Normatif Etik Kuramlar Ben – Öteki Asimetrilerine Yeterince Duyarlı mı? (3) – Taner Beyter

/
122 Okunma
Okunma süresi: 15 Dakika

Etik meseleleri konu edinecek olan bu kısa yazı serisinin ilkine şuradan: Gayrıbilişselcilikteki Problem Ne? (1), ikincisine ise şuradan: Tuhaflık Argümanı’nda Tuhaf Olan Ne? (2) erişebilirsiniz. Toplamda 10’a ulaştığımızda yazı serimiz bitecektir.


Başkasının başına gelebilecek bir zararı engelleme imkanımız olduğu halde eğer bunu yapmıyorsak, bu ahlaken yanlış görünür. Fakat bizzat bizim başımıza gelebilecek bir zararı engelleme imkanımız olduğu halde bunu yapmıyorsak, bu eylemimize ahlaken yanlış yerine “akılsızlık veya aptallık” deme eğilimi kendini gösterir. Peki ama niçin? Şayet bir eylem, o eylemi gerçekleştirenin aleyhine ama başkasının lehine ise burada bir “asimetri” olduğunu söylemek yanlış durmamaktadır. Ahlaken makul ve daha tutarlı görünen bir teorinin, hem eylemi gerçekleştirene yani ahlaki faile hem de söz konusu eylemden etkilenenlere aynı oranda pozitif bir ahlaki değer atfetmesini bekleriz. Yani bir ahlak kuramının ben-öteki ilişkisi söz konusu olduğunda, ki ahlak felsefesi kapsamı içerisindeki birçok mesele böyledir, ahlaki bir simetriye sahip olmasını isteriz: hem fail hem de eylemden etkilenenleri eşit düzeyde kucaklayan bir teori ilk bakışta daha tutarlı görünür.

Eğer etik teorimiz, bir eylemin failin kendisine zarar verip vermediğine kayıtsız kalıyorsa o halde failin kendisini değersizleştiriyor olabilir. Fakat bu, failin kendisinin zarar veya faydasını her şeyin üstüne tutmanın “tamamlanmış bir etik teorisinin” en asli özelliği olduğu anlamına gelmez. Olması gereken şey fail-tarafsızlığa daha duyarlı bir etik teori talebidir belki de.

Şimdi, fail-duyarlılığı konusunda üç pozisyona bakalım:

  • Şayet bir eylem, tüm diğer şartlar eşitken; eylemi bizzat gerçekleştiren faile faydalı ve iyi ama eylemden etkilenen diğerlerine zararlı ve kötü ise; ve bu durum ahlaken teori içinde onaylanıyorsa o halde biz buna “fail-taraflı asimetri” diyeceğiz.
  • Şayet bir eylem, tüm diğer şartlar eşitken; eylemi bizzat gerçekleştiren faile zararlı ve kötü ise ama eylemden etkilenen diğerlerine faydalı ve iyi ise, ve bu durum ahlaken teori içinde onaylanıyorsa o halde biz buna “fail-fedakarcı asimetri” diyeceğiz.
  • Şayet bir eylem, tüm diğer şartlar eşitken; eylemi bizzat gerçekleştiren ile eylemden etkilenen diğerleri arasında herhangi bir ahlaki öncelik onaylaması yapmadan, eylemin bazı durumlarda fail için yararlı ve iyi olup diğer insanlar için zararlı ve kötü olabileceğini veya fail için zararlı ve kötü olup diğer insanlar için yararlı ve iyi olabileceğini söylüyorsa biz buna “fail-tarafsız simetri” diyeceğiz.

O halde Ahlaki Egoizm, Kantçı etik, Faydacılık (eylem faydacılığı/eylem sonuççuluğu) ve Erdem Etiği’nin fail-duyarlılıklarına bakalım.

Ahlaki Egoizm Epey Fail-Taraflı Asimetriktir.

Ahlaki Egoizm kişisel menfaatimize olan şeyi yapmaya ihtiyacımız olduğunu, bunu yapmamızın iyiliğimize olduğunu ve nedenle de her zaman bunu tercih etmemiz gerektiğini söyler (Doğamız gereği ve eldeki empirik verilere dayanarak bencil olduğumuz görüşü psikolojik egoizmdir, bundan söz etmiyoruz). Ahlaki egoizme göre bir eylemi ahlaken doğru yapan şey, onun bizim menfaatimize olup bizi daha iyi hale getirmesidir. Yalnızca benim menfaatime olduğunda ve beni daha iyi yaptığında başka birine yardım etmek zorunda olurum.

Geleneksel bir örnek olarak, bir ülkede seçim olduğunu düşünün. Başa gelecek olan lider hem kendisi hem de o ülkede yaşayanların iyilik düzeyleri üzerinde epey yetkili olacaktır. Ahlaki egoistlere göre seçime giren her aday kendi menfaati için en iyi olan şeyi yaparak seçimi kazanmalıdır. Fakat seçimi aynı anda iki kişinin kazanamayacak olması ve ahlaki egoizmin burada çıkmaza girmesi asıl problem değildir. Asıl problem kendi için en iyi olanı yapıp başa gelen bir diktatörün, kendisi dışındaki çok çok fazla öteki insanın aleyhine bir şey yapacak olması durumunda karşımızda nasıl bir ahlaki manzara olacağıdır. Öyle görülüyor ki ahlaki egoizm çoğu durumda, fail-taraflı bir asimetriyi onaylayabilmektedir: eylemi gerçekleştirenin lehine ama ötekilerin aleyhine. Daha iyi kavramak adına, Singer’ın Gölet’te Boğulan Çocuk örneğini düşünelim: Yeni aldığınız takım elbise ile sizin epey menfaatinize olan ve yalnızca sizin aday olduğunuz yüksek maaşlı bir iş görüşmesine giderken hiçkimsenin olmadığı bir sığ gölette boğulan çocuk gördünüz diyelim. Çocuğun hayatını kurtarmanın maliyeti takım elbisenizin ıslanması ve iş görüşmesine geç kalacak olmanız olacak. Bu durumda bir ahlaki egoist ne yapar? Kendi menfaatine olanı bir kenara bırakıp gölete atlayarak çocuğu kurtarma seçeneği onun için pek cazip olmayacaktır. Ahlaki egoizm söz konusu olduğunda çoğu durumda açıkça fail-taraflı bir asimetri vardır ve bunun ahlaken yanlış olduğunu söylemek için elimizde çok güçlü gerekçeler bulunuyor gibi duruyor.

Kantçı Etik Fail-Fedakarcı Bir Asimetri mi Doğurur?

Kantçı etik hakkında bir şey yazmaya başladığımda artık oldukça temkinli davranıyorum. Bu ahlaki teorinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair Kantçılar arasında bitmek bilmeyen tartışmalar, bulanık bir ahlaki teoridense, yeterli ve asgari düzeyde entelektüel ilgiyi gösterdiğimizde bize daha açık görünen bir ahlaki teoriyi benimsenin daha iyi olduğunu düşünmeme neden oluyor, hele de insanların çoğu bu türden bilişsel çaba gerektiren şeylerden kaçınıyorken (Elbette bu sözünü ettiğim şey epistemik değil pragtamik bir itiraz). Kant’ın yalnızca yazım tarzındaki kuruluk değil Kantçı etik çalışanlar arasındaki epistemik akran sürtüşmesi de ayrı bir problem gibi duruyor. Bir ahlaki teorinin en temel nitelikleri veya nasıl uygulanacağı konusunda bizzat o teoriyi benimseyenler arasında bile büyük ihtilaflar varsa, bu pek istenildik bir durum gibi görünmüyor. Fakat yine de itiraf etmek gerekir ki, modern felsefenin en büyük bir isimlerinden biri söz konusu olduğunda belki de böyle bir manzaranın olması o simanın büyüklüğü ve etkisinin doğal bir sonucudur. Kantçı etiğe böylesi bir not düşerek başlamamın sebebi, onun teorisinin fail-fedakarcı mı yoksa fail-tarafsız mı olacağı konusundaki fikirlerimin eleştiriye açık olduğunu baştan kabul ettiğimi göstermek içindir. Muhtemelen hangi ahlaki pozisyondan baktığımıza göre değişecek fakat benim için Kantçı etik çoğunlukla fail-fedakarcı gibi duruyor.

Kantçı etik, ‘ne olduğumuza’ dair, yani kişilere ilişkin bir görüşe dayanır. Fakat bu ifade yanıltıcı olmamalıdır. Ona göre insanlar özünde saygıyı hak eden rasyonel yaratıklardır ve sözünü ettiğimiz bu rasyonalite kategorik zorunluluk adını verdiği etik ilkelerin temelini oluşturur. Buraya kadar ki ifadelerimiz Kantçı etiğin fail-taraflı olduğunu değil, insanın ne olduğu ve doğasını önemsediğini göstermektedir.

Kant’ın etik anlayışının en az iki (genelde üç) önemli yanı olduğu düşünülür:

  • İlk olarak, ona göre belirli bir amaca ulaşmak için belirli bir şekilde hareket etme ilkesi olarak “maksim”ler oldukça önemlidir. Eğer bir maksim, evrenselleştirilebilir ise herkesin bu yasaya uygun olarak davranması gerekir. Bunu şöyle bir ilke olarak ifade edebiliriz: “Sadece, maksim olarak evrenselleştirilmesi mümkün olan eylemlere göre hareket edin.” Bu ilkenin fail-taraflı olmaktan ziyade fail-fedakarcı olduğunu düşünüyorum; çoğu durumda yalan söylememe maksimi ile hareket eden kişi kendi zararına olan şeyler yapmak zorunda kalacaktır çünkü bazen kendi iyiliğimiz için yalan söylememiz gerekebilir. Kant etiğin, “bazen” şeklinde bir gevşetmeye izin verdiğini sanmıyorum. Ayrıca evrenselleştirilebilirlik, bizzat kendimiz yani fail için spesifik istisnai kurallar yapmanın yanlış olduğunu da açıkça ima ediyor.
  • İkinci olarak, Kantçı etiğe göre insan araç olmamalı ama hep amaçlanmalıdır. Bu ilke şöyle ifade edilebilir: “İnsanlığa, ister kendi kişiliğinde ister başkasının kişiliğinde, asla bir amaca yönelik bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak davran.” Her ne kadar Kant insanın doğası ve rasyonalitesi gereği saygıyı hak eden varlıklar olduğunu düşündüğü için “insanı araçsallaştırmamalı, amaçlamalıyız!” dese de, konumuz açısından bu ilkenin de bağlamı değil ama pratik sonuçları açısından fail-taraflı bir patikanın yolunu açmadığı açıktır. Çoğu durumda insanları amaçlayacağımız ve hiçbir zaman onları araçsal iyilikler için kullanamayacağımızdan ötürü bazen kendi menfaatimize olan şeyleri kaçırabiliriz. Fakat bu ilkenin doğrudan böyle bir yoruma indirgenmesinin şüpheli olduğunu kabul ediyorum, her zaman için insanı amaçlamak bazı durumlarda fail-taraflı bazı durumlarda ise fail-fedakarcı sonuçlara sebebiyet verebilir. Bu, söz konusu ilkeyi nasıl yorumlayacağımız ile ilgili gibi duruyor.

Fakat şu söylenebilir: Başkasına zarar vermek ile failin kendisine zarar vermesi ikiliği söz konusu olduğunda, evrenselleştirilebilir maksim olan, insanı amaçlayan, irade ve rasyoneliteye dayanan ödevleri takip etmenin fail-fedakarcı sonuçları olmasını beklemek akla yatkındır.

Şu soruyu sormak anlamlıdır: Kantçı etiğe göre başka insanların mutluluğundan fayda sağlama veya mutluluğuna katkıda bulunma yükümlülüğümüz varken kendi iyiliğimizi ve mutluluğumuzu sağlama yönününde bir ahlaki yükümlülüğümüz var mı? Kendimize zarar vermeme ve kendimizi koruma yükümlülüğümüz varken kendimi mutlu etmek gibi doğrudan bir ahlaki yükümlülüğümüz var mı? Kantın görüşü mutluluk gibi çok asli bir meselede fail-fedakarcı asimetrik gibi duruyor. Bir eylemin ne kadar ahlaki ve değerli olduğu failin iyiliğinden ziyade başkalar insanın refahına ne kadar katkı sağladığında duyarlı gibi görünüyor.

Faydacılık Fail-Tarafsız Simetriktir.

Şimdi Faydacılığı düşünelim. Şayet gerçekleştirdiğim x eylemi, kendime iyilik yapmaktan çok başkalarına iyilik sağlıyorsa, kendimi kayırarak başkalarının iyiliğini umursamamamın yanlış olacağını söyler. Faydacılığın en bilindik ve tartışmalı ilkelerinden biri olan toplam fayda ilkesi bile, “toplam fayda miktarını arttıran şeyin ahlaken doğru, azaltan şeyin ahlaken yanlış olduğu” şeklindedir. Dikkat ederseniz teorik boyutta henüz bir fail vurgusu bile yok.

Korsgaard’ın da ifade ettiği gibi failler ahlaki iyiliklerin konakladıkları yerler gibidir. Bu teoriye göre; eylemler ürettikleri iyi sonuçlara göre ahlaki bir statü kazanırken az sayıdaki failin daha yüksek fayda sağlaması uğruna çok sayıdaki failin zarar görmesini veya faydayı kaçırmasını onaylanmaz. Yani Faydacılar ahlaki egoist değildir, failin bizatihi kendisinin menfaatlerini ahlaki önceliklerde en üste koymazlar, toplam fayda veya en iyi sonuçların her zaman için amaçlanması gereken şey olduğunu vurgularlar. Bu açıdan teoriye göre, bir p kişisi kendisinin daha az yararına olan bir şeyi bir başkasının daha büyük bir yararına olana tercih ederek yanlış bir şey yapar. Fakat burada faili feda etmekten ziyade fail-tarafsız bir şekilde eylemlerin daha çok iyi sonuçlar üretmesine odaklanılır (Eylem faydacılığını dikkate aldığımızı not alalım). Çünkü onlara göre muamele istikrarı hiçkimse yani hiçbir fail, lehine veya aleyhine bozulmamalıdır. Slote’un faydacılık ile ilgili kavrayışı da tam olarak buraya vurgu yapıyordu:

… Sonuççuluktaki, eğer bir şeye bir bireyle ilgili olarak izin verilirse, ahlaki yargıların dayandığı nedensel-değerlendirici olgular aynı kaldığı sürece bu başka biri için kabul edilebilir. Örneğin, eğer başka birini incitmeyerek daha fazla iyilik yapabilirken bunu yapmayarak birine zarar vermem yanlışsa, o zaman benzer durumlarda kendime zarar vermem de yanlıştır. Başkalarına yardım etmek için kendime zarar verdiğimde bile, eğer kendime iltimas edip başkalarına daha az iyilik yapabileceksem benim eylemim yanlış olacaktır. Bununla birlikte, eğer failin tek seçeneği kendisine yardım etmesi ile başka bir kişiye tam olarak aynı ölçüde yardım etmesi arasındaysa, kabul edilen her türlü sonuççuluğa göre bu iki olası eylem eşit ahlaki derecede ve statüdedir.

Failin kendisine x kadar fayda sağlamak ve başkaların y kadar fayda sağlamak ile başkalarına y kadar fayda sağlama seçenekleri söz konusu olduğunda; faydacı için ilk eylemin pozitif ahlaki değeri vardır. Hem fail hem de başkasına faydalı olmak toplam fayda açısından daha iyidir. Bu fail-tarafsızlık için bir başka örnek teşkil eder.

Erdem Etiği Fail-Taraflı mı, Fail-Fedakarcı mı, Fail-Tarafsız mı?

Erdem etiği nedir? Çağdaş analitik felsefedeki etik tartışmalarda epey etkili bir isim olan Philippa Foot, erdemlerin en temelde üç özelliğine vurgu yapmıştı: ilk olarak erdemler, onlara sahip olanlara ve başkalarına faydalı olan şeylerdir. İkinci olarak, bir iradenin eğilimidirler. Üçüncü olarak ise, insanların bazı genel kötü eğilimlerini düzelten şeylerdir. Erdem etiği ilk olarak bu niteliklere bir karakter özellikliği olarak haiz olmayı önemsemektedir (Foot erdemlerin onlara sahip olanlara her zaman faydalı olmayabileceğini daha sonra tekrar tartışmıştır).

Peki erdem etiğinde fail-duyarlılığı ve ben-öteki asimetrisi tartışması nasıl bir hal alır? Erdem olduğunu söylediğimiz şeyler kime yararlı olduğu veya ben-öteki ilişkisinde kimi öncelediğine bakmaksızın, “erdem” olarak tanımlanırlar (Erdem sonuçculuğu söz konusu olsa bile ciddi bir değişim olmazdı). Hem Foot hem de Slote gibi çağdaş erdem etikçileri için benimsedikleri ve Aristoteles’in fikirlerinin kapsamının genişletildiği çağdaş erdem etiği teorisi, fail-taraflı veya fail-fedakarcı asimetrileri amaçlanan veya kuramlarında bunları taşınan bir yapıda değildir. Çünkü onlara göre, her kime yönelirse yönelsin, bir şey erdem ise “iyi”dir. Örneğin ölçülülük veya cesur olma erdemlerini düşünelim, bu erdemler olmaksızın insanların iyi durumda olmalarını beklemezdik. Söz konusu erdemler hem bu erdeme sahip olanların hem de diğer insanların iyi durumdalıklarına katkı sağlar. Kibir bir erdem değildir, çünkü hem kibirli olana hem de diğer insanlara zarar verir. Peki tüm erdemler böyle midir? Bu nokta biraz tartışmalı, çünkü bazı erdemler fail-tarafsız simetriye sahip olmayabilir: örneğin yardımseverlik veya adil olma erdemleri ilk bakışta doğrudan fail yerine öteki insanlara yönelik faydalı gibi duruyor. Adil olma adına sahip olduğunuz ev ve arabayı kaybetmeniz gerektiğinde, bu sizden ziyade öteki kişi için iyi olacaktır. Bu açıdan bazı durumlarda bazı erdemler failin kendisinden ziyade başkalarına yararlı olacaktır. O halde belki de şöyle söylememiz gerekir, erdemler genel anlamda yararlı şeylerdir, genel anlamda hem erdemlere sahip olanlara hem de öteki insanlara yarar sağlarlar. Erdemlerin tanımlarken veya onların ahlaki doğruluk statülerini tanımlarken faili mi yoksa öteki insanları mı öncelediğini doğrudan konu etmeksizin, onlara sahip olmanın iyi karakter özellikleri olduğunu vurgulamak gerekir. Bu açıdan erdem etiği ben-öteki ilişkisinde bir simetri sergiler, fail tarafsızdır.

Adil olma erdemine tekrar dönelim, adil olma adına evini ve arabasını kaybeden kişi kendi aleyhine ama başkasının lehine bir şey yapmışken başka bir zaman ve mekanda adil olma erdemi bizim lehimize ve başkasının aleyhine olabilir. Bu açıdan adil olma erdeminin ahlaki pusulası fail-taraflı olmaya kördür ve bu körlük de onun ahlaken iyi olmasını destekler. Failin kendisi, ben-öteki ilişkisi söz konusuyken erdemli olma şartı sağlandığında yarar veya zarar görebilir. Bir miktar ileri gidelim: adaletsiz davranmayı düşünmesine rağmen adil davranmayı seçen mi yoksa adaletsiz davranmayı hiç aklından geçirmeden adil davranan kişi mi daha erdemlidir? Elbette ikinci kişi daha iyidir, çünkü adil olma erdemi öyle bir karakter özelliği ve alışkanlık haline gelmiştir ki, kişi bu erdeme sahip olmanın genel olarak faydalı, iradenin açık bir tezahürü ve kötü eğilimleri ortadan kaldıran/düzelten bir şey olarak içselleştirmiştir. Herkes böyle olsaydı, ben-öteki ilişkisinde fail taraflılığı veya fedakarlığı gibi bir tartışmaya gerek kalmayabilirdi. Bu tahayyülü başka hangi normatif etik kuram için yapabiliriz? Erdem etiğinin güçlü yanlarından biri bu olsa gerek.

Peki çalışkanlık her zaman bir erdem midir? Bu bir dönem erdem etikçileri arasında ciddi bir tartışma konusuydu. Bir hırsız epey çalışkan bir şekilde hırsızlık planı yapıyorsa, yaptığı eylem bir karakter özelliği olarak erdem statüsünde mi olmalı? Yanıt hayır gibi duruyor. Belki de yalnızca iyi amaçlara yönelik eylemlerin erdem olabileceği şeklindeki geleneksel izahı akılda tutmak da fayda vardır.

Bir karakter özelliği olarak erdem, sahibinin gereksinimlerine fayda sağlamalı ve hizmet etmeli gibi duruyor. Eğer bir karakter özelliği sahibinin gereksinimlerine fayda sağlamıyor ve hizmet etmiyorsa ortada bir problem olduğunu düşünebilir. Fakat bunu “bıçak örneği” ile açmak iyi olabilir. Bir bıçak gibi işlevsel nesnelerde erdem olarak görülen şey, bıçakların kendilerine fayda sağlamayıp sadece onlara sahip olanlara fayda sağlamasıdır.

Bazı erdemler onlara sahip olanlara bazı erdemler ise başkalarına faydalı olur. Hem sahiplerine hem de başkalarına faydalı olabilmeyi aynı anda olmasa bile (aslında bazı erdemler söz konusu olduğunda da bazen aynı anda) fail önceliği vermeden sağlayabilmesi erdem etiğinin fail-tarafsız olduğunu düşünmek için güçlü bir gerekçe olabilir. Bir karakter özelliğinin sahibinin gereksinimlerine faydalı olduğunu duysam veya bir karakter özelliğinin sahibi dışındaki kişilerin gereksinimlerine faydalı olduğunu duysam, her iki durumda da ortada bir erdem olduğunu söylemem mümkün görünüyor. Nezaket, dürüstlük ve cömertlik sahibinden çok başkalarının gereksinimlerine iyi gelen erdemlerdir. İhtiyatlı olma, akıllı olma, soğukkanlı olma gibiler ise bizzat onlara sahip olanlara iyi gelen erdemlerdir.

O halde hem Faydacılık ile Erdem Etiği’nin buluştuğu bir nokta fail-tarafsız simetrik olmak olabilir:

  • Faydacılık (Eylem Faydacılığı): Fail-tarafsız simetri
  • Erdem Etiği: Fail-tarafsız simetri
  • Ahlaki Egoizm: Fail-taraflı asimetri
  • Kantçı Etik: Fail-fedakarcı asimetri

Burada dek anlattıklarımız ben-öteki asimetirileri ve fail-duyarlılığı meselesinin tek başına bir etik kuramın geçersiz olduğunu kanıtladığını iddia etmiyor. Her etik teorinin güçlü ve zayıf yönleri olduğu aşikar. Ben-öteki asimetrileri ve fail-duyarlılığı söz konusu olduğunda hangi etik teorinin daha güçlü olduğu özelinde bir ahlaki değerlendirmeye girişmek daha akla yatkın ve mütevazi bir yaklaşım olacaktır.


Not: Her ne kadar hem Michael Huemer’a hem de David Ross’a ayrı ayrı sempatim olsa da Ahlaki Sezgiciliğe yazının içeriğininin epey uzamasına neden olabileceği için yer vermedim, çünkü bu yaklaşım epey farklı nüanslara sahip.

Not 2: Normatif etik söz konusu olduğunda Rossçu çoğulculuğa, hem ahlaki sezgicilik hem (kısmen) deontoloji hem de erdem etiğinde bulunan güçlü yanları yakalayan daha çoğulcu bir yaklaşım olarak sempati besliyorum. Aynı oranda da dini ahlaktan ve Kantçı etikten epey uzak olduğum sezgisine sahibim.

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Metafiziksel Sonsuzculuk/Temelselcilik Tartışması – Maşuk Şimşek & Berk Celayir

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü