Six Wardens of the Drapers’ Guild (1599) by Pieter Pietersz the Elder. Courtesy the Rijksmuseum, Amsterdam
//

Leibniz’in İyi Sebeplerle Fark Edilmeye Yarayan Kuralları Vardı – Ryan Patrick Hanley

Leibniz’in Fark Edilmek ve Kendi Olmakla İlgili Kuralları Sizi XVII. Yüzyıl Saraylarından Sosyal Medya Çağına Nasıl Taşır?

Gottfried Wilhelm Leibniz’in toplu eserlerinin modern edisyonunda yer alan Lebensregeln -motamot çevrilecek olursa “yaşam kuralları”- başlıklı metin altı kitap sayfası kadar yer kaplar. Bu sayfalar Leibniz hayattayken yayımlanmayan ve editörlerin 1679 yılına tarihlediği bir sayfalık taslağın reprodüksiyonudur. Makale, altı bölüme ayrılmış ve tek bir cümlede dahi birinden diğerine geçilebilen üç farklı dilde (Almanca, Fransızca ve Latince) yazılmıştır. Ve genellikle tam cümlelere bile rastlanmaz, sadece kısa cümlecikler sıralanır.

Lebensregeln’in günümüzde uzmanlar arasında bile neden iyi bilinmediğini görmek zor değildir. Fakat bu bir talihsizliktir. Zira Leibniz’in yaşam kuralları iyi tavsiyelerle doludur. Ve XVII. yüzyıl Avrupasının saray kültürüne hakim olan ahlaki kodların izlerini açıkça taşısa da Leibniz’in tavsiyelerinin çoğu geçerliliğini korumaktadır. Bunun nedeni büyük ölçüde Leibniz’in tavsiyelerinin başarı ve ilerlemenin genellikle başkalarının hakkımızdaki olumlu yargılarına bağlı olduğu bizimkine fazlasıyla benzeyen bir dünyada iyi ve düşünceli bir insanın yolunu nasıl bulabileceğine odaklanmasıdır.

Genel hatlarıyla bakıldığında, Leibniz’in kuralları başkalarıyla nasıl iletişim kurulması gerektiği, başkalarının yanında nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiği ve kişinin ne tür konular üzerinde çalışması gerektiğine dair tavsiyeler olmak üzere üç temel kategoriye ayrılır. Birinci meselede Leibniz, etkili iletişimin, dinleyicimizin dikkatini konuyla bağlantı kurduğunu ve sohbete dahil olduğunu hissettirerek çekmeyi gerektirdiğini öne sürer.  Bu doğrultuda bize diyeceği, “hünerli bir biçimde söylenecek ya da hatırlatılacak olursa beylik lafların” ilgi çekeceğidir. Bundan sonra bize “toplantılara ve iş görüşmelerine biraz çekicilik katmamız” gerektiğini, daha gündelik sohbetlerde ise ‘herkesin bir şeyler anlatması’ ve fikirlerini söyleme fırsatı bulmasına imkan veren açılışlar yaptığımızdan emin olmamız gerektiğini söyler. Buradaki ana fikir, başkalarıyla konuştuğumuzda “yeni şeyler gündeme getirmeye çabalarken” bunu onların “konuşmaya çekilmesini” sağlayacak şekilde yapmamız gerektiğidir.

Bu maksimler en az iki açıdan ilgi çekicidir. Birincisi, doğrudan Leibniz’den geliyor olmalarıdır. Leibniz, doğru akıl yürütmenin “iki büyük ilkeye” bağlı olduğunu savunmasıyla ünlüdür: Çelişmezlik ilkesi ve yeter neden ilkesi. Fakat Lebensregeln, Leibniz’in en sağlam akıl yürütmenin bile insanların ilgisini çekmez ve onları içine almazsa beklenen başarıyı sağlayamayacağının farkında olduğuna delildir. İkincisi, ki bu özellikle günümüz dünyası için önemlidir, Leibniz etkili iletişimin açık ve katılımcı olduğunu ve konuşmacıdan başkalarının seslerinin duyulmasına olanak tanıyan bir ortam yarattığını öne sürer.

Herkes kendisini övüp gösteriş yaparken, tam tersini yaptığımızda başkalarının dikkatini çekeriz.

Leibniz’in etkili iletişim kuralları, topluluk olmayı ve diğerleriyle dayanışmayı öne çıkarır. Fakat iş toplum içinde nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini gelince, mesele tamamen kendilikle ilgilidir. Bundan önce Leibniz bize şöyle söyler: “Beraberinizde bulunanların gözünü üzerinize çekebilmek bir sanattır.” Çok hoş bir şekilde “Öne Çıkmanın Kısa Yöntemi” ismini verdiği dördüncü bölümde ise bunun en iyi nasıl yapılabileceğini anlatır. Burada Leibniz, özellikle ‘seçkin beylerin dikkatini çekmeye ve onayını kazanmaya çalışmamız’ gerektiğinde ısrarcıdır – örneğin, çok fazla konuşmayarak (“sadece benzersiz ve diğerlerinin aşina olmadığı ve aşırı ölçüde yararlı olacak şeyler söyle”) ve kendi başına çok fazla zaman geçirmeyerek (ki “son derece içine kapanık bir yaşam süren bir tefekkür adamı” sanılmayasın).

Fakat burada, belki de hiçbir yerde olmadığı kadar, Leibniz’in tavsiyesi dünyamızla özellikle ilgilidir. Günümüzde, kralın bizi fark etmesi için saraya gitmemiz gerekmiyor. Fakat bizim çağımız da tıpkı Leibniz’inki gibi dikkat çekme rekabetinin hâkim olduğu bir çağ: Sadece bunu kralın gülümsemeleriyle değil sosyal medyadaki beğenilerle ölçüyoruz. Bu anlamda, Leibniz’in öne çıkmaya yönelik küçük kurallar dizisi, günümüzün arama motoru optimizasyonu ve sosyal medya stratejisi endüstrilerinden üç yüzyıl kadar öndedir.

Yine de, bizden daha ileride de olsa, Leibniz gözleri üzerimize çekme kaygımızı paylaşır ve bunun insanların görmesine izin verdiğimiz imajımızı dikkatli bir biçimde düzenlemekten geçtiğini çok iyi bilir. Fakat aynı zamanda çoğu zaman neyi unuttuğumuzu da bilir: Gerçekliği örten veya çarpıtan görünüşlere bu kadar saplantılı bir şekilde odaklanmak gerçekten tehlikelidir. Bu nedenle yalnızca görünüşlere odaklanmamamız konusunda bizi uyarır, bunun yerine “iki şeyin peşinde koşmamız” gerekir: “olmak ve görünmek”. Anlatmak istediği basittir. Sadece başkalarının saygısını hak edermiş gibi görünmeyi değil onların saygısına gerçekten layık olmayı önemsememiz gerekir. Bizi nasıl göründüğümüzü takıntı haline getirmeye teşvik eden özendiricilerin cazibesine kapıldığımızda, gerçekte kim ve ne olduğumuzu unutma (hatta bunu artık umursamama) riskiyle karşı karşıya kalırız – tabii ki bu yapaylık cazibesine direnecek yaşam kuralları geliştirmeye özen göstermezsek.

Leibniz, tıpkı bizim dünyamız gibi öne geçmeye değer veren bir dünya için yazdı.

Eğer fark edilmek istiyorsak ne yapmalıyız? Aslında Leibniz, yapmaya eğilimli olduğumuz şeyin aksini yapmamız gerektiğini öne sürer. Günümüzde fark edilmek için sesimizi yükseltmemiz gerektiğini düşünmek bize sık sık daha cazip geliyor – daha fazla ve HEPSİ BÜYÜK HARFLERLE tweet atmamız gereklidir! Fakat Leibniz daha yüksek çıkan seslerin genellikle gürültüde kaybolup gideceğinin farkındadır. Gerçekten fark edilmek istiyorsak herkesin yaptığı şeyden daha fazla yapmak yerine herkesin yaptığından farklı bir şey yapmalıyız. Bu yüzden, sezgilerimizin aksini söyleyen tavsiyesi şöyledir: “Kim fark edilmek istiyorsa kendine özgü bir şeyler sergilemelidir; tevazu, alçakgönüllülük ve sabır gibi.” Herkes kendini beğenmiş ve gösterişli, telaşlı ve aceleci iken, tam tersini yaptığımızda başkalarının dikkatini çekeriz – ve bunu yaptığımızda, bireysel olarak daha mutlu, başkaları için ise çevresinde bulunulması keyif veren biri olabiliriz.

Böylece Leibniz’in üç kategorisinin üçüncüsüne geliyoruz. Nasıl konuşulması ve eylemde bulunulması gerektiğini gösterdikten sonra Leibniz bize neyi bilmemiz gerektiğini de söyler. Bu noktada onun tavsiyesi başka pek çok yerde olduğu gibi doğrudan ve zaman zaman eğlendiricidir. Bilmenin “herkes için zorunlu” olduğu şeyler arasında yabancı diller (Latince, Fransızca ve İtalyanca), faydalı sanatlar (mimarlık, tıp, dekorasyon ve aşçılık), ince sanatlar (dans, müzik ve resim), sporlar (avcılık, kuş avcılığı ve balıkçılık), güncel olaylar (Avrupa siyaseti ve dünya coğrafyası) ve savunma sanatları (“kişinin kendisini hakaretlere karşı kılıçla ve ateşli silahla savunabilmesi için”) bulunur.

Leibniz, kibar bir topluma girişinizi ve bu toplumda hareket etmenizi sağlayan becerileri öğretmek için müfredat hazırlayan bir adabımuaşeret öğretmeni gibi konuşur. Ama burada bile olup biten daha fazlasıdır. Çünkü Leibniz elitlerin yalnızca yüksek sosyetenin sanatlarını değil daha temel şeyleri de bilmeleri gerektiği konusunda ısrarcıdır. Özellikle, gerçek anlamıyla, yani “sanat ve yöntemle, derin düşünmeyle ve tartışmayla” ortaya çıkan bilgi bunlardan biridir. Ve kişi sadece “temel deneyleri” değil aynı zamanda “teorilerden çok problemleri” ve “her şeyin kendisine yöneldiği kullanımları” öğrenmelidir. Yayınlanmış eserlerinde Leibniz, bilginin kullanım alanlarını da vurgulamış, aslında Evreni ve onun ebedi ve değişmez yasalarını anlamaya çalışmanın tüm iyi niyetli aydınlanmış insanların sorumluluğu olduğunu, çünkü bunu yapmanın bizi sadece Tanrı’ya değil başkalarına da yaklaştıracağını, onların yararına ve ilerlemesine katkıda bulunacağını ısrarla belirtmiştir.

Leibniz’in yaklaşımının bugün dikkate değer olmasının nedeni de işte burada yatmaktadır. Leibniz, tıpkı bizim dünyamız gibi öne geçmeye değer veren bir dünya için yazdı. Ancak kendi çıkarını gözeten çabaların, benliğin ötesine geçen şeylere yönelik kaygılarla yumuşatılmazsa kolayca bencilliğe dönüşebileceğini çok iyi anlamıştı. Bu nedenle onun yaşam kuralları sürekli olarak önemli olanın sadece benlik değil, benliğin toplumla ilişki kurma biçimi olduğunu vurgular. Bunu yaparak, kendi çıkarını düşünenlerin bile gerçek yaşam sanatının, benliğimizin bizden talep ettikleriyle toplumun bizden talep ettiklerini nasıl dengeleyeceğimizi öğrenmeyi gerektirdiğini görmelerine yardımcı olur.

Bütün bunlar Leibniz’in “sakin kalabilme hali” dediği şey hakkındaki düşünceleriyle zirveye ulaşır: Leibniz, sakin kalabilme halini (presence of mind) şu şekilde açıklar: “Kişinin sakinlik halinde sahip olduğu şeyi anın sıcaklığında bulup bulamayacağı”. Leibniz, hareketli bir dünyada sakin kalmanın kolay bir iş olmadığını ve başkalarının arasındayken kendini koruyabilmenin daha da zor olduğunu bilir. Leibniz bize bunun aslında “kazanması en zor beceri” olduğunu söylediğinde, öyle zannediyorum ki bugün hemen hepimiz başımızı sallar ve ona hak veririz.


Ryan Patrick Hanley – “Leibniz had rules for standing out for all the right reasons“, (Erişim Tarihi: 24.12.2024)

Çevirmen: Yusuf Topsakal

Çeviri Editörü: Ali Furkan Arıcıoğlu

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans eğitimini tamamladı, Metafizik, Bilim Felsefesi ve Zihin Felsefesi ile ilgileniyor. Felsefe dışında video oyunları oynuyor ve gelecekte iyi bir akademisyen olmayı amaçlıyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Din Felsefesi – Chad Meister (Internet Encyclopedia of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Analitik ve Kıtasal Geleneklere Dair Bir Kitap Öneri Listesi – Abdulsamet Şentürk

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü