Eylül 4, 2021
Bu röportaj konuya netlik kazandırmak için düzenlenmiştir.
Harvard Political Review: Peter, siz “Hayvan Özgürleşmesi” kitabındaki “türcülük” terimini popülerleştiren kişi olarak tanınıyorsunuz ve ‘hayvan zulmünü’ bitirme savunucularının en hararetlilerinden birisiniz. Sizin görüşünüze göre hayvanlara ne gibi bir ‘ahlâkî statü’ tayin etmeliyiz?
Peter Singer: ‘Hayvanların menfaatlerinin eşit biçimde gözetilmesi’ durumunu tayin etmeliyiz. Fakat menfaatlerin eşit biçimde gözetilmesi hakkında konuşurken açık olmalıyız, emsal menfaatler hakkında konuşuyoruz — yalnızca benzer menfaatlere sahip olduğumuzda eşit gözetim sağlayabiliriz. Bu, hayvanların menfaatlerinin bizimkilerle birebir aynı olmalarını zorunlu kılmaz ve hayvanlarınkilerle kıyaslandığında daha ağır basabilecek menfaatlere sahip de olabiliriz. Örneğin, hayatımızı planlamak ve uzun yıllar boyunca hayatımızı sürdürmek gibi ki sanıyorum insan olmayan hayvanlar bunu yapabilecek bir kabiliyete sahip değiller. Bu da hayvanların sahip olabileceği herhangi bir menfaati geçersiz kılabilecek bir menfaat sayılabilir. Ama emsal menfaatlere sahip olduğumuzda, mesela, fiziksel acı hissetmemekteki menfaat — eğer benzer miktarlarda fiziksel acının hissedildiğini varsayarsak — hayvanlara tayin edilen ahlaki statü, eşitliğin meselesi olmalıdır.
HPR: Et yemeye karşı gelen argümanlarınızı güçlendirmek için ‘faydacı’ bir çerçeve benimsediniz. Neden etik/ahlaki göreve veya erdemlerin yetiştirilmesine başvurmak yerine ‘sonuçsalcı’ bir yaklaşım tercih ettiğinizi gerekçelendirebilir misiniz?
PS: Faydacı görüşün en karmaşık olmayan etik görüşü olduğunu düşünüyorum. Hepimizin farkında olduğu şeyler ile uğraşıyor — acı çekmekten kaçınma veya haz alma istenci gibi. Bu hepimizin farkında olup anlayacağı bir şey. Ahlâkın temeli olarak ‘görevlerden’ veya ‘haklardan’ bahsettiğimizde — ki ben görevlerimizin olduğunu ve varlıkların da hakları olduğunu düşünürüm — bunların ahlâkın temeli olduğunu düşünmüyorum. Bunlar, ahlâkın temeli demeye çalıştığımızda, birazcık daha gizemli bir şeyler hakkında konuşuyoruz: bu haklar nereden gelmekte, hangi varlıklar onlara sahip, sahip olduğumuz haklar neler… Tüm bunlar çok tartışmalı bir hâle dönüşüyor ve görünen o ki sezgiye başvurmak dışında bir çözüm yolu yok. Ve insanlar da bu meseleler hakkında ayrışan sezgilere sahip olacaklardır. Eğer ‘erdem etiği’ üzerine konuşacak olursak — ki ben erdemlerin önemli olduğunu düşünürüm — erdemleri, etiğin temeli olarak kabul etmek tuhaf olur çünkü şüphesiz, erdemli davranıştaki gaye, başkaları ve de kişinin kendisi için ‘iyi’ olanın yapılması. Ve eğer erdemler ‘iyi’ olanı yapmamışsa o zaman onları erdemler olarak ele almamamız gerekir. Dolayısıyla tanıtmaya çalışacağınız başka değerlere sahip olmadan, bir erdemin ne olduğuna, tam olarak karar veremeyeceğinizi düşünüyorum. Bu da erdemleri etiğin temeli olarak kabul etmenin çok da mantıklı olduğunu düşünmüyor oluşumun gerekçesi.
HPR: Çevreyle ilgili endişeler ile karşılaştırıldığında ‘faydacı’ hesaplamalarınız bazında ‘hayvan refahı’ konusundaki endişeleri nasıl tartarsınız?
PS: ‘Duyarlı’ varlıkların refahı için duyulan endişelerin, çevre için olandan bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Neticede, eğer bundan etkilenecek hiçbir duyarlı varlık olmasaydı çevreyi muhafaza etmeyi değerli bir şey olarak görmezdim. Eğer bir şekilde, çevreye zarar vermenin herhangi bir duyarlı canlıyı etkilemeyeceğini bilebilseydik — mesela, dünyadaki son insan senaryosundaki son insansınız ve ölmeden önce yaşıyor olduğunuz adadaki ormanı yakmanın eğlenceli olabileceğini düşündünüz — ben bunda bir yanlışlık görmüyorum. Garip bir seçim olurdu fakat bunun ahlaki olarak yanlış olacağını sanmıyorum. Bence ahlaki yükümlülüğün olması, tüm bunların gerçekten de duyarlı varlıklar üzerinde bir etkisinin olup olmadığıyla ilgili.
HPR: Daha önceki bir röportajınızda, acı çekme yetisine sahip olmadıklarını düşündüğünüz için istiridyeleri ve midyeleri yediğinizi söylediniz. Öyleyse, bizimkinden farklı bir yapıya sahip olsalar da bitkileri, bilince sahip duyarlı canlılar olarak görmeye çalışan — bu yüzden bitkileri ya da midyeleri yemenin hararetle kınadığınız “türcülüğün” daha incelikli bir tezahürü olduğu argümanına neden olan — tartışmalı bitki nörobiyolojisi alanına nasıl baktığınızı merak ediyorum. Buna nasıl bir cevabınız olurdu?
PS: Bitkilerin bilinçli varlıklar olduğuna dair ikna edici bir kanıtla karşılaşmadım. “Duyarlı” kelimesi, her ne kadar kullanımı popüler olsa ve benim de kullanıyor olduğum doğru olsa da birazcık yanlış yönlendirici. Fakat açık konuşursak, sanırım pekâlâ şunu söyleyebiliriz: bitkiler güneş ışığını algılar ve yapraklarını güneşe doğru çevirirler. Bu da duyarlı olmak için yeterlidir. Bu bağlamda, kolunu koyup geri çektiğinde bunu algılayan asansör kapısı da duyarlıdır. Lakin bilinç konusunda endişeliyim — yani varlıkların deneyimlerinin olması hakkında. Bitkiler hakkında bir sürü ilgi çekici bilgi bulunmakta ama benim anladığım kadarıyla, bunların hiçbiri bitkilerin bilinçsel bir deneyime sahip olduğunu kesin olarak saptamamızı mümkün kılmıyor. Şimdi şöyle diyebilirsiniz; peki, olası bir bilince sahip oldukları bilgisine sahip olduğumuzu varsayarsak? İşte o zaman işler kesinlikle değişirdi. Yapabildiğimiz ölçüde, ızdırap çekmelerine sebep olmaktan kaçınırdık. Yine de bir şeyler yemek zorunda olacaktık ve bu durumda kendimizi, ölümümüzle neticelenecek bir açlığa bırakıp yok olmanın atılacak doğru adım olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla, eğer bitkilerin bilinçsel deneyime sahip olduklarını kabul edecek olursak o zaman, sebep olduğumuz zararı minimize etmek üzerine düşünmeliyiz. Ve bu, muhakkak ki yine hayvanlar da hali hazırda yediği için, hayvanları tüketmek yerine bitkileri yememiz gerektiği izlenimini uyandırır. Eğer hayvanları yersek, çok daha fazla sayıda bitkinin tüketilmesinden sorumlu oluruz. Yani, bu da hâlâ yapması kötü olan bir şey olur.
HPR: Vejetaryenlerin bir adım daha ileri gidip veganlığı benimsemelerini teşvik eder miydiniz?
PS: Bana kalırsa büyük oranda vegan olmak kesinlikle yapılması doğru olan şey. Bu şu demek, farklı formlardaki hayvan ıstırabındaki suçlu siz değilsiniz ve gezegen için daha sürdürülebilir bir diyetle besleniyorsunuz. Dolayısıyla evet, kesinlikle bunu yapmak için sebepler var. Fakat önemli olanının yüzde yüz vegan olmak olduğunu düşünmüyorum. İstiridyeleri ve midyeleri yemekten bahsetmiştiniz. Bana göre bu, net bir şekilde, vegan olmayan bir şey fakat eğer istiridyelerin ve midyelerin duyarlı canlılar olmadığı ve yetiştirilip toplanma yollarının da çevreye zarar vermediği konusunda haklıysam ortada bununla ilgili herhangi bir yanlış görmüyorum. Zarar görmüş bir duyarlı hayvan yok ve nispeten büyük ölçüde bir sürdürülebilirlik sağlanacağı aşikâr. Bu yüzden vegan olmanın masumluk meselesi olduğunu da düşünmüyorum. Bana göre veganlık, öylece hayvanların acı çekmesine sebep olan ya da bir şekilde çevreye zararı olan hayvansal ürün tüketiminden kaçınma meselesi.
HPR: Dünya çapında, insanların kalplerinde ahlâki bir uyanış beklemek yerine gelecek nesiller için etten vazgeçmeyi daha uygun kılabilecek bitki bazlı et yerine geçen besinleri veya laboratuvarda üretilen eti mükemmelleştirmeye odaklanmanın daha değerli olduğunu düşünüyor musunuz?
PS: Bence her ikisini de yapıyor olmalıyız. Bitki bazlı ve hücresel et geliştirmeye çalışmak gerçekten de önemli çünkü bu hayvan eziyetini ve sera gazlarının emisyonunu dramatik bir şekilde azaltma potansiyeline sahip. Bu, yapıyor olmamız gereken bir şey. Fakat aynı zamanda insanların bunu yapmak için etik nedenleri de anlamasının önemli olduğunu düşünmekteyim. Aksi taktirde, üzerinde hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğimiz tüketim haricinde hayvanlara karşı zulmün başka formları zuhur edebilir. Ve ben , her ne kadar yiyecek için hayvan yetiştirmenin açık ara farkla en fazla sayıda hayvanın acı çekmesine neden olduğunu ve bugüne kadar hayvanları içeren her aktivitenin en büyük oranda ıstırap içermesinin sorumlusu olduğunun farkında olsam da hayvanların çektiği acıyı azaltma konusunda ilerleme kaydettiğimizi görmeyi çok isterim.
Tarun Timalsina– “The Ethics of Vegetarianism: An Interview with Peter Singer“, (Erişim Tarihi: 23.09.2021)
Çevirmen: Didar Akın
Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan