Sosyalizm Modern Dinin Manzarasının Şekillenmesine Nasıl Katkı Sağlamıştır? – Julian Strube

//
2030 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Günümüzde çoğu insan için sosyalizm, seküler veya ateist bir dünya görüşüdür. 1917 Ekim Devrimi’nden bugüne dek, çoğu sosyalist rejim Marksist doktrinler üzerine inşa edildi ve açıkça din karşıtı tutumlar aldı. Ancak başka bir açıdan bakıldığında, laik ya da din karşıtı sosyalizm istisnai olabilir, dini sosyalizm bir zamanlar epey yaygındı. Karl Marx ve Friedrich Engels’in sosyalist öncü ve örneklerinin büyük bir kısmı çoğunlukla dindardı. Bilhassa Fransa’da, sosyalistler dinin kendisini politik vizyon ve pozisyonlarının ayrılmaz bir parçası olarak görüyordu.

19. yüzyılın ortalarından sonra, sosyalistler yeni spiritualist ve okültist dini hareketlerin kurucularıydılar. 19. ve 20. yüzyıllarda sekülerlik yanlısı bir güç olarak sosyalizmin bu rolü tesadüfi olup yalnızca sosyalizmin kendisine özgü değildi. Aslında sosyalistlerin din ile canlı ve verimli bir ilişkisi vardı. Örneğin 1820’lerde, ilk büyük sosyalist nitelikli toplumsal hareket olan Fransız Saint-Simoncular, kendilerini kiliselerinin havarileri ilan ederek Yeni Hristiyanlığı vaaz etmişti. Saint-Simoniancuların en dinamik sosyalist okullarından biri olan Fourieristler, ‘İsa Mesih’in Hristiyanlığına dönüşü’ dahi talep etmişti. 1840’larda önde gelen komünistlerden biri olan Étienne Cabet, komünizmi “İsa Mesih’in gerçek Hıristiyanlık”ı olarak tanımladı. Sosyalizm terimini ilk kullananlardan Pierre Leroux, onun anlamını “dini demokrasi” olarak açıklamıştı. 1843’te Engels, Fransızların ‘mistisizmine’ epey hayran kalmıştı, ancak daha sonra genellikle Marksizm’e eğilimli olan eleştirmen ve düşünürlerin çoğu, erken dönem sosyalistlerin dinselliğini üstünkörü bir dil veya çocuksu yaklaşımla reddetmeyi tercih etti. Ancak, durum bu kadar basit değildir. Birçok erken dönem sosyalist düşünürü, toplumu hem dini hem de sosyalist ilkelere göre tanımlamanın yollarını aramıştı.

İlk sosyalistler, Aydınlanmanın radikal taleplerine karşı koymak için din, bilim ve felsefenin bir tür “karışımını” yaratmaya çalışmıştı. (çev. not: Fransa ve kısmen İngiltere’de, Aydınlanma dönemi düşünürlerinin büyük bir kısmı dini, toplumsal gelişmenin önünde engel olarak görüyordu. Ayrıntılı bir okuma için şu yazımıza bakınız.) Onlar, Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin materyalizm, ateizm ve egoist bireyciliğine karşı bir tür “düzeltmeye” ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple Saint-Simoncular, ‘politik düzenin merkezinde bir dini kurum olacağını’ ilan etmişti. Bu kusursuz toplumda, bir rahip sınıfı toplumsal düzen ve uyumu korumakla görevli olacaktı. Hatta teokrasiyi, “politik ve dini yasaların özdeş olduğu ve toplumun liderlerinin Tanrı adına konuşanlar olduğu bir durum olarak” kabul ettiler, bu onlar için sosyalizmin ‘teokrasi’ kavramının da tanımıydı.

Erken dönem Sosyalistler, Katolikliğin uzun ve köklü geçmişini de takip ederek manevi bir otorite talebinde bulundular, Katolik Kilisesi’nin bünyesindeki evrensel birlik ve bütünlüğü model aldılar. Çağdaş reformist Katoliklerin pozisyonları çoğunlukla bulanıktı, özellikle de neo-Katolik bir hareket olarak adlandırılan ve 1830’ların başlarında “Hıristiyan bir sosyalizm talebi”ne dönüşün mimarı olan, rahip Félicité de Lamennais örneğini göz önüne alırsak. Lamennais’in epey etkili olan yazıları, söz konusu sosyalist hareketin ‘gerçek Hristiyanlığı’ kurma yönündeki eğilimini körükledi.

Sosyalizm seküler veya ateist olmak zorunda mıdır?

Öyle görülüyor ki 1848 Şubat Devrimi, yeryüzünde “Tanrı’nın Sosyalist Krallığı”nı kuramadı. Louis-Napoléon’un 1851’deki darbesiyle II. Cumhuriyet’in öldü ve tüm sosyalist faaliyetler yasaklandı. Böyle bir atmosferde, böylesi maneviyatın (spiritüalizmin) görünmesi bir sansasyondu.

Maneviyatçılık (spiritüalizm) 1848’de Amerika Birleşik Devletleri’nde, Fox kız kardeşlerin, ölülerin ruhlarına ‘zıplama’ tekniği yoluyla ile temas ettiklerini iddia ettikleri zaman ortaya çıkmıştı. 1853’ten itibaren, benzer fenomenler Fransa ve Almanya’da da birçok karışıklığa neden olmuştu. Sosyalistler, özellikle de Fourieristler, kısmen ABD sosyalizminden çıkmış olan evrensel uyum, evrensel cazibe, doğal güçler gibi ruhsal yenilenme teorilerini sosyalizm anlayışlarına dahil etmişlerdi. 1850’lerde çok sayıda sosyalist lider ve gazi, önde gelen maneviyatçılar haline gelmişti.

Aynı zaman diliminde, sosyalizmin geleceği ile ilgili tartışmalarda hızlanmıştı. Temmuz Monarşisi’nde, sosyalizmi canlandırma girişimlerinden biri olan “Ravue philosophique et religieuse”, aynı zamanda dini sosyalizm yanlısı ve onun eleştirmenleri arasındaki ilk çatışmalardan biridir. İkincisiyse sosyalist Siyonist Musa Hess’e ilişkin olandı. Cepheler oldukça belirgindi: editörlerin iddialarına öfkeli bir mektubun iddiasına göre, ‘bilimsel’ Alman sosyalizmi aydınlık bir geleceğe sahipken, Fransa’daki sosyalizmin başarısızlığı onun ‘teosofik ve dini sosyalizm’ olmasından kaynaklanıyordu.

1840’larda radikalliğiyle meşhur bir din adamı olan Alphonse-Louis Constant, ruhani eğimleri olan bir sosyalist olarak bilinirdi. O, 1810 doğumluydu, romantik sanatçıların ve sosyalistlerin dünyasına girmek için kendi dini kariyerini de terk etmişti. Constant, Lamennais’in öğrencisi oldu ve komünist bir “néo-katoliklik” ilan etti. Saint-Simonianlar ve Fourieristler gibi o da, yalnızca eğitimli bir elitin barışçıl bir devrim ile sosyalizmi kurabileceğini savundu. (çev. notu: Erken dönem Fransız sosyalistlerin çoğuna göre devrim, azınlık bir elit grubun barışçı eylemleri ile gerçekleşebilirdi. Daha sonraları Blanqui gibi daha radikal sosyalistlerin, suikast ve silahlı eylemlerde yapan bir elit grubun devrimi gerçekleştirebileceğini iddia ettiğini biliyoruz. Marx ve Engels ile beraber “bilimsel sosyalizm” taraftarları bunun yerine toplumun büyük bir kısmı olan sanayi işçilerin devrimciliğine odaklanmıştı. Bu sosyalizm için ilginç bir ideolojik serpilmeye işaret eder, “bilimsel sosyalizm” tanımının Marx ve Engels’in kendisini diğer franksiyonlardan ayırmak için kullandığını akıl tutmak önemlidir.)

Constans, Revue makalelerinde, gerçek sosyalizme ulaşmanın anahtarını bulduğunu iddia ediyordu: Kabala ve büyü doktrinleri. Onun çağdaşları bu iddialara, daha sonraki nesillere göre daha az şaşırmıştı: daha sonra sosyalizmin tarihyazımı – hem eleştirel hem de kendini referans alanlar – bu sosyalistleri Antik Gnostiklere kadar uzanan  ve mistiklerin, dini sofistlerin, Kabalistlerin, sihirbazların, Katharların veya Tapınakçıların sapkın geleneğinin mirasçıları olarak gördü. Constant, bu geleneğin hem gerçek dini hem de gerçek sosyalizmi temsil ettiğini, ancak bilgeliğinin ve özünün onu kötüye kullanımını engellemek için şifreli bir biçimde verildiğini söyledi. Ona göre bu gizli geleneğin şifresinin çözülmesi, insanlığın kurtuluşunu da beraberinde getirecekti.

Bu çalışmalarının yanı sıra, Constant modern okültizmin kurucusu Eliphas Lévi olarak ün salacağı bir takma ad kullanmaya da başlamıştı. Onun okültist çalışması “Dogme et rituel de la haute magie”nin (ya da hala etkili olan bir çalışma olan Dogma ve Yüce Büyü Ritüeli) ilk bölümleri 1854’te ortaya çıktı. Hem kitabı hem de sonraki kitaplarıyla Constant, ‘okültizm’i yayan ilk yazarlardan biriydi. Onun amacı, tüm insanlığı özgürleşmeye götürecek olan, üyesi olan herkesin eşit olacağı ve Tanrı ile evrensel bir birliktelik kuracağı rahip elit bir yapının kurulmasıydı. Constant’ın çalışmalarında, çağdaş sosyalist teorilerden yararlanarak geliştirdiği “evrensel bilim”, merkezi bir rol oynamaktaydı. Bu, kusursuz bir toplumsal düzenin temellerini atarak bilim ve dinin nihai bir bütünlüğünü yaratacak ve insanlığın ilerlemesinin devrimci yürüyüşünün son aşamasını oluşturacaktı.

Kullanılan bu sihir dili, Constant’ın fikirlerinin sosyalist olduğu gerçeğinin üstünü kapatmamalıdır. Bazı araştırmacılar, onun manevi otorite ve teorik hiyerarşi anlayışını, ‘eğitimsiz-cahil kitlelerin’ taleplerinin gerici bir siyasi dönüşümü olarak gördü. Onlar için aslında bunlar, kiliseden ilham alan sosyalist ilke ve öğretilerdi. Öyle görülüyor ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından bugüne dek materyalist ve ateist sosyalizm anlayışlarının egemenliği nedeniyle, din ve sosyalizm arasındaki bu ilişki biçimleri bazı şekillerde çarpıtılmıştır. Açıktır ki din yalnızca birçok sosyalizm çeşidinin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı; maneviyatçılık (spiritüalizm) ve büyücülük ile beraber sosyalizm de, modern dinin manzarasında kalıcı izler bıraktı.

Julian Strube– “How socialism helped to seed the landscape of modern religion”, (Erişim:13.05.2020), Kaynak: https://aeon.co/ideas/how-socialism-helped-to-seed-the-landscape-of-modern-religion, Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Felsefe Röportajları #9 Hasan Yücel Başdemir

Sonraki Gönderi

Doğru İnanç Ne Zaman Bilgi Olur? – Richard Foley

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü