Felsefe Röportajları #20 Hasan G. Bahçekapılı

//
561 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Felsefe Röportajları serimizin 20.’sinde İstanbul Medipol Üniversitesi’nde çalışmalarına devam Hasan Bahçekapılı hocamız bizimle.


Taner Beyter (TB): Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler; kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Hasan Bahçekapılı (HB): 1990’da Psikoloji alanında lisans derecesi, 1998’de Davranışsal Nörobilim alanında doktora derecesi aldım. Son yıllarda genel olarak işbirliğinin evrimi ile ilgileniyorum. Bu kapsamda dinsel ve ahlaki düşünce, özgür irade düşüncesi, analitik ve sezgisel düşünce, ve rasyonel karar verme alanlarında çalışıyorum.


(TB): Felsefeyle çok yakından ilgili biri olduğunuzu yaptığınız çalışmalardan ve verdiğiniz derslerden biliyoruz. Psikoloji bölümünde çalışmalarına devam eden bir akademisyen olarak niçin felsefeye ilgi duyduğunuzu sorabilir miyiz? Bu bağlamda psikoloji ile felsefe arasında ne türden bir ilişki olduğuna dair fikirlerinizi de duymak isteriz.

(HB): Sanırım felsefeye ilgi duymamın sebeplerinden biri hayatla ilgili önemli sorulara verilebilecek sezgisel, basmakalıp cevapların ötesine geçip ilk anda akla gelmeyecek cevaplar sunması ve bunları mantıksal olarak temellendirmesi. Bilime de aynı sebeple ilgi duyuyorum. “İlk düşündüğün şey doğru değil, doğru olan şey çok farklı ve sebebi de bu” demeyi sağlıyorlar. Edebiyat ve sinema da bize alternatif dünyalar sunup ufkumuzu genişletebilir ama bilim ve felsefe buna ek olarak bu alternatifler için rasyonel gerekçe de sağlıyor.

Psikolojinin büyük soruları ilk olarak felsefe içinde ortaya çıkmıştı ve bugün hala felsefeciler arasında tartışılıyor. Birkaç örnek: Zihnin doğası nedir? Makinalar ve hayvanlar düşünebilir mi? Bilinç tamamen maddi temelde açıklanabilir mi? Rasyonellik nedir? Özgür irade var mı? Ahlak için din gerekir mi? Bilimden tamamen kopuk olmadığı sürece bu konularda ortaya atılacak felsefi fikirler psikolojik araştırmalara yol gösterebilir. Bütün bu alanlarda psikologlar ve felsefeciler (ve nörobilimciler, vs.) işbirliği içindeler zaten. Yani “bilim nerede biter, felsefe nerede başlar” gibi sınır koyucu bir yaklaşım yerine “mesele üzerinde hep birlikte çalışalım, bakalım ortaya ne çıkacak” gibi bir yaklaşımı tercih ediyorum.


(TB): En çok ilgilendiğiniz alanların bilişsel psikoloji, evrimsel psikoloji, deneysel psikoloji gibi alanlar olduğunu görüyoruz. Bilhassa psikoloji ile ahlak arasında size göre nasıl bir ilişki vardır? Ahlakın doğasını kavramak adına psikolojinin felsefeden felsefenin de psikolojiden öğreneceği neler var sizce?

(HB): Yukarıda buna genel bir cevap verdim. Burada daha özel bir soruya bakalım: Ahlaki realizm/anti-realizm tartışmalarının çözümüne bilimin, özel olarak da evrimsel psikolojinin nasıl bir katkısı olabilir?

Felsefe literatüründe evrim teorisi ahlaki realizmi savunmak amacıyla da karşı çıkmak amacıyla da kullanılıyor. Sharon Street’in ünlü Darwinci ikilem argümanına göre ahlaki sezgilerimiz evrimsel süreç içinde hayatta kalma ve üreme şansımızı arttırmaya yönelik olarak ortaya çıkmıştır. Yani bu sezgiler objektif ahlaki olgulara (böyle olgular gerçekten varsa) değil üreme başarısına duyarlıdır. Bu yüzden bu olguları keşfetmede bu sezgilerin bir katkısı olamaz. Başarılı olduğunu kabul edersek bu argüman bizi ahlaki şüpheciliğe götürür: Objektif ahlaki olgular varsa bile bizim zihinlerimiz bu olguları kavrayacak yönde evrimleşmemiştir. Bu yüzden bu olguları hiçbir zaman bilemeyiz.

Bu felsefi bir argüman olmasına rağmen evrimsel sürecin nasıl işlediğiyle ilgili, özellikle de zihnin nasıl evrimleştiğiyle ilgili ampirik varsayımlar yapıyor. Dolayısıyla argümanı değerlendirirken evrimsel psikolojiyle ilgili veriler önemli rol oynayacaktır. Burada felsefeye (özel olarak meta-etiğe) bilimin (özel olarak evrim teorisinin) yapabileceği bir katkı olduğunu görüyoruz.

Ahlaki realizme karşı çıkan bir başka argüman “ahlaki açıklama” argümanı. Buna göre ahlaki inançlarımızın, yargılarımızın ve pratiklerimizin bilimsel açıklamasını objektif ahlaki olguların var olduğunu varsaymadan da verebiliriz. Ek olarak, herhangi bir şeyin açıklanmasında vazgeçilmez değillerse bu tür olguların var olduğunu düşünmek için bir sebep yok demektir. Psikoloji nasıl “ruh” kavramından herhangi bir açıklayıcı değeri olmadığı için vazgeçtiyse ahlak da “objektif ahlaki olgu” kavramından aynı gerekçeyle vazgeçmelidir.

Hemen görebileceğimiz gibi bu argüman da bazı ampirik varsayımlar yapıyor. En başta ahlaki süreçlerle ilgili bilimsel açıklamalarda “ahlaki olgu” kavramına ihtiyacımız olmadığı varsayımı. Dolayısıyla argümanı değerlendirirken bu kavramı kullanmayan bilimsel teorilerin ne kadar yeterli olduğunun incelenmesi gerekir. Bu tür bir bilimsel inceleme meta-etiğe dolaylı olarak katkı yapacaktır.

Son olarak bilimin ahlaki realizmi savunmak amacıyla kullanıldığı bir örneğe bakalım. Ahlak psikolojisindeki bir teoriye göre ahlak duygumuz toplumsal işbirliğini mümkün kılmaya yönelik olarak evrimleşmiştir. Bu teorinin savunucularına göre insanların hangi durumları ahlaka uygun/aykırı bulduğuna baktığımızda bunların hep işbirliğini mümkün kılan/engelleyen durumlar olduğunu görüyoruz. Bir grup felsefeciye göre bu bilimsel verilerden hareketle bir adım daha atıp meta-etiksel bir iddiada bulunabiliriz: Ahlak işbirliğidir. Hangi durumların işbirliğini mümkün kıldığını objektif, bilimsel verilerden hareketle belirleyebildiğimize göre hangi davranışların ve toplumsal düzenlerin ahlaki olduğunu da aynı objektif verilerden hareketle belirleyebiliriz. Yani objektif ahlaki olgular vardır ve bunlar bilimsel araştırma yoluyla ortaya çıkarılabilir.

Bu bilimsel açıdan da felsefi açıdan da benim katıldığım bir argüman değil. Ama bu argümanın literatürde tartışılıyor olması yine meta-etiğe bilimin katkı yapabileceği bir alanın var olduğunu gösteriyor.


(TB): Ahlak tüm yönleriyle evrimsel biyoloji ve evrimsel psikoloji açısından tanımlanarak açıklanabilir mi? Özellikle ahlakın normatif boyutuna dair evrimin bize öğreteceği bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?

(HB): Evrimsel bakışın psikolojik süreçlerle ilgili cevap verebileceği sorular var, veremeyeceği sorular var. Bu bakımdan evrimsel psikolojinin (veya herhangi başka bir alanın) ahlakı tüm yönleriyle açıklayabileceğini düşünmüyorum. Evrimin ahlakın anlaşılmasına nasıl bir katkısı olabileceğini başka bir röportajda şöyle özetlemiştim:

Ahlak dediğimizde ahlak duygusu (vicdan) dediğimiz şeyi kastediyorsak ahlak elbette evrimleşmiştir. Ahlaki akıl yürütmeyi kastediyorsak bunun kendine özgü bir zihinsel kapasite olup olmadığı (dolayısıyla kendine özgü bir evrimsel açıklama gerektirip gerektirmediği) daha tartışmalı. İnsanların kurduğu ahlak sistemlerini kastediyorsak bunu da kültürel evrim dediğimiz perspektiften anlamaya çalışabiliriz. Yani ne kastedersek kastedelim evrimsel bakış açısının ahlakı anlamada az veya çok katkısı olacaktır.

Ahlakın normatif boyutuna dair evrimin bize öğretebileceği bir şey olup olmadığı sorusuna hayır diye cevap verme eğilimindeyim. Ama evet diyenlerin var olduğunu bildiğim için ve üstünde çok derin düşündüğüm bir konu olmadığı için çok net bir hayır cevabı veremeyeceğim.


(TB): Kimi araştırmacılar ahlaki kararlar verirken beynimiz hangi kısımlarının daha aktif olduğunu inceleyerek faydacı ve deontolojik ölçütlere ve motivasyonlara dair çıkarımlarda bulunuyor. Ve bazı felsefeciler bundan bir hayli rahatsız gibi duruyor. Böylesi yaklaşımlar ahlakın bilimsel, özellikle de metodolojik natüralizm çerçevesinde incelenebilir bir olgu olduğu varsayımına dayalı gibi duruyor. Bu çalışmaların ne türden zorlukları vardır, bize öğretecekleri neler vardır?

(HB): Bu türden araştırmaları ben de yaptım. Elde edilen verilerden çıkardığımız sonuçlar betimsel düzeyde kaldığı sürece felsefecilerin rahatsız olması için bir sebep yok diye düşünüyorum. Mesela beynin duyguları işlemlemekten sorumlu olduğunu bildiğimiz bir bölgesi zarar gördüğünde ahlaki ikilemlerde faydacı karar verme eğiliminin arttığını gördük ve buradan hareketle duygularla ilgili bölgelerin faydacı kararları baskılayıcı bir rolü var sonucuna ulaştık diyelim. Bu sonuçla ilgili metodolojik bir tartışma yapılabilir ama bence burada felsefi bir sorun yok. Felsefi sorunlar şu durumlarda ortaya çıkabilir:

1. Bir beyin görüntüleme araştırması yaptık ve ahlaki ikilemler sırasında duygularla ilgili bölgelerin yüksek düzeyde aktive olduğu durumlarda faydacı kararların azaldığını, analitik düşünmeyle ilgili bölgelerin yüksek düzeyde aktive olduğu durumlarda ise faydacı kararların arttığını gördük diyelim. Buradan hareketle de “faydacı kararlar analitik düşünceye dayanır; faydacı kararların tersi olduklarına göre deontolojik kararlar da duygulara dayanır” sonucuna vardık. Bir ahlak felsefecisi haklı olarak bu sonuçtan rahatsız olacaktır. Birincisi, deontoloji her durumda faydacılığın tersi değildir. Faydacı karar vermemek deontolojik karar vermek anlamına gelmez. İkincisi, en azından Kantçı deontoloji duyguları işin içine katmayan, sadece akla dayanarak ahlaki karar vermeyi öngören bir görüştür. Dolayısıyla duyguların yönlendirdiği bir ahlaki karar tanımı gereği deontolojik bir karar olamaz denebilir. Deontolojik ilkelerle uyumlu bir karar deontolojik ilkeler tarafından yönlendirilen bir karar olmak zorunda değildir. Ahlaki karar verme konusunda çalışan psikologlar ve nörobilimciler Guy Kahane gibi felsefecilerin araya girmesi sonucunda bu tür ayrımların farkına vardılar.

2. Elde ettikleri verilerden hareketle şu tür normatif argümanlar ileri süren araştırmacılar oldu:

  • Faydacı ahlaki kararlar analitik düşünmenin daha yoğun olarak devreye girdiği durumlarda ortaya çıkıyor.
  • Analitik düşünme sonucunda varılan bir karar başka tür psikolojik süreçler sonucunda varılan bir karardan üstündür.
  • Şu halde faydacılık diğer normatif ahlak görüşlerinden üstündür.

Bu tür argümanlar elbette felsefecileri de tartışmanın içine çekti. Bence bir dönem bu konuda güzel tartışmalar oldu. Ve tahmin edilebileceği gibi argümanın zayıf olduğu yönünde bir genel kanaat oluştu.


(TB): Evrimsel psikoloji fazla spekülatif olmakla eleştiriliyor. Bu eleştiriye katılıyor musunuz? Evrimsel psikoloji revaçta olmaya devam edecek mi ilerleyen yıllarda da sizce?

(HB): Temelsiz spekülasyonlar psikolojinin ve bilimin başka birçok alanında olduğu gibi evrimsel psikolojide de vardır. Fakat bunun özellikle evrimsel psikoloji için bir sorun olduğu, evrimsel psikolojinin özü itibarıyla spekülatif bir disiplin olduğu eleştirisine katılmıyorum. Evrimsel psikolojinin temel amacı insanların davranış eğilimlerine ve bilişsel yapılarına adaptasyoncu açıklamalar getirmektir. Adaptasyoncu açıklama, açıklamak istediğimiz psikolojik özelliğin doğal seçilimin doğrudan bir ürünü olduğunu, yani hayatta kalma veya üreme başarısını arttırdığı için evrimsel süreç içinde seçildiğini iddia eden açıklamadır. Adaptasyoncu bir açıklamanın eldeki en iyi açıklama olup olmadığının belirlenmesinde kullanılacak ölçütler konusunda alanda büyük ölçüde fikir birliği vardır. Bu ölçütlerin karşılanıp karşılanmadığına dair karar eldeki verilerden hareketle verilir. Başta dediğim gibi, bu ölçütleri fazla umursamadan, sağlam veriye sahip olmadan aceleci bir şekilde evrimsel açıklamanın desteklendiği sonucuna varan zayıf araştırmalar mutlaka vardır. Fakat kötü örneklerin varlığı, iyi örneklerin var olmadığını göstermez.

Çok kısa bir somut örnek: Evrimsel psikologlar saldırganlıktaki cinsiyet farkının evrimsel bir temeli olduğunu iddia ederler. Haklılar mı? Burada cevap verilmesi gereken üç kritik soru var:

Evrimsel teori saldırganlıkta cinsiyet farkı bekler mi? Evet.

Saldırganlıkta cinsiyet farkı gerçekten var mı? Evet.

Bu farkın (en azından kısmen) evrimsel sebeplerden kaynaklandığını düşünmek için iyi sebepler var mı? Çocuk gelişiminden, hormon araştırmalarından, kültürler arası karşılaştırmalardan ve diğer primatlardan gelen verilere baktığımızda evet.

Evrimsel psikoloji hem akademik hem popüler düzeyde revaçta olmaya devam edecektir. Ama bir yandan yavaş bir şekilde değişmesini de bekleyebiliriz. Mesela 30 yıl önceki evrimsel psikoloji “insan zihni birbirinden bağımsız çalışan yüzlerce modülden oluşur” ve “modern kafataslarımızın içinde Pleistosen dönemde oluşmuş zihinler taşıyoruz” gibi çarpıcı iddialarda bulunuyordu. Bugün insan zihninin tamamen veya büyük ölçüde modüler bir yapıya sahip olduğunu veya Pleistosen dönemden sonra önemli bir evrimsel değişiklik geçirmediğimizi düşünen çok az evrimsel psikolog var. Önümüzdeki 30 yılda evrimsel psikoloji muhtemelen “kültürel evrim” veya “gen-kültür eş-evrimi” adı verilen disiplinlerle daha sıkı bir işbirliğine girecek. Hatta belki aradaki teorik anlaşmazlıklar çözümlenip tek bir “evrimsel davranış bilimleri” paradigması oluşacak.


(TB): “Kötülük Problemi ve Tanrı: Felsefi Bir İnceleme” adlı kitabınız analitik din felsefesi açısından oldukça değerli ve önemli bir çalışma. Çağdaş literatür ile okuyucuyu buluşturmanın yanı sıra kendi kavrayışınızı da ortaya koyuyorsunuz. Sizi böyle bir çalışma yapmaya teşvik eden şey/şeyler neydi?

(HB): Birkaç sebebi var diyebilirim. Biri zeki ve dindar bir arkadaşımla kötülük problemi üzerine tartışırken kendisinin kötülük argümanını çok küçümsediğini, bunu kolayca çürütülebilir bir argüman olarak gördüğünü fark etmem oldu. Felsefe literatürünü takip etmeyen ama felsefi düşünceye açık dindarlara öyle olmadığının gösterilmesi gerektiğini düşündüm. Bir başka sebep felsefeci James Sterba’nın 2019’da çıkan Is a Good God Logically Possible? kitabı oldu. Bu kitabı okuyarak kendi kitabım için gereken alt yapıyı hızlıca kazanabileceğimi düşündüm. Pandeminin ilk yılında eve kapanmamız başka birçok akademisyen gibi bana da daha fazla okuyup yazacak zaman sağladı. Son olarak bu konu benim de din felsefesi içinde az bildiğim ve öğrenmek istediğim bir konuydu. Mesela evrim teorisiyle doğrudan ilişkili olduğu için teleolojik argümana verilebilecek cevaplar konusunda epey okuma yapmıştım. Bilimle ilişkili görmediğim için kötülük problemine daha geç ilgi duydum.


(TB): Sorularımıza yanıt verdiğiniz ve vakit ayırdığınız için teşekkürler.

(HB): Ben teşekkür ederim.


Hasan Bahçekapılı’nın çalışmalarına yakından bakmak için tıklayınız.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kimya Kanunları – Vanessa A. Seifert

Sonraki Gönderi

Charles Darwin’in Felsefeye En Önemli Katkıları – Luke Dunne

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü