Etik meseleleri konu edinecek olan bu kısa yazı serisinin ilkine şuradan ulaşabilirsiniz: Gayrıbilişselcilikteki Problem Ne? (1) Toplamda 10’a ulaştığımızda yazı serimiz bitecektir.
Çalışmalarıyla analitik felsefe tarihinde bir kırılmayı temsil eden J. L. Mackie, 1977 yılında yazdığı Ethics: Inventing Right and Wrong adlı metnindeki Tuhaflık Argümanı (argument from queerness) ile tanınır. Bu argümana göre şayet nesnel ahlaki değerler varsa, onlar epey tuhaf şeyler olmalılar. Çünkü onlar beş duyu organımızla kavrayamaz veya ampirik olarak gözlemleyemeyiz. Bilimsel bir dünya görüşünün parçası olmaya epey uzaklar ve bilimsel metod ile incelenemezler. Mackie şöyle söylemektedir:
Şayet nesnel ahlaki değerler var olsaydı, o halde bunlar evrendeki her şeyden tamamen farklı, çok tuhaf türden varlıklar, nitelikler veya ilişkiler olurlardı. Buna bağlı olarak, şayet onları bilebilseydik de bu diğer her şeyi bilmek için kullandığımız sıradan yollardan tamamen farklı bir ahlaki kavrayış/algı veya sezgi yetisi aracılığıyla gerçekleşmek zorunda olurdu. (s. 38)
Bilindiği üzere Mackie’nin diğer birçok argüman ve iddia ile de zenginleştirdiği akıl yürütmesinin sonunda ulaştığı sonuç Ahlaki Hata Teorisi olarak adlandırılacaktır.*
Ahlaki Hata Teorisi’ne göre tüm ahlaki ifadeler ne doğru ne de yanlıştır; hatta kimilerine göre yanlıştır. Ahlaki hata teorisinin bir yorumuna göre, ahlaki ifadeler aktüel dünyadaki belirli türden nitelikler veya gerçeklere atıf yapar; bu açıdan ahlaki ifadeler yalnızca bir tutum olmayıp aynı zamanda ahlaki ifadelerin yöneldiği/işaret ettiği nitelik veya gerçekliklerin varlığını açıklama girişimidir.
Ahlaki Hata Teorisi’nin başka bir yorumuna göre ise sözünü ettiğimiz ahlaki ifadelerin betimlediği veya denk düştüğü nitelikler veya gerçekler diye bir şey yoktur. Aktüel dünyadaki var olan nitelikler veya gerçekliklere atıf yapmaya, onları betimlemeye çalıştığından ötürü de ahlaki ifadeler yanlış veya ne doğru ne yanlış olmalıdır. Şöyle düşünelim: şayet “Uçan kanatlı atların boyu 2 metredir” gibi bir ifade kullanırsam, bu önermenin betimlediği herhangi bir gerçeklik olmadığı için, önermem yanlıştır/hatalıdır. Bu açıdan da sahip olduğumuzu düşündüğümüz veya hissettiğimiz ahlaki yükümlülükler aslında geleneksel olarak bize öğretilen veya varsayımsal olarak var olan şeylerdir.
Kimileri Ahlaki Hata Teorisi’nin klasik teizmden bize miras kalan nesnel ahlaki yükümlülüklerin var olduğu iddiasına karşı bir tepki niteliğinde olduğunu düşünüyor. Aslında bir ateist belki de Ahlaki Hata teorisi gibi bir yaklaşımı benimsemelidir. Çünkü bu teoriyi savunanlara göre ahlaki dil kullandığımızda, dünyada bulunan spesifik nitelikleri betimlemeye veya bunlara atıfta bulunmaya çalışıyoruz. Ancak böyle şeyler yok; olsalardı da çok tuhaf şeyler olurlardı. Ayrıca bu spesifik nitelikler çıkarları veya tutumları ne olursa olsun tüm rasyonel faillere eylem nedenleri/gerekçeleri sağlayan nitelikler olmalıdır; ancak böyle bir durum da görmüyoruz. Böyle bir kavrayışın, Elizabeth Anscombe’un kavrayışında ulaştığı sonuçlardan biri ile bir miktar paralel olduğunu düşünüyorum.
Mackie ve Anscombe
Enscombe, Modern Moral Philosophy adlı makalesinde nesnel ahlaki değerler ile ilkelerin sanki bir Tanrı’nın varlığını gerektiriyor gibi göründüğünü ima etmişti. Çünkü ona göre şayet Tanrı bize ahlaki emirler vermiyorsa, “-meli, -malı” (ought) ifadeleri de dahil olmak üzere ahlaki iddialar hiçbir anlam ifade etmezdi. Çünkü “-meli, -malı” bize ne yapacağımızı söyleyen bir iradenin/gücün var olduğunu ima etmektedir. Ahlaki ifadeler doğası gereği normatiftir ve bu normatiflik temelini buyurgan bir ilahi güçten almalıdır. Şayet Tanrı yoksa ahlaki ifadeler normatif olamaz ve bu açıdan da ya yanlış ya da ne doğru ne yanlış olmalılardır. Bu açıdan belki de nesnel ahlaki değerler, ilkeler ve normatif ifadeler, Mackie’nin kavrayışıyla paralel bir şekilde teistik bir dünya görüşü içerisinde anlamlıdır. Mackie ile Anscombe’nin birbiriyle özdeş akıl yürütme ve argümanlara sahip olduğunu iddia etmiyorum; söylemek istediğim şey nesnel ahlaki ifadeler, değerler ve ilkelerin var olmasının en garanti yolunun teizmden geçtiği yönündeki bir ara öncülü incelemek (ve hatta onu yer yer eleştirmek) konusunda buluştuklarıdır. Ki bu da, bir tür İlahi Buyruk Teorisi’ni öyle veya böyle konu edindikleri anlamına geliyor. Yoksa Mackie’nin amacı ateistik bir dünya görüşüne sahip hata teorisyeni olarak metaetik bir yaklaşım geliştirmek ve teistik metaetiği eleştirmek iken Anscombe’un amacı Sonuççuluğu eleştirerek erdem etiğine doğru uzanmak ve Wittgenstein’cı kavrayışı daha ileri taşımaktı gibi görünüyor.
Anscombe’un ulaştığı sonuç ilahi buyruk teorisi gibi teistik bir metaetik veya Sonuççuluk gibi yanlış bir yaklaşımdan ziyade bir tür erdem etiğinin bize yol göstereceği şeklinde yorumlanabilir. Tartışmaya değer; kimi teistler ilahi buyruk teorisi ile erdem etiğinin çelişmediğini ve kombine edilebileceğini iddia edebilir. Bunu başka bir yazıda ele alacağım.
Mackie’ye dönelim.
Tuhaflık Argümanı’nda Tuhaf Olan Ne?
- Öncelikle bir şeyin tuhaf olması onun aktüel gerçekliği yani var olmadığı yönünde bir görüş için tek başına güçlü bir kanıt olmaz (Hakkını teslim etmemiz gerek bu teoriyi savunanların iddia ettiği de bu değil; fakat onlar en güçlü argüman olarak böylesi bir yaklaşıma sahipler). Tuhaf olan birçok şey vardır ve biz onların tuhaflıklarına rağmen aktüel varlıklarını veya gerçekliklerini kabul ederiz: kuantum fiziği, zaman, a priori ilkeler, özgür irade, kümeler gibi matematiksel nesneler vb birçok şey tuhaftır; ancak onların varlıklarını reddetmemiz için bu tek başına güçlü bir kanıt olmaz. Bir şeyin tuhaf olması, belki de o şeyin var olmadığı yönünde kümülatif bir delilsel ipucu yerine geçebilir. Ama daha açık bir şekilde sorulursa, tuhaf olan başka neleri elden çıkarmaya eğilimliyiz ve tutarlılık açısından, tuhaf olmalarının onların olmadıkları yönünde bir delilsel ipucu olarak sayılmaları metodunu başka hangi sahalara uygulamamız gerekir?
- Şayet ahlaki ifadeler, ilkeler veya gerçekler bu kadar tuhaf ise, nasıl olur da sezgisel olarak bu kadar açık bir şekilde çoğu kişi için kavranabilirdir ve bazıları için de ahlaken doğrudur. Bu tuhaflıkların sezgilerimizle örtüşmemektense örtüşmesi, sezgilerimize açık ve duyarlı olmaları ve sezgisel bir kavrayışla önermesel olarak doğru veya yanlış olduklarını söyleyebilmemiz oldukça tuhaf değil mi? Hatta Huemer’ın da söylediği gibi niçin karşı-sezgisel olmadıkları da sorulabilir. Qulianın kendisi de bu açıdan epey tuhaf değil mi? Öznel zihin durumlarının kendisini maddi şeylere indirgemekte zorlanmamız ve qualinın tuhaf görünmesi hakkında ne söylemesi gerekir bir Hata teorisyeninin?
- “Ahlaki yükümlülükler vardır fakat bu yükümlülükler varsayımsal ve gelenekseldir.” iddiası ikna edici mi? “Oyun izleme arzum varsa, futbol maçı bileti almak için bir gerekçen var.” türünden bir ifadede yer alan gerekçe varsayımsal bir sebeptir/gerekçedir. Kişinin psikolojik olarak elverişli olup bir arzuya sahip olacağı varsayımına ve bu arzuya sahip olduğunda ortaya çıkacağı şeklinde bir duruma dayalıdır. Şayet kişinin bu arzusu yoksa o halde bu gerekçe de olmayacaktır. Hata teorisyenlerin bazıları ahlaki gerekçelerin böyle olmaması gerektiğini düşünüyorlar: onlara göre ahlaki gerekçeler, kişinin arzuları veya çıkarları her ne olursa olsun geçerli olmalıdır. İstesem de istemesem de ya da bunu yapmak benim çıkarıma olsa da olmasa da, işkence gören bir bebeği kurtarmak için gerekçem olmalıdır. Bundan ötürü de bazıları “O halde ahlaki gerekçeler kategorik olmalıdır” der. Burada iki eleştiri öne sürülebilir: (1) gerçek ahlaki gerekçelerin kategorik olması gerektiğine yönelik iddia, a’nın a olması gerektiğini söylemek gibi değil mi? (2) kategorik olmasaydı bir gerekçenin ahlaki bir gerekçe olamayacağını söylemek doğru olmayabilir, belki de tüm gerekçeler, ahlaki gerekçeler de dahil olmak üzere, varsayımsaldır; niçin yalnızca ahlaki gerekçeleri konu ediniyoruz ki?
- Ahlaki doğrular doğası gereği normatifse yani “X, ahlaken doğrudur” dediğimde aslında “X’i yapmalısın” da diyorsam; ahlaki doğruları en iyi açıklayan teori bu doğruların platonik nesneler gibi var olduklarını iddia eden Ahlaki Platonizm ise ve; natüralizm tanımımızı radikal bir şekilde gevşetip Ahlaki Platonizm ise uyuşturabilirsek; Ahlaki Hata Teorisi’nin karşısında başka bir ateist/din-dışı rakip metaetik görüş de savunabiliriz. Tabi bunu yapmak epey zahmetli ve uzun bir iş olacaktır. Fakat belki de ahlaki doğrular, -meli, -malı’yı da tanımı gereği içinde barındıran brute fact’lerdir. Ve bu brute fact’ler bize tuhaf görünseler de vardırlar.
*Analitik felsefenin birçok farklı meselesine dair yaptığı çalışmalarla tanınan Türk felsefeci Selim Berker, Mackie’nin Ahlaki Hata teorisyeni olmadığını iddia ediyor. Okumaya değer oldukça ilginç bir makale.
Seri halinde 10 tane yazmayı planladığımız bu kısa etik yazıların ilki:
Halkınız ve kendi entelektüel gelisiminiz için çok emek veriyorsunuz, enerjinize hayranım Taner Bey.