Felsefi Bir Yaklaşım Yas Tutma Konusunda Bize Yardımcı Olabilir – Michael Cholbi

Yas kötü hissettirir ama bu onsuz daha iyi olacağımız anlamına gelmez; yas tutmak neye değer verdiğimizi vurgulayarak kayba uyum sağlamamıza yardımcı olabilir.

//
595 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

1967’de psikiyatrist olan Thomas Holmes ve Richard Rahe, hayattaki büyük olayların yıkıcılığının ölçülmesini sağlayan bir ölçüyü geliştirdiklerini bildirdi. Holmes ve Rahe, yüzlerce insana başlarından geçen çeşitli olayların her birinin hayatlarında ne kadar yeniden düzenleme gerektirdiğini düşündüklerine göre sıralamalarını istemişti. En yüksek sıralamaya sahip olan 20 olaydan üçü başkalarının ölümüydü: yakın bir arkadaşın ölümü (kendi ölçülerinde 37.sıradaydı), yakın bir aile üyesinin ölümü (63) ve ölçüde en yukarıda olan, birisinin eşinin ölümüydü (100).

Bu bulgular bizim başkalarının ölümüne karşı duyduğumuz yoğun duygunun -yani yasın- önemi adına önemli felsefi soruları ortaya çıkardı. Yas hiç şüphesiz streslidir. Genelde haftalarca hatta aylarca sürebilen duygu yığınlarını içerir: yasın özünde üzüntü veya acı vardır ancak sıklıkla endişe, suçluluk veya öfke gibi “negatif” duygular barındırır.

Doğrusu yasın bize verebileceği az şey vardır. Yine de hayatlarımızın onsuz daha iyi olacağı fikri yanlış gibi görünüyor. Şunu düşünün, insanlar standart olarak başkalarının acı çekmesini engellemeyi ahlaki olarak takdire şayan buluyor. Ancak yas söz konusu olduğunda birçoğumuz makul biçimde başkalarının acısını tamamen gidermekte tereddütlü oluruz. Eğer yakınını kaybeden arkadaşınızın yasını yok edecek bir hapa sahip olsaydınız, arkadaşınıza bu tür bir “yas tedavisi” sunmak ahlaki olarak duyarsız olurdu. Bizim normalde başkalarının acısını hafifletmek olan ahlaki görevimizin yas söz konusu olduğunda işlemiyor oluşu yasla ilgili acıların bizim için bir şekilde değerli olduğunu gösteriyor.  Bu yüzden hiç yas tutmamak, yas tutmaktan daha kötü görünüyor.

Yası ele almanın bu yollarında, benim yas paradoksu dediğim şeyi oluşturan bir dizi fikir yatmaktadır:

  1. Yas kötü hissettirir bu yüzden kaçınılmalı veya yas tutulmamalıdır.
  2. Biz (ve diğerleri) için yas o kadar değerlidir ki ondan kaçınmamalı ve yas tuttuğumuz için minnettar olmalıyız.

Bu paradoks çözülebilir mi? (1)’i reddetmek yasın kötü hissettirdiği iddiasını reddetmektir ki bunu inkâr etmek zordur. Bu paradoksu çözmenin daha umut verici yolu (2)’yi yani kötü hissettirmesine rağmen yasın değerli olduğunu ve kaçınılmaması gerektiğini savunmaktır. Ancak böyle bir savunmanın yastaki bazı iyi şeyleri tanımlaması gerekecektir.

Yakın ilişki içinde bulunduğumuz kişiler kayıp bir gömleği değiştirir gibi değiştirebileceğimiz eşyalar değildir.

İnsan iyiliğiyle ilgili sorular felsefenin ana konusu olsa da filozoflar yas tutmak hakkında diğer konulara nazaran daha az şey söylemişlerdir ve söyledikleri şeyler bazen yas tutmaya karşı şaşırtıcı bir düşmanlıkları olduğunu gösterir. Örneğin, Platon öğretmeni olan Sokrates ile son anlarını Phaedo’da anlatır. Sokrates kaptaki ölümcül baldıran otunu içmeye hazırlanırken arkadaşları ve takipçilerini ölümüne ağladıkları için azarlar ve üzüntülerinin yanlış bir inancı yansıttığını öne sürer: ölümünün onun için kötü olacağı inancı. Ruhunun ölümsüz olduğu ve ölümün onun hapishanesi olan vücudundan bir kurtuluşunu temsil ettiği için kendisi için bir iyilik olduğu hakkında onlara güvence verir.

Sokrates’in metafiziği bir yana, yas tutma konusunda yanılmış olan kendisidir. Arkadaşları ve takipçileri ölümünün onun adına bir kayıp olmadığı konusunda hemfikirdi; üzüntüleri kendi kayıplarınaydı. Yoldaşı ve öğretmenleri olan kişiyi kaybediyorlardı. Bu bakımdan yasın göz ardı edilmesi, kişiler arasındaki ilişkilerin değeri konusunda biraz kaba bir anlayışı yansıtıyor gibi görünüyor. Seneca’nın “Moral Letters To Lucius’da” dediği gibi yakın ilişki içinde bulunduğumuz kişiler kayıp bir gömleği değiştirir gibi değiştirebileceğimiz eşyalar değildir. İlişkilerimiz sadece sağladıkları faydalar için değil, aynı zamanda hayatlarımızın etrafında döndüğü merkezi projeler veya taahhütler olarak da içsel olarak değerlidir. Bizler nihayetinde başkalarının ölümünün bizim hayatımızdaki kayıplar olmasına yas tutarız, hayatımızda yeri doldurulamaz olanların kaybına.

Hayatımızın merkezinde olanların ölümüne yas tutuyor oluşumuz kanımca yastan kaçınılmaması veya yas tutulması gerektiği fikrinin savunması ve yas paradoksunun çözülmesi için bir anahtardır. Biz herkesin ölümüne (muhtemelen) yas tutmayız. Sadece kimlik oluşturucu bir ilişki içinde olduğumuz, kendimiz ve hayatımız için neyin önemli olduğuna dair anlayışımızın merkezinde yer alan ilişkiler kurduğumuz kişilerin ölümüne yas tutarız. Bir eş, bir ebeveyn, bir akraba veya sevilen politik ya da kültürel figür olması fark etmeksizin geçmişimiz ve geleceğimiz adına merkezi önem taşıyanların ölümü doğal olarak bizde yas dediğimiz acı verici duygulara neden olacaktır. Bu ölümler aynı zamanda bizlerde kimlik krizine de neden olabilir. Hayatımızda yeri doldurulamaz bir kişinin ölümü, bizim kendilik hissimizi kaybetmemize neden olabilir. Yas tutan birçok insan kayıplarını öyle bir kimlik temelinde açıklarlar ki sanki geçmişteki tanıdık yaşanmış dünyaları pek mantıklı değilmiş gibi bir yönelimsel bozukluktan bahsederler (‘Kendimden bir parça kaybettim’).

Bana göre yas bu kayıpların sinyalini veren duygusal bir durumdur. Bu kısım yas tutmanın öneminin yattığı parçadır. Duygularımız bizi neye değer verdiğimiz hakkında bilgilendirebilir. Korku, değer verdiğimiz şeylere yönelik olası tehditler konusunda bizi uyararak değerlerimiz hakkında bizi bilgilendirir; öfke, önem verdiğimiz bir şeyin bir başkasının haksız eylemleri nedeniyle zarar gördüğünü veya zayıfladığını bize bildirerek vb. Yas durumunda hissettiklerimiz, duygusal olarak belirgin bir şekilde, vefat etmiş olan kişiyle olan ilişkimizde nelere değer verdiğimizi bize söyler. Yas, o kişinin günlük hayatımıza nasıl katkıda bulunduğunu, kendi hedeflerimizi ve adanmışlıklarımızı nasıl şekillendirdiğini ve öykünebileceğimiz takdire şayan özellikler (ve bazen kaçınmamız gereken daha az takdire şayan özellikler) sergilediğini takdir etmemizi sağlar; hissettiğimiz acı, bunları fark etmemize ve üzerinde düşünmemize neden olur. Yas anlarının daha acı verici olması bizler için daha iyi olmasa da bütün acı verici duygulardan arınmış bir yas da bizi kaybımızın değeri hakkında kritik bilgilerden mahrum bırakacağı için değerli olmazdı. O zaman, yas acıları kaybımızı anlamamıza hizmet etmek için çok önemli bir araçtır.

Yas tuttuğumuzda elimize kimliklerimizi yeniden inşa etmek ve kendimizi daha iyi tanımak için bir alet verilir.

Yas tutmanın aynı zamanda bu kaybın üstesinden gelmemize yardımcı olan bir rolü de vardır. Yas acı verici olduğundan kaybın ışığında nasıl yaşamamız gerektiği hakkında bizi motive eder. Bu kaybettiğimiz kişi ile ilişkimizi mutlaka kesmemiz gerektiği anlamına gelmez. Birçok durumda, zevklerimizi ve değerlerimizi etkilemeye devam ettikleri için merhumla ilişki kurmaya devam ederiz. Hiç değilse onlarla ilişkilerimiz hafızalarımızda devam eder. Tabii ki ilişkimiz önceki haliyle tamamen aynı şekilde devam edemez. Ölen amcamızla balığa gidemeyiz, ölü bir eşle tatil planlayamayız veya ölü bir eski dostla üniversite günlerimizi yad edemeyiz. Yas bize bu tür ilişkilerimizi nasıl değiştirebileceğimiz konusunda bolca bilgi sunar. Dediğim gibi, duygularımız bize neye değer verdiğimizi gösterir. Yas ve yas tutmak ile ilişkili duygular ileriye doğru yol almamızı, hayatımızı nasıl yaşadığımız dahil olmak üzere kimliğimizi ve değerlerimizi sorgulamamızı sağlar.

Dul bireyler genelde eşleriyle paylaştıkları evde yaşamaya devam edip etmemek gibi kararlar vermeliler. Bu tür bir karar kişinin değer verdiği şeyi açıklığa kavuşturmasını gerektirir. Mesela o evde yaşamanın değerinin ne kadarı kaybettiği eşiyle evi paylaşmış olmasına bağlı? Bu tür bir soru sonuçta eşin bir zamanlar -ve şu anda- bir kişinin planlarına ve kimliğine nasıl uyduğu ve uymaya devam edeceği hakkındadır. Bir zamanlar paylaştığı evden taşınma ihtimalinden suçluluk duygusu hisseden bir dul, o evde yaşamaya devam etmenin kaybettiği eşiyle hayatını paylaşmaya devam etmeye dair bağlılık içeren bir seçim olduğun görebilir. Tam tersine, aynı evde yaşamanın kendisinde kaygı oluşturması farklı bir öneminin (örneğin, belki de ilişkideki gerilimin kaynağıydı) olduğunu önerebilir ve bu farklı bir seçime yönlendirebilir.

Duygusal tepkiler de bizim için önemli olanların ölümünün ardından yapacağımız diğer birçok tercih hakkında bilgi almaya yardımcı olabilir. Ölen kişinin hangi eşyalarının kalacağı veya verileceği, hangi hayır kurumları ölen kişinin mal varlığını almalı, ölen kişinin sosyal medya hesabını silmeli mi? Yas, kayıpla nasıl yaşamamız gerektiği hakkında bizim adımıza kararlar veremez ama yas duyguları, bu tür seçimlerde bizim için önemli olan değerleri kavramamıza yardımcı olur. Üzgünlük ve kayıp hissi ölen kişinin özelliklerini ve onların yokluğunda bize etkilerinden hangisini en çok devam ettirmek istediğimizi vurgulamaya yardımcı olabilir.

Bu nedenle yas sırasında yaşadığımız duygular değer verdiğimiz şeyleri daha net bir şekilde ortaya çıkarabilir. Peki sonuç? Yas tuttuğumuzda elimize kimliklerimizi yeniden inşa etmek ve kendimizi daha iyi tanımak için bir alet verilir. Rainer Maria Rilke’nin yazdığı gibi “Başkalarının ölümü bize ‘acı verme’nin yanında bizi o varlığı ve kendimizi anlamak açısından daha mükemmel bir anlayışa yükseltir.

Yasın her tezahürü yardımcı olmaz. Bazen acıları çekilemez hale gelir. (Ne yazık ki yas, intihar için bir risk faktörü.) Yine de yasın kötü hissettirmesine rağmen çoğunlukla özbilinç için bir fırsat olması yas paradoksunun çözümünü gösterebilir. Yasın stresli olduğuna hiç şüphe yok. Ama mümkün olduğunda kısa sürede geçmesini ummamız gereken utanç verici bir ruh hali değildir; kayba karşı uyum sağlamak için potansiyel olarak güçlü bir yoldur. Bu yüzden bizim gibi ölümlü canlılar yas duygusunu hissedebildiği için minnettar olmalı.


Michael Cholbi – “There is consolation in a philosophical approach to grief”, (Erişim Tarihi: 23.09.2024)

Çevirmen: Burak Sankur

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Türkiye’de Ateizm – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Pragma Ekibine Konuk Olduk: Felsefe ve Eğitim – Taner Beyter & Cenk Özdağ

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü