmayı öğrenmesi ve odanın köşesindeki yemekle ilişkilenmiş olan kovalardan birine doğru yönelerek tepki vermesi gerekliydi. Daha önce caydırıcı olaylar yaşayan koyunlar, maruz kalmayan bir grupla karşılaştırıldı. Böyle basit bir görevle karşı karşıya getirildiğinde; aşırı stresli koyunlar, kovalara yaklaşmaya daha isteksizlerdi ve bu deneyimlere maruz bırakılmamış olanlardan daha fazla hata yaptılar. Zor bir hayattan sonra, dünyayı tozpembe gözlüklerle gördüklerinin tam zıttı olarak göreceklerdir. Tanıdık geliyor mu?

Eğer çiftlik hayvanları kötü muameleye bu kadar savunmasızlarsa kuyruklarının, kulaklarının ve boynuzlarının kesilmesinden etkilenmeyecekleri sanrısını nasıl sürdürmeye devam edebiliriz? Birçok çalışmada da ortaya konulduğu gibi, yemek yerken aniden beliren bir obje gibi tahmin edilemez ve kontrol edilemez durumlara maruz kaldıklarında koyunlarda, stresin ve depresyonun fizyolojik işaretlerinin de görülebileceği bir çaresizlik gözlemlenir. Öğrenilmiş çaresizliğin gayet iyi bilinen psikolojik belirtilerini deneyimledikleri söylenebilir. Bu durumda, çevrenin ve hayatın kontrol edilemeyeceğinin kanıksanması kişiyi depresyona ve bu durumu aşmaya dair motivasyonsuzluğa sürükler. Öğrenilmiş çaresizlik; koyunlarda, diğer çiftlik hayvanlarında, hayvanat bahçelerindeki ve deniz parklarındaki pek çok hayvanda, laboratuvar hayvanlarında ve, evet, özellikle çocukluktan itibaren hayatı boyunca sürekli zor darbelere maruz kalmış insanlarda da görülür.

Çiftlik hayvanları, ve esasen insanlar dışında neredeyse tüm hayvanlar, hakkındaki en sinsi yanlış kanılardan biri; onların, normal bir gelişim için bir anneye ihtiyacı olmayan genç yavrularını önemsemediğidir. Bu duygusal kayıtsızlık masalı; tavuklar, inekler, hindiler ve diğer çiftlik hayvanları açısından doğruymuş gibi kanıksandı. Ancak, bu usturuplu uydurmanın dayanağı nedir? İlk bakışta, herhangi bir memelinin, hatta sürüngenin yavrularına kayıtsız olduğunu düşünmek akıl dışıdır. Esasen, işler böyle olsaydı hiçbirimiz var olmazdık.

Buna karşılık, çiftlik hayvanlarının yavrularını yetiştirebilmeyi epey önemsediklerine dair güçlü kanıtlar vardır. Birçok çalışma, buzağıların sosyal olarak uyumlu olabilmesi için annelerinin yanında büyütülmesi gerektiğini işaret eder. Anneleriyle kalmalarına izin verilen genç buzağılar, diğer ineklerle sosyal olarak daha güvenli temasa geçerek büyürler. Diğer taraftan, annelerinin yanında büyütülmesi engellenmiş inekler, yeni durumlara ve yabancı ineklere daha korku dolu tepkiler gösterirler. Daha karmaşık sosyal gruplar içerisinde yetiştirilmiş mandıra ineklerinin, genel olarak sorunlarla baş etmede daha yüksek becerilere ve değişimin üstesinden gelmede daha gelişmiş bir kabiliyete sahip oldukları söylenebilir. Aynı durum, domuz yavruları ve kuzularda da görülür.

İlkin, annelerin dış dünyaya yavrularını hazırlıklı gönderebilmeleri gerekir; bu da yavruları doğal vaktinde sütten kesmeleri gerektiği anlamını taşır. Sütten kesilme vaktinde, kuzular son kertede annelerinin sütüne daha az bağımlı hale gelirler ve annelerinin gözetiminde kendi başlarına otlamakla daha fazla meşgul olurlar. Ancak hiçbir çiftlik hayvanına bu temel gereksinimi giderme imkânı verilmez. Koyunlar doğal olarak altı ay içerisinde sütten kesilirler, ancak çiftlik endüstrisinde analar ve yavruları bir, iki ay içerisinde birbirinden ayrılırlar. İnekler, yavrularını doğal olarak altı-dokuz ay arasında sütten keserler, ancak mandıra inekleri yirmi dört saat içerisinde yavrularından ayrılırlar. Domuzlar, yavrularını doğal olarak yaklaşık üç ayda sütten keserler, ancak ana ve yavru domuzlar çiftlik endüstrisinde 17-20 gün arasında birbirinden ayrılırlar. Ayrıca tavuklar için de durum en az bu kadar zordur. Kendi haline bırakıldığında bir tavuk, yavrularına altı ila sekiz hafta arasında bakacaktır. Çiftlik endüstrisi koşulları altında, yumurta tavuklarının yavrularını görme ihtimali yoktur; yenmek için yetiştirilen tavuklar altı hafta içerisinde katledilirler, ki bu sırada bedenleri genetik olarak manipüle edildiğinden bir yetişkin bir tavuk büyüklüğünde olsa da hala civciv sesi çıkarırlar.

Böylesi ekstrem uygulamaların psikolojik sonuçları nelerdir? Tam da beklediğiniz şey: Alıkonan yavrusunun ardından koşan, onlar götürüldüğünde arkasından feryat eden ve yorulmaksızın onları aramaya devam eden bir anne… Bir koyun sütten kesilmeden önce yavrusundan alıkonulduğunda, yüksek sesle inlemeye, olur olmadık koşmaya, hatta idrar çıkarmaya başlar. Ayrıca çalışmalar, yavruları analarından erken ayırmanın, kuzuların da sosyal gelişimlerinin ileriki safhaları boyunca olumsuz etkileri olduğuna işaret eder. Çok erken vakitlerde suni olarak sütten kesilen kuzular daha az hareket edip ses çıkarırlar, genel olarak daha az sosyalleşmeye eğilimlidirler ve tekrarlanan anormal oral davranışlar sergilerler

Annelik bağı ve ihtimamı, sadece memelilere özgü değildir. Misal anne tavuklar kendisine rahatsız edici biçimde üflendiğinde, buna güçlü bir tepki göstermezler. Ancak birinin yavrularına doğru üflediğini gördüklerinde; gıdaklamak, kalp hızında artış ve tetikte olma postürü gibi endişe işaretleri sergilerler.

Size süper anne June”u tanıtayım. June, New York”taki bir horoz dövüşü operasyonunda bulunur (tavuklar dövüştürülmezler, ama sınırlı koşullar altında damızlık olarak tutulurlar). June, orada günlerini kendi yavrularını ve diğer tavukların yavrularını, insanlar etraftayken kelimenin tam anlamıyla onları kanatlarının altına alarak, durumun getirdiği tüm suistimallerden koruyarak geçirmiştir. June yeterince şanslı ki, oradan kurtarılıp insanlardan korkmak zorunda kalmadığı Çiftlik Hayvanları Barınağı”na götürüldü. Yine de yavrularını kendisine yakın tutup -kanatlarının altına sığmayacak kadar büyük olduklarında dahi- onlara kim yaklaşırsa yaklaşsın uzaklaştırma çabasında olmaya devam etti. Barınaktaki onca yıldan sonra dahi, deneyimlediği kötü muameleleri asla unutmadı.

Çiftlik hayvanlarının içsel deneyimleri sadece türsel bakımdan karakterize edilemez. Daha ziyade, onlar saygı duyulması gereken kişilikleriyle biricik varlıklardır. Bu kişilikler, insan kişiliklerini oluşturan özelliklere benzer biçimde örtüşür. İnsan kişiliğinin beş boyutu; dışadönüklük, uyumluluk, sorumluluk, duygusal denge ve deneyime açıklıktan oluşur. Çoğumuz; her kategorinin spektrumunda belli bir yere tekabül ederiz. Örneğin, ilk kategori için kimimiz aşırı dışadönük, kimimiz aşırı içedönük, kimimizse ortada bir yerdedir.

Çalışmaların, insanlarda olduğu gibi, tek tek domuzların da uyumluluk, yeni deneyimlere açıklık ve dışadönüklük spektrumunda herhangi bir yerde olabileceğini gösterir. Örneğin, rekabetçi bir beslenme ortamında en agresif domuz mümkün olduğu kadar bu namı koruma eğilimindedir. Aynı biçimde ineklerin de dışadönüklük ve duygusal denge spektrumundaki yerleri değişiklik gösterir. Koyunlar, literatürde “utangaçlık/atılganlık” ve “toplu halde bulunma” olarak betimlenen, insandaki deneyime açıklığa ve dışadönüklüğe benzeyen kişilik özelliklerine sahiptirler. Son olarak, tavuklar (ve hindiler) atılganlık/utangaçlık, faaliyet/keşif (insandaki deneyime açıklığa benzer), duygusal dirayet (bizdeki duygusal denge) gibi kişilik özellikleri bakımından bireysel olarak değişiklik gösterirler. Duygusal dirayet doğrultusunda tavuklarda kişilik, annelik stilini şekillendirir; misal spektrumun diğer en uç köşesindeki, çiftlik avlularının “helikopter anneler”dir[1].

Bu kişilik özellikleri her ne kadar karmaşık ve bilindik olsa da insan kişiliği kadar çalışılmamışlardır. Ayrıca, çiftlik hayvanlarının nasıl olduğunu anlamak söz konusu olduğunda, şüphesiz bunlar buzdağının sadece görünen yüzüdür. Bilim camiası bugüne kadar diğer hayvanların kişiliklerini kabul etmekte geri kalmıştır, hatta bu bizim yakın dostlarımız kediler ve köpekler için de geçerlidir. Çiftlik endüstrisindeki bu inkâr ve tek tipleştirmeye rağmen ineklerin, domuzların ve tavukların kişiliklerinin açıkça belirgin olduğu gerçeği, kimliklerinin gücüne ve direncine kanıttır. Çiftlik hayvanlarının şahsiyet sahibi olmalarının yanı sıra, aynı zamanda onlar başkalarının şahsiyet sahibi olduklarını da fark ederler. Biz insanlar yüzlere meraklıyızdır. Hoş olan ve pozitif duygular yayan yüzleri severiz. Gülümsemeleri severiz. Primatlar olarak, bilhassa yüz ifadelerine uyum sağlamış bir haldeyiz. İnsan olmayan dostlarımız da dahil olmak üzere, kişileri tanımak için yüzlerden faydalanırız. Fotoğraftaki bir arkadaşınızı elinden veya bacağından tanımak, köpeğinizi karnından tanımak güç olabilir: Ancak onların yüzlerini tanımakta asla başarısız olmazdınız.  Haberlerdeki insanların ve ünlülerin yüzlerinin resmini paylaşıyoruz, dirseklerinin değil.

Yüzler ve içerdikleri mesajlar üzerine olan bu odak; yüzlerde ağız olduğu, ağzın da ses çıkardığı gerçeğinin ötesindedir. Bunun böyle olması, yüz ifadesinin ve sesi çıkaran kişinin kimliğinin esasen içerik olarak ne söylendiğinden çok daha önemli olmasıyla ilgilidir. Dahası; yüzler gözleri de içerir ve bakılan yön bana nereye baktığınızı, dolayısıyla ne bildiğinizi veya beni dinleyip dinlemediğinizi söyler. Hiçbir çocuk, ailesi veya öğretmeni tarafından sorulan “beni dinliyor musun?” sorusundan kurtulamamıştır. Yani; kimliğimiz, duygularımız ve dikkatimiz tamamıyla yüzümüze kazılıdır.

Yüzler çeşitli öğelerin karmaşık birleşimleridir ve yüz tanıma, benzer biçimde çetrefilli bir zihinsel görevdir. Tüm bu sebeplerden, köpeklerin ve şempanzelerin yüzleri tanıdıklarına dair bulgulara şaşırmayız. Peki ya çiftlik hayvanları söz konusu olursa? Onlar sadece bir kalabalıktaki veya sürüdeki yüzsüz varlıklar mıdır? Cevap tabi ki hayır.

Pek çok çiftlik hayvanının kendi türlerinin olduğu kadar diğer türlerin üyelerinin yüzlerine de hassas olduğu anlaşıldı. Koyunlar, birer “yüz uzmanıdırlar.” Koyunların diğer koyunlara ait fotoğraf çiftlerini ayırt etmesi üzerine kurulu iyi kontrollü çalışmaların gösterdiği, bir koyunun50 farklı koyunun yüzünü iki yıldan fazla hatırlayabildiğidir. Ayrıca, tıpkı bizim gibi, belirli ifadeleri diğerlerine tercih ediyorlar. Son derece sosyal memeliler olarak, koyunlar duygusal ifadelere hassastırlar ve hem sakin yüzlü koyunun olduğu fotoğrafları korkmuş yüzlü koyunun olduğu fotoğraftan ayırabilir hem de ilkini ikincisine tercih edebilirler. Ayrıca koyunlar da ünlü takipçisidir. Çalışmalar, koyunların farklı mekânsal yönelmede sunulduklarında bile, dört farklı ünlü insanın fotoğraflarını ayırt edebildiklerini gösteriyor. Hepsi birlikte düşünüldüğünde; koyunlar, insan ve diğer primatlara eş düzeyde olağanüstü sofistike yüz-tanıma becerilerine sahiptir.

İnekler, diğer ineklerin yüzünü tanıyabilir; hatta farklı pek çok diğer cinsten ineklerin fotoğraflarını köpek, koyun, at ve keçi gibi inek dışı türlerden ayırabilirler. Tavuklar da kendi sosyal gruplarındaki bireyleri tanımada olduğu kadar sosyal hakimiyet hiyerarşisini (gagalama düzeni olarak da bilinir) takip etmede dikkate değer beceriler gösterirler. Tavuklar, kendilerine meydan okuyanla karşı karşıya gelmeden önce bildiği diğer bir tavukla kendilerine meydan okuyan arasındaki ilişkiyi gözlemleyerek hakimiyet hiyerarşisinde kendi yerleri hakkında faydalı bilgiler edinebilirler. Kendisine meydan okuyan tavuk, eğer kendisinden daha düşük seviyedeki bir tavuk tarafından kovalanmışsa onunla çatışmaya girmesi yüksek olasılıklıdır. Anlaşılan sadece karşılarında iyi şanslarının olduğunu bildikleri tavuklara kafa tutacak kadar akıllılar. Bilimde bu tip bir mantıksal akıl yürütme geçişli akıl yürütme olarak adlandırılır, bu da daha öncesinde açıkça karşılaştırma yapılmamış ögeler arasında bir ilişki türetme becerisidir. Tavuklar bu beceriyi tıpkı bizim yaptığımız gibi gerçekleştirse de gerçekleştirmese de bu bulgular tavukların günlerini sadece akılsızca çerezleri gagalayarak geçirmediklerini, tam aksine epey karmaşık terimlerle sosyal ilişkileri anlamlandırdıklarını gösteriyor.

Ayrıca birkaç çalışma, domuzların farklı dikkat durumlarını ayırt etmek için kafadaki ipuçlarını kullanmada oldukça maharetli olduklarını gösteriyor. Hepimiz gibi, yüzümü başka yere çevirmemiz yerine onlarla iletişim halindeyken onlara bakmamızı tercih ediyorlar. Bu diğer domuzlar için de geçerli. Primatlar, yunuslar ve köpekler gibi domuzlar da işaret etmeyi o nesneye gönderme olarak anlarlar. Bu tip sosyal bilişsel yetenekleri genç yaşlarda öğrenirler.

Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde, hayvanların zihinlerini anlamamızdaki bilimsel ilerlemeler, en azından Batı’da, hayvanat bahçesindeki ve akvaryumdaki diğer hayvanlar hakkında nasıl düşündüğümüz ve onlara nasıl davrandığımız konusunda büyük değişimlere yol açtı. Halk; maymunlar, filler, yunuslar ve balinalar gibi hayvanların karmaşık içsel ve sosyal hayatlara sahip olduğunu ve onlara bu doğrultuda muamele etmemiz gerektiğini anlamaya başlıyor. Mesela, yunusların ve balinaların beton tanklarda bizim eğlencemiz için gösteri yapmaması konusunda yaygın bir kanaat mevcut. Takiben, bu uygulamaya dikkat çekme ve bunu bitirme çabaları söz konusu.

Ancak eğlencemiz için tutsak tutulan pek çok hayvan için gelişen bu anlayışa rağmen, domuzlar, inekler, tavuklar, koyunlar, keçiler ve hindiler gibi çiftlik hayvanlarının zihinsel yaşamlarını tanıma konusunda iç karartıcı bir durum söz konusudur. Vegan ve vejetaryen yiyecek seçenekleri daha çok ve yaygın hale gelse de küresel ölçekte et tüketimi geçtiğimiz yıllarda artmıştır ve et tüketimi gelişmiş dünyadaki çoğu insan için gıptayla bakılan eğlence ve yemek deneyimleri listesinin en tepesinde bulunmaya devam etmektedir.

2012 yılında The Economist, BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün 2007 verilerine dayanarak dünya çapında 1961’den itibaren yıllık et tüketiminin kişi başına yaklaşık 20 kilodan 40 kiloya yükseldiğini bildirdi. Ayrıca, dünya çapında her yıl et için kesilen çiftlik hayvanı sayısı da 1961’den 2014’e sarsıcı bir yükseliş gösterdi. 6,6 milyar tavuktan 62 milyar tavuğa, 376 milyon domuzdan 1,5 milyar domuza, 331 milyon koyundan 545 milyon koyuna, 173 milyon inekten 300 milyon ineğe, 142 milyon hindiden 649 milyon hindiye, 103 milyon keçiden 444 milyon keçiye gibi bir artış söz konusu. Bu veriler yumurtaları, süt ürünlerini ve deniz mahsullerini hesaba katmıyor.

Bu artış, düzenli olarak belirli tür endüstriyel çiftlik hayvanı tüketen insanların ciddi sağlık tehlikelerine maruz kalacağını gösteren artan bilimsel kanıtlara rağmen gerçekleşmiştir. Düzenli kırmızı et tüketimi; diyabeti, kalp ve damar hastalıkları ve bazı kanser risklerini tetikler. Aynı zamanda, daha az et tüketiminin daha iyi bir sağlıkla ilgili olduğunu gösteren kanıt da iyice bilinmektedir.

Ve hayvanların acı çekmesi açısından bakıldığında, sosyal medyada, filmlerde ve yazılarda, endüstriyel çiftlik hayvanlarının maruz kaldığı şiddetli olaylar ve kötü hayat kalitesi hakkında kapsamlı bilgiler bulunmaktadır. Ancak, her şeye rağmen, bu uygulamalar devam ediyor. Sorulması gereken, tüm bu bilgilere rağmen, et tüketimi meselesinin çözülmesinin neden bu kadar zor olduğudur.

Cevap belki de kendi türümüzün üyelerinin iç dünyalarında bulunabilir. Damağımızı tatmin etmek gibi iyi hissettiren ancak etik olmadığını bildiğimiz davranışları gerekçelendirmekte ve bu bakımdan psikolojik savunmalar oluşturmakta ustayız. Bu savunmaların, bu zihinsel engellemelerin, arkasında yatan asıl durum; çiftlik hayvanlarının kendi hayatlarına ilişkin duygudan, zekadan ve kaygıdan yoksun olduklarını destekleyen türden kültürel bir mitolojidir. Hayvanların acısını ve sağlık risklerimizi gösteren şüphe edilemez kanıtlar karşısında, insan etoburların son savunma kalesi; kendilerini çiftlik hayvanlarının yaşayıp yaşamadıklarını veya nasıl yaşadıklarını önemsemediklerine ikna etmektir. Kendimize söylediğimiz; onların acısının bizimki gibi olmadığı, yaşamı bizim kadar önemsemedikleri, dolayısıyla da hayatlarını ve deneyimlerini bizim neden umursamamız gerektiği, oluyor.

Çiftlik hayvanlarının iç yaşamları onların kim olduklarına dayanır ama aynı zamanda zihinlerimizdeki benzer bölgelerle de örtüşürler. Her türün kendi doğası ve her bireyin kendi hayatı vardır. Ancak domuzlardan tavuklara kadar herkes hakkındaki bilimsel literatür bir sonucun altını çizer: Çiftlik hayvanları, bir şey değil, bir kişidir. Köpekler ve kediler gibi kendimize yakın bulduğumuz hayvanlarda olduğunu kabul ettiğimiz ve bizde bulunduğunu fark ettiğimiz pek çok duygusal ve zihinsel özelliğe çiftlik hayvanları da sahiptir. Kendimize düşkünlüğümüzü sürdürmek için kanıtlara direniyor ve çiftlik hayvanlarının konumlarını birer nesne, ürün, yiyecek olarak pekiştiriyoruz. Damak zevkimizden mahrum kalmayalım ve kendimize saygımızı yitirmeyelim diye çiftlik hayvanlarının içsel hayatları, girmeye cüret etmediğimiz yasaklı bir bölge haline geldi.


Bağlantılı İçerikler


[1] Helikopter anne, çocuğunun üstüne fazla düşen ve onların her yaptığını takip eden anneler için kullanılan bir terimdir.


Lori Marino- “Eating someone”, (Erişim Tarihi: 26.09.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/essays/face-it-a-farmed-animal-is-someone-not-something

Çevirmen: Doğukan Demircioğlu

Çeviri Editörü: Çağan Fırtına

1 Yorum

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Gerçekleri Konuşmak – Vyvyan Evans

Sonraki Gönderi

Mantıkçı Paradigma ve Gündelik Dil Felsefesi – Bilal Bekalp

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü