Ölüm Yoktur, Yalnızca Bir Dizi Sonsuz ‘Şimdiler’ Vardır – Robert Lanza

/
2768 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

İşte size öldükten sonra ne olduğunu söylüyoruz. Cidden. Tamam, o kadar da ciddi değil, çünkü gerçekten ölmeyeceksiniz.

Zemin hazırlamak için, ölümün bilimsel görüşünü özetleyelim: Temelde ölüyorsunuz ve bu her şeyin sonu.  Bu görüş, Karl Marx’ın ruhsal ‘afyon’una -ölümden sonraki hayata olan inanç- korkakça sığınmaktan kaçmak için yeterince gerçekçi ve stoacı olmakta kendileriyle gurur duyan entelektüeller tarafından desteklenmektedir. Bu modern görüş, iç açıcı görüşlerden biri değildir.

Fakat yaşamın ve bilincin etraflarındaki gerçekliği yarattığı, biyosentrizm olarak adlandırılan evrene dair teorimizde ölüm için hiç yer yoktur. Bunu tamamen anlamak için, modern fiziğin temellerinden biri olan Albert Einstein’ın görelilik kuramına geri dönmemiz gerekmektedir. Çalışmasının önemli bir sonucu; karşı gelinemez bir şekilde zaman fikrini yıkarak geçmiş, şimdi ve geleceğin mutlak olmadığına ilişkindir.

Fizikçi Julian Barbour, ‘Eğer zamanı avucunun içine almaya çalışırsan, her zaman parmaklarının arasından kayıp gider. İnsanlar, zamanın orada olduğundan emindir, fakat onu tutamazlar. Şimdi benim düşüncem, zaman hiçbir şekilde orada olmadığı için onu tutamadıklarıdır.’ demiştir.

Barbour ve pek çok başka fizikçi, her bir bireysel anı, eksiksiz ve kendi içinde var olan bir bütün olarak görmektedir. Biz, bir ‘Şimdiler’ dizisinde yaşıyoruz. Barbour, ‘Şeylerin, birbirlerine bağlı olarak belirli konumlarda olduğuna dair güçlü bir izlenime sahibizdir’ der. ‘Fakat Şimdiler vardır, ne daha azı ne daha fazlası.’

Aslında, Einstein’ın meslektaşı John Wheeler da (‘kara delik’ kelimesini öne çıkaran kişi) zamanın, gerçekliğin temel bir yönü olmadığını kabul etmiştir. 2007’de Wheeler’in gecikmiş-seçim deneyi, foton olarak adlandırılan bir ışık parçasını şimdiki zamanda değiştirerek geçmişi, geriye dönük bir şekilde etkileyebileceğini göstermiştir. Işık, deney düzeneğinde bir yol ayrımından geçerken, parçacıkların, dalgalar gibi davranıp davranmayacağına karar vermek zorundaydı. Devamında (ışık yol ayrımını çoktan geçtikten sonra) bir bilim insanı, devreyi açabilir ya da kapatabilirdi. Bilim insanının o anda ne yaptığı parçacığın geçmişte yol ayrımında ne yaptığını geriye dönük bir biçimde belirlemiştir. 

Bu ve diğer deneyler, gitgide, zamanın akışının yanıltıcı olduğunu göstermektedir. Fakat zamanın var olmadığı bir dünyayı nasıl anlamlandırabiliriz? Ve bu ölüm hakkında bize ne söyler?

Biyosentrizm buna biraz ışık tutmaktadır. Kuantum mekaniğinin öncüsü olan ünlü Nobel ödüllü fizikçi Werner Heisenberg, bir keresinde şunu söylemiştir: ‘Bugün, her zamankinden daha fazla çağdaş bilim, zihinsel süreçlerle kavranan gerçekliğin olanaklılığı sorusunu yeniden ortaya çıkarmak için doğanın kendisi tarafından zorlanmaktadır.’ Sonunda anlaşıldı ki, gördüğümüz ve deneyimlediğimiz her şey, kafamızın içinde meydana gelen bir bilgi kargaşasıdır. Biz yalnızca, ‘dışarıda bir yerde’ geçip giden bir dışsal matrise gömülmüş nesneler değiliz. Tersine, uzam ve zaman, zihnimizin her şeyi bir araya getirmek için kullandığı araçlardır.

Kuşkusuz, bunu okuduğunuz için bir ‘şimdi’ deneyimliyorsunuz. Fakat şunu düşünün: Büyük büyükannenizin bakış açısından, sizin şimdileriniz, onun geleceğinde var olur ve onun büyük büyükannesinin şimdileri, onun geçmişinde var olur. ‘Geçmiş’ ve ‘gelecek’ kelimeleri, sadece her bireysel gözlemciye bağlı düşüncelerdir.

Peki, büyük büyükanneniz öldükten sonra ona ne oldu? Başlangıç olarak -zaman olmadığı için- sizin şimdinizde onun fiziksel bedeninin ölümü dışında ‘ölümden sonrası’ yoktur. Her şey sadece şimdiler olduğu için, onun enerjisinin yok olması için mutlak bir uzam/zaman matrisi yoktur – onun herhangi bir yere ‘gitmiş’ olması imkansızdır.

Bunu eski kayıt aletlerinden biri gibi düşünün. Kayıttaki bilgi, bir seferde bir anı deneyimleyebildiğimiz üç-boyutlu bir gerçekliğe dönüştürülür. Kayıttaki diğer tüm bilgiler potansiyel olarak var olur. Deneyimlenmekte olan ‘şimdi’ye zemin hazırlayan herhangi bir nedensel tarih, ‘geçmiş’ olarak düşünülebilir (yani, iğnenin olduğu yerde daha önce çalınan şarkılar) ve takip eden herhangi bir olay, ‘gelecek’te meydana gelir; söz konusu paralel şimdilerin, süperpozisyonda olduğu söylenir. Benzer bir şekilde, anılarıyla birlikte güncel yaşamınız da dahil olmak üzere ölüm-öncesi durum, kayıtın yalnızca bilgiyi temsil eden kısmının içerisine, süperpozisyona geri döner.

Kısacası, ölüm aslında yoktur. Bunun yerine ölümde, kendimizin hayali sınırına, eski peri masalında tilki ve tavşanın birbirlerine iyi geceler dilediği ormanlık sınıra ulaşırız. Şayet ölüm ve zaman illüzyonsa, şimdilerin bağlantısındaki süreklilik de öyledir. Öyleyse kendimizi nerede buluruz? Herhangi bir yerde karıştırılabilen ve yeniden karıştırılabilen basamaklarda, 1842’de Ralph Waldo Emerson’ın ifade ettiği gibi, ‘Hermes’in Ay’ın zarlarıyla kazandığı, Osiris’in doğabileceği gibi’. 

Einstein bunu biliyordu. 1955’te, onun yaşam boyu arkadaşı Michele Besso öldüğünde, şunu yazdı:

Şimdi o, benden biraz önde olarak bu ilginç dünyadan ayrıldı. Bu hiçbir anlama gelmiyor. Fiziğe inanan bizim gibi insanlar; geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrımın yalnızca inatçı bir şekilde kalıcı olan bir illüzyon olduğunu bilir.


Robert Lanza – “There is no death, only a series of eternal ‘nows’ “, (Erişim Tarihi: 26.02.2022)

Çevirmen: Zeynep Vuslat Yekdaneh

Çeviri Editörü: Musa Yanık

1 Yorum

  1. Bir şeyler söylemeye çalışıp, aslında hiçbir şey söylememiş. Sağ olun artık daha az ölümden korkuyorum 🙂 Ölüm sonrasını bile bilimle açıklamaya çalışmak bilime hakarettir. Araba kullanmak için ehliyeti olan bir insana uçak kullanabilirsin demekten öte değil bence…

SADIK G. için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Veganlık Bir Dini İnanç İle Aynı Yasal Muameleyi Mi Görmeli? – Jonathan Seglow

Sonraki Gönderi

Dünya’yı Şekillendiren 9 Yunan Filozofu – Edd Hodsdon

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü