J. L. Mackie, Ethics: Inventing Right and Wrong adlı kitabında ahlaki değerlerin nesnelliğine karşı meşhur “tuhaflık argümanını” öne sürer. Argümanın hem metafiziksel bir yönü hem de epistemolojik bir yönü vardır. Mackie şöyle yazar:
Eğer nesnel değerler olsaydı, o zaman bunlar evrendeki her şeyden tamamen farklı, çok garip türden varlıklar, nitelikler veya ilişkiler olurlardı. Buna bağlı olarak, eğer onların farkında olsaydık, bu diğer her şeyi bilmek için kullandığımız sıradan yollardan tamamen farklı bir ahlaki algı veya sezgi yetisi aracılığıyla gerçekleşmek zorunda olurdu. (s. 38)
Mackie’nin iddiası ne nesnel değerler gibi tuhaf varlıklara ne de garip, özel bir ahlaki bilgi yetisine inanmak için iyi bir nedene sahip olmadığımız yönündedir. Değerleri, dünyadaki belirli olaylara verdiğimiz öznel tepkiler açısından analiz ederek ahlak ile ilgili açıklanması gereken her şeyi
açıklayabiliriz. Ockham’ın usturası da bu yaklaşımı alternatifine kıyasla, alternatifin “tuhaflığı” nedeniyle, desteklemektedir.
Doğal olarak Mackie’nin yanıldığını düşünsem de yine de “değer” kelimesini bu bağlamda sevmiyorum. “Değer”, biri için neyin değerli olduğunu veya değerli kılınmış olduğunu ima ettiğinden, “nesnel değerlerden” bahsetmek gerçekten garip geliyor. X, birisinin ona değer verdiği ölçüde “değere” sahipse, o zaman birinin mantıken X’e değer vermesi gerektiğini söylesek bile, onun değer sahibi olma durumu bize bağlı görünüyor. Ve bu durumda, en azından, değeri olan ama hiçbir şekilde bizim değer vermemize bağlı olmadan değer sahibi olan bir şey fikrinin kulağa neden “tuhaf” geldiği kesinlikle anlaşılabilirdir.
Söylenmesi gereken şey, iyilik ve kötülüğün dünyanın nesnel özellikleri olduğudur. Bazı standart örneklerimi kullanırsak, kalın ve derin kökleri olan bir ağaç iyi bir ağaçken zayıf ve hastalıklı kökleri olan bir ağaç kötü bir ağaçtır; dört bacağı olan ve koşuşturup fındık toplayan bir sincap, bu anlamda iyi bir sincap iken, bir bacağı eksik olan veya fındık toplama arzusu olmayan bir sincap kötü bir sincaptır; bir cetvelle yavaşça ve dikkatli bir şekilde çizilen bir Öklid üçgeni iyi iken, eğimli bir şekilde çizilen bir Öklid üçgeni kötü bir üçgendir (örnekler çoğaltılabilir). Ana fikir, bir türün iyi veya kötü bir örneğinin, türün özünü veya doğasını daha az veya daha fazla uygun bir şekilde örneklendirebilen bir şey oluşudur. Bu tek başına ahlaki iyiliği veya kötülüğü gerektirmez, fakat rasyonel hayvanların
kendine özgü rasyonelliğini ve özgür iradesini işin içine kattığımız zaman ahlaki iyilik ve kötülük de işin içine dahil olur. (Hikâyenin tamamı için Aquinas’ın 5. bölümüne bakınız.)
Bununla birlikte, bunu metafiziksel olarak anlamlandırabilmek için, çoğu modern filozofun elbette desteklemeyeceği, Aristotelesçi biçimsel ve nihai nedenler gibi bir şeye ihtiyacımız vardır. Ve bence bu, Mackie’nin argümanının birçok çağdaş okuyucuya neden güçlü göründüğünü anlayabilmek adına çok önemlidir. Tartışma sırasında açıkça söylenmeyen şeyler de söylenenler kadar önemlidir. Ve söylenmeyen şey, “nesnel” doğal dünyanın esasen Galileo, Descartes ve halefleri tarafından tanıtılan anti-teleolojik, anti Aristotelesçi “mekanistik” bir şekilde anlaşılması gerektiğidir. (Bu entelektüel devrim hakkındaki hikâyenin tamamı için The Last Superstition’a bakın. Elbette bunu blogda da defalarca kez tartıştım.)
Paradigmatik olarak gerçek olan şeylerin, fiziğin yöntemleriyle araştırılabilecek şeyler olduklarını savunduğunuzu düşünün. Yani maddi dünyanın katı tahmin ve kontrole duyarlı olan, tamamen niceliksel yönlerinin ve matematiksel bir tasvirinin gerçek olan şeylerin paradigmatik örneklerini kapsayabildiğini düşünün. Renk, ses, koku, tat, ısı, soğukluk ve genel olarak niteliksel özellikler, sağduyunun düşündüğü şekilde nesnel gerçekliğin özellikleri değil, nesnel gerçeklik algımızın özellikleridir. Orada var olan yalnızca, yüzey yansıtma özellikleri, sıkıştırma dalgaları ve benzeri şeyler cinsinden yeniden tanımlanmış renk, ses ve benzeri özelliklerdir. Bu görüşe göre ne teleoloji ne de hedefe yönelmişlik (Aristotelesçi nihai neden) dünyanın gerçek bir özelliğidir. Ereklere ve amaçlara sahip olmamıza rağmen (ya da öyle görünür) fizikçe tanımlanmış hiçbir şey bunlara sahip değildir. Dünyada gördüğümüz türden şeyler arasındaki sabit ayrımlar (Aristotelesçilerin maddesel biçim olarak adlandırdıklarındaki farkı yansıtan farklılıklar) esasında yoktur. Su, taş, ağaçlar, kurtçuklar, köpekler, kediler ve insanlar nihayetinde aynı şeyin nispeten yüzeysel olarak farklı şekillerde düzenlenmiş halinden başka bir şey değildir. Kısaca, dünyanın doğru tanımının, tür bakımından birbirinden farklı; nitelikler ve anlamlar bakımından zengin olarak algıladığımız her şeyin aynı kuru tabakanın devinim halindeki, sonu veya amacı olmayan, ancak şuursuzca hareket eden renksiz, kokusuz, sessiz, tatsız, anlamsız parçacıklarının yanıltıcı görüntüsü olduğu antik atomcu düşüncenin modern varyasyonu tarafından verildiğini varsayalım.
Nagel’in Mind and Cosmos’u üzerine yazdığım yazı dizisinde belirttiğim gibi, çağdaş natüralistler genellikle fiziğin bize doğal dünya hakkındaki bütün gerçekleri vermediğini kabul etmeye isteklidirler, gerçi ben zaten böyle bir imtiyazda bulunarak ima edilenin -natüralistler bunu fark etseler de etmeseler de- Aristotelesçi, düalist, idealist, ya da bir başka natüralist olmayan madde fikrinin sonuçta doğru olduğunun kabulü olduğunu öne sürmüştüm. Öyle olsa bile, çoğu natüralist (Nagel’in kendisi bir istisnadır) indirgeyici görüş karşıtlarına vermeye hazır oldukları diğer tavizler ne olursa olsun, Aristotelesçi nihai nedenlerden ve benzer kavramlardan kaçınmaya kesinlikle isteklidir.
Bununla birlikte, geniş bir ölçüde natüralist metafiziğin ışığında bakıldığında, değer, özellikle iyilik ve kötülük dahil olmak üzere, gerçekten de çok “tuhaf” görünmeye mecburdur. İyi ve kötü bir ağaç veya sincap örneği arasındaki fark bile, dünyanın nesnel bir özelliği olarak algılandığı zaman tuhaf görünecektir. Çünkü buradaki iyilik veya kötülük, indirgenemez derecede teleolojik ve özcüdür. Sırf bu indirgenemez belirgin türden şeylerin işaret ettiği amaçlar yüzünden hastalıklı kökler, bir ağacı ve bir bacağın eksikliği, bir sincabı kötü bir örnek yapar. Her ikisi de nihayetinde “gerçekten” aynı türden şeyler ve içinde bulunacak hiçbir teleolojinin olmadığı bir tür şey ise- diyelim ki ikisi de “sahiden” amaçsız, sadece hareket halindeki parçacıklarsa- o zaman farklı “ağaç benzeri” ve “sincap benzeri” varlıklar, tam olarak doğanın nesnel özellikleri değildir. Onlar olsa olsa faydalı kurgulardır. İyiliğin ve kötülüğün -renk, ses, koku vb gibi, teleoloji ve anlam gibi- bu dünyada gerçekten kendisinde olduğu gibi gördüğü bir şeyden ziyade, zihnin dış, doğal dünyaya yansıttığı bir şey olarak kabul edilmesi çok daha makul görünmektedir.
Benim görüşüme göre Mackie’nin iddiasını etkili bir şekilde çürütmek, öncelikle, dolaylı olarak kabul ettiği natüralizmi veya bilimciliği çürütmeyi gerektirir. Bunu yapmanın özellikle temelde Aristotelesçi bir doğa felsefesine geri dönmeyi gerektirdiğini savunuyorum. Bunun dışındaki bütün görüşler, Mackie’nin argümanı güçlü olmaya devam edeceği için nesnel gerçeklik hakkında bildiğimiz başka her şeyden büyük ölçüde farklı ve kopuk görünen “değeri” – daha doğrusu iyiliği ve kötülüğü- kabul etmeyi bırakmaya mecburdur.
İşte Grisez ve Finnis’in geleneksel doğal hukuk teorisyenlerinin Aristotelesçi biçimsel ve nihai nedenlere olan bağlılığından büyük ölçüde kaçınan, Humecu “olgu/değer ikiliğini” kabul eden, ve göz önünde bulundurulan insan doğasının metafiziğinden ziyade, doğal hukuk teorisini, failin öznel bakış açısından ele alınan pratik akıl açıklamasına dayandırmaya çalışan “yeni doğal hukuk teorisi” nin etkisizliğini gördüğümüz önemli bir alan. Bu görüş maçı Mackie’nin kazanmasına neden olmasa bile, bunu kıl payı yapabilmektedir. Şimdi, yeni doğal hukukçu Robert P. George’un, In Defense of Natural Law adlı kitabının birinci bölümünde Mackie’ye verdiği yanıtı düşünün. Okuduğum kadarıyla, George “tuhaflık argümanına” karşı iki temel argüman sunuyor. Birincisi, Mackie ve benzer düşünen düşünürler bu özelliklerin en azından bazılarının gerçekliğine dolaylı olarak bağlı olsalar da gerçekliğin eşit derecede “tuhaf” görünen ve doğal dünyayla bağdaştırılması zor görünen başka yönlerinin olduğunu belirtmektir – George bilinç, anlam ve nedensellikten; ve mantıkta doğruluğun ve geçerliliğin normatif statüsünden bahsetmektedir.
Şimdi George’a natüralist bir bakış açısından bakıldığı zaman, bu özelliklerin iyilik ve kötülükten daha az “tuhaf” olmadığı hususunda katılıyorum. Ancak, Mackie’yi çürütmek için salt bunu belirtmek yeterliymiş gibi buna dikkat çekmek doğru olmaz. Çünkü Mackie, Ethics: Inventing Right and Wrong adlı kitabında bu tür bir itirazı bizzat kendisi değerlendirir ve buna bir cevabı olduğunu düşünür (George’un değinmediği bir cevap). Cevabı, nesnel değerler kadar “tuhaf” görünen herhangi bir fenomenin, günün sonunda ya Mackie’nin metafiziksel saygınlığı olduğunu kabul edeceği bir şekilde analiz edilebileceğini, ya da bu olmazsa onların da nesnel değerlerle birlikte tuhaflık argümanının
hedefleri arasına dahil edilebileceğini öne sürmektir (s. 39).
Alex Rosenberg’in The Atheist’s Guide to Reality’sinin okuyucularının bildiği gibi, bazı çağdaş filozofların natüralizmle bağdaşan bir görüş savunabilmek için fazlasıyla “tuhaf” olarak niteleyip yok saymaya istekli olabilecekleri şeylerin neredeyse hiçbir sınırı yoktur. Rosenberg’in kitabı hakkındaki bir dizi gönderimde, sonuçta ortaya çıkan konumun tutarsız olduğunu uzun uzadıya tartıştım, ancak bilinç, niyetlilik ve benzer şeylere dair indirgemeci ve eleyici açıklamalarla ilgili sorunlara işaret etmek yeterli değildir. Bilinçli deneyimlerin, kasıtlılığın, değerin ve benzerlerinin diğer yönlerden natüralistik olarak açıklanabilen varlıklar olan insanlara iliştirildiği Dekartçı bir düalizmi benimsemek bile yeterli değildir. (Gerçekten de, yeni doğal hukukçular Dekartçı düalizmin ne kadar sorunlu olduğu hakkında konuşmaya devam etmektedir.) Tek bir gezegendeki küçük bir doğa tarihi şeridinden ayrı olarak tüm doğal dünyanın tamamen yukarıda açıklanan doğanın mekanik açıklamasıyla açıklanabileceğinin arsayımına dahi izin verdiğiniz sürece, büyük ölçüde farklı türden özelliklerin -nesnel değerlerinonları kavramak için yeni bir bilişsel yetenekle birlikte aniden, çok yakın jeolojik zamanda tek bir türde, ortaya çıktığını varsaymanız “tuhaf” görünecektir. Nesnel değeri bir tür bilişsel yanılsama olarak ele almak, genel arka plan metafiziği göz önüne alındığında daha makul görünecektir.
George’un Mackie’ye verdiği ikinci yanıt da aynı dezavantajdan muzdariptir. George, nesnel ahlaki değerin varlığının, yaşadığımız ahlaki deneyimimizi daha iyi anlamlandırmasından yola çıkan bir “en iyi açıklama çıkarımı argümanı” önermektedir. Bu doğrudur, ancak genel olarak natüralist bir metafizik kesin kabul edilirse, kendi başına çok az etkiye sahiptir. Çünkü natüralist her zaman ahlaki tecrübemizin, hesaba katılması gereken tüm verilerin yalnızca küçük bir bölümünü sağladığını söylemektedir. Ve eğer doğal düzenin geri kalanını yukarıda özetlenen mekanik şeylerle bir şekilde açıklanabiliyorsa ve nesnel değerlerin varlığı ve onları bilme özel yetisinin işleyişi bu resimde tamamen gizemli görünüyorsa, o halde eldeki verilerin tamamını ele alırsak bu şeylerin varlıkları aleyhinde bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Mackie’nin yazdığı gibi:
Ahlaki nitelikleri, doğal niteliklerin tespit edilmeleriyle nedensel olarak ilişkilenebilecek, söz konusu doğal niteliğin nedensel olarak etki edebileceği türden öznel tepkiler olarak görmemiz halinde durum ne kadar da basit ve anlamlandırılabilir bir hal alırdı? (p. 41)
Zihni, anlamı ve değeri doğal düzene düzgün bir şekilde uydurmak, sadece insan doğasını değil, genel olarak doğal düzeni yeniden düşünmeyi gerektirir. Özellikle, Grisez ve Finnis’in kesip attığı NeoSkolastik anlayışın dahil olduğu doğa felsefesindeki neo-Aristotelesçi projeye geri dönüşü gerektirir. Nagel, metafizikteki neo-Aristotelesçi yaklaşımıyla bunu dolaylı olarak kabul etmektedir. Değişim ve nedensellik gibi beşerî olmayan dünyadaki şeyleri doğru bir şekilde anlayamız için her halükârda doğal düzeni bağımsız bir şekilde yeniden düşünmemiz gerektiğinden (Aristotelesçilerin iddia ettiği gibi) Aristotelesçi kavramlara başvurmamız zaten gereklidir. Böyle bir yeniden düşünmenin haricinde, nesnel değeri onaylayanlar, Mackie’nin Josie Cotton tarzı meydan okumasına her zaman açık olacaklardır.
Edward Feser– “Mackie’s argument from queerness”, (Erişim Tarihi: 23.10.2020), Erişim Kaynağı: Mackie’s argument from queerness
Çevirmen: Bihter Akın
Çeviri Editörü: Berat Mutluhan Seferoğlu