Bildiklerinizin Doğru Olduğunu Nereden Biliyorsunuz?: Epistemoloji Sayesinde! – Peter Ellerton

/
826 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Yarın ki hava durumunun nasıl olacağını nereden biliyorsunuz? Veya Evren’in kaç yaşında olduğunu? Peki ya rasyonel düşünüp düşünmediğinizi nasıl anlarsınız?

“Nasıl/nereden biliyorsun?” şeklinde bu ve diğer çeşitli sorular, bilgi ve inancın doğasını anlamakla ilgilenen felsefe disiplini “Epistemoloji”nin işidir.

Epistemoloji; ister “Dünya giderek ısınıyor.” gibi bir olgulara dair olsun isterse de “İnsanlara, yalnızca belirli amaçlara ulaşmak için araçlar olarak davranılmamalıdır.” gibi bir değerler alanına dair olsun, bir şeyin doğru olduğunu nasıl bildiğimizi kavramak ve anlamakla ilgilidir.

Hatta o, güvenilirliğini belirlemek için başkanların attığı ilginç tweetleri soruşturmakla bile ilgilidir.

Epistemoloji, yalnızca, bir şeyleri keşfetmek (veya bulmak) için ne yapmamız gerektiğine yönelik sorular sormaz; bu zaten bir dereceye kadar tüm disiplinlerin yaptığı şeydir. Örneğin, bilim, tarih ve antropolojinin her birinin bir şeyleri keşfetmek/bulmak için kendine ait metotları vardır.

Epistemoloji ise, söz konusu bu metotların bizzat kendilerini çalışma kapsamına alma işidir. O, araştırma metotlarının kendilerinin nasıl olup da rasyonel çabalar olabileceğini anlamayı amaçlar.

İşte bu sebeple de “Epistemoloji”, bilgi iddialarının gerekçelendirilmesiyle ilgilenmektedir.

Epistemoloji’nin Gerekliliği

Hangi çalışma alanı olur olsun; kimi insanlar Dünya’ya dair inançların mekanik olarak basit bir akıl yürütme çıktısı olduğunu veya nihayetinde tümüyle Dünya’ya yönelik açık seçik algıların bir sonucu olarak şekillendiğini düşünür.

Fakat bir şeyleri bilmek bu kadar kolay olsaydı; birbirimize nasıl davranacağımız, doğaya nasıl bir değer vereceğimiz veya hükümetlerin toplumdaki optimal rolü gibi şu anda ihtilaf içinde olduğumuz birçok şey konusunda mutabık olurduk.

Böylesi bir mutabıklık içinde olmamamız, bahsettiğimiz inanç oluşum modelinde bir şeylerin yanlış olduğu anlamına gelir.

Bireysel anlamda kendimizi sağlıklı düşünürler olarak görme eğiliminde olmamız ve bizimle hemfikir olmayanları yanlış yönlendirilmiş olarak görmemiz bir hayli tuhaf. Dünya’ya dair sahip olduğumuz izlenimlerin bize tertemiz ve filtrelenmemiş olarak geldiğini hayal ederiz. Olay ve olguları tıpkı gerçekte oldukları gibi görme ve kavrama kapasitemiz olduğunu; algılarımızı karıştıranların ise başkaları olduğunu düşünürüz.

Nihayetinde işimizin, aslında yanılıyor olabileceğimizi açığa çıkaracak olan rasyonel diyaloga girmekten ziyade, basitçe, diğer insanların sahip oldukları düşüncelerinde nerede ve nasıl yanlış yaptıklarına işaret etmek olduğunu düşünebiliriz.

Fakat felsefe, psikoloji ve bilişsel bilim araştırmaları bize bunun tam aksini gösterir. Akıl yürütmemizi biçimlendiren ve yönlendiren karmaşık, organik süreçler klinik olarak o kadar da pür değildir.

Yalnızca şaşırtıcı derecede kompleks olan bir dizi bilişsel önyargı ve eğilimin pençesinde değiliz, aynı zamanda bunların düşünmemizdeki ve yargıya varmamızdaki rollerinden de genellikle bihaberiz. Bu “bihaberlik (habersizlik) hali”ni epistemik üstünlüğümüze olan inancımızla beraber düşünün; problemin büyüklüğünü göreceksinizdir. Alternatif görüşlerin çatışmasının/sürtüşmesinin üstesinden gelmek için “sağduyuya” (common sense) başvurmak, onu ortadan kaldırmaz.

Bu sebepten ötürü; düşünce ve fikirlerimiz, rasyonellik modellerimiz/anlayışlarımız ve neyin sağlam bir sebep/gerekçe oluşturduğuna dair mevcut kavrayışımızı sorgulamak adına sistematik bir yola ihtiyacımız var. Bu, kamusal alanda öne sürülen iddiaları değerlendirmek için daha objektif bir ölçüt olarak kullanılabilir.

İşte bu tam da epistemolojinin işi.

Epistemoloji ve Eleştirel Düşünme

Eleştirel düşünmeyi anlamanın en belirgin ve güvenilir yollarından biri uygulamalı epistemolojidir. Mantıksal çıkarımın doğası, niçin bir akıl yürütmeyi diğerine tercih etmemiz gerektiği ve “kanıt”ın neliği ve karar verme (yargıya varma) sürecine etkisini nasıl kavradığımız gibi konuların hepsi şüphesiz bir şekilde epistemik kaygılardır. (Ç.N.: Yazar çağdaş epistemolojiyi domine eden sosyal epistemoloji ve erdem epistemolojisi disiplinlerinden söz ediyor.)

Amerikalı filozof Harvey Siegel, bu ve diğer soruların, eleştirel düşünmeye yönelik bir eğitim için çok önemli olduğuna işaret ediyor:

Sebepleri hangi kriterlere göre değerlendiririz? Bu kriterler nasıl değerlendirilir? Bir eylemin veya inancın gerekçelendirilmesi ne demektir? Doğruluk ile gerekçelendirme arasında ilişki nedir? […] bu epistemolojik soru ve soruşturmalar, eleştirel düşünmenin yeterli bir şekilde anlaşılması için vazgeçilmezdir ve temel eleştirel düşünme derslerinde doğrudan doğruya apaçık bir biçimde incelenmelidir.

Eleştirel düşünme; araştırma/soruşturma yöntemlerini tahlil etmek ve değerlendirmek ve öne sürülen iddiaların güvenilirliğini test etmekle ilgili olduğu ölçüde, epistemik bir uğraştır.

Rasyonel inancın doğasına dair daha derin konulara yönelmek, uzmanlık bilgimiz olmasa bile öne sürülen iddialar hakkında bir yargıya varmamıza yardımcı olabilir.

Mesela; epistemoloji, genel anlamda kamuoyu ve hatta kimi bilim insanları tarafından çoğunlukla yeterince (doğru) anlaşılmamış olan “kanıt”, “teori”, “yasa” ve “hipotez” gibi kavramları daha anlaşılır kılınmasına yardımcı olabilir.

İşte tam da bu doğrultuda epistemoloji, bilimin güvenirliliği hakkında yargıçlık yapmaya değil, onun güçlü yanlarını ve sınırlarını daha iyi anlamaya ve dolayısıyla bilimsel bilgiyi (halk nezdinde) daha erişilebilir hale getirmeye hizmet eder.

Epistemoloji ve Kamu Yararı

17. yüzyılda Avrupa’da doğan entelektüel bir hareket olan Aydınlanma‘nın sağlam ve kalıcı miraslarından biri, kamusal akla bağlılık/taahhüttür. Bu, pozisyonunuzu belirtmenin tek başına yeterli olmadığı, bunun yanı sıra başkalarının niçin sizinle hemfikir olması gerektiğine dair mantıklı bir gerekçe sunmanız gerektiği fikriydi. Diğer bir deyişle bir argüman inşa etmek ve onu takip etmekle ilgili bir fikirdi.

Söz konusu bu taahhüt, hepimizin eleştiriyle söz sahibi olabileceği epistemolojik kriterleri kullanarak öne sürülen iddiaları değerlendirmenin objektif bir yöntemini sağlar veya en azından bunu mümkün kılar.

Birbirimizin fikirlerini sınamamız ve işbirliğiyle epistemik bir güvenilirlik standartlarına ulaşmamız, gerekçelendirme becerisini bireysel zihinlerimizin sahip olduğu sınırların daha ötesine taşıyarak reflektif ve efektif araştırma topluluklarının kolektif bilgeliğine dayandırır.

Bir kişinin inancında samimi olması, inancını dile getirme şiddet ve sıklığı veya “bana inan” şeklindeki güvence tümceleri rasyonel anlamda tek başına ikna edici olmamalıdır. Belirli türden bir iddia, kamu tarafından kabul edilmiş olan epistemik standartlara uymuyorsa; şüpheciliğin esasına göre onu askıya almak gerekir. Eğer bu standartları karşılamayan bir iddiaya inanıyorsak bu “saflığın/kanmanın” esasına uygun bir durumdur.

Sağlıksız ve Kusurlu Düşünmeye Karşı Bir Savunma

Aydınlanma’nın yanı sıra, köklü ve uzun olan felsefi soruşturma tarihinden de yararlanıp – bizi ve diğer insanları – zayıf akıl yürütmeden korumaya yardımcı olmanın bir yolu var.

Eğer bir dahaki sefere birinden tartışmalı bir iddia işitir ve siz veya bu kişi söz konusu tartışmalı iddiayı tarafsız ve önyargısız başka bir kişiye sunacak olursanız; bu iddianın nasıl desteklenebileceğini düşünün:

  • söz konusu iddiayı desteklemek için öne sürülebilecek sebepleri tespit etmek,
  • analizinizin, değerlendirmenizin, söz konusu iddianın gerekçelendirilişinin ve bu ilgili gerekçenin; nasıl olup da birinin entelektüel yatırım ve kararına değer ve uygun bir standartta olduğunu izah edin,
  • bunları yaparken olabildiğince açık ve objektif bir biçimde yazın.

Diğer bir deyişle, kamu muhakemesine bağlı kalın ve taahhüt imzalayın. Duygusal terimlerden ve önyargılı çerçevelerden arındırılmış olarak başkalarının da bunu yapmalarını talep edin. Şayet siz veya karşınızdakiler tutarlı ve güçlü bir akıl yürütme zinciri kuramıyorsa veya gerekçeler apaçık önyargılarla kirleniyorsa veya hayal kırıklığı içinde pes edilmek üzereyse, bu, oyunda başka türden faktörlerin de olduğuna dair oldukça açık bir sinyaldir.

Rasyonel bir oyuna girmek için gerekli olan geçerli bilet, herhangi bir spesifik sonuçtan ziyade bahsedilen bu epistemik sürece bağlılıktır. Siyasi retoriğin irrasyonellikle paramparça edildiği, bilginin dünyayı anlamanın bir aracı olmaktan ziyade hüsnükuruntuların önüne geçtiğinde kenara itilebilecek bir yük olarak görüldüğü ve otoriter liderlerin her zamankinden büyük kitleleri peşinden sürüklediği bir zamanda epistemolojinin daha da önemsenmesi gerekir.


Peter Ellerton-How do you know that what you know is true? That’s epistemology“, Erişim Tarihi: 22.08.2021

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Veganizm Her Zaman İçin Et ve Süt Ürünlerinden Kaçınmaktan Ziyade Ahlaki Bir Yaşam Sürmekle İlgili Olagelmiştir – Kate Stewart & Matthew Cole

Sonraki Gönderi

Son 200 Yılın Felsefede En Etkili Olmuş 50 İsmi (1800-2020) – Academic­ Influence

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü