/

Komplo Teorileri İnsanların Rasyonelliğini Nasıl Atlatır? – Jan-Willem van Prooijen

Önceki araştırmalar insanların komplo teorilerine çekilmesinin olumsuz nedenlerine odaklanmıştı, ancak hikâyenin başka bir yönü de var.

Ünlü Hollywood aktörleri ve Demokrat siyasi elitlerden oluşan gizli bir grup (anlatılan hikâyeye göre) çeşitli yerlerde küçük çocukları rehin tutuyor. Bu zavallı çocukları şeytani ritüellere tabi tutuyor, onların kanlarını içiyor ve onlara cinsel tacizde bulunuyorlar. Bu şeytani grup üyeleri, kendi aralarında yeni çocuklar sipariş vermek ve sapkın arzularını tatmin etmek için kod olarak ‘Pizza’ sözcüğünü kullanıyorlar. Bu dikkat çekici (ve asılsız) iddialar, QAnon -eski ABD başkanı Donald Trump’ı destekleyen bir tarikat benzeri olan, aşırı sağcı grup- hareketiyle ilişkilendiriliyor. QAnon, siyasi muhalifleri genellikle tek bir kanıt parçası olmadan akla gelebilecek en korkunç suçlarla itham eden, uçuk komplo teorileri yaymasıyla biliniyor.

Bu tür fikirler ne kadar tuhaf görünse de, QAnon hareketinin toplum üzerindeki etkisi yadsınamaz. QAnon, 2017 yılında gizli hükûmet bilgilerine erişimi olduğunu iddia eden gizemli kişi ‘Q’nun çevrim içi paylaşımlarıyla başladı. QAnon, çevrim dışı dünyada hızla görünür hâle geldi. İlk olarak, ‘Q’ işaretleri Trump mitinglerinde düzenli olarak görünmeye başladı. Daha sonra, QAnon’un ve saçma iddialarının destekçisi olan Marjorie Taylor Greene, ABD Temsilciler Meclisi’ne seçildi. QAnon sonunda dünyaya yayıldı. Örnek vermek gerekirse, ben Hollanda’da yaşıyorum ve hareketin yüksek sesli destekçileri yakın zamanda burada bile ortaya çıktı. QAnon’un tehlikeleriyse oldukça aşikâr: destekçileri, 6 Ocak 2021’de Capitol Hill’e saldıran isyancıların arasındaydı.

Peki, bu tür kanıtsız komplo teorilerinin çekiciliğini ne açıklıyor? Klasik psikolojik açıklamalar olumsuz duygulara odaklanıyor: İnsanlar kaygılı, kontrolsüz veya belirsiz hissettiklerinde komplo anlatılarına daha duyarlı hâle gelmektedirler. Buna bağlı şekilde, komplo inançları toplumsal kriz durumlarında ivme kazanır ve yapısal baskı yaşayan gruplar arasında yaygındır. Ancak yeni araştırmalar, komplo teorilerinin ilgi çekiciliğine sebep olanın yalnızca olumsuz duygular olmadığını öne sürüyor. İnsanlar komplo teorilerini eğlenceli de bulabilirler— ve öyle görünüyor ki insanlar onları ne kadar eğlenceli bulursa onlara inanmaları da o kadar muhtemel oluyor.

Komplo teorileri aslında korku filmleri veya dedektif romanları gibi kurgusal hikâyelerle birçok ortak özelliğe sahiptir. Bu kurgusal eserler gibi, komplo teorileri de genellikle cesur bir kahraman ve bir grup kötü karakter içeren bir hikâye kurgusuna sahiptir (örneğin, Trump’ın şeytani Demokratların bir komplosuyla mücadele etmesi). Ortada iyi ve kötünün klasik bir mücadelesi vardır; bu mücadelede masum kurbanlar (örneğin, masumiyetin arketipi olan küçük çocuklar) ve vicdan sahibi olmayan, sapkın hedeflerini gerçekleştirmek için hiçbir şeyden çekinmeyen failler yer alır. Komplo teorileri bu nedenle gerilimi tetiklemek için büyük bir potansiyele sahiptir. Birçok başarılı film güçlü bir komployu konu alır. James Bond sık sık dünyayı tehdit eden sinsi bir komployla mücadele eder. Kötü niyetli ve gizemli komplolar The Matrix (1999), The Net (1995), The Truman Show (1998) ve diğer birçok filmde de görülür.

Komplo teorilerinin tetiklediği yoğun duygular, insanların bu teoriler hakkında mantıklı düşünme yetilerini baskılayabilir.

Öyleyse birçok insanın komplo teorilerini eğlenceli, ilginç ve heyecan verici bulması akla yatmaktadır. Eğlenceli niteliklerinin anahtarı muhtemelen kendi başına olumsuz duygular değil, daha ziyade yoğun duygusal deneyimlerdir. Aslında, insanların kaygı gibi duyguları her zaman olumsuz olarak deneyimledikleri yönündeki yaygın varsayım biraz basite indirgeme olabilir. Yine korku filmleriyle bir karşılaştırma yapalım. İnsanlar korku filmi izlerken genellikle kaygı hissederler, ancak bu, filmin izlenmesinin olumsuz bir deneyim olduğu anlamına gelmez. Gerçekte, insanlar korku filmleri izlemek için para öderler ve film onları yeterince korkutmazsa sinemadan hayal kırıklığına uğramış bir şekilde ayrılabilirler. İnsanların bu tür filmleri eğlenceli bulmasının geçerli sebeplerinden biri, [bu filmlerin] yoğun duygular uyandırmasıdır. Bu duygular can sıkıntısından uzaklaştırabilir ve insanların daha canlı hissetmesini sağlayabilir. Aynı şekilde, komplo teorileri de kaygıyı içeren yoğun duygusal deneyimlere neden olabilir, ancak aynı zamanda kişide büyülenme ve benzersiz ve gerçekten önemli bir şey keşfedildiği hissini de uyandırabilir.

Komplo teorilerinin eğlenceli özelliklerinin onlara olan inancı teşvik etmesinin nedeni ne olabilir? Cevabın bir kısmı psikologların akıcılık (fluency) olarak adlandırdığı bir nitelikte yatıyor. İlginç ve dikkat çekici bilgiler, sıkıcı bilgilerden (örneğin, politikacıların çoğu günlerde ofislerinde yeni yasalar üzerinde çalıştıklarını ortaya çıkaran, gerçekçi ancak pek de heyecan verici olmayan bilgiler) zihinsel olarak daha kolay işlenir. İşleme kolaylığı ya da akıcılığın, doğruluk yargılarını teşvik ettiği bulunmuştur. Bu akıcılık kısa yolu (heuristic) muhtemelen, günlük hayatta “doğru gibi hissettiren” bilgilerin sıklıkla doğru olması nedeniyle vardır (örneğin, kuşlar uçar; balıklar yüzer). Ancak [bunun] yan etkisi şudur ki, yanlış bilgi kolayca işlenebildiğinde insanlar bu bilginin doğru olduğu sonucuna daha kolay varırlar.

Ek olarak, komplo teorilerinin tetiklediği yoğun duygular, insanların bunlar hakkında rasyonel düşünme kapasitelerini bastırabilir. Duygular, insan zihninde ani yargılar üreten bir sistemin parçasıdır; oysa komplo teorilerine karşı şüphecilik için daha yavaş ve daha analitik bir düşünme şekli gerekir. Akıcılık ve rasyonalitenin bastırılmasının birleşimi, eğlenceli bir komplo teorisinde doğruluk olduğuna dair bir inanca teşvik edebilir.

Komplo teorilerine olan inançta eğlencenin rolünü araştırmak için, eski öğrencilerim Joline Ligthart, Sabine Rosema ve Yang Xu ile yakın zamanda bir dizi çalışma yürüttüm. Bu çalışmalardan ikisinde katılımcılar, Paris’teki Notre-Dame katedralindeki yangın veya cinsel suçlardan sabıkalı, varlıklı bir adam olan Jeffrey Epstein’ın ölümü hakkında deneyciler tarafından oluşturulmuş blog yazıları okudular. Bazı katılımcılar, bu olayların ana akım açıklamalarını sunan bir blog yazısı okudu (örneğin, Notre-Dame yangını trajik bir kazaydı; Epstein hapishane hücresinde intihar etti). Diğer katılımcılar ise bir komplo teorisini destekleyen yazılar okudular (örneğin, Notre-Dame kasten ateşe verildi; Epstein güçlü insanlar tarafından öldürüldü). Ardından katılımcılar, makaleyi ne kadar eğlenceli bulduklarını değerlendirerek anlatıyı “eğlenceli”, “heyecan verici”, “sıkıcı” ve “dikkat çekici” gibi sıfatlarla puanladılar. Ayrıca, bu olaylarla ilgili komplo teorilerine ne derece inandıklarını da belirttiler.

Katılımcılar açıkça komplo teorisini destekleyen blog yazılarını daha eğlenceli olarak değerlendirme eğilimindeydi. Eğlence değerlendirmeleri, duyguların olumsuzluğu veya olumluluğundan çok, kendi bildirdikleri duygusal deneyimlerinin yoğunluğuyla daha fazla ilişkilendirildi. Daha da önemlisi, komplo teorisini destekleyen yazılar, daha güçlü komplo inançlarını ortaya çıkardı ve bu etkinin, yazının eğlenceli nitelikleri tarafından desteklendiği görüldü.

Komplo teorileri, heyecan arayanların ihtiyaç duyduğu türden bir heyecan sağlayabilir.

Başka bir çalışma, insanların eğlenceli anlatılarda komploların söz konusu olmasını daha çok beklediklerini öne sürdü. Katılımcılar kurgusal bir ülkedeki seçim hakkında yazılar okudular, ancak bu sefer anlatı olası komplolara dair referanslar içermiyordu. Bunun yerine, bazı katılımcılar dikkat çekici, duygusal içerikli bir anlatı okurken (örneğin, “Herkes son dakikaya kadar nefesini tutuyor, çünkü kimin kazanacağı son derece tahmin edilemez ve heyecan verici”), diğer katılımcılar ise sıkıcı olacak şekilde tasarlanmış, nesnel bir dil kullanan bir anlatı okudular (örneğin, “Kamuoyu yoklamalarına dayanarak seçim sürecinin sonucunun ne olacağını belirlemek zor”). Ortalamada, heyecan verici metni okuyan katılımcılar, seçimin hileli olmasını, sıkıcı metni okuyanlara göre daha olası buldular.

Bazı anlatılar diğerlerinden açıkça daha eğlenceli olsa da insanların bu tür eğlenceleri arzulama derecelerinin farklı olduğu da bir gerçektir; bu fark ise komplo teorilerine olan yatkınlık açısından önemli olabilir. Bu nedenle, son bir dizi çalışmada, kişinin yeni ve heyecan verici deneyimlere dair arzusunu ifade eden bir kişilik özelliği olan “heyecan arayışı”nın rolünü inceledik. Bu bakımdan, insanların heyecan arayışı ne kadar yüksekse komplo teorileri gibi eğlenceli hikâyeleri de o kadar cazip bulmaları beklenir. Heyecan arayışı eğilimlerinin hem organizasyonlar bağlamında (örneğin, yöneticilerinin çalışanlara zarar vermek için komplo kurduğuna dair inançlar) hem de daha geniş anlamda (örneğin, Ay’a inişin bir aldatmaca olduğuna dair inanç) artan komplo inançlarıyla ilişkili olduğunu bulduk. Öyle görünüyor ki komplo teorileri, heyecan arayışında olanların aradıkları heyecanın bir kısmını temin edebiliyor.

Eğlencenin komplo teorilerine inanma konusunda bir faktör olduğuna dair kanıtlar, bazı önemli imalara sahiptir. İlk olarak, komplo teorilerinin gösterişli kurguları muhtemelen bu teorilerin çekiciliğine katkıda bulunmakta ve insanların gerçeği kurgudan ayırt etme yeteneklerini azaltmaktadır. Öyle ki, bazı komplo inançları, doğrudan kurgu eserlerden ilham almıştır: Bazı insanlar, Dan Brown’un çok satan romanı Da Vinci Şifresi’nde (2003) anlatılan komplo teorisine gerçekten inanmaktadır. İkinci olarak, eğlencenin rolü, medyanın siyasi veya toplumsal meseleleri aşırı derecede sansasyonelleştirdiğinde doğabilecek riskleri vurgulamaktadır. Haberleri daha eğlenceli hâle getirme çabalarının ticari faydaları olsa da bunun aynı zamanda birçok kişinin gölgelerde düşmanca komploların döndüğüne dair varsayımlarını tetiklemesi de mümkündür.

Daha genel olarak, bu bulgular, kriz zamanlarında yanlış bilgileri düzeltmeye ve kaygı duygularını azaltmaya çalışmanın komplo teorileriyle mücadele etmek için yeterli olmayabileceğinin altını çiziyor. Ayrıca ebeveynler, öğretmenler ve medyanın, insanların sıklıkla karşılaştığı eğlenceli hikâyelerin gerçeği yansıtmadığını kabul etmesi ve bu fikre önayak olması önemlidir; çünkü çoğu zaman hakikat oldukça sıkıcı olabilmektedir.


Jan-Willem van Prooijen – “How conspiracy theories bypass people’s rationality“, (Erişim Tarihi: 25.11.2024)

Çevirmen: Melek Mesci

Çeviri Editörü: Gökdeniz Tosun

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İngilizce Mütercim-Tercümanlık lisans eğitimine devam etmektedir. Etik, din felsefesi, bilim felsefesi ve varoluşçuluk başlıca ilgi alanları olmak üzere felsefenin çoğu alanıyla ilgilenmektedir. İngilizce öğretmenliği yapmaktadır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Nörobilim Çağında Felsefe – Patricia Churchland

Sonraki Gönderi

Sosyalizmin Neye Benzeyeceğini Söylemeliyiz – Sam Gindin

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü