Engellilik Nedir? – Tim Sommers

//
132 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

İtalya’da ilk kez duş almaya çalıştığımda, ayak parmağımı çarptım, tökezledim ve yüzümü banyo duvarına çarptım. Aslında, orada duş aldığım her seferinde bunu yaptım. Meğer orada duşa girmek için üzerinden atlamanız gereken 10 cm’lik bir engel olması o kadar da alışılmadık bir şey değilmiş.

Oradayken başımı da sık sık çarptım. Oldukça geniş bir teknenin minicik koltuğuna sığabilmek için bacağımı yeterince bükmeye çalışırken kramp girdi. Birisi bana, ‘Senin boyun burada gerçek bir engel,’ dedi.

“Gerçekten mi?” diye düşündüm. “Olabilir mi gerçekten?” Hayatım boyunca uzun olmanın iyi bir şey olduğu söylendi bana — üstelik o kadar da uzun sayılmam (1.93 m). Peki bir şeyi engel yapan nedir? Her türlü yetersizlik bir engel midir? Bu, kişinin kim olduğuyla değil de, çevresiyle — ya da başkaları tarafından nasıl muamele gördüğüyle — daha çok ilgili olabilir mi? Engellilik Çalışmaları’ndaki en önemli tartışmalardan biri, engelliliğin “kötü” bir farklılık mı, yoksa “sadece” bir farklılık mı olması gerektiği konusudur. Engelliliği tanımlamaya çalışarak bu ayrıma daha yakından bakalım şimdi.

Engelliliğin bir tanımı, normal işlevsellikten herhangi bir sapmadır. Ancak bu tanım doğru olamaz. Mükemmel müzik kulağı, olağanüstü atletik yetenek veya matematik dehası da normal işlevsellikten sapmalardır.

Peki ya engelliliği, normal işleyişten olumsuz bir sapma olarak tanımlarsak?

Normal işleyişten olumsuz sapmalar vardır ki biz bunlara engellilik demeyiz; örneğin, bir hastalığa genetik yatkınlık, çok uzun boylu olmak, basketbol ya da matematikte alışılmadık derecede kötü olmak. Ama bu tanımla ilgili daha büyük bir sorun var.

Obezite genel olarak olumsuz bir durum olarak kabul edilir ve sağlık açısından da olumsuz etkileri olabilir (gerçi tek başına ne kadar büyük bir sorun olduğu tartışmalıdır). Ancak bazı kalp hastalıkları ve kanser türlerinde obez bireylerin hayatta kalma olasılığının daha yüksek olduğuna dair kanıtlar vardır. (Bu duruma “obezite paradoksu” denir ve kabul ediyorum, oldukça tartışmalıdır.) Sağır bireyler ise çoğu zaman sağırlığı olumsuz bir durum olarak görmezler; eğitim ve işe erişimleri olduğunda, genellikle işiten insanlardan daha mutlu oldukları görülmektedir. Aslında, ‘engelli’ etiketi taşıyan pek çok kişi, bu etiketi taşımayanlara göre kendilerini daha kötü durumda hissetmediklerini belirtmektedir.

O hâlde belki de engellilik, çoğu insanda bulunan bir yeteneğin eksikliği olarak tanımlanabilir. Ama çoğu insan — hepsi değil — dilini kıvırabilir, sağını solundan ayırt edebilir ve/veya bisiklete binebilir.

Peki ya engelliliği, çoğu insanda bulunan önemli bir yeteneğin eksikliği olarak tanımlarsak? Yine de, tüm engellilikler bir yetenek eksikliğine dayanmaz. Örneğin, HIV, epilepsi ve majör depresif bozukluk gibi durumlar Amerikan Engelliler Yasası tarafından engellilik olarak kabul edilir, ancak bunlar belirli bir yeteneğin eksikliğiyle ilgili değildir.

Peki engelliliği, iyi oluş (well-being) üzerinden tanımlayabilir miyiz? Yani, engellilik hayatınızı daha kötü hale getiren her şey olabilir mi? Ancak açıkça görülüyor ki hayatımızı zorlaştıran pek çok şey var — hazır yemek (fast food), haber kanalları, fazla tuz tüketimi gibi. Ama bunlara engellilik demiyoruz. Ayrıca, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, engelli bireyler her zaman genel olarak daha az mutlu değiller ya da engellerinden dolayı özel bir mutsuzluk yaşamıyorlar.

Şuna ne dersiniz: Engellilik, yaşadığınız toplumun ayrımcılığı ya da uyum sağlamadaki yetersizliğinin yarattığı olumsuz etkidir. Bu, engelliliğin toplumsal tanımıdır. Engelliliği evrensel, olumsuz ve değişmez bir durum olarak görme fikrinin ötesine geçer; çünkü insanlar arasındaki farkların gerçek etkisi her zaman toplumsal tutumlar, sağlık hizmetlerine erişim ve fiziksel çevrenin bireyle olan uyumsuzluğu tarafından şekillenir. (Biliyorum, önemsiz gibi görünüyor ama uzun süre yemek yapmam zor oluyor çünkü mutfak tezgâhları boyuma göre çok alçak ve belimi ağrıtıyor.)

Bazı engellilik savunucuları, bir kişinin ancak ve ancak kendisini engelli olarak tanımlıyorsa engelli sayılması gerektiğini öne sürer. Bu bana biraz fazla ileri gidilmiş gibi geliyor. Bu yaklaşım metafizik açıdan tartışmalı; çünkü çoğu durumda, bir şey hakkında ne düşündüğünüz ya da ne söylediğiniz, onun gerçekte ne olduğu konusunda belirleyici değildir. Ayrıca, bazı insanlar – kabul etseler de etmeseler de – başkaları için sorun ya da hatta tehlike teşkil edebilecek durumlara sahip olabilir. Öte yandan, bazıları kendilerini engelli olarak tanımlayabilir ama mevcut kanıtlar bunun böyle olmadığını gösterebilir — ya da bu tanımlamayı yapmalarının arkasında şüpheli motivasyonlar olabilir.

Yine de, engelliliğin kısmen toplumsal bir inşaa olduğu fikri, insanların engellilikten bahsederken kastettikleri şeydir; tıpkı ırkın toplumsal olarak inşa edilmiş olması gibi. Başta engelliliğin toplumsal bir yapı olduğu ihtimalini anlamakta zorlandım. Öte yandan, ırkın böyle olduğu her zaman bana açık gelmiştir. Bu yüzden, karşılaştırma yapabilmek adına ırkın toplumsal inşasını düşünmek benim için açıklayıcı oluyor.

Irksal kategoriler zaman içinde değişir. Örneğin, İrlandalılar ve İtalyanlar Amerika’ya ilk geldiklerinde beyaz olarak kabul edilmezlerdi — ayrıca Hispanik kökenli insanların beyaz olup olmadığı konusu da tartışmalı ve politik açıdan önemlidir. Farklı toplumlar ırkı farklı şekillerde kategorize eder. ABD’de “Siyah” olarak kabul edilen biri, Jamaika, Brezilya ya da Güney Afrika’da aynı şekilde sınıflandırılmayabilir.

Siyah, beyaz ya da Asyalı olmak diye bir gen yoktur. Sözde ırksal gruplar içindeki genetik çeşitlilik, gruplar arasındakinden çoğu zaman daha fazladır. Irksal kategoriler, eşitsizliği haklı çıkarmak için oluşturulmuş veya pekiştirilmiştir (örneğin, kölelik, sömürgeleştirme, ayrımcılık). Özellikle “Siyahlık” kavramı, Atlantik köle ticaretini haklı çıkarmak ve bir bakıma kontrol altına almak için yaratılmıştır.

İnsanların ebeveynlerine, kardeşlerine ve büyükannelerine büyük ölçüde benzediklerini veya ayrı coğrafi bölgelerde yaşayan bazı insan gruplarının belli özelliklerin dağılımında diğer gruplardan farklılıklar gösterdiğini tartışmıyorum. Tartışma, insanları ırklara ayırmanın herhangi bir doğal, toplumsal olmayan ya da toplumsal öncesi geçerliliği olup olmadığı üzerinedir. Böyle bir şeyin geçerliliği yoktur. Bir biyoloğa sorabilirsiniz. Üstelik insanlar, ırk temelinde insanları ayırmada düşündükleri kadar başarılı değildir; bu nedenle ırkın görünüşe göre açık ve belirgin olduğu fikri yanlıştır.

Benzer şekilde, engellilik konusunda da, insanlar arasında önemli zihinsel ve fiziksel farklılıklar olduğu inkar edilmiyor; ancak insanları nesnel olarak engelli ve nesnel olarak engelsiz diye tamamen tarafsız, tamamen tanımlayıcı ve “bilimsel” bir şekilde ayırmanın mümkün olmadığı vurgulanıyor. İnsanlar, çeşitli şekillerde etkileşime giren pek çok farklı özellik ve yetenekten oluşan bir kümeye benzer. Kişilerin bu özelliklere nasıl tepki verdiği, toplumun onlara nasıl yaklaştığı ve fiziksel çevrenin herkese ne ölçüde uyum sağladığı, bir durumun engellilik sayılmasında etkili unsurlardır.

Hatta belirli bir kabiliyeti izole edip, o kabiliyetin eksikliğinin tam olarak nerede engelliliğe dönüşeceğini belirlemek bile imkânsız olabilir. Bu nedenle engellilik, yalnızca kişinin kabiliyetlerine değil, aynı zamanda insanların tutumlarına ve içinde bulundukları çevreye görecelidir.

Amerikan Engelliler Yasası, “Engelli birey, bir veya daha fazla temel yaşam aktivitesini önemli ölçüde sınırlayan fiziksel veya zihinsel bir engeli olan kişi, böyle bir engel geçmişi veya kaydı olan kişi ya da başkaları tarafından böyle bir engeli olduğu düşünülen kişi” der.

Bu tanımı tartışmak niyetinde değilim. Onu oluşturan kişilerin benden daha fazla bilgi sahibi olduğundan eminim. Ayrıca bu tanım, engelli bireylere yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek gibi çok iyi bir amaç için yapılmıştır. Sadece bir maddeye dikkat çekmek istiyorum: Yani, engelli olan kişi, “başkaları tarafından böyle bir engeli olduğu düşünülen kişi” olabilir.

Burada tanım, engelliliğin sosyal bir yapı olduğu fikrini tam anlamıyla kabul etmese de en azından bu olasılığı tanıyor. Sosyal bir yapı olması, insanların arasında önemli farklılıklar olmadığı anlamına gelmez — ki bunların bazıları ideal olmayan ya da öyle algılanan özelliklerdir. Ayrıca, bazı amaçlar için engelliliği elimizden geldiğince tanımlamak zorunda olduğumuzu da (bkz. Amerikan Engelliler Yasası) inkar etmez. Ancak sosyal inşa, bir liberal hile değildir. Sosyal inşacılığın kurucularından biri olan Peter Berger (bkz. The Social Construction of Reality), sadece bir sosyolog değil, aynı zamanda politik ve sosyal açıdan muhafazakâr ve Protestan bir teologdu. Sosyal inşanın amacı, özellikle değer yargısı içeren terimlerde, gördüğümüz gerçekliğin, tartışmasız ve değişmez bir gerçekliği yansıtmak zorunda olmayan sosyal güçler tarafından kısmen şekillendirildiğini söylemektir. Elbette, işlev kaybı (impairment) gerçektir; ancak engellilik, ve işte mesele budur, engelliliğe verdiğimiz tepkiyle tanımlanır — hem tutumsal olarak, hem de inşa ettiğimiz kamusal fiziksel çevre açısından.

Benim açımdan, sosyal inşaya odaklanmanın amacı, toplumunuzun size “böyle olmak zorunda” dediği bazı şeylerin aslında böyle olmak zorunda olmadığını göstermek kadar ileri gider. Sosyal inşa, en azından mantıklı bir yorumu, nesnel gerçekliği inkar etmez. Sosyal inşa der ki, “nesnel gerçeklik” olarak düşündüğümüz birçok şey aslında belirli kültürümüzün içselleştirilmiş normlarıdır. Engellilik için bu, gördüğümüz bazı engelliliklerin, bireyin yetenekleri ve yetersizliklerinin bir karışımı olarak, yaşadıkları fiziksel çevrenin onları kapsayıcı olup olmaması ve insanların bu tür farklılıklara karşı tutumlarıyla daha iyi anlaşılabileceğini gösterir.

John Rawls şöyle yazmıştı: “Doğal dağılım [özellikler ve yetenekler açısından] ne adil ne de adaletsizdir; bunlar sadece doğal gerçeklerdir. Adil ve adaletsiz olan, kurumların bu gerçeklerle nasıl başa çıktığıdır.”


Tim Sommers – “What Is Disability?”, (Erişim Tarihi: 12.07.2025)

Çevirmen: Batuhan Atataş

Editör: Taner Beyter

Başkent Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümünden mezundur. İngilizce öğretmenliğini sürdürmekte olup özel bir yayınevinde editörlük yapmaktadır. Başlıca ilgi alanları sosyal bilimler, felsefe ve edebiyattır. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Yaşlı Birinin Ölümü Genç Birinin Ölümünden Daha mı Kötü? – Amy Olberding

Sonraki Gönderi

Zarardan Kaçınma Yaklaşımı ve Abolisyonist Haklar Yaklaşımı – Berk Efe Altınal

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü