Karl Marx’ın “Herkesten Yeteneğine Göre, Herkese İhtiyacı Kadar” Sloganı Üzerine – Sam Badger

/
1478 Okunma
Okunma süresi: 19 Dakika

 “Herkesten Yeteneğine Göre, Herkese İhtiyacı Kadar” sloganı, Alman filozof Karl Marx’ın (1818-1883) komünizmi açıkça betimlediği az sayıdaki ifadelerinden biridir.

Marx, komünizmi işçilerin kendilerinin mal ve hizmet üretimini özgürce yönettikleri bir ekonomik sistem olarak tasavvur eder.[1]

Bu yazıda bu sloganın kökenleri ve manası ele alınacaktır.

1. Kapitalizmde Mal ve Hizmet Dağılımı

Kapitalist bir toplumda mal ve hizmetlerin dağıtımı, rekabetçi bir piyasada ticari faaliyette bulunan bireyler ve işletmeler vasıtasıyla gerçekleşir.[2] Teoride, rekabet kimsenin çok fazla haksız pazarlık gücüne sahip olmamasını sağlar ve ekonomik özgürlük her iki tarafın da mübadeleden ihtiyaç duyduklarını almasına olanak tanır. [3]

Sosyalistler, eşit pazarlık gücünün bir yanılsamadan ibaret olduğunu savunurlar; nitekim sistem aslında üretim araçlarına ya da sermayeye (fabrikalar, toprak ve emeğin meta üretmek için kullandığı diğer şeyler) sahip olanlara ayrıcalık tanır. Pratikte bu yanılsama, giderek kapitalizmin kâr üretme makinesinin birer “dişlisine” indirgenen işçilerin sömürüsünü meşrulaştırmaya hizmet eder. [4]

2. Kapitalizmi Eleştirenler

Fransız ütopyacı sosyalist Henri de Saint-Simon (1760-1825), kapitalizme karşı, uzmanların önderliğinde herkesin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ekonomiyi planlamaya dayanan bir alternatif öne sürdü.[5] Saint-Simon’un takipçileri, Marx’a ilham verecek bir dağıtıcı adalet—ya da mal ve hizmet dağıtımı[6] —ilkesini savundular:

Herkesten Yeteneğine Göre, Herkese Emeği Kadar

Bu şu demek, herkes zihnen, fiziken ve sosyal olarak sağlığını bozmayacak kadar çalışarak topluma elinden gelen en iyi ölçüde katkı yapmalıdır. Ancak bu emeğin karşılığı piyasa oranlarına değil, çabaya dayanmalıdır.

Daha sonraları yaşayan Fransız sosyalist Louis Blanc (1811-1882), sloganı şöyle yeniledi:

Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar.[8]

Saint-Simon’un sloganında olduğu gibi, herkes kendi yeteneklerinin peşinden gitmekte ve kendini zenginleştirmekte serbesttir.  Ancak “herkese ihtiyacı kadar” kalıbı dağıtımın bireysel ihtiyaçlara göre yapılacağını söylüyor, ne kadar fazla çalışıldığına göre değil.

3. Marx Üzerindeki Etkisi

Marx, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) 1875 tarihli programının eleştirisi olan “Gotha Programının Eleştirisi”nde hem Blanc’ın hem de Saint-Simoncuların sloganlarına atıf yapacaktı. [9]

Program, Marx’ın fikirlerinin etkisini taşısa da onun düşüncelerinden önemli yönlerden ayrışıyordu: Hatalı bir şekilde, yalnızca malların ve hizmetlerin adilce dağıtılmasına odaklanıyordu, bu mal ve hizmetlerin nasıl üretildiğine değil. [10] İşçiler yalnızca daha iyi tazmin edilmemeliler, insanlığın yararı için üretim araçlarına bizzat sahip olmalılar.

Malların üretimini vurgulayarak Marx, Saint-Simon ve Blanc’ın ortak sloganlarının üretimi vurgulayan kısmını ciddiye alıyordu. Marx her bir sloganın, sahip olduğu sosyalist toplum vizyonunda ait oldukları yeri bulacağını düşünüyordu.

4. Marx’ın Komünizmin Alt Aşaması Fikri

Marx komünizm için iki aşama ortaya koyar. [11] Bunların kapitalizmin ekonomik krizleri ve işçi sınıfının artan sınıf bilinci nedeniyle kaçınılmaz olarak vuku bulacağını savunmuştur.[12]

İlk aşama, işçilere işlerinin zorluğuna ve ne kadar uzun sürdüğüne oranla ücret ödendiği Saint-Simoncu slogandakine benzer şekilde örgütlenir. Ortada eşit çabaya eşit ücret olduğundan dolayı bu aşama görünüşte eşitlikçiymiş gibi duruyor. [13] Ama Marx, Saint-Simon’un formülünde insanların farklı ihtiyaçlara sahip olmasından doğan bir kusura işaret eder:

Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşitsiz bir haktır. Hiçbir sınıf ayrımını tanımaz, nitekim herkes tıpkı diğer herkes gibi yalnızca bir işçidir; ancak doğuştan gelen eşitsiz yetenekleri ve dolayısıyla eşit olmayan üretkenlik kapasitelerini üstü kapalı bir şekilde doğal bir ayrıcalık kabul eder. Bu bakımdan bu hak, muhtevası itibariyle bir eşitsizlik hakkıdır… [14]

Marx’a göre görünüşteki bu “eşitlik,” temelinde eşitlikçi-olmayan bir biçimde bireyselliğimizin üstünü örter. [15] Doyurması gereken iki boğaz olan bir anne veya engelli bir birey o kadar uzun süre boyunca çalışamayabilir, vs. hâliyle eşit çabaya ödenen eşit ücret yine de eşitsiz olacaktır.

5. Komünizmin Üst Aşaması

Komünizmin ikinci aşamasında toplum Blanc’ın “herkesten emeğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesine göre örgütlenir. Herkesin ihtiyaçlarının karşılandığı ve yeteneklerini özgürce geliştirebilecekleri bu aşamada tam eşitlik hayata geçmiş olur.[16]

İnsanlar becerilerine göre çalışır. Çalışmak yalnızca toplumu ayakta tutmak için gerekli değildir, aynı zamanda bizi insan yapan şeyin bir parçasıdır.[17] Üretkenlikteki artışlar ve iş örgütlenmesinin işçilerin çıkarlarına uygun yapılması sayesinde, eziyetli işgünleri olmaksızın ihtiyaçlar karşılanabilir hâle gelir.[18] Bu aynı zamanda kendilerini ve ihtiyaçlarını hayatta kalmanın ötesinde geliştirmelerine da olanak tanır—müzik, sanat, felsefe, bilim vb. şeyleri istemek. [19]

İnsanlar ihtiyaçlarına göre tazmin edilirler: bu tazminat insanların çabalarına değil, gelişmeleri [flourish, ç.n.] için ne gerektiğine dayalıdır. Bu, hangi iş dallarının daha değerli olduğu hakkındaki ön yargıların üstesinden gelmeyi gerektirmektedir; toplum zihinsel emeğin fiziksel emeğe üstün olduğu bir hiyerarşiyi ve iş bölümüne dair diğer tüm benzer hiyerarşileri aşmalıdır. [20]

Kimisi, insanların sırf kendi emeklerinin meyveleri kendileri kadar çalışmayanlara yeniden dağıtılsın diye çalışmaya gönüllü olup olmayacağından endişe duyabilir. Marx insanların bazı sosyal sorumlulukları gönüllü olarak üstleneceğini söylüyor, mesela ev işlerini, bahçe işlerini ve çocuk bakımını paylaşmamız gibi. Bu safça görünebilir ve Marx da bu dayatılacak mı yoksa özendirilecek mi onu belirtmiyor. [21]

Ancak en nihayetinde insanlar gönüllü olarak çalışacaklardır zira iş kendi kendisinin tatmin kaynağıdır. Marx insan doğasının kendi en iyi gerçekleştirimini sosyal emekte bulduğunu ancak kapitalizmin bunu bir yüke çevirdiğini düşünüyordu. [22] Bunun nedeni şudur ki iş kapitalizmde, işçilerin ya da genel olarak insanlığın ihtiyaçları etrafında değil, kâr getirecek amaçlar etrafında organize edilmektedir. [23] İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için yeteneklerimizi kullanmaktan gurur duyduğumuz için iş yalnızca bir hayatta kalma aracı olmaktan çıkıp arzularımızdan birisi oluyor.

6. Sonuç

Marx’ın “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” sloganı işin hem ahlakı-geliştirici hem de arzulanır olduğu ve diğerlerinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarımız gibi gördüğümüz bir toplumsal organizasyon prensibidir. Netice itibariyle Marx bunu sömürüden, insan-dışılaştırmadan ve tahakkümden kurtarılmış bir toplum olarak görmüştü.


Notlar

  • [1] “Kapitalizm,” “sosyalizm” ve “komünizm” kavramlarının tanımlarının kendisi bir tartışma meselesidir: bkz. Thomas Metcalf’tan Kapitalizmi ve Sosyalizmi Tanımlamak.
  • Diğer erken dönem sosyalistlerin yanı sıra Marx, malları ve servisleri üretme araçlarının özel sektörde olduğu ve malların, servislerin ve emeğin fiyatlarının ve dağıtımının market rekabetiyle belirlendiği bir ekonomik sistem olarak “kapitalizm” terimini ortaya atmıştır. Marx, sermayenin büyüdükçe tekelleşmeye, yabancılaşmaya ve işçilerin sömürüsünün kötüleşmesine meylettiğini savunmuştu.
  • Komünizm ve sosyalizmi üreticilerin bir devlet veya başka bir mekanizma aracılığıyla üretimi ve dağıtımı doğrudan kontrol ettiği sistemler olarak anladı. Önemli bir şekilde, Marx ve Engels, sosyalizm ve komünizm arasında bir ayrıma gitmediler, öte yandan Lenin gibi sonraki Marksistler sosyalizmi kapitalizm ve komünizm arasındaki bir geçiş süreci olarak tanımlamışlardı. Bkz. Karl Marx ve Friedrich Engels’ten Komünist Manifesto ve Engels’ten Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm.
  • [2] Önemli şekilde, Marx bu dağıtıcı adalet kavramının, sorunlu olsa da feodalizm altında var olana üstün geldiğini söylüyor. Feodal ilişkilerde lordların, köylülerin ve kasabalıların vb. hepsi ekonomik seçimlerinde kısıtlanmışlardı çünkü dağıtıcı adalet, değerleri esrarlı ve genellikle sorgulanmamış gelenekler üzerinden biçimlendiren feodal imtiyazlar lensinden anlaşılmaktaydı.
  • Adam Smith’in önemli başarılarından birisi liberal kapitalist dağıtıcı adalet kavramının neden feodal olana bireyleri pazar alanında özgürleştirmek açısından tercih edilebilir olduğunu tanımlamasıydı. Mesela Adam Smith feodalizm altındaki lonca imtiyazlarının, emek marketini işe yeni girenleri ve tüketicileri sömüren bir şekilde kısıtladığını tanımlamıştı (Smith, 131).
  • [3] Marx’ın Kapital’i kapitalist dağıtıcı adalet prensibinin nasıl artı değer yaratımı için işçilerin sömürülmesini uygun bulduğunu tarif ederek bu dinamiklere daha etraflıca giriyor. Artı değer, işçilerin işverenleri için ürettikleri değer ile bunun karşılığında aldıkları [değerden] bakım ve madde için gereken değerin çıkarılması sonucu elde edilen [değerin] arasındaki farktır. Artı değer toprak sahiplerine ödenen kira, yatırımcılar için getiriler ve kredi verenler için faiz arasında bölüştürülür. Marx’ın savunduğu üzere kâr ancak bu artı değerden gelebilir zira bir sınıf olarak kapitalistlerin başkalarını sömürmeden kâr etmeleri mümkün değildir.
  • [4] Marx’ın yabancılaşma kuramı, meşhur şekilde, kapitalist üretimde ortaya çıkan dört yabancılaşma biçimini tarif eden 1844 El Yazmaları’nda ortaya konmuştur. Yabancılaşmanın bu dört biçimi işin insandışılaştıran boyutuna katkı sağlar. Her ne kadar Marx “yabancılaşma” terimini sonraki yazılarında daha az sıklıkla kullansa da “Gotha Programının Eleştirisi”ndeki toplum tasavvuru, işin insandışılaştıran taraflarının elenmesi hakkındaki bazı benzer temaları aksediyor. Bkz. Dan Lowe’dan Karl Marx’ın Yabancılaşma Anlayışı. Marx’ın sömürü kuramı Kapital’de ortaya konuyor ve kârın artı değerden yahut işçilerden alınan karşılıksız emekten geldiğini savunuyor.
  • [5] Saint-Simon, Robert Owen, Charles Fourier gibi erken Fransız ve İngiliz Ütopyacılarının hepsi, Marx ve iş arkadaşı, ortağı ve arkadaşı Friedrich Engels (1820-1895) üzerinde önemli etkilere sahiptir. Ütopyacıların yöntemi büyük ölçüde, ideal bir toplum tasarısı kuramlaştırmaya ve akabinde hem işçileri hem de elitleri bu idealin mevcut sisteme üstün olduğuna ikna etmeye dayanıyordu. Mesela, “The Rule of Scientists” adlı makalesinde Saint-Simon (1966, 261-268) sanayicilerin (ki bunların kapitalistler olduğunu not düşmeliyiz) onun ütopyasını gerçekleştirmeye çalışmaları gerektiğini savunuyor.
  • Marx ve Engels “ütopyacılığı,” sosyalizme yönelik “bilimsel” bir anlayış lehine reddedeceklerdi (bkz. Engels’ten Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm). Marx ve Engels’e göre kritik fark şuydu ki bilimsel bir yaklaşım soyut kuramın yerine somut sosyal koşulların üzerine kuruludur. Bu nedenle Marx genelde sosyalist bir toplumun açık tariflerinden kaçınmıştır ve onun yerine daha acil mücadelelere odaklanmıştır. Marx ve Engels bundan bahsettiğindeyse bu, çoğunlukla, bu türdeki genel prensipler üzerinden olmuştu.
  • Marx ve Engels’in, ütopyacılığı politik bir hareket olarak reddetmelerine rağmen Ernst Bloch ütopya fikrinin Marx’ın inşa-edici ütopya veya normatif ideal düşüncelerinde önemli olduğunu savunuyor. “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” bu türdeki bir idealdir.
  • [6] Dağıtıcı adalet kavramının bir tanımı için, bkz. Dick Timmer ve Tim Meijers’ten Dağıtıcı Adalet: Kaynaklar Nasıl Kullanılmalı?
  • [7] Luc Bovens ve Adrienn Lutz (2019) sloganın ve onun Saint-Simon ile Marx arasındaki dilimde nasıl geliştiğinin kısa bir tarihini sunuyor. Saint-Simoncu fikirden Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisi”ne kadarki gelişimini takip ediyorlar.
  • [8] Blanc kendi komünizm kavramını tarif etmek için Plus de Girondins’ında(92) “de chacun selon ses facultes, a chacun selon ses besoins” kalıbını kullanıyor. Blanc işçiler çalışma koşullarını ve sürelerini demokratik şekilde belirleyebilsinler diye özel sermaye yerine işçi kooperatiflerini savunmuştu. Blanc’ın kaderi başlı başına ilginç bir hikâye çünkü kendisi spesifik olarak Paris Komününün ayaklanmasıyla ve genel olarak Fransız siyasetiyle içli dışlıydı.
  • [9] Almanca hâliyle Sozialdemokratische Partei Deutschlands ya da SPD Almanya’da Marksist Karl Kautsky’nin öncülüğünde önemli bir sosyalist parti olacaktı ve günümüzde de Alman Bundestag’ındaki (ya da parlamentosundaki) en büyük iki partiden birisidir, gerçi bugün politik olarak Marx ve Kautsky’nin döneminde olduğundan daha ılıman bir konumda. SPD, birisi Marx ve Engels’in müttefikleri tarafından organize edilen (Marx ve Engels Londra’da siyasi sürgünde yaşamalarına rağmen Alman siyasetiyle alakadar kalmışlardı), diğeriyse Ferdinand Lassalle (1825-1864) tarafından etkilenen iki siyasi partinin birleşimi sonucu oluşturuldu. Lassalle Prusyalı bir hukuçu ve sosyalist kuramcıydı. Marx ile arkadaş olmasına rağmen Marx, Lassalle’ın Alman devletinin sosyalizmin bir vasıtası olduğu inancını eleştirmişti. Öte yandan Marx Alman devletini temelinde kapitalist menfaatler tarafından ele geçirilmiş ve onlara uyumlu şekilde oluşturulmuş olarak görüyordu. Gotha Programı 1875’teki siyasi programıydı ve Marx ve Engels’in fikirlerinden ancak kısmen etkilenmişti.
  • [10] Önemli şekilde, Marx, zamanındaki siyasi solun (ya da eşitlikçilik ve enternasyonalizm ülküsü ardında birleşmiş sosyalistlerin, anarşistlerin ve komünistlerin oluşturduğu daha geniş bir akımın) bir eleştirmeniydi. Her ne kadar işçi sınıfının ve onun ihtiyaçlarının güçlü bir savunucusu olsa da işçilerin sömürüyü ortadan kaldırmak için kendi durumları hakkındaki teorik anlayışlarını değiştirmeleri gerektiğini düşünüyordu ve bu nedenle sık sık muhtelif sosyalistlerden, komünistlerden, sosyal demokratlardan ve anarşistlerden gelen fikirleri eleştiriyordu.
  • [11] Jon Elster bu prensipler arasındaki farkın ve bunların nihai gerekçelendirmelerinin Marx’ın felsefesinin diğer kısımlarına aykırı olduğunu savunuyor. Savunduğuna göre Marx tarihi-aşkın adalet prensiplerini reddediyor, ancak “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” prensibinin kendisi tam da böyle bir prensip! Öte yandan Sean Sayers bunun soyut bir adalet ilkesi değil yalnızca tarihsel ilerlemeyle gerçekleştirilen bir ideal olduğunu savunuyor (120-121, 1998).
  • [12] Marx’ın tarihsel ilerleme kuramının bir açıklaması için, bkz. Angus Taylor’dan Karl Marx’ın Tarih Teorisi. Onun teorisi Hegel’in felsefe tarihi hakkındaki idealist diyalektiğinin materyalist bir yeniden yorumlamasıdır. Marx sınıfsal her toplumun nihayetinde onun çökmesine neden olacak ve yeni bir sosyal düzeni gerektirecek içsel çelişkiler barındırdığına inanıyordu. Feodalizmdeki çelişkiler, Fransız Devrimi gibi olaylarda doruğuna ulaşan bir süreçle kapitalizmin ortaya çıkmasına neden oldu. Marx bunun ardından da kapitalizmin nihayetinde sosyalizme neden olacağını düşündü.
  • Marx’ın teorisi tamamen mekanik değildi çünkü kendisi Almanya’daki işçilerin onların kaderinden kaçınmak için ve sosyalizmi daha çabuk getirmek için İngiliz işçilerin ıstırabından bir şeyler öğrenebileceğini savunuyordu (bkz. Karl Marx’tan Kapital Cilt 1, “İlk Alman Edisyonuna Ön Söz”). Ancak açıkça ekonomik krizlerin piyasa ekonomilerinin içindeki çelişkilerin mekanistik bir sonucu olduğunu ve bunun, nihayetinde sosyalist bir ekonomiyi gerektireceğini düşünüyordu. Hakeza “Gotha Programının Eleştirisi”nde tarif ettiği komünizmin aşamalarını kapitalizm yıkıldığındaki zorunlu tarihsel gelişmeler olarak gördü. Ancak şu da önemli ki burada bile Marx’ın sosyalizm tarifi kısıtlıdır—kendisi gelecekteki gelişmelerin ayrıntıları hakkında detaylı bir açıklama sunmanın imkânsız olduğunu düşünmüştü.
  • [13] Eşitlikçilik ya da eşitliğin artırımı farklı kapitalist ve sosyalist gruplar tarafından muhtelif şekillerde anlaşılmış bir kavramdır. Engels siyasi ve ahlaki bir ideal olarak eşitlikçilik hakkında Marksist bir açıklamayı Anti-Dühring’inde (Engels, 124-129) sunuyor ve Hristiyanlıktan başlayarak kapitalizm ve sosyalizmin geliştirilmesine kadar izini sürüyor.
  • [14] Marx, “Gotha Programının Eleştirisi,” Kısım 1 (vurgu Marx’ın kendisinindir).
  • [15] Bu adaletsizlik toplumsal açıdan gereklidir zira insanlar hâlen daha çalışmak için “teşvik edilmeye” alışıklardır. İnsanlığın, daha eşitlikçi bir modeli ortaya çıkarması için yeterince gelişmesi zaman alacaktır.
  • Kapitalizm altında alıştırılmış normların geri alınmasının jenerasyonlar alabilecek olması fikri Friedrich Engels’in eserlerinde de görülüyor. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde Engels geleceğin cinsel ahlakının bugünkünden çok daha ilerlemiş olacağını çünkü aşkın artık refaha ve güce tâbi olmayacağını savunuyor: “Ancak ortada yeni ne olacak?” Bu, yeni bir jenerasyon yetiştiğinde cevaplanacaktır: hayatları boyunca bir kadının teslimiyetini parayla veya gücün herhangi başka bir sosyal aracıyla satın almanın ne olduğunu duymamış bir erkek jenerasyonu; kendilerini gerçek aşktan başka değerlendirmeler yüzünden bir erkeğe vermenin ya da ekonomik sonuçlardan kaynaklanan korkularla kendilerini sevgililerine vermekten çekinmenin ne olduğunu bilmeyen bir kadın jenerasyonu” (Engels, 114).
  • [16] Carol Gould, Marx’ın sosyalizm ve iş birliği kavramlarının daha kapsamlı bir resmini çizebilmek için kendi analizinde “Gotha Programının Eleştirisi”ni Marx’ın Grundrisse’deki ‘makineleşmenin, insanların özgürce gelişmesine, en azından toplumun ve doğanın üretme kapasitesi sınırlarının içinde olanak sağlayacağı’ iddiası üzerinden okuyor (Gould, 66-68). Böyle bir toplum için olan en güçlü modelin demokratik özgürlüklerin yalnızca hükûmete değil aynı zamanda işyerine de uzandığı bir demokratik sosyalizm (ya da kendi sözleriyle “komünal toplum” ve “karşılıklılık [mutuality, ç.n.]”) biçimi olduğunu savunuyor (177-178).
  • [17] Toplumsal emekle uğraşan varlıklar olduğumuz nosyonu hem Marx’da hem de Engels’te aynı şekilde temeldir ve bu, 1844 El Yazmaları’ndan “Gotha Programının Eleştirisi”ne kadar kendini gösteren bir temadır. Daha sonraları ölümünün ardından yayımlanmış olan “Dialectics of Nature”a dahil edilen, Die Neue Zeit için yazdığı bir makalede Engels, ellerimiz ve vokal kabiliyetlerimiz bile emeğe olanak sağlansın diye evrildi (“Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü,” 279-296). Tarihin tanımlayıcı özelliği, toplumu gittikçe karmaşıklaşan yollarda organize etmenin ve ihtiyaçlarımızı karşılamak için birbirimizin yanında çalışmamızın gelişimidir.
  • [18] Az önce bahsedilen, Kapital’in üçüncü cildindeki alıntıdan sonra Marx özgürlüğün hakiki alanının materyal zorunluluk alanına dayalı olduğunu söyleyerek devam ediyor; “Ancak bu, bir zorunluluk alanı olarak kalıyor. Özgürlüğün hakiki alanı, insan güçlerinin kendilerinde bir son olarak gelişimi, [bu alanın] ötesinde başlar, fakat yalnızca bu zorunluluk alanını temel alarak gelişebilecektir.” (Marx 1981, 959). Marx burada becerilerimizi, doğal yeteneklerimizi ve arzularımızı geliştirmekte özgür olacağımızdan bahsediyor ancak bu özgürlük alanı, materyal gereksinimlerimizi efektif ama insancıl olan bir şekilde gerçekleştirmemize dayanıyor.
  • [19] Marx’a göre insanlar nispeten evrensel olan bir dizi temel ihtiyaçla doğarlar ancak bunların tepesinde kapasitelerimizin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar vardır. Bunun bir örneği enstrümental müziğe olan çağdaş ihtiyacımız olabilir. İhtiyaçların bu gelişimi Marx tarafından çeşitli yerlerde inceleniyor, en kayda değer olarak erken 1844 El Yazmaları’nda. Agnes Heller Marx’ın teorisindeki bu ‘ihtiyacın zenginleştirilmesini’ detaylıca tarif ediyor (Heller, 40-66).
  • [20] Agnes Haller zihinsel emekle fiziksel emek arasındaki ayrımın kaldırılması konusunda şu açıklamayı sunuyor: “Marx’ın gelecek hakkındaki görüşüne göre ortada ‘tamamen entelektüel’ ya da ‘tamamen bedensel’ aktivitelerde ihtisaslaşmış işçiler olmayacak. Ancak bu, üretici işçilikte ya da üretimin kontrolünde ihtisaslaşmış ‘tamamen zihinsel’ aktiviteler olmayacağı anlamına gelmiyor: bu basitçe, üretimde icra edilen ihtisaslaşmış aktivitenin, bir insanın boş zamanındaki entelektüel aktivitelerinin yönünü ve kendi seçtiği öz-gerçekleştirme biçimini belirlemediği anlamına geliyor” (Heller, 107). Bu demek oluyor ki, ihtisaslaşmış bedensel ve entelektüel görevler hâlâ var olacaklar ancak bir kişinin hayatı birinden birine indirgenmeyecek, bedensel ve entelektüel emek eşit değere sahip olacak ve tüm emek türleri entelektüel unsurlar içerecektir.
  • [21] Marx’ın sosyalist bir toplum tasarısını ortaya koymaktaki isteksizliği, komünizm tariflerini soyut tutmayı tercih edişi üzerinden okunmalıdır. Marx’a göre kendisi böyle bir toplumun yalnızca genel prensiplerini kavrayabilir ve detayları dolduracak kişilerin işçiler olması gerekir.
  • [22] Kapital’in üçüncü cildinde Marx bu tarz bir toplumun neye benzeyeceğini biraz daha detaylandırıyor: “Özgürlük, bu alanda, ancak toplumsallaşmış insanın, birleşmiş üreticilerin insan metabolizmasını doğayla birlikte rasyonel şekilde yönetmelerine ve [doğa] tarafından körce yönetilmektense onu kolektif hâkimiyetleri altına almalarına dayalıdır; bunuysa enerjinin en düşük şekilde harcanmasıyla ve en kıymetli ve insan doğalarına en uygun olan koşullarda başarırlar.” (Marx 1981, 959).
  • [23] Bu gelişmenin bir parçası da mümkün olabildiğince fazla; sıkıcı, rahatsız edici veya tehlikeli işin otomasyonudur. Marx makinelerin kapitalizm altındaki kullanımıyla sosyalizm altındaki kullanımını ayırır. Bu, kapitalizmde insanların bir makinenin dişlisine ya da aracına dönüşmesi şeklindeyken sosyalizmde emeğin yüklerini azaltması şeklindedir. Bu ayrımı birkaç farklı yerde yapıyor, ki en kayda değeri de yayımlanmamış Grundrisse kitabındaki makineler üzerine olan kısımdır (699-712).

Referanslar


İlgili Makaleler


Sam Badger – “On Karl Marx’s Slogan “From Each According to their Ability, To Each According to their Need”, (Erişim Tarihi: 25.05.2024)

Çevirmen: Gökdeniz Tosun

Hacettepe Üniversitesinde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Başlıca ilgi alanları metaetik, metafelsefe ve mizah felsefesidir. Rastgele makaleler çevirmeyi sever.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Sanal Gerçeklikte Cinayet İşlemek Yasa Dışı Olmalı – Angela Buckingham

Sonraki Gönderi

Güncel Kelam Tartışmaları’na Konuk Olduk: Dini Epistemoloji, İnanç ve Rasyonalite – Musa Yanık & Şaban Ali Düzgün

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü