Yaklaşık 14 yıldır ateistim. 2013 yılında Türkiye’deki ateistlerin ve non-teistlerin ifade özgürlüğü ile hukuki haklarını korumak adına başlatılan Ateistler Meclisi girişiminde ve daha sonra kurulan Ateistler Derneği’nde görevler aldığım için epey fazla ateist ve non-teist ile tanıştığımı söylersem abartmış olmam. Ki akabinde Ateist Dergi’de de belirli türden sorumluluklarım olmuştu. Tüm bunlar sahip olduğum ateist pozisyon ile diğer ateistlerin pozisyonlarını kıyaslama fırsatı sunmuştu. Bu fırsat, hem Türkiye’deki ateistleri, sahip oldukları görüşler üzerinden rasyonel bir kategoriye dayalı olarak anlayabilmeme hem de sahip olduğum ateist yaklaşımı kıyaslamalar yoluyla daha da içselleştirmeme yardımcı oldu. Bu yazı boyunca bahsedeceğim birçok konu başlığı bu deneyimlerin bir eseri. Nihayetinde “Türkiye’de ateizm” denilince artık zihnimde anlamlı bir bütün oluşuyor.
Türkiye’deki ateizmin gelişimini Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış olan materyalist ve non-ateist simalara atıf yaparak incelemekten bir miktar çekiniyorum. Beşir Fuad veya Baha Tevfik gibi birçok Osmanlı aydınının non-teist olduğunu ve yaklaşımlarında Batı’daki felsefi fikirlerden etkilendiğini biliyorum. Fakat amacım kökenleri Osmanlı’ya kadar inen bir soy kütüğü araştırması yapmak değil. Osmanlı dönemindeki non-teistler üzerine bir inceleme yapmak ciddi bir uzmanlık, zaman ve birikim gerektirir, bu konuda sözü uzmanlara bırakmak isterim.
Bu yazıda, görece yakın bir dönemdeki eğilimleri göz önüne alarak mevcut manzaraya bir bakış atacağım ve buradan da farklı ateist grup ile kimlikler olduğunu iddia edeceğim.
Başlamadan evvel önemsediğim bir ekleme yapmak istiyorum. Bir dünya görüşünün temsilcileri, benimsedikleri dünya görüşünün tüm nüansları hakkında hem fikir olmak zorunda değildir. Bir dünya görüşü etrafında kümelenen toplulukların kendi içerisinde birbirinden farklı düşünen alt topluluklar barındırmasını beklemek oldukça olağan. Bundan ötürü yalnızca birbirinden farklı düşünen veya farklı motivasyonlara sahip olan ateistler değil feministler, teistler, sosyalistler, milliyetçiler de vardır. Elbette insanların ateizme yönelmesinde yalnızca rasyonel gerekçeler değil aynı zamanda ideolojik, toplumsal ve psikolojik faktörler de oldukça olabilir, bu yalnızca ateizm meselesinde değil insanların siyasi görüşleri veya mezhepsel tutumları için de geçerli. Ancak unutmamak gerekir ki, bir fikri benimseme motivasyonumuzda toplumsal ve psikolojik faktörlerin etkili olması, o görüşün kesinkes yanlış olduğunu kanıtlamaz. Benimsenin fikrin doğruluk değeri kanıtsal değeri olan argümanlar ve akıl yürütmeler çerçevesinde belirlenebilir.
Üç Ana Grup
Sözünü edeceğim bu üç ana grup dışında başka gruplar veya eğilimler de var olabilir. Ancak ben birazdan sözünü edeceğim bu üç grubun farklı dağılım ve oranlarda da olsa hala varlığını sürdürdüğünü düşünüyorum. Burada yaklaşık bir manzara sunmaya çalışacağım.
Birinci Ateistler: Aktivistler
Politik ve aktivist, ateizm sahip oldukları dünya görüşünün bir sonucu veya parçası.
Bu grup, ateizmlerini mevcut ideolojik ve politik görüşleri aracılığıyla veya dolayısıyla benimsemiş olan solcu, ulusalcı, sosyalist veya Marksist entelektüellerden oluşuyor. Bu kesimin, tarihsel olarak daha erken dönemlerde, özellikle 1950’lardan 1980’lere değin yükselen politik tartışmalarda kendilerini göstermiş olduklarını söylemek mümkün. Bu grup ülkemizin politik tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan 68 kuşağı ile yakından ilişkilidir demek bu açıdan yanlış değildir. Biraz daha açık konuşmak gerekirse, ateizmleri, benimsedikleri materyalizmin veya başka türden politik görüşlerinin bir sonucuydu. Aralarında akademisyen, parti yöneticisi, politikacı, gazeteci veya aktivist gibi farklı meslek gruplarını görmek mümkün. Mevcut yaklaşımları yeni bir toplum tasavvuru üzerine kurulu olduğundan ötürü doğrudan ateizm üzerine pozitif bir yaklaşımı benimsemektense sahip oldukları politik ve toplumsal görüşün bir sonucu olarak “sonuç olarak ateist” (veya deist)’lermiş gibi görünüyorlar. Halkın benimsediği dini görüşleri materyalizm (maddi koşullar) temelinde tahlil ederek, sahip oldukları politik görüşle uyumlu bir pozisyondan din mefhumunu incelerler. Bu anlamda buluştukları ortak değer olarak ateizmden ziyade materyalizm ve politik bir amaçtan söz etmek mümkün.
Sözünü ettiğim bu grup belirli bir yaş ortalamasına sahip ve görece din dışı bir yaşam sürmeyi içselleştirmiş insanlardan oluşuyor. Marx’ın “Yahudi Sorunu” ve Lenin’in “Din Üzerine” adlı metinleri geliştirdikleri yaklaşımı kavramak için önemli olsa da asıl atıf kaynakları Feuerbach’ın “Tanrıların Doğuşu” ve “Hristiyanlığın Özü” adlı metinleridir. Feuerbach yabancılaşma olgusunda dini inançların merkezi önemine antropolojik bir yaklaşım geliştirmişti, örtük varsayımlarında birincil ateistler de din ile yabancılaşma olgusu arasında felsefi bir bağ kururlar. İddialarında bu epistemik zemini sık sık görebilirsiniz.
Bu grup, çoğu zaman Marx’ın “Din halkın afyonudur” ifadesi üzerine dönen bir külliyat ile anılır. Ancak bu ifadenin külliyat içerisinde çok farklı yorumları mevcut. Bu ünlü atıf demin sözünü ettiğim yabancılaşma ve maddi koşullar vurgusunu içerisinde taşıyan bir epistemik zemine işaret ediyor: “Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin [ruhun] dışlandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.” (1)
Bu grubu anlamak için üç isme bakılabilir: Behice Boran, Mehmet Ali Aybar ve Hikmet Kıvılcımlı.
İkinci Ateistler: Anti-teistler
Radikal Aydınlanmacı, doğrudan din özellikle İslam'a karşı oldukça eleştirel.
1980’lerden itibaren bilhassa 1990’larda altın çağını yaşadığını söyleyebileceğimiz İkinci Ateistler, büyük oranda İslam’a yönelik içeriden radikal bir eleştiriyi benimsiyor. Grup içerisinde bazıları, toplumsal gelişimin önündeki en büyük engel olarak örgütlü dinlerin yıkıcılığına ve olumsuz etkilerine dikkat çekmeyi önemser. Hurafeler, batıl inançlar ve tarikatları aydın bir toplumun önündeki en büyük engeller olarak görürler.
İddiaları büyük oranda İslam, Hristiyanlık ve Musevilik’e odaklanmış olup bu topraklarda yaşadıkları için İslam’a daha çok ağırlık verdiklerini görmek şaşırtıcı değildir. Negatif kimliklenme, var olmaya başlamalarında en baskın motivasyon olabilir.
Bulundukları pozisyonda, doğrudan doğruya Kur’an ve hadisleri eleştirerek ateizmlerini bu karşıtlık üzerine inşa ederler. Muazzez İlmiye Çığ, Turan Dursun, Erdoğan Aydın, İlhan Arsel gibi isimlerin başını çektiği bu grup genellikle bir grup araştırmacı-yazar, akademisyen, gazeteci ve düşünürden oluşuyordu. Bir önceki gruba kıyasla politik gündemi boş bırakmasalar da Mezopotamya tarihi üzerinden İbrahimi dinlerin Sümer veya diye antik dinlere dayanan kökenleri üzerine eğilirler ve şeriatın bir toplum için büyük tehlike olduğunu savunurlar. Tarih, arkeoloji, dinler tarihi, mitoloji gibi sosyal bilimlere dair meselelere ağırlık vererek dinlerin insan bilgisinin sınırlı kapasitesinin sonucu olarak var olduğunu iddia ederler. Ben özellikle Fransız Aydınlanmasında kendini gösteren mekanik materyalizmden epey etkilendiklerini düşünüyorum.
Doğrudan din felsefesine içkin bir felsefi argümantasyona pek başvurmazlar, kaldı ki böyle bir iddia da bulunmamışlardı. Çoğunlukla, ateistik din felsefesi değil İbrahimi dinler özelinde teoloji eleştirisi yapmak gruptaki hakim eğilimdi.
Diğer yandan siyasi yelpazede daha çeşitli bir grup gibi görünseler de ekseriyetle ulusalcı ve aydınlanmacı fakat bazılarının milliyetçi ve sosyalist olduğunu söyleyebiliriz.
Üçüncü Ateistler: Radikal Bilimciler
Radikal Bilimcilik ön planda, felsefeye görece mesafeli, dijital bilgi odaklı akıl yürütmeler.
2010’lardan itibaren Facebook ve bloglarda örgütlenen görece daha geniş bir alana yayılan genç kitleden oluşurlar. Özellikle Karikateist sayfası ve Ateistforum blogunda buluşup; kimi zaman fiziksel olarak görüşüyorlardı. Bu etkileşimin bir sonucu olarak Ateist Meclisi’ni kurarak Ateistler Derneği ve Ateizm Derneği, Ateist Dergi gibi daha kurumsal oluşumlarda yer edinenler de olmuştu, yani aslında somut anlamda ilk kez bir araya gelme fikrini hayata geçirmede etkileri büyüktür. Aralarında Birinci Ateistler ve İkinci Ateistlerden insanlar olmakla birlikte; çoğunluk olarak İnternet Ateistleri ve Yeni Ateistlerin daha baskın olduğunu söyleyebiliriz. Bazılarının, doğrudan din felsefesi ile ilgilenmek yerine birinci ateistlerden materyalist yaklaşım ve ikinci ateistlerden içkin din-eleştirisi genlerini miras aldıklarını iddia edebiliriz. Ayırt edici bir nokta olarak bilime aşırı güven ile karakterize edilebileceklerini söylemek mümkün. (Bu açıdan benim de bir parçası olduğun bilim sitesi Evrim Ağacı’nı takip eder ve severler). Bugün bu grubun daha çok YouTube Ateistleri etrafında kümelenmeye başladıklarını söyleyebiliriz.
İkinci Ateistlerden devraldıkları genetik mirastan ötürü ateizmi daha agresif bir biçimde savunmaya dayalı psikolojik motivasyon ile bilimin bize birçok asli soruda yanıt verebileceği şeklindeki epistemik motivasyonu birlikte taşırlar. Bazılarının felsefenin öldüğünü ilan etmesi veya din felsefesinin laf salatası olduğunu iddia etmesi yurt dışındaki bilhassa da Dawkins, Harris, Krauss gibi ateistleri takip ettikleri izlenimi uyandırır.
Dördüncü Bir Eğilim/Grup Var mı?
Ben dördüncü bir grup olarak Felsefi Ateistlerin de olduğunu iddia ediyorum (Bu tanımlamayı bir tartışmada ilk kez Berat Mutluhan Seferoğlu’nun kullandığını gördüm). Felsefe Ateistler, yüzünü din felsefesi, metaetik, epistemoloji ve metafizik gibi disiplinlere döner. Açıkçası Dördüncü Ateistlerin de Felsefi Ateistler ile özdeşlemesini ümit ediyorum. Elbette sınırını çizdiğim bu tasvirin birçok istisnai örneği olabilir veya başka türden eleştiriler gelebilir; ciddi bir teori inşa etme iddiasında da değilim. Fakat ülkemizde ateizmin felsefi savunusunu ortaya koyan kitapların sayısının çok olmayışının sebebi, bana, Felsefi Ateistlerin sayısının az olmasıymış gibi geliyor. Yerli bir yazar tarafından, doğrudan savunduğu ateist yaklaşımın felsefi savunusunu yapan neredeyse hiç kitap olmaması tesadüf değil (Bir kitap var ama yeterli kalitede olduğunu düşünmüyorum).
Felsefi ateistlerin sayısı diğer gruplara oranla çok az olmasına rağmen en yüksek çeşitlilik oranına sahip olan grup olabilirler: Aralarında Liberal, Atatürkçü, Sosyalist, Vegan, Feminist, Anti-Natalist ve az da olsa Alt-Right/Muhafazakar ve başka türden dünya görüşüne sahip insanlar olabilir. Hatta bu dünya görüşlerinin birkaçını aynı anda benimseyebilirler.
Peki bu grubun ayırt edici özellikleri nelerdir? Din olgusunu din felsefesi temelinde ele almak en baskın eğilim olabilir. Ayrıca agresif olmamak yani İslam’ı yeterince eleştirmemek, ateizmi hiddetle savunmamak gibi eleştirilerle karşı karşıya kalırlar. Daha ılımlı olmak ve tartışmalarda felsefi bir arka plan ile akıl yürütmeyi takip ederek olasılık değerleri veya yaklaşık manzara üzerinden konuşmayı önemserler.
Sonuç
Buraya kadar var olan izahımda bir doğruluk payı varsa sözünü ettiğim farklı ateist grupların birbirinden kesin sınırlarla ayrılmasını da beklemek zorunda olmadığımızı tekrar hatırlamam gerekir. Örneğin bir ateist hem birinci grup içerisinde hem de üçüncü grup içerisinde olabilir, aynı anda etkili olan eğilim ve motivasyonlardan ötürü (rasyonel argümanlar veya sosyolojik faktörler vb) aynı anda birkaç gruba dahil olmak mümkün.
İnsanlar dünya görüşlerini birden bire değiştirmez. Bir görüşü, bir sabah uyandığınızda veya birden bire, hemencecik benimsemeyiz. Bir takım eğilimleri kümülatif olarak birikerek somutlaşır ve zamanla bir dünya görüşüne dayalı kimlik halini alır. Şayet ateizmin veya non-teizmin doğru olduğuna inanıyorsanız bir kimliği temsil ettiğinizi ve bu kimliğe mesafeli duran insanların gözünde taşıdığınız kimliğin değerine olumlu veya olumsuz katkı sunduğunuzu unutmamalısınız. İnsanlar eylemler kadar samimiyet ve tutumları da önemserler.
Türkiye’de ateizm veya non-teizmin artan kitle iletişim teknolojileri sayesinde bir miktar yayıldığı ve daha görünür olduğunu düşünüyorum. Entelektüel iklimimizde hangi tür ateizmin daha saygın bir pozisyonda olacağını, elbette bizzat ateistlerin kendileri belirleyecektir.
[1] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, 1997, s.192.