Şayet devlet olmasaydı ne yapardık? Thomas Hobbes, devletin olmadığı böylesi bir anarşi durumunda yaşamın “yalnız, zavallıca, berbat, acımasız ve kısa” olacağını iddia etti. Bu görüş, toplumsal sözleşme teorisinde ileri sürülen doğa durumunun ilk yorumu olarak kabul gördü. Hobbes bu varsayımı, insanların birbirine zarar vermesini engellemek için geniş yetkilerce donatılmış bir iktidar anlayışını temellendirmek için kullandı. Hobbes’un toplumsal sözleşme felsefesi, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’nun politik teorileri üzerinde de etkili olmuştur.
Kim Bu Thomas Hobbes?
Thomas Hobbes, 1588 yılında İngiltere’nin Wiltshire kentinde dünyaya geldi. Kraliçe I. Elizabeth ve Kral I. James’in güçlü iktidar döneminde güzel bir çocukluk geçirdi fakat Kral I. Charles’ın hükümdarlığı sırasında İngiliz İç Savaşı patlak verdiğinde sürgün edildi. Thomas Hobbes, 1608 yılında Oxford Üniversitesi’nden mezun oldu ve Cavendish ailesinin özel eğitmeni oldu. Eğitmenliğini yaptığı en etkili öğrencileri arasında daha sonradan Devonshire’ın II. Kontu olan William Cavendish (1590-1628) de yer alıyordu.
Cavendish ailesinin sağladığı olanaklar sayesinde en etkili eserlerini yazması mümkün oldu. Cavendish ailesi yaşamının büyük bir bölümünde Hobbes ile yakın bir bağ kurdu. Cavendish’ler Rene Descartes, Ben Jonson ve Sir William Davenant gibi diğer büyük düşünürler ve yazarlara himaye olmuştu.
Cavendish ailesiyle olan ilişkisi Thomas Hobbes’a seyahat etme ve Galileo ile Pere Mersenne gibi düşünürlerle etkileşim halinde olma fırsatı sunmuştur. Diğer yandan Hobbes’un Kralcı çevrelerle olan yakın ilişkisi, 1642 yılında patlak veren İngiliz İç Savaşı’nın onun için de bir zorluk yaratmıştı.
1640 yılının sonunda, yükselen Kraliyet karşıtlığını sezmesinin ardından bir grup Kralcıyla birlikte Paris’e gitmek üzere İngiltere’yi çoktan terk etmişti. Hobbes en etkili eseri olan Leviathan’ı Paris’te geçirdiği bu süre zarfında kaleme almıştır. Leviathan 1651 yılında yayınlandı, Hobbes ise aynı yıl kalıcı olarak İngiltere’ye döndü.
Thomas Hobbes’un En Etkili Çalışması Olan Leviathan’ın Bağlamı
Leviathan’da ele alınan temel mesele Kilise ile Devlet arasındaki ayrışmadır ve incelediği konu başlıkları doğrudan doğruya Kral I. Charles’ın da kellesinin uçurulduğu İngiliz İç Savaşı’ndaki iktidar mücadelesiyle ilgilidir. I. Charles, muhaliflerinin “On Bir Yıllık Tiranlık” (Eleven Years Tyranny) (1629-1640) olarak adlandırdığı dönemde, parlamentoyu 2 kez feshetmesi, Katolik bir Kraliçe ile evlenmesi ve parlamentonun onayı olmadan vergi toplaması gibi nedenlerden ötürü epey gözden düşmüştü. 1642’de Avam Kamarası’nın 5 üyesini vatana ihanet suçlamasıyla tutuklamayı deneyim başaramadı ve Londra’dan kaçtı. Akabindeki kral ve parlamento arasındaki müzakereler olumlu sonuçlanmadı. Dolayısıyla da tüm ülkedeki şehirler ve kasabalar Kralcılar ile Parlamentocular arasında bölünmeye başladı.

Bu yaşanan kral ve parlamento arasındaki mücadelede de görüldüğü gibi, aynı şekilde, Leviathan da bir devleti neyin meşru kıldığını ve devletin halkına karşı siyasi yükümlülüklerinin neler olduğunu ele almaktaydı. Thomas Hobbes savaş ihtimalini pek olası görmüyor. Bundan ötürü de İç Savaş sonrası çıkacak olan hengamede Leviathan kaosa düzen getirecek mutlak bir erkin varlığına işaret etmektedir.
Leviathan eseri, Thomas Hobbes’un hayatının geri kalanında ona sevimsiz bir imaj ile “Malmesbury Canavarı” lakabını kazandırmıştır. İlk olarak şunu eklemek gerekir ki pek çok insan Leviathan’ı İngiliz Cumhuriyeti’nin en güçlü yıllarındayken bile Kraliyet’i yeniden inşa etme yönündeki kralcı bir çağrı olarak gördü. Hobbes’un kralların ilahi gücü konseptini bir kenarda bırakması da eleştirmenleri tarafından bir ateist olarak etiketlenmesine olanak yaratmıştı. Ayrıca Hobbes bir yandan kralın mutlak gücünü savunuyordu, ki bu da kralı kilisenin üstüne çıkarma iması taşıyordu.
Doğa Durumu Nedir?
Hobbes Leviathan’da söze, iktidarların (egemen güçlerin) olmadığı bir dünya hayal ederek başlar. İktidar otoritesinin (egemen güçlerin) olmadı anarşi durumunu tanımlamak için ise “doğa durumu” (state of nature) terimini icat etmiştir. Hobbes’un yaklaşımına göre, doğa durumunda insanların eşit olduğu şey herkesin birbirini öldürebilmesidir ve böylesi bir durumdaki yaşam “yalnız, zavallıca, berbat, acımasız ve kısa”dır. Bu aslında, “her bir insanın, her bir diğer insana karşı” savaşıdır.
Thomas Hobbes’un doğa durumu tasvirine göre çatışmaların kendini göstermesi üç nedenden ötürüdür: rekabet, güvensizlik ve şan/şereftir. Bunlardan dolayıdır ki insanlar maddi kazanç, güvenlik ve itibar için birbirleriyle savaşmaya itilir. Nihayetindeyse bizzat kendilerini birbirlerinden korumak için insanların kendi elleriyle bir devlet kurmaları gerekir. İnsan doğasına dair böyle bir kötümser tavra sahip olması Hobbes’un toplumsal sözleşme teorisini halefleri olacak olan Locke ile Rousseau’nun sözleşme teorilerinden ayırmaktadır.
Doğa Yasaları
Hobbes’un doğa yasaları derken kast ettiği şey, insan doğasının kötülüklerine karşı koyan yaptırımlardır. Hobbes’un ilk doğa yasası “akılla bulunan ve insanın kendi hayatı için zararlı veya hayatını koruma yollarını azaltıcı olan şeyleri yapmasını yasaklayan veya insanın hayatını en iyi şekilde koruyabileceğini düşündüğü” ilke ya da genel kurallardır. (Çeviri kaynağı) Bu da aslında bir kişinin her zaman için kendini müreffeh ve güvende tutmaya çalışması gerektiği anlamına gelir.
Thomas Hobbes’a göre bu doğa yasaları aynı zamanda toplumsal yaşamın güvenliği ve korunumunu da mümkün kılar. Hobbes’un ikinci doğa yasası insanların huzur ve güveni sağlamak adına bir anlaşma arayışında olacağını ve bunun da toplum sözleşmesini yaratacağını iddia eder.
Toplumsal Sözleşme: “Yalnız, Zavallıca, Berbat, Acımasız ve Kısa” Bir Hayatı Nasıl Defederiz?
Hobbes, doğa durumundan kurtulmanın tek yolunun bir toplumsal sözleşme oluşturmak olduğunu iddia eder. İnsanlar uzlaşı içinde hareket eder, bir dizi yasayı kabul eder ve bir “iktidar” (egemen güç) yaratacak olan sözleşmeyi oluştururlar. Sözleşme, bir araya gelecekleri toplum içerisinde insanların kendilerini birbirlerinden korumak için yapılır.
İktidarın görevi kuralları belirlemek çıkan ihtilaflarda aracılık etmek ve sözleşmeyi uygulamaktır. Adından da anlaşılacağı üzere, “iktidar/erk” (egemen güç) mutlak güce sahiptir ve yaptıkları hiç kimse tarafından sorgulanmaya açık değildir. Hobbes, işte tam da bu egemenliğin varlığı sayesinde insanların büyük medeniyetler kurabildiğini savunur.
Bu kavrayışın en açık ifadesi Leviathan’ın orijinal kitap kapağında görülebilir. Leviathan egemenliği temsil eden kurmaca bir insandır. Kapağa dikkatli bakıldığında, arkasında Leviathan adlı devasa kralın ihtişamı ve bu kralın hükmettiği bölgedeki şehir yer alır. Leviathan’ın zırhı, toplumsal sözleşmenin birer paydaşı ve parçası olan insanlardan oluşuyor.

Hobbes, insanların beklenildiği üzere kendilerine denk olanlara savaşmaya eğilimli olacağından ötürü, iktidarı elinde tutan erkin herkesten daha güçlü olması gerektiği iddia eder. O, insanların toplumsal sözleşmeyi oluştururken buna rıza gösterdiğinden ötürü mutlak bir iktidar egemenliğinin haklı ve gerekli olduğunu ileri sürer. İşte tam da bundan ötürü Hobbes, “egemenin size verdiği zarardan sızlanmak aslında kendinize verdiğiniz zarardan sızlanmaktır” der.
Egemenlerin sorgulanış ve reddedilişindeki tek meşru gerekçe, yönetimi altında olan insanlara öldürme teşebbüsleri söz konusu olduğunda kendini gösterir. Böylesi bir durum var olmadığı takdirde, egemen, yozlaşmış yasalar dayatmakta veya muhalefeti bastırmakta serbesttir. Hobbes’un kavrayışına göre öyle görülüyor ki, insanlar, doğa durumunun korkunç kaosundan ziyade her zaman için gaddar bir egemeni tercih edecektir.
Adalet Nedir?
Hobbesçu bir zeminde konuşursak, adalet dediğimiz şey bir sözleşmeye riayet etmekten ibarettir. Thomas Hobbes, hangi eylemin ahlaken doğru veya ahlaken yanlış olduğuna işaret eden önceden belirlenmiş ilke ve ölçütler olmadığı müddetçe insanların ahlaki bir pusulası olmadığını düşünür. Ona göre, doğa durumunda ahlaka yer yoktur. Onu uygulayacak mutlak bir erk veya güç olmaksızın sözleşmeye de yer yoktur. O halde ulaşılan sonuç açısından, adaletin ancak (onu var edecek) erk/egemenlik tesis edildiğinde var olacağını söyleyebiliriz.
Thomas Hobbes’un Doğa Durumu Teorisinin Uygulanışı
Yurttaşlık ve Toplum
Hobbes’un toplumsal sözleşme teorisi, geleneksel olan kralın tanrısal yönetme hakkı konseptinden radikal bir uzaklaşmaya işaret eder. Artık onun kavrayışına göre krala gücü veren tanrı değil, sizin bizim gibi insanlardır. O halde sonuç olarak, yöneticilerine itaat edip etmeyeceklerine karar verme halkın kendi bileceği bir iştir.
Ancak buradan Hobbes’un demokrasiyi desteklediği anlamı çıkmaz. Bir miktar ironik bir biçimde Hobbes, I. Charles’ın kafasının uçurulmasına tanıklık ettiğinden ötürü halkın gücü karşısında iliklerine kadar irkilmiş ve entelektüel enerjisinin önemli bir kısmını, halkı, kralları devirmek veya devrimler başlatmaktan caydırmak için harcamıştır.
Hobbes’un argümanları, kendini genellikle toplumsal devrim dönemlerinde daha çok gösterir. Bu teorinin modern savunucuları, sık sık, modern Latin Amerika’daki veya Arap Baharı’ndaki gibi başarısız devrim hikayelerine atıfta bulunacaktır.
Uluslararası İlişkiler
Hobbes’un doğa durumu fikri, uluslararası ilişkiler disiplininde yer alan realist geleneği temsil eder. Bu geleneğe göre devletler, birbirlerine saldırmakta serbest oldukları anarşik bir doğa durumunda bulunurlar. İnsanlığın politik hafızasına şöyle bir bakınca çatışma ve işbirliğinin bu kadar yaygın olduğunu görmek bir miktar Hobbes’un anarşik doğa durumu teorisini desteklemektedir.
Buna paralel olarak, toplumsal sözleşme, devletler arasındaki uluslararası ittifaklar için de bir metafor anlamı taşır. Uluslararası ilişkiler disiplininde, en güçlü siyasi ittifakların diğer devletlere karşı güvenlik ve korunma amacıyla oluşturulan sözleşmeler olduğu bir gerçektir. Örneğin, genellikle en başarılı uluslararası ittifak olarak görülen Avrupa Birliği, Rusya tehdidine karşı koymak adına kurulmuştur.
Realistler de, tıpkı Hobbes’un devrimlere karşı takındığı paranoyası gibi, özellikle nükleer güç çağındaki devletler arasında sıcak bir savaşın ortaya çıkma baskısını sürekli olarak hissederler. Realistik bir terim olan “reelpolitik”, askeri güçten faydalanmaya ve savaş tehditlerini kontrol altında tutmaya odaklanmış olan diplomatik bir tarzı ifade eder.
Thomas Hobbes’un Felsefi Mirası
Her ne kadar politik felsefeye önemli katkılar yapmış olsa dahi, Hobbes’un insan doğasına dair güvensizliği ve monarşi yanlısı görüşleri epey tartışılagelmiştir. Onun insanın doğal olarak kötücül olduğu şeklindeki düşüncesi, insan doğasının kompleks iskeletini ıskalamaktadır. Yeni doğmuş bebeklerin bile empati ve mütekabiliyet duygusuna sahip olduğu gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra, Hobbes, ahlakın insanın içinde yetiştiği çevresel şartlara bağlı olarak değişebileceği ve gelişebileceğini de göz ardı etmektedir.
Hobbes’un demokrasiyi meşrulaştırmak için kullanılan toplumsal sözleşmeyi mutlakiyetçiliği/monarşiyi desteklemek için kullanması, demokrasi yanlıları tarafından sık sık eleştirilmektedir. Buna rağmen onun modern demokrasilerde yer alan oy hakkı ve rıza fikirlerine dair ilk fikirleri ortaya koyduğu söylenebilir.
Hobbes’a yönelik bu eleştirilerin kaynağı genellikle, toplumsal sözleşme teorisinin insan doğasına onun gibi kötümser bakmaktansa iyimser bir bakış açısıyla yaklaşan John Locke’un felsefesidir. Locke, doğa durumlarında da insanların ahlaki duyarlılığa ve haklara sahip olduğunu ama birinin eylemleri başka bir kişinin haklarını ihlal ettiğinde çatışmaların ortaya çıktığını iddia eder. Bu durumda, insanların kendilerini birbirlerine karşı korumak için değil, mevcut haklarını korumak için egemenlere/devletlere ihtiyaçları vardır, şeklinde bir sonuca ulaşılır. Hobbes ile Locke genellikle birbirleriyle kıyaslanarak beraberce ele alınır; çünkü bu iki metin hem modern toplumsal sözleşme anlayışımızın hem de sivil toplum kavrayışımızın zeminini oluşturmaktadır.
Thomas Hobbes’un geliştirdiği toplumsal sözleşme teorisi, özellikle de doğa durumu fikri, Batı felsefesinin mihenk taşlarından biridir. Bu teori, ibrenin, kralların tanrısal ayrıcalıklarından ve haklarından ziyade iktidar kurumlarının arkasındaki meşrulaştırıcı güç olarak toplumsal sözleşme ve uzlaşmaya doğru felsefi bir kayışa işaret eder.
Her ne kadar Thomas Hobbes’un kötümserliği eleştirilse de, siyaset felsefecileri devletlerin durumu ve uluslararası ilişkilerdeki mevcut manzarayı daha iyi görebilmek adına hala Hobbes’un içgörüsüne güvenmektedir. Hobbes’un felsefesi, araştırmacıların iktidar, egemenliğin sınırları ve demokrasinin potansiyel tuzaklarına dair epey ciddi sorular sorabilmelerine yardımcı olur.
Ngoc Nguyen– “Thomas Hobbes: Politics, Philosophy and Ideas”, (Erişim Tarihi: 12.02.2022)
Çevirmen: Taner Beyter