Varoluşçuluk – Addison Ellis

//
706 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

1. Bay Green 

Bay Green pek çok şeydir: Birkaçından bahsetmek gerekirse o bir öğretmendir, bir kocadır, bir babadır, bir üniversite mezunudur ve bir hastadır. Kimi özellikleri bir tür başarı olarak görülebilir, kimileri ise görülmez, bazıları ize dünyanın ona ittiği şanssız kazalardan ibarettir. Fakat Bay Green gerçekten de yalnızca bunlardan mı ibaret sizce?

Varoluşçuluk adındaki felsefe geleneğine göre, kişiyi bu şekilde tanımlamada eksik olan bir şeyler vardır. Varoluşçular için biz yalnızca olguların toplamı değilizdir; aynı zamanda bilinçli, yaşayan, umursayan varlıklarızdır. Ağaçlar, martılar ve balıklar benzer şekilde canlı varlıklar olsa da, bizim yaşadığımız türden hayatları yaşamazlar. Varoluşçuluk, bize özgü olan yaşam biçimlerimizin felsefi bir soruşturmasıdır. (1)

Yaşamlarımız süregelen faaliyetlerdir. Bay Green’in varlığı da, tıpkı benzer şekilde umursayan ve öz-bilinçli olan her varoluşun varlığı gibi, bir dizi olaydan veya bir dizi olgunun toplamından daha fazlasıdır. Böyle bir anlayış sağlayarak Varoluşçuluk, özgürlüğün ve değerin anlamı gibi sorulara ve hatta gerçekliğin ve bilginin doğası hakkındaki daha geniş çaplı sorulara dair geleneksel fikirlere yeni bir soluk katar. Bu yazıda, Varoluşçuların, insan doğası ve anlamlı bir hayat yaşamaya dair söylediklerini inceleyeceğiz. (2)

2. Varoluş Özden Önce Gelir

Hem geçmişteki hem de bugünün birçok filozofu, bir şeyin özü tarafından belirlendiğine inanır. Yani, özler, şeylerin varoluş biçiminin “önceden” (veya değişmez, sabit)belirleyicileridir.

Bu düşünceyi takip edenler, özleri, şeylerin uygunluk gösterdiği fiziksel olmayan ve daimi standartlar olarak kabul edebilir. (3) Bu nedenle, bir tablonun özü, tablo gibi olmayı belirleyen şeydir. Aynı şekilde, bir insan varoluşunun neye benzediğini belirleyen şey de; insanın özüdür. Bu “önceden” (veya değişmez, sabit) belirleyiciler, Tanrı tarafından verilen ilkelerden tutun da topluma atfettiklerimize kadar değişkenlik gösterebilir.

Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre

Martin Heidegger, ne zaman kişilerin işleri yapma biçiminden bahsetsek, sıklıkla bunu aslında spesifik bir kişiye atıfta bulunmadan söz ettiğimize dikkat çeker. “X’ böyle yapılır.” gibi şeyler söyleriz çünkü X’i doğru yapmak demek; X’i önceden belirlenmiş bir standarda uygun yapmak demektir. (4) Fakat Heidegger, bu düşünce biçiminin yaşam biçimlerimizi kapsamaması gerektiğine inanıyor. Başka bir deyişle, sırf “birisinin yaşadığı gibi” yaşadığımız için doğru bir şekilde yaşadığımızı düşünmemeliyiz. Varoluşçuluk, özümüzü belirleyenin bizatihi bizim yaşamımız olduğunu iddia ederek tüm bu resmi ters yüz eder.

Tekrar Bay Green’e dönelim. O’nun ne tür varlık olduğunu anlamak için; kim olduğunu belirleyen şeyin doğuştan gelen bir gerçeklik veya hayatındaki bazı önemli olaylardan sonra ortaya çıkan bir gerçeklik olmadığını kavramalıyız. O, seçtiği şeyler sayesinde “O” (kendisi) olur ve insan seçim yapmaktan asla vazgeçemez çünkü seçim yapmayacağımıza karar vermeye çalışırken bile aslında seçmemeyi seçeriz. Tarihe geçmiş varoluşçuların en ünlüsü olan Jean-Paul Sartre, dışsal şeylerle önceden belirlenmiş kişi değil, bizzat kendi ellerimiz (seçimlerimiz) ile yarattığımız kişi olduğumuz fikrini kısa ve öz bir sloganla ifade eder: “Varoluş özden önce gelir.” (5)

3. Özgürlük ve Otantiklik

Eğer Sartre haklıysa ve yaşamlarımız bizzat bizim ellerimizdeyse, bu durumda Varoluşçular epey katı bir tür özgürlük fikrine bağlı olmalıdır çünkü onlara göre kim olduğumuz, başımıza gelen şeyler tarafından belirlenmemiştir.

Fakat şayet Bay Green’in özü bizatihi onun kontrolündeyse ve Bay Green kendi özünü dilediği gibi var etmekte özgürse, kendisine rehberlik etmek için bu doğrultuda hangi standartları kullanmalıdır? Öyle görünüyor ki Varoluşçular, tümüyle bağımsız olarak var olan bir dizi standarttan yararlanıyor olamazlar. Eğer durum böyleyse, kim olduğumuz yine önceden belirlenmiş bazı standartlara uyma meselesi olmuş olur.

Eğer ki standartlar bizim elimizdeyse, herhangi bir standart kümesini diğerlerine niçin tercih edelim ki? Yani, doğru seçimi yapıp yapmadığımızı karar vermek adına bağımsız/müstakil bir standart bulunmuyorsa, yaşamanın doğru ve yanlış bir yolu olduğu fikrini nasıl anlamlandırabiliriz ki? (6)

Parmak bastığımız bu nokta, Varoluşçu gelenekteki tüm önemli şahsiyetler tarafından boğuşulan zor bir meseledir. Bu yazıda yer vereceğimiz cevap, kendi faaliyetlerimizde iyi veya kötü bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini belirleyen bir standart bulmanın mümkün olduğudur. Varoluşçuların otantiklik (authenticity) olarak adlandırdığı şey de tam olarak bu anlama gelir. (7)

Bay Green, ölümcül akciğer kanseri olduğunun farkında bir şekilde, yaşamının son yıllarını farklı biçimlerde planlayabilir; yaşamının kalanını nasıl yaşayacağı ve planlayacağı ona kalmış bir şeydir. Fakat tercih edebileceği iki yol vardır:

  • (i) seçimlerini, bizzat dünyanın ona dayattığı şeyler olarak görebilir. Yani, aslında bir seçeneği olmadığına inanabilir,

veya

  • (ii) seçimlerini, onların tüm sorumluluğunu üstlenirken bizzat kendi seçimleri olarak görebilir.

Bay Green, ancak ikinci biçimde davranarak otantik bir şekilde hareket edebilir, çünkü ancak bu koşullar altında kendi olabilir. Öyleyse otantik-olmayan bir şekilde hareket etmek, kişinin özgürlüğünü görmezden gelip kendini sorumluluktan muaf tutması demektir. Varoluşçular, bağımsız/müstakil bir kılavuz olmasa dahi otantik mi yoksa otantik-olmayan bir şekilde mi hareket ettiğimizi kendi eylemlerimiz içinde söyleyebileceğimiz konusunda kusursuz bir becerimiz olduğunu göstermeyi umuyor. (8)

4. Sonuçlar

Varoluşçuluk bize, (i) özümüzü ve (ii) anlamlı bir yaşam sürmenin nasıl mümkün olduğunu anlamak için bazı araçlar/yollar sunmaktadır.

Varoluşçuların savunduğu bu fikirlerin bizler için hem olumlu hem de olumsuz tarafları olduğu düşünülmüştür: Bir yandan yaşamlarımızı Tanrı, toplum veya rastlantı durumlar belirlememektedir; öte yandan ise, saf/mutlak özgürlük ağır bir yük olabilir. Sartre’ın söylediği şekliyle, “İnsan özgürlüğe mahkûmdur.” (9) Yani özgür olmak hiçbir zaman için tam anlamıyla bizim elimizde değil ama özgür olmaktan da kaçınamayız. Özgür olmamız gerektiğinden ve özgürlük de sorumluluğu zorunlu olarak gerektirdiğinden dolayı, sorumlu olmaktan da asla kaçınamayız. İşte bundan dolayı da aynı anda hem özgürüzdür hem de kim olacağımız seçme özgürlüğümüz tarafından belirlenmiştir ve dolayısıyla, özgür değilizdir.

Dipnotlar

  • (1) Bu, esasen bizden epey farklı olanların yaşamlarını aşağılamak değil, insanların sıra dışı türden yaşamları olduğuna işaret etmek içindir. Bu noktada, bizimkine benzer yaşamlar ile bizimkine benzer olmayan yaşamlar arasındaki sınır çizgisinin tümüyle biyolojik çizgilerle çizilmesi gerekmez. Potansiyel olarak bizimkine benzer yaşamları olan ve bu yaşamları Varoluşçuluk tarafından uygun bir şekilde konu edinilen insan-olmayan bazı hayvanlar ya da gelecekteki yapay zeki sistemler gibi şeyler vardır. Benzer şekilde, yaşamları bizimkine pek benzemeyen ve dolayısıyla da bu yaşamları Varoluşçuluk tarafından konu edinilmeyen bazı (çok genç yaşta olanlar veya zihinsel engelliler gibi) biyolojik insanlar da vardır.
  • (2) Varoluşa dair temaların izi, Aziz Augustine’in İtiraflar [Confessions]’larına kadar takip edilebilir. Fakat çağımızın çoğu filozofu, 19. yüzyılın Danimarkalı filozofu Søren Kierkegaard ile Alman filozofu Friedrich Nietzsche’nin Varoluşçuluğun başlangıç ve kendini açıkça belirgin hale getirme dönemine dair bir çerçeve sunmak adına çok şey yaptığı konusunda hemfikirdir. Varoluşçuluğun başlıca simaları arasında yalnızca Kierkegaard ve Nietzsche değil, 20. yüzyılda yaşamış olan Jean-Paul Sartre ve Martin Heidegger (belki de en önemlileri) de yer alır.
  • (3) Platon’un “Formlar” dediği şey.
  • (4) Bu, Heidegger’in Varlık ve Zaman kitabının 129. bölümünde They-self (kendinde-varlıklar) dediği şeyin bir ifadesidir.
  • (5) Sartre, “Varoluşçuluk, Hümanizm’dir.” (20)
  • (6) Varoluşçuluğun aslında bir ahlaki teori olup olmadığına dair bazı tartışmalar mevcuttur. Bu konudaki kararsızlığın bir nedeni tam olarak şudur: Varoluşçuluk’ta eyleme yön veren hiçbir şey yoktur.
  • (7) Steven Crowell, kaleme aldığı Stanford Encyclopedia of Philosophy makalesinde Nietzsche’nin “güç/yöneten içgüdüsü” fikrini ele alırken bu noktaya da değinir.
  • (8) Bu noktada Varoluşçular tarafından ele alınması gereken ciddi bir problem var ve bunu okuyucu için bir zihin egzersizi olarak buraya da bırakacağım. Otantik davranmak, otantik-olmayan bir şekilde davranmaktan daha iyi gibi görünse de, hakiki bir iyi yaşam sürmek için daha da fazla standardın karşılanması gerekmez mi? Diğer bir ifadeyle, gerçekten de ihtiyacımız olan tek şey gösterici ilkenin otantiklik olup olmadığı konusunda endişelenmemiz gerektiği olabilir. Belki de otantik bir soykırımcı diktatör olmak mümkündür kim bilir? Eğer öyleyse, bu durumda belki de Varoluşçuluk kendi başına ahlaki bir teori olarak pek de yeterli değildir.
  • (9) Sartre, “Varoluşçuluk Hümanizmdir.” (29)

Addison Ellis– “Existentialism” (Erişim Tarihi: 05.10.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Sağduyuya Değil Ama Bilime Güvenebiliriz – Peter Ellerton

Sonraki Gönderi

Bilim İnsanları Evrimin Din ile Bağdaştığına Nasıl İnanabilirler? – Nathan Aaron Kerrigan

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü