Devlet Dostunuz Değildir – Talha Gülmez

//
1774 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Her aklı başında insanın en azından bir derece Devletfobik olması gerekir. Bu, sağduyunun gereğidir; zira Devlet’i tanımlayan, Devlet’i Devlet yapan karakteristik özellikler (kısaca, şiddet tekelliği) pek hoş şeyler ima etmez. Artık ortodoks görüş haline gelmiş bu devlet tanımı -bir toprak parçası üzerinde şiddet/zor tekeline sahip örgüt- her ne kadar çok kısa olmasına rağmen bize devletin nerde, ne zaman, nasıl davranacağına dair isabetli öngörülerde bulunmayı mümkün kılıyor.

Şiddet pek hoşlanılası bir şey değil. Çoğu vakit barışçıl çözümlere kıyasla maliyeti epiy yüksek, dahası ahlaki olarak da sorunlu bir konsept. Bu yüzden insanlar haklı olarak son çare olarak görüyor şiddeti. Zor kullanımı her daim, her yerde gayrımeşrudur demiyorum, ama meşru olduğu durumlarda bile akıllıca olan şiddete başvurmak yerine çalıyı dolanmak. Şiddet sistematize hale getirilip belirli bir grup için meşrulaştırıldığında bizde korku uyanmazsa yanlış giden bir şeyler var demektir. Kullandığı zorun meşru olduğunu bilen bir yapılanmanın o meşruiyeti ihlal etmesi her zaman mümkündür, ve şartlar müsait olduğu vakit bu meşruiyet sınırını zorlayacaklarına şüphe yoktur. Burada bize güvence verecek şey bu grubun kendi içerisindeki kuralları değil, bu grup o meşruiyet alanını ihlal ederse kendisine gelecek karşılığın farkında olmasıdır. Şiddet sadece ona dışsal kaynaklarla zapt edilebilir.

Burada sahneye tekel kavramı giriyor. Tekel en basit haliyle güç ve kaynak yoğunlaşmasıdır. Eğer bir aktör içinde olduğu piyasaya diğer aktörlerin girmesine izin vermiyorsa, yahut diğer oyuncular bu aktörün yanında ejderhanın yanındaki cüce gibi kalıyorlarsa ve bu ejderha cüceleri istediği zaman ham yapabilecek kapasiteye sahipse burada bir tekelleşmeden söz ediyoruz demektir. Tekel olmanın en çekici tarafı gücün ve kaynakların hatrı sayılır kısmını elinizde bulundurduğunuz için herkesin size ağam paşam çekmesi, sizin tüm nazınıza katlanmak zorunda kalması. Eğer iyi bir tekel olursanız kuralları çiğneyip derdest edebilir, kendi servetinize -bu para, güç, saygınlık, hangi türden olursa olsun- servet katabilirsiniz. Haliyle tekellik müthiş bir rant kapısı. Büyük şirketlerin regülasyonları bu kadar sevmesinin ardındaki gerekçe de bu. Regülasyonlar küçük ve orta boy işletmelerin sırtında büyük şirketlerinkinden daha büyük bir yük olduğu için şirketlerin tekelleşmesine yardımcı olur. Bununla ilgili bir diğer konsept de düzenleme tuzağı (regulatory capture), kısaca büyük şirketlerin devlete kendi yararına olan regülasyonları yürürlüğe koydurması olarak özetleyebiliriz. (Tekelleşmeyle ilgili bazı detaylara bilerek girmiyorum konu dışına çıkmamak için.)

Şimdi işin patladığı noktaya gelelim. Devlet dediğimiz yapı hem polis ve asker kuvvetini, hem hukuku elinde tutuyor, hem de bu alanlarda kimsenin rekabete girmesine izin vermiyor, tek meşru şiddet kaynağının kendisi olduğunu söylüyor. Yasa koyucu da, uygulayıcı da kendisi. Şiddet ile tekelin en kötü yanlarını birleştiriyor ve bunları birbirini destekleyici şekilde kullanıyor. (Görece yeni bir adet olarak) kendi meşruluk iddiasını “halkın iyiliğini” kullanarak gerekçelendiriyor. Böylece elimize halkın (her kimse bu halk) desteğini de arkasına alan devasa bir şiddet-üretim makinası geçiyor. (Bu yazıda devlet şiddetinin ne kadar meşru olduğu konusuna girmeyeceğim, zira ana hikayem devletin meşruluğu değil. Yapmaya çalıştığım şey Devlet’in dostumuz olmadığını göstermek ve endişelenmek için haklı nedenlerimiz olduğu tezini desteklemek.)

Şimdiye kadar söylediklerimi toparlayıp bunlardan yola çıkarsak Devlet hakkında ne diyebiliriz? Ali kıran baş kesen olduğu, kendisi de jure ve nihai tekel olduğu için diğer tekellerin de menşei olduğu, bu nedenle rant kapısının allahı diye nitelenebileceği şeklinde bir özet geçebiliriz. Bu kadar büyük bir rant ve güç kapısının kendisine bunları en çok kullanmak isteyenleri çekeceği en azından 1944’ten beri açıkça dillendirilmiş bir şey. Rant ve güç elde etmek isteyenlerin bir numaralı durağı olduğu için siyasetçilerin ekseriyetinin insanlıktan nasibini almamış, bencil, ahlaksız insanlar olması şaşırtıcı değil. (Bu ilişki tersine de işleyebiliyor, iyi niyetle belirli bir mevkiye gelenler iktidar nedeniyle yoldan çıkıyorlar sık sık.)

Sorun bununla da bitmiyor, kamuda Devlet’in aşkın, tapınılmaya değer bir varlık olduğuna dair yaygın bir kanı da mevcut. Bu anlayışın kaynağı nedir ne değildir ayrı bir tartışma konusu. Hasan Aksakal Türk Politik Kültüründe Romantizm kitabında Devlet’e dair bu romantik-ilahi görüşün Namık Kemal’den ileri geldiğini öne sürüyor. Ulus devletlerin ve modern milliyetçiliğin tarihçesiyle de uyuşan bir görüş, o nedenle katılma eğilimindeyim. Bu anlamıyla Devletçilik ya da devlettaparlık toplumun büyük kesiminin ruhuna işlemiş demek abartı kaçmaz.

Yani devlet doğası gereği kanıbozuk, sadece kendini çıkarını düşünen, parazit bir yöneten sınıfından ve onun için gözünü kırpmadan ölecek, göklere çıkarmış, toz kondurmayan bir reaya sınıfından müteşekkil. Yüz puanlık soru geliyor: Böyle bir durumda Devlet’in kendi meşruluk sınırlarını her fırsatta ihlal etmemesi, dahası bu ihlallerine karşı çıkanları suçlu ilan edip mağdur taraf kendisiymiş gibi davranmaması, bunu kullanarak kendi meşruiyetini yeniden üretmemesi ve güçlendirmemesi için ne gibi bir teşviği var? Ben söyleyeyim, yok. Leviathan denen tek dişi kalmış canavar her krizden güçlenerek çıkar, her zalimliğinden kendine mağduriyet yaratır. Aklı başında her insan biraz devletfobiktir dememin nedeni bu. Devleti olduğundan fazlası olarak -diyelim, bir hizmet sağlayıcının ötesinde- gördüğünüzde işler gereksiz karmaşıklaşır.

Aslında yakın bir zamanda devlete dair bir şey yazmayı düşünmüyordum, aklımda epistemoloji, eğitim, bilişsel psikoloji gibi daha kendi ilgi alanıma yönelik konular vardı. Ama bugün 12. sınıf Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi kitabında Gezi’ye dair şu satırları görünce yorum yapmadan geçemedim:

Image for post
Image for post

Devlet dostunuz değildir, dostumuz da değildir; devlet, kendi rantçılarının dostudur. O, “Halk”ın da dostu değil -halk diye bir şeyin olmamasını esgeçtiğimizde bile. Kendi çıkarlarına hizmet edenlere o hizmet süresince güleryüz gösteren bir kurt. Çıkar ilişkisinde işler yolunda gitmeyince çıkar o dişler. Devlet’in ne olduğunu hatırlamakta fayda var.

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde İngilizce Öğretmenliği okuyor. Yoğunlaştığı alanlar ahlak ve siyaset felsefesi olmakla birlikte politik iktisat ve evrimsel ve bilişsel psikoloji de ilgisi kapsamına girmektedir.

1 Yorum

  1. Yanlış anlamayacaksan eğer, bir Kürt olarak söylüyorum ki devletinin olması her ne kadar despotik de olsa devletsizlikten bin kat daha iyidir.

Serdar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ateistlerin Pek Çoğunun İnandığı 10 Mit – Berat Mutluhan Seferoğlu

Sonraki Gönderi

Cehennem Problemi: Allah’ın Adaletinin Sınırları – Talha Gülmez

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü