Altı tane kurtarılmış köpek ile birlikte yaşıyoruz. Hamile köpeklerin kurtarılması esnasında doğmuş olan bir tanesi haricinde bu köpeklerin hepsi ciddi derecede istismar vakalarının da içinde olduğu gerçekten üzücü durumlardan geldi. Bu köpekler birlikte evimizi paylaştığımız birer insan-olmayan sığınmacı. Onları çok sevmemize rağmen en baştan hiç var olmamaları gerektiğine inanıyoruz.
Evcilleştirmeye ve evcil hayvan sahibi olmaya karşı bir duruş sergiliyoruz çünkü bunlar hayvanların temel haklarını ihlal etmektedir.
‘’Hayvan hakları’’ terimi gittikçe anlamını kaybetmiştir. Kafes tavuklarının yaşam alanlarında ufak bir artış veya sürüklenip kesime gönderilmeden evvel erkek buzağıların izole bir şekilde değil de sosyal birimlerde bakılması gerektiğini ifade eden herhangi birisi genel olarak ‘’hayvan haklarını’’ savunan birisi olarak görülür. Bu, hayvan hakları hareketinin kurucu babası olarak bilinen, Hayvan Özgürlüğü’nün (1975) yazarı Peter Singer’a atfolunabilir.
Kurucu babalığına yapılan bu atıfla ilgili sorun, Singer’ın tüm ahlaki hakları reddeden ve çekilen acıyı azaltacağını düşündüğü herhangi bir önlemi destekleyen bir faydacı olmasıdır. Bir başka deyişle hayvan hakları hareketinin babası hayvan haklarını bütünüyle reddetmekte ve gezen tavuk, küfelenmemiş domuz eti ve tüm geniş çaplı hayvan yardım kuruluşları tarafından desteklenen neredeyse tüm “mutlu sömürü” önlemlerini onaylamaktadır. Singer hayvan haklarını desteklemez, hayvanlara yardımı destekler. Karşı çıktığı şey doğrudan hayvanların insanlar tarafından kullanılması değildir. Yalnızca hayvanların eziyet görüp görmemesine odaklanır. Örnek olarak 2006’da The Vegan adlı dergide yapılan bir röportajda, insanların sıklıkla bitkisel besinler tükettiği ama ara sıra kendi türleri için doğal olan koşullar altında iyi hayatlar sürüp ardından çiftliklerde insanca öldürülen hayvanların etlerinden ve gezen tavukların yumurtalarının lüksünden yararlandığı bir dünyayı hayal edebildiğini söylemiştir.
Biz hayvan hakları terimini farklı bir biçimde kullanıyoruz, kendi türümüzün temel menfaatlerini ilgilendirdiği zaman “insan hakları”nı kullanmamıza benzer bir biçimde.
Mesela, eğer bir bireyin yaşam hakkına sahip olduğundan söz ediyorsak, bu, insanın izni alınmadan organ bağışı için kullanılması on insanı kurtaracak olsa bile, onun hayatını devam ettirmesine dair temel menfaatinin korunması anlamına gelir.
Hak, bir menfaati koruma yoludur, menfaati sonuçlarından bağımsız olarak korur. Koruma eylemi mutlak değildir, belli koşullar altında geçerliliğini yitirebilir. Ne var ki koruma yalnızca sonuçsalcı gerekçelere dayalı olarak feshedilebilir bir şey de değildir.
İnsanların insan dışı varlıklara yalnızca yerleri doldurulabilir kaynaklar olarak bakmaları durumunda, insanların memnun olacağı sonuçlar elde edilse bile, hayvanlara karşı davranışın insanca olup olmadığına bakılmaksızın, insan dışı hayvanların yalnızca insanların kaynağı olarak kullanılmamak yönünde ahlaki bir hakları vardır.
Hayvan haklarından söz ettiğimizde, aslında yalnızca tek bir haktan söz ediyoruz: mülk olmama hakkı. Eğer hayvanlar ahlaki açıdan değerli olduğu –eğer hayvanlar yalnızca şeylerden ibaret olmadığı- takdirde onların mülk olmadığı gerçeği bunun gerekçesidir. Eğer hayvanlar mülkse, onlar yalnızca şey olabilirler. Bu konuyu insan bağlamında düşünelim. Kendi özel karakterlerinden bağımsız olarak tüm insanların hukuk öncesi temel bir hakka, eşya gibi davranılmaması hakkına sahip olduğu konusunda hemfikiriz. Hepimiz insanların menkul köleliğini reddediyoruz. Bu, menkul köleliğin şu an var olmadığını söylemek anlamına gelmiyor. Kölelik hâlâ vardır fakat kimse bunu savunmaz.
Menkul köleliği reddetmemizin sebebi menkul köle olarak kabul edilen bir insanın artık insan olarak görülmeyeceğidir, bununla kastımız kölenin artık ahlaki olarak değer taşıyan bir varlık olmamasıdır. İnsan bir köle, ahlaki toplumun tamamen dışında bulunan bir varlıktır. İnsan kölenin sahip olduğu tüm menfaatler, köleye bir aile üyesi olarak değer vermeyi seçen ya da köleye en düşük miktarda besin sağlayan aksi takdirde korkunç şekilde davranan birisi –sahip- tarafından değer görebilir. Kölenin temel çıkarları sıfırlanabilir.
İngiltere ve Birleşik Devletler’de ırk-temelli insan köleliğini düzenlemeyi amaçlayan birçok yasa çıkartılmaktaydı. Bu yasalar işe yaramadı çünkü düzenleyici yasaların alakalı olduğu zamanlar yalnızca köle ve köle sahibinin arasında çatışmanın baş gösterdiği zamanlardır. Eğer köle sahibi her zaman büyük ölçüde köle üzerinde üstünlük kuramıyorsa, artık bu durumda kölelik kurumundan bahsedilemez. Sahibin mülkiyet haklarını uygulamasına anlamlı bir itiraz olamaz.
Aynı sorun insan dışı varlıklar söz konusuyken de geçerlidir. Hayvanlar birer mülk ise doğuştan gelen ya da içsel bir değere sahip olamazlar. Yalnızca dış faktörlerden kaynaklanan ya da dışsal değerlere sahiptirler. Onlar, bizim değer verdiğimiz şeylerdir. Onlar herhangi bir hakka sahip değillerdir, biz hakka sahibizdir, mülk sahibi olarak onlara değer verme hakkına ve onlara değer vermemeyi seçebiliriz.
İnsan dışı hayvanların tarafımızca kullanımını düzenlemeyi amaçlayan yasalar bulunmaktadır. Aslında bu konudaki yasalar, insan köleliğini düzenlemeyi amaçlayan yasalardan daha fazladır. İnsan köleliğini düzenleyen yasalar gibi bu yasalar da işe yaramamaktadır. Bu yasalar yalnızca insanların ve hayvanların menfaatlerinin çatışması durumunda devreye girer. Fakat insanlar, sahip olma ve mülk kullanım hakkı dahil haklara sahiptirler. Hayvanlar birer mülktür. Kanun, insan ve insan dışı menfaatleri dengeleme girişiminde bulunduğunda sonuç hâli hazırda önceden belirlenmiştir.
Dahası, hayvanlar menkul köleler olduğundan dolayı hayvan yardımının ölçütü her zaman düşük seviyede kalacaktır. Hayvanların menfaatlerini korumak belli bir miktar para gerekir, bu da demek oluyor ki bu menfaatler –çoğunlukla- yalnızca ekonomik kâr getirdiği müddetçe korunacaktır. Hayvan sömürüsünü daha etkili hale getirmeyen bir yardım önlemi bulmak zordur. Kesim öncesi büyük baş hayvanların şoka uğratılmasını (sersemletilmesini) gerektiren yasalar ölü hayvan bedeninin zarar görmesini ve işçi yaralanmalarını engellemektedir. Buzağıların tek başına küfelerde barınmasını sağlamak yerine daha küçük sosyal birimler hâlinde barınmasını sağlamak stresi ve sonucunda ortaya çıkacak hastalıkları önler, böylece veteriner masraflarının önüne geçilmiş olunur.
Hayvan yardımı önlemlerinin üretim maaliyetlerini artırması ölçüsünde artış sıklıkla oldukça küçük çaplı olmakta (örnek olarak Avrupa Birliği’nde geleneksel batarya kafeslerden “zenginleştirilmiş” kafeslere geçiş yapılması) ve talepteki esneklik göz önüne alındığında, ürün için genel talebi nadiren etkilemektedir. Her halükarda, hayvanlara gıda için ne kadar ‘’insancıl’’ davranırsak davranalım, söz konusu insan olsa adına işkence denilecek davranışlara maruz kalmaya devam edeceklerdir. “Mutlu” sömürü diye bir şey yoktur.
Her ne kadar mülk olmama hakkı negatif bir hak olsa da ve hayvanların sahip olabileceği herhangi pozitif bir hakka değinmese de, bu tek bir negatif hakkın tanınması, hayvanları kendi amaçlarımız doğrultusunda öldürüp kullanabileceğimizi zorunlu olarak varsayan kurumsallaşmış sömürüyü ahlaki bir yükümlülük olarak reddetmemizi gerektirirdi.
Bu noktada kısa süreliğine konudan sapmak pahasına şunu söylemek istiyoruz ki söylediklerimiz kulağa aykırı gelse de aslında aykırı değil. Gerçekten de geleneksel bilgelik odur ki haklar üzerine herhangi bir tefekkür olmaksızın neredeyse aynı sonuca varıyoruz.
Hayvanlarla alakalı geleneksel bilgelik şudur: Hayvanların insanlar tarafından öldürülmesi ve kullanılması ahlaki açıdan kabul edilebilirdir lakin hayvanlar üzerinde gereksiz yere ölüm ve eziyet tarafımızca uygulanmamalıdır. Bu bağlamda zorunluluk kavramını nasıl anlarsak anlayalım, keyfi nedenlerden dolayı herhangi bir ölüme veya eziyete izin vermek olarak anlaşılamaz. Belirli bağlamlarda bunu bariz bir şekilde görebiliyoruz. Örneğin birçok insanın 2007 senesinde bir köpek dövüşü etkinliği içerisinde yer almış olan Amrikan futbol oyuncu Michael Vick’e karşı hâlâ güçlü bir negatif tepkisi bulunmaktadır. Neredeyse on yıl sonra neden Michael Vick’e hâlâ kızgınız? Yanıt açık: Vick’in yaptığının yanlış olduğunu kabul ediyoruz çünkü Vick’in tek gerekçesi bu köpeklerin zarar görmesinden aldığı zevk ve eğlenceydi. Ve zevk ve eğlence gerekçelendirme için yeterli değildir.
Birçok –belki çoğu- insan boğa güreşine karşı duruş sergilemektedir ve Birleşik Krallık’taki muhafazakâr kesimin çoğu tilki avına karşı çıkmaktadır. Neden? Çünkü bu kan sporları, tanım gereği, insan dışı hayvanları ölüm veya eziyete uğratmayı gerekçelendirecek hiçbir gereklilik yahut da zorundalık içermemektedir. Kimse Vick’in daha insancıl bir köpek dövüştürücüsü olması durumunda onun daha az suçlu olduğunu öne sürmezdi. Kan sporlarına karşı çıkan kimse gereksiz yere eziyete neden olduğu için daha insancıl bir biçimde gerçekleştirilmesi gerektiğini öne sürmez. Nasıl yürütüldüğüne bakılmasızın bu aktiviteler ahlaka uygun olmadığından ötürü insanlar bu tür aktivitelere tamamen karşı çıkar ve bunların ortadan kaldırılmasını savunur.
Burada sorun, insan dışı hayvanları kullanımımızın yüzde 99.999’unun çoğumuzun karşı çıktığı eylemlerden ahlaki açıdan bir farkının olmamasıdır.
Sayıca en kayda değer hayvan kullanımımız gıda amacıyla olandır. Yıllık 60 milyardan fazla hayvanı gıda nedeniyle öldürüyoruz ve bu daha büyük sayılarda olan deniz hayvanları ölümünü –az çok bir trilyon olarak hesaplanmış- hesaba bile katmıyor. En iyi sağlık düzeyine ulaşabilmek için hayvan tüketmemize gerek yoktur. Aslında gittikçe artan sayıda, dünyanın önde gelen sağlık otoriteleri, ki buna Amerikan Kalp Birliği, İngiliz Ulusal Sağlık Servisi, İngiliz Besibilimsel Birlik ve Birleşik Devletler’deki Ulusal Sağlık Enstitüleri de dahildir, makul bir vegan beslenme biçiminin hayvansal gıdaları içeren bir beslenme biçimi kadar besleyici olabileceğini söylemiştir. Bazı sağlık otoriteleri, vegan beslenme yönteminin hepçil beslenme yönetminden daha sağlıklı olduğunu söyleyerek daha ileri bile gitmiştir. Her halükarda, hayvansal ürünlere sağlıksal gerekçelerden ötürü ihtiyacımız olduğunu öne sürmemiz çok da makul olamaz. Ve hayvan tarımı ekolojik bir felakettir.
Hayvansal ürünleri tüketiyoruz çünkü bu ürünlerin tadından zevk alıyoruz. Başka bir deyişle, birçoğumuzun kendimiz zarar vermek yerine zarar vermeleri için başkalarına para ödememizin dışında Vick’ten farkımız yok. Ve eğlence ya da spor amaçlı hayvan kullanımımız tanım gereği yine gereksizdir. Tamamen nedensizce hayvanları kullanmadığımız tek alan hayvanların ciddi hastalıkların tedavisini bulmak amacıyla kullanılmasıdır. Dirikesimi, bir gereklilik içerse dahi (ki bu bizim empirik olarak da sorunlu bulduğumuz bir ifade) ahlaki açıdan gerekçelendirilemez bir durum olduğu için reddediyoruz fakat dirikesimin ahlaki değerlendirilmesi gıda, giysi, eğlence ve başka amaçlar adına hayvanların kullanılmasından daha incelikli bir analiz gerektirmektedir. Geleneksek bilgelik hesaba katıldığında hayvanları kullandığımız diğer neredeyse tüm durumlar kolaylıkla ahlaksızca gözükebilir.
Sonuç olarak, bir hayvan hakları savunucusu olup hayvanların mülk olmamaya dair temel ve hukuk öncesi bir hakkının olduğunu tanısanız da veya geleneksel bilgelikten yana olsanız da temelde hayvanları kullanımımız yasaklanmalıdır.
Hayvanların mülk olarak kullanılmama hakkının olduğunu öne sürmek, basitçe, onları kullanmak bize bir kâr sağlayacak olsa bile hayvanları birer nesne olarak kullanmamak yönünde ahlaki bir yükümlülüğümün olduğunu söylemektir. Evcil hayvanlar açısından, bu, onları varlığa getirmeyi bütünüyle bırakacağız demektir. An itibariyle burada bizimle dünyayı paylaşan hak sahiplerine bakmak yönünde ahlaki bir sorumluluğumuz var. Fakat daha fazlasını dünyayı getirmemek yönünde de sorumluluğumuz var.
Ve bu hak sahibi tanımı köpekler, kediler ve “arkadaşımız” olarak hizmet eden diğer insan dışı hayvanları içinde barındırır.
Altı köpeğimize de ailemizin değerli üyeleri olarak bakmaktayız. Yasa bu kararı koruma altına alacaktır çünkü mülkümüze nasıl değer vereceğimizi istediğimiz gibi seçebiliriz. Öte yandan, onları bekçi köpeği olarak kullanmayı ve görünüşte bizden gelecek herhangi sevgi dolu bir iletişim biçimi olmaksızın evcil hayvanlarımıza dışarıda bakmayı tercih edebilirdik. Şimdi onları bir arabaya koyup eğer sahiplenilmezlerse öldürülecekleri barınaklara götürebilir ya da onları bir veteriner tarafından öldürtebilirdik. Yasa bu kararları da koruyacaktır elbet. Bizler mülk sahipleriyiz. Onlar mülk. Biz onlara sahibiz.
Gerçek ise, Amerika’da birçok köpek ve kedinin hayatlarının ileriki evrelerinde sevgi dolu evlerde yaşamlarını yitirmedikleri yönünde. Bu hayvanların başka bir sahibe verilip barınağa götürülerek öldürülmeden ya da terk edilmeden önce yalnızca kısa süreliğine bir evleri oluyor.
Birtakım savunucuların ısrarla ileri sürdüğü üzere bir hayvan sahibini, vasi ya da koruyucu olarak adlandırmanın herhangi bir önemi de bulunmamaktadır. Bu tarz bir adlandırma hiçbir anlam ifade etmemektedir. Eğer köpeğinizi bir öldürme barınağına götürmek konusunda ya da ‘insancıl bir biçimde’ köpeğinizi öldürmekte yasal bir hakka sahipseniz kendinizi ya da köpeğinizi ne olarak adlandırdığınız önemli değilidir. Bu durumda köpeğiniz sizin mülkünüzdür. Kanun açısından evcil hayvanlarla yaşayan bizler birer sahibizdir ve yaşamalarına yetecek derecede minimal gıda, su ve barınak sağladığımız takdirde uygun olduğunu düşündüğümüz şekilde davranmakta yasal hakkımız vardır. Evet, sahiplik haklarımızı kullanmamız üzerinde kısıtlamalar vardır. Fakat bu kısıtlamalar evcil hayvanlarımızın menfaatlerine karşı gösterilen oldukça düşük bir değer ile tutarlıdır. Ailenizin bir üyesi olarak sevdiğiniz ve değer verdiğiniz sevgili köpeğiniz, kediniz ya da başka bir evcil hayvanınız olmadan hayatın nasıl olacağına dair korku dolu fikir üzerinde düşünürken irkilmenizden dolayı muhtemelen şu şekilde fikir yürütüyorsunuz: ‘Fakat bir dakika. Herkesin kendi hayvanına benim kendi hayvanıma davrandığım gibi davranmasını zorunlu kılsak ne olur?’
Bu yanıtla ilgili sorun, hayvan sahiplerinin kendi hayvanlarına daha yüksek seviyede bir refah sağlamalarının gerekli kılınacağı çalışır ve uygulanabilir bir şema oluşturulsa dahi bu hayvanların hâlâ birer mülk olacağıdır. Hâlâ onların hayatlarına karşı hiç değer göstermeme ve ya onları öldürebilme ya da sahiplenilmezse öldürülecekleri barınaklara gönderebilme imkânımız bulunacaktır.
Tüm bunların hiçbirisine katılmadığınızı, yardımlı-intihara izin vermeye meylettiğimiz durumların (ölümcül hastalık, devamlı bir acı, vb.) haricinde insanların hayvanları öldürmesini yasaklayabileceğimizi ve hayvanın menfaatine en uygun olduğu durumlar gerçekleşmedikçe barınakların hayvanları öldürmesini yasaklayabileceğimizi belirten bir yanıt verebilirsiniz.
Sunmuş olduğunuz öneri hayvanların durumunu mülk olmaktan çıkarmaya ve bir insan yavrusuna gösterilecek muameleye benzer bir şekilde davranılmasının gerekmesine yaklaşmaktadır. O hâlde insan dışı canlıların evcil hayvanlarımız olarak üremeye devam etmesi kabul edilebilir olur mu?
Yanıtımız hâlâ katı bir “hayır”dır.
İnsan dışı canlılara aile üyesi olarak davranmayı teşkil eden durumun genel standartlarının gelişimi ve bunlara bağlı durumlarının tümünün çözümünün pratik bir konu olarak imkânsıza yakın olduğunu bir kenara bıraktığımızda bu durum insan dışı canlıların nasıl bir muamele gördüğünden bağımsız olarak evcilleştimenin kendi içinde ciddi ahlaki meseleler ortaya çıkarttığını fark etmeyi ihmal etmektedir.
Evcil hayvanlar hayatlarını tüm açılardan kontrol eden insanlara tamamen bağımlıdır. Bir gün bağımsızlığını elde edecek olan insan yavrusunun aksine insan dışı canlılar asla bağımsız olamayacaklardır. Evcilleştirmenin tüm olayı budur –evcil hayvanların bize bağımlı olmasını istiyoruz-. Kendileri ile ilgili olan her durumda bize bağımlı olmak üzere, savunmasızlığın cehenneminde sıkışıp kalmışlardır. Onları yumuşak başlı ve hizmetkâr olması ve bu hayvanlara zarar verecek olmasına rağmen bizi memnun edecek karakterlere sahip olması için besledik. Onları belli açılardan mutlu edebiliriz ancak bu ilişki asla doğal ve normal olmayacaktır. Onlara ne kadar iyi davrandığımıza bağlı olmaksızın insan dışı canlılar bizim dünyamıza ait değildir. Bu durum, tüm evcilleştirilmiş insan dışı canlılar için az ya da çok geçerlidir. Onlar bize kalıcı olarak bağlıdır. Onların hayatlarını sonsuza dek kontrol ederiz. Onlar gerçek anlamda birer hayvan köledir. Bazılarımız iyi birer sahip olabilir fakat iyi bir sahip olmaktan öteye geçemeyiz.
Zoopolis (2011) adlı kitaplarında insanların birbirine bağımlı olduğunda bahseden ve dolayısıyla hayvanların bize bağımlı olmasındaki sorunun ne olduğunu soran Sue Donaldson ve Will Kymlicka gibi birtakım insanlar bulunmaktadır. İnsan ilişkileri karşılıklı bağımlılık içeriyor olabilir fakat bu türden bir bağımlılık ya tercih üzerinden şekillenir ya da sosyal sözleşmenin karmaşık yanlarınca korunan ve bir araya getirilen, toplumun daha zayıf üyelerini korumak yönündeki sosyal kararları yansıtır.
Dahası, insanın durumundaki bağımlılığın doğası, bağımlı olanı, bağımlılık ilişkisinin zararlı hale gelmesi durumunda, savunulabilecek temel haklarından mahrum bırakmaz.
Köpekler, kediler ve diğer “evcil” hayvanların üreme haklarının olduğu savını ortaya atarak bizim buradaki duruşumuza karşı yanıt verecekler olacaktır. Evcil hayvanların üreme hakkına herhangi bir kısıtlama getirmediğimiz müddetçe bu tarz bir pozisyonu savunmak bir limiti olmaksızın üremelerini devam ettirmemize neden olur. Evcilleştirmeye son verilmesinin tür çeşitliliği kaybı olduğu anlamına gelecek olması konusunda endişelenenler için belirtilmelidir ki evcilleştirilmiş hayvanlar seçili çiftleşme ve belli bir yerde kapalı tutulma yoluyla yarattığımız varlıklardır.
Birtakım eleştirmenler bu tartışmadaki tutumumuzun yalnızca mülk olarak kullanılmama üzerine kurulu negatif özgürlük hakkındaki endişelerini dile getirdiğini ve hayvanların sahip olduğu pozitif özgürlüğe değinmediğini iddia etmişlerdir. Bu gözlem doğrudur fakat eğer biz bu bir hakkı –mülk olarak kullanılmama hakkı- tanırsak tüm evcilleştirme işlemleri son bulur. Böyle bir durumda hâli hazırda var olan evcil hayvanlara bakmakla yükümlü oluruz ancak daha fazlasını var etmeyiz.
Hepimiz insan-dışı varlıkların birey olma durumunu benimsediysek, yine de aramızda ve gelişmemiş bölgelerde yaşayan evcilleştirilmemiş hayvanların hakları üzerine düşünmemiz gerekir. Fakat onları yemeyecek, giymeyecek ya da kullanmayacak kadar evcilleştirilmiş hayvanlara değer verirsek, hiç şüphesiz bu pozitif hakların neler olması gerektiğini de belirleyebiliriz. En önemlisi hayvanların birer mülk olarak kullanılmaması yönündeki negatif hakkı tanımamızdır. Bu, metalaştırma ve insanlar tarafından kontrol edilme ile sonuçlanan tüm kurumsallaşmış sömürüyü kaldırmamızı sağlar.
Köpeklerimizi seviyoruz fakat dünyanın daha adil olması durumunda domuzlar, inekler ve kuluçkaya yatan tavuklarla dolu ağılların, koyunlarla dolu otlakların ve hiçbir evcil hayvanın olmayacağının farkındayız. Hiçbir akvaryum ve hayvanat bahçesi olmazdı.
Eğer hayvanlar ahlaki açıdan önemliyse, onlarla olan ilişkimizi yeniden ayarlamak durumundayız. Yüzleşmemiz gereken sorun hayvanlara uyguladığımız sömürünün insancıl olup olmaması değil –beraberinde gelen hayvan kullanım endüstrilerinin pratiği ile ilgili yapılan tüm düzenlemelerle- fakat hayvanları birer mülk gibi kullanmamayı haklı gösterip gösteremeyeceğimizdir.
Gary L Francione – “The case against pets“, (Erişim Tarihi: 11.07.2024)
Çevirmen: Öykü Gündoğdu
Çeviri Editörü: Emir Arıcı