En Büyük Soruyu Cevaplamak: Neden Hiçbir Şey Yerine Bir Şeyler Var? – Lloyd Strickland

/
521 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

İdeal bir dünyada, her olağanüstü felsefi soru, birisinin bunu ilk kez nasıl düşündüğünün hikayesini anlatan olağanüstü hikâye ile birlikte gelirdi. Ne yazık ki, günümüzde muhtemelen daha sonra adının verildiği Choco Leibniz biscuits ile tanınan bir Alman filozofun genellikle en büyük felsefi sorun olarak ifade edilen şeyi bulmaya itenin ne olduğunu sadece tahmin edebiliriz: neden hiçbir şey yerine bir şeyler var?

Bu felsefeci, ayrıca bize kalkülüs ve modern bilgisayarın kalbindeki ikili sayı sistemini hediye eden Gottfried Wilhelm Leibniz idi. 14 Kasım 1716 tarihinde 300 sene önce öldü.

Birçok eski düşünür, evrenimizin neden bu şekilde olduğunu sormuştu, fakat Leibniz, neden bir evren olduğunu merak ederek bir adım ileriye gitti. Bu, zorlayıcı bir soruydu, çünkü -Dünya’nın, yıldızların, galaksilerin, evrenin- herhangi birinin, hiçbir şeyin olmayabildiği bir durum tamamen olanaklıydı. Hatta Leibniz, hiçliğin “daha basit ve zahmetsiz” olduğunu düşünmüştü. Eğer hiçbir şey var olmasaydı, o zaman hiçbir açıklamaya ihtiyacımız olmazdı- tabii ki de açıklama talep eden herhangi birisi olmazdı, bu farklı bir konu. Leibniz bir şeyin olmasının ve hiçliğin olmamasının bir açıklama gerektirdiğini düşündü. Onun sunduğu açıklama, Tanrı’nın bir evreni yaratmak istemesiydi- mümkün olan en iyisini- ki bu Tanrı’yı hiçbir şey yerine bir şeyler olmasının basit nedeni yapmaktaydı.

Leibniz’in ölümünden bugüne kadar onun büyük sorusu, her ne kadar sekülerleşen bir çağda pek çok kişinin bu soruya yanıt olarak Tanrı’yı dahil etmesinden çekinmesi pek şaşırtıcı olmasa da filozofların ve bilim insanlarını meşgul etmeye devam etmiştir.

Kuantum Tanrılar

Bir şeylerin olmak zorunda olduğunu söylemek cevap türlerinden birisidir; çünkü hiçbir şeyin var olmaması olanaksız olurdu. Bu, tüm içeriği, yasaları ve olaylarıyla birlikte tüm evrenin var olması ve olduğu gibi olması gerektiğini iddia eden 17. yüzyıl filozofu Spinoza’nın görüşüydü. Kendisini Spinoza felsefesinin takipçisi sayan Einstein da benzer bir görüşü savunuyor gibi görünmektedir.

Teorik fizikçi Lawrence Krauss gibi diğer bilim insanları, popüler kitabı Hiç Yoktan Bir Evren’de (2012), Leibniz’in büyük sorusuna verilen bu cevabın daha incelikli bir versiyonunu sunmaktadır. Krauss, yeniden kaybolmadan önce spontane biçimde varlığa gelen sanal parçacıklar yoluyla dolup taşan boş uzay aracılığıyla, kuantum boşluğundaki kütleçekimin işleyişinden kaçınılmaz ve doğal bir şekilde ortaya çıktığını iddia etmektedir. Krauss’un teorisi hiçliğin var olamayacağını, çünkü her zaman bir şeylerin var olduğunu ima eder: önce kütleçekim ve kuantum boşluğu vardı ve buradan bildiğimiz evren doğdu.

Kozmolojideki diğer teoriler de evrenimizin onlardan ortaya çıkacağı sicim veya membran gibi şeylerin daima var olması gerektiğini varsayıyor gözükmektedir.

“Neden hiçbir şey değil de bir şey var” sorusuna verilen bu tür bilimsel yanıtlarla ilgili sorun, neden kütleçekim, kuantum boşluğu, sicimler ya da hatta bir evren olması gerektiğini düşünmemiz gerektiğinin açık olmamasıdır. Bu şeyler yerine mutlak hiçliğin olduğu bir ihtimal, tamamen olanaklı görünmektedir.

Hangi Soru?

Leibniz’in büyük sorusuna verilen cevaplardan bir diğeri basitçe bu sorunun bir cevabı olduğunu reddetmektir. Filozof Bertrand Russell 1948’de ünlü bir radyo tartışmasında bu çizgiyi benimsedi. Kendisine evrenin neden var olduğunu düşündüğü soruldu ve bu soruyu “Evrenin sadece orada olduğunu söylemeliyim, hepsi bu” şeklinde cevapladı.

Buna göre evren, filozofların kaba gerçek (brute fact) olarak adlandırdığı, açıklaması olmayan bir şey olacaktır. Russell’ın işaret ettiği nokta, insanların neden hiçbir şey yerine bir şeyler olduğunu henüz açıklayamadıkları değil, olanaklı bir açıklamanın olmadığıdır. Evrenimizin daha büyük çoklu evrenin bir parçası olduğuna inananlar da bu çizgiyi benimseyerek, çoklu evrenin ve dolayısıyla evrenimizin nihai bir açıklaması olmadığını öne sürmektedirler. Leibniz’in büyük sorusuna cevaben evrenin nihai olarak açıklanamaz olduğunu söylemek halen popüler bir yanıt olsa da entelektüel açıdan tatmin edici olmamak gibi bir kusuru vardır (bu yanıtın yanlış olduğu anlamına tabii ki de gelmez).

Leibniz’in büyük sorusuna verilebilecek en yeni yanıt, evrenimizin var olması gerektiği için var olduğunu söylemektir. Buradaki düşünce, tüm olası evrenlerin içkin olarak var olma eğilimine sahip olduğu, ancak bazılarının diğerlerinden daha fazla var olma eğilimine sahip olduğudur. Bu fikir aslında olası dünyalar arasında bir varoluş mücadelesi olabileceği düşüncesini ortaya atan, en iyi dünyanın sanki sanal bir doğal seçilim sürecinden geçerek zirveye çıktığı düşüncesini öne süren Leibniz’e aittir. Nihayetinde bu fikri kabul etmedi ve bunun yerine evrenin Tanrı öyle istediği için var olduğu şeklindeki daha geleneksel görüşe geri çekildi.

Fakat olanaklı dünyaların arasındaki bir sanal mücadele düşüncesi bazı modern felsefecilere çekici gelmiştir, onlar bu düşüncenin mantıksal sonucunu takip etmiş ve var olma eğilimi en yüksek olan olanaklı evrenin- ki bu en iyisi olduğu için ya da yaşamın ortaya çıkmasına izin veren koşullar gibi bazı önemli özellikleri içerdiği için olabilir- kendisini aktüel olarak varoluşa getireceğini öne sürmüştür.

Bu teoriye göre evrenimiz Tanrı ya da herhangi bir şeyin onu öyle yarattığı için değil tam anlamıyla kendisini var-olmayandan çıkarıp kendisini aktüel hale getirdiği için, aktüel hale gelmektedir. Tuhaf mı? Evet. Fakat bizi geri adım attırmasına izin vermemeliyiz. Nihayetinde olağanüstü felsefi sorular sadece olağanüstü bir cevabı gerektiriyor olabilir.


Lloyd Strickland – “Answering the biggest question of all: why is there something rather than nothing?“, (Erişim Tarihi: 12.05.2024)

Çevirmen: Yusuf Topsakal

Çeviri Editörü: Berk Celayir

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Şu an aynı üniversitede yüksek lisans öğrencisi Metafizik, Bilim Felsefesi ve Zihin Felsefesi ile ilgileniyor. Felsefe dışında video oyunları oynuyor ve gelecekte iyi bir hoca olmayı amaçlıyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Doğal Seçilim ve Kötülük Problemi (2007) – Paul Draper

Sonraki Gönderi

Psikopatların Da Duyguları Var, Peki Onları Nasıl Kullanacaklarını Öğrenebilirler mi? – Arielle Baskin-Sommers

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü