Eğer bir süredir hayvan hareketini takip ediyorsanız, gerek hayvan hareketinin izleyeceği yönle ilgili gerekse pratikte vegan yaşamın neleri kapsadığı, neleri kapsamadığı gibi konularda süregelen tartışmaların kolay kolay uzlaşmayla sonuçlanmadığını muhtemelen fark etmişsinizdir.
Tartışma bazen ‘arka bahçemde beslediğim tavukların yumurtasını yiyebilir miyim?’, bazen “Çok küçük miktarlarda hayvansal ürün içeren gıdaları tüketmeli miyim?”, bazen “Zaten satın almış olduğum deri, yün, kürk gibi malzemelerden yapılmış giyim eşyalarını giymeye devam etmeli miyim?” gibi sorular etrafında dönüyor. Bir grubun cevabı bu sorulara neredeyse her zaman “Hayır” şeklindeyken, diğer grubun da neredeyse hepsine “Evet” dediğini fark edebilirsiniz. Peki bu tutarlı ayrışma neden kaynaklanıyor?
Yüzeyde konuşulan konular değişse de bu ayrışmaların temelinde yatanın dayanılan etik kuramlar arasındaki ayrışma olduğunu fark ettiğimizde, neden tartışmaların uzlaşmayla sonuçlanmadığını ve her seferinde grupların aynı şekilde birbirinden ayrıştığını daha iyi anlarız. Bu yazıda “zarar perspektifi” ve “haklar perspektifi” şeklinde kabaca ikiye ayıracağım görüşler üzerinden günümüzdeki tartışmaların kaynaklarına dair bir arka plan sunmaya çalışacağım. Bu perspektifler arasındaki fark, hayvan hareketine dışarıdan bakan analizcilerin “büyük ayrışma“ olarak adlandırıyor oldukları refahçı/reformcu çizgiyle abolisyonist hayvan hakları çizgisinin ayrışmasının da temellendiği farklılıktır.
Zarar perspektifi ile haklar perspektifi arasındaki fark, etik/ahlak felsefesindeki iki ayrı yaklaşıma dayanır. Bunlardan biri Jeremy Bentham ve John Stuart Mill’in fikirlerine dayanan faydacı (utilitarian) yaklaşımken, diğeri genellikle Immanual Kant’ın ahlak felsefesiyle özdeşleştirilen deontoloji ya da ödev/yükümlülük etiğidir. Bu bahsettiğim ayrımlar birer genel başlık olarak düşünülebilirler ve kendi içlerinde çok sayıda tartışmanın ve ayrışmanın konusudurlar ama ben bu yazıda meselenin hayvan hareketini etkileyen tarafını yüzeysel olarak ele almaya çalışacağım.
Ancak kuramsal tartışmalara girmeden önce yazı boyunca eşlik edecek bir düşünce deneyiyle başlayalım. Bu düşünce deneyinde ikilemde kalmış bir doktor karakterimiz var ve yapacağı tercihin etik olarak doğru olup olmadığı konusunda kafa yormamız bekleniyor. Hikaye şöyle:
Doktorun ameliyathanesinde altı tane ölümcül hasta bulunmaktadır ve hastaların her birinin kurtulması için farklı bir organ nakline ihtiyacı vardır (birinin böbreği, öbürünün kalbi vs. sağlıklı bir organla değiştirilmelidir). Eğer gerekli organlar kısa sürede bulunmazsa altı hasta da akşama kadar ölecektir. Bu esnada kapıdan sağlıklı bir kişi girer ve check-up yaptırmak istediğini söyler. Doktor bu sağlıklı kişinin check-up’ını yaparken fark eder ki, bu kişinin tüm organları sağlam ve değerleri organ bekleyen hastaların değerleriyle örtüşüyor. Birden aklına bir fikir gelir: Eğer bu sağlıklı kişinin organlarını hasta olan altı kişiye naklederse hastalarını kurtarabilecektir. Tabii bunu yapabilmesi için bu sağlıklı kişinin ölmesi gerekecektir. Şöyle düşünür: Evet, bir kişiyi öldürmüş olacağım ama altı kişinin hayatını kurtarmış olacağım.

Buradaki düşünce deneyi tahmin edebileceğiniz gibi doktorun bu fikrinde haklı olup olmadığı sorusu üzerine. Eğer doktor bunu gerçekten yaparsa yaptığı doğru bir davranış mı yoksa yanlış bir davranış mı olacaktır? Bunu yapmakta haklı mıdır, haksız mı? (Dikkat: Sorunun “Siz olsaydınız ne yapardınız?” şeklinde sorulmadığına dikkat edin; sorunun içeriği karar vermek üzerine değil, doğru ve yanlış hakkında bir yargıda bulunmak üzerine.)
Bu sorunun tek bir cevabı yok ve bu soruyu (ya da sorunu) ele alabileceğimiz en az iki yol var. Bu iki yol, hayvan hareketindeki zarar/hak ayrışmasıyla yakından ilgili. Şimdi sırasıyla bu iki yaklaşımı inceleyelim:
Sonuçsalcılık ve Zarar Perspektifi
Soruyu cevaplamak istiyoruz fakat doğru ve yanlışa neye göre karar vereceğiz?
Bir eylemi doğru ya da yanlış kılan onun sonuçları mıdır yoksa sonuçlarından bağımsız olarak doğru ya da yanlış olan şeyler olabilir mi? Etik problemlere sonuçsalcı yaklaşım, eylemlerin sonuçlarıyla ilgilenmemiz gerektiğini, niyetlerin ya da ilkelerin öneminin olmadığını öne sürer. Faydacılık bunlardan biridir ve faydacılığa göre eylemin doğru ya da yanlış olduğunu belirleyen şey eylemin sonucunda ortaya çıkan acı veya haz miktarıdır.
19. yüzyılda hayvan refahı hareketinin ortaya çıkmasında önemli rol oynayan Bentham’ın haz faydacılığına dayanan fikirleri temel bir ilkeye dayanıyordu: Haz iyidir ve acı kötüdür; toplum, toplumu oluşturan bireylerin teker teker toplamlarından başka bir şey değildir. Mutlu bir toplum, toplam hazzın maksimize edildiği ve toplam acının minimize edildiği bir toplumdur. Bentham için etik ve hukuk bu ilkeye dayalı olarak işlemeliydi. Bentham’ın bu fikirleri 19. yüzyıldan bugüne ulaşan hayvan refahı fenomeninin ve hukuki refahçılığın temellerini oluşturur. Bentham’ın günümüzdeki takipçilerinden biri de Singer’dır. Singer, Bentham’ın haz faydacılığından belli noktalarda farklılaşan, çıkar faydacılığı olarak isimlendirdiği bir görüşü savunur. Bu görüşe göre sadece hazzı maksimize etmek değil, çıkarların eşit gözetilmesi de önem taşır.(1)
Faydacı yaklaşımı izleyerek yukarıdaki senaryoya bir cevap getirmeye çalışalım. Öncelikle, bir kişiyi öldürmek ne kadar kötü bir fikir gibi görünse de, bu bakış açısına göre eylemin kendisine iyi ya da kötü gibi sonuçlar atfedemeyiz; ancak sonuçları itibarıyla eylemin doğru ya da yanlış olduğuna karar verebiliriz. Durumu basitçe altı kişinin yaşamına karşı bir kişinin yaşamı olarak ele aldığımızda, yapılanda yanlış bir şey olmadığı öne sürülebilir. Burada belki üç tane çekince olabilir: İlk olarak doktorların sağlıklı hastalarını başkalarını kurtarmak adına öldürdüklerinin duyulması toplumda paniğe yol açabilir ve bu da insanları sağlık hizmeti almaktan uzaklaştıracağı için uzun vadede daha fazla acıya sebep olabilir. İkincisi, altı kişinin toplam hissedeceği haz, öldürülen kişi eğer yaşayacak olsaydı hissedecek olduğu hazdan daha düşük olabilir. Üçüncüsü de, öldürülen kişi çok sevilen biriyse, yakınları bu beklenmedik ölümden dolayı çok büyük miktarda acı duyabilir. Kararın doğru mu yoksa yanlış mı olduğu, bütün bu veriler göz önünde bulundurularak verilmelidir.(2)
Bentham’ın fikirlerinde ilginç olan yönlerden biri, hayvanların da acı çekebiliyor olmalarından ötürü bu acının da toplam haz ve acı hesabına katılması gerektiğini düşünmesiydi. Hayvanların çektikleri acıyı dikkate almamız gerektiğini ve bu yüzden de hayvanlara gereksiz yere eziyet etmekten kaçınmamız gerektiğini düşünüyordu. Fakat hayvanları iyi koşullarda besleyip acısız ve hızlı bir şekilde öldürdüğümüzde onlara bir zarar vermediğimiz fikrini taşıyordu. Hatta, insanlar tarafından hızlı ve acısız bir şekilde öldürülmenin hayvanlar açısından iyi olacağı kanaatindeydi, çünkü ona göre bu şekilde öldürülmek bir hastalıktan dolayı acı çekerek yavaş yavaş ölmekten ya da doğada yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak öldürülmekten daha iyiydi. Singer’a göre primatlar, yunuslar ve gelişmiş bilişsel kapasitelere sahip bazı hayvanlar için bunu söylemek yanlıştır. Çünkü bu hayvanlarda gelecek algısı ve özbenlik bilinci olduğu için onları öldürmek, çıkarlarıyla çatışır. Fakat özbenlik bilincine sahip olmayan (ya da olmadığı zannedilen diyelim) ve gelecek algısı olmayan hayvanlar için ölüm mevzusu daha bulanık bir mevzudur.
Bu anlayışa göre hayvanları öldürmek ya da kullanmak her zaman yanlıştır gibi bir sonuca varmamızın imkanı yok. Bu anlayışa göre hayvanlara acı çektirmek de her zaman yanlış değildir, fakat sonucunda ortaya iyi bir şey çıkmayacaksa hayvanlara acı çektirmemek tercih edilir.
Yukarıdaki doktor örneğinden yola çıkarak mesela hayvan deneyleri konusunda nasıl bir sonuca varılacağını tahmin edebilirsiniz. Bu konuda “patlamak üzere olan saatli bomba” senaryosu üzerine düşünmek yardımcı olabilir. Aksiyon filmlerinden aşina olduğumuz senaryoda isminden anlayabileceğiniz üzere patlamak üzere olan saatli bir bomba vardır ve biliyoruz ki bu bomba kalabalık bir yerde patlamak üzeredir ve bunu engellemek istemekteyizdir. Bombanın nerede gizlendiğini tam olarak bilen bir kişi elimizdedir ancak bu bilgiyi saklamakta, asla söylemeyeceğini beyan etmektedir. Bu noktada bu kişiye işkence yaparak bu bilgiyi edinme şansımız vardır. Böyle bir durumda işkencenin ahlaki olarak yanlış olduğunu iddia edebilir miyiz? Eğer doğru ve yanlış sadece sonuçlara göre belirleniyorsa, ilk bakışta bu sorunun cevabı “Hayır, işkence bu durumda doğrudur.” olacaktır. Çünkü bir kişinin acı çekmesine karşılık, sayısını tahmin edemeyeceğimiz kadar çok kişinin hayatı kurtulur, acı çekmesi engellenir. Örneğin aynı mantık üzerinden bu kişinin bir fanatik olduğu ve işkence yapılsa da konuşmayacağı fikri üzerinden olayla hiçbir ilgisi olmayan masum ailesini tutuklatıp onlara işkence yapmak da savunulabilir.
Pek çoğumuzun anlam veremediği, korkunç bulduğu bir çok devlet ve savaş uygulamasının altında bu mantık yatar. Hayvan deneyleri için de aynı mantık geçerlidir. Bir miktar hayvanın (ya da insanın) acı çekmesi ve öldürülmesi, çok sayıda insanın (ya da hayvanın) hayatını iyileştirecekse meşru ve gerekli görülür. Bu görüşü takip ettiğimizde hayvan deneylerine karşı çıkmak için mümkün olan tek zemin bu deneylerin gerçekte işe yaramadığını savunmak olabilecektir ya da yaşamaktan çıkarlarının güçlü olması sebebiyle özellikle primatlar üzerinde yapılan deneylere karşı çıkılacaktır. (Geçen senelerde bazı hayvan gruplarının yalnızca maymunlar üzerinde yapılan deneylere karşı çıkan kampanyalarını ya da bilimin aslında gereksiz ve zararlı olduğu fikri üzerinden hayvan deneylerine karşı çıkan benzer kampanyaları hatırlayın.)
Genellikle Peter Singer’ın Hayvan Özgürleşmesi kitabında ve sonrasında veganlığı savunduğu yönünde bir hakim görüş vardır. Eğer dönüp Hayvan Özgürleşmesi’ni okursanız orada Singer’ın vejetaryenliğin doğru bir yaklaşım olduğunu ancak şart olmadığını, hayvanlara iyi bakıp acısız bir şekilde öldürerek yemenin de kabul edilebilir olduğunu anlattığını görürsünüz. Bu fikirleri değişmedi, örneğin 2006’da The Vegan dergisine verdiği röportajda şöyle söylüyor:
Hayvanların acı çekmesini önlemek için – yoğun bir şekilde faaliyet gösteren hayvan üretiminin neden olduğu çevresel sonuçlardan bahsetmiyorum– hayvansal ürün tüketimine büyük oranda son vermemiz gerekiyor. Bu vegan bir dünya tahayyülü müdür? Bir çözümü bu olabilir; fakat sadece bununla sınırlı kalmaz. Eğer hayvanların öldürülmelerindense acı çekmelerini azaltmak istiyorsak, insanların bitkisel ürünler tükettiği bir dünya hayal edebilirim; fakat aynı zamanda organik yumurtanın konforunu tercih eden, türleri için uygun ortamda yaşam süren hayvanların etlerini tüketen ve çiftliklerde ‘insani’ yollarla öldürülen hayvanlarla beslenen insanların olduğu bir dünya da tasavvur edebilirim.(3)
Başka bir yerdeyse şunları söylüyor:
Bir restorana gidip vegan bir menü sipariş ettiğinizi, onun yerine üzerinde peynir rendesinin bulunduğu bir yiyeceğin önünüze geldiğini hayal edin. Bu durumla karşı karşıya kalan veganlar çoğu zaman sinirlenip tabağı geri gönderirler. Böylece yemek israf edilmiş olur. Siz de vegan hatta vejetaryen bile olmayan arkadaşlarınızla birlikteyken aynı tutumu sergiliyorsanız, bana kalırsa bu son derece yanlış bir davranıştır. En iyisi, o yemeği her şeye rağmen yemektir; aksi takdirde insanlar şöyle düşünecek: ‘Ah şu veganlar…’(4)
Bu anlayışa göre veganlık sonuçları sebebiyle bir anlam taşır. Örneğin veganlık, hayvanlara eziyet ettiği düşünülen endüstriyel hayvancılık şirketlerine ve hayvancılıkta günümüzün koşullarına yönelik bir boykot olarak uygulanır (böylece arka bahçede bakılan tavuğun yumurtasını yemenin de yanlış olduğu fikrine varılmaz ya da bu eyleme, en fazla bunu yapmanın endüstriyel yumurta tüketimini de teşvik edebileceği fikri üzerinden karşı çıkılır); çevreye verilen zararı, karbon salınımını vs. düşürecek bir önlem olarak görülür (böylece işe bisikletle gitmekle ya da çöpleri ayırmakla aynı kategoride değerlendirilir) vs. Hayvanlar hala kullanıma açık mal ve kaynak konumunu taşımaya devam ederler. Ancak acıyı da hissedebiliyor olduklarından, belli kullanım biçimleri ortaya çıkan hazla gerekçelendirilemeyecek kadar fazla acıya sebep olabilmektedir ve buna karşı da iyi bir protesto yöntemi vegan olmak olarak görülür. Bu yüzden Etsiz Pazartesi, organik çiftlik yumurtası tüketimi ve veganlık arasında bir nitelik farkı değil derece farkı gözetilir. Hiçbiri “yükümlülük” olarak algılanmaz, tamamı zararı azaltma skalasındaki bir adım olarak algılanır. Kişi bu skalada konumlar arasında yer değiştirebilir, koşullarına uygun olarak esnek bir tavır sergileyebilir, hatta zaman zaman hayvanları kullanmak, (örneğin “zaten satın almış olduğum yün çorabı kullanmak” ya da Singer’ın “peynir rendelenmiş yemek” örneğinde olduğu gibi) “ahlakçı fanatizme” karşı tercih edilmesi gereken davranış olarak belirlenir.
Yükümlülük Etiği ve Haklar Perspektifi
Şimdi en baştaki düşünce deneyine geri dönelim. Doktorumuzun bu kişiyi öldürüp organlarını başkalarına dağıtması, bu olayın sonucunda hayatta kalan kişi sayısı 6-1=5 olacağı için doğru bir davranış olarak savunulabilir mi? İşkence, iyi sonuçlar verdiği durumlarda savunulması gereken doğru bir davranış mıdır? Eğer hastalıklara çare olacaksa insan ve insan harici hayvanlar üzerinde deneyler yapılması meşru mudur? Haklar perspektifini savunanlar, sonuçsalcıların her birine ‘evet’ diyeceği bu sorulara ‘hayır’ yanıtını verirler. Haklar perspektifine göre, bir kişiyi öldürmek, ona işkence etmek, zorunlu deneylere tabi tutmak (insan harici hayvanlar söz konusu olduğunda rıza alınmış deney/kullanım söz konusu değildir) hiçbir koşulda haklı görülemez.
Konu üzerine kuramsal tartışmalara girmeden önce yine başka bir düşünce deneyine yer vermek istiyorum:
Bir kişi kamuya açık bir şekilde taş atılarak idam edilecektir. Birkaç dakika içinde yüzlerce insan gelecek ve aynı anda ellerindeki taşları idam edilecek kişiye atacak. Bu idam törenine katılıp taş atmak herkes için serbest. Katılsanız da katılmasanız da bu kişi öldürülecek, çünkü katılsanız da katılmasanız da taş atacak yüzlerce kişi zaten orada olacak. Bu törene katılıp katılmamanız bu kişinin hissettiği acının miktarı ya da öldürülüp öldürülmediği noktasında herhangi bir değişiklik yaratmayacak, çünkü katılıp taş atan yüzlerce kişi zaten orada olacak. Bu durumda törene katılıp bu kişiye taş atmanın yanlış bir davranış olacağı söylenebilir mi?(5)

Hangi eylemin doğru ya da yanlış olduğunun o eylemin sonuçlarıyla doğrudan bir ilişki içinde olmadığını düşünmesiyle bilinen düşünürlerden biri Kant’tır.(6) Bu anlayışa göre evrensel ilkelere dayalı yükümlülüklerden bahsetmek mümkündür. Kant’a göre bu ilkelerden biri başkalarına sadece herhangi bir amacın aracı olarak muamele etmemek, başkalarını her zaman kendi içlerinde bir amaç olarak görmekti. Bunun anlamı başkalarının taşıdığı değeri (içkin değer) tanımak ve onlara amaçlarımız için istediğimiz gibi muamele edebileceğimiz birer nesne gibi davranmamaktır.
Ne yazık ki Kant hiçbir zaman insan harici hayvanları etik topluluğun bir parçası olarak kabul etmedi. Bugün Kant’ın aksine, tüm hissedebilir varlıkların içkin değere sahip olduklarını; bu dünyada bizim amaçlarımızı (karnımızı doyurmak, zevk almak, deney yapmak vs.) gerçekleştirmek için kullanacağımız araçlar olarak değil, kendileri için bulunduklarını ve onlara birer araç olarak muamele etmenin onların temel haklarını çiğnemek anlamına geldiğini biliyoruz.
İçkin değerin ne anlama geldiğini anlamak için Tom Regan’ın yaptığı benzetmeyi (Gary L. Francione’un kuramına uyarlayarak) işe yarar buluyorum. Hissedebilir varlıklardan bahsediyoruz; düşünelim ki hissedebilir varlıklar birer bardak olsun ve hissettikleri acı ve haz da bu bardakların içindeki sıvı. Faydacı yaklaşıma göre acı ve hazzı önemsemeli ve bardakları mümkün olan en fazla hazla doldurmanın bir yolunu bulmalıyız, arada kırılan bardaklar olabilir ama zaten bardakların önemi acı ve hazzı taşıyabiliyor olmalarıdır. Oysa içkin değerden bahsettiğimizde hissedebilir varlıkların kendilerinin değer taşıdığını düşünürüz, eğer bir bardak acıyı taşıyabiliyorsa o bardağın kendisi değerlidir. Diğer bardaklara daha fazla haz dağıtabilmek için bardaklardan birkaçını kırmak kabul edilebilir değildir. “Hayvanlara acı çektirmenin ve onları öldürmenin yanlış olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna “Evet” cevabını verdiğimizde, insan harici hayvanların da kendi içinde başkalarının ona verdiği değerden tamamen bağımsız bir değere sahip olduklarını; sadece birer biyolojik varlık olmadıklarını; acı çeken, yaşamaya devam etmek isteyen birer insan harici kişi olduklarını fark etmenin ilk adımını atmış oluruz. Fark ettiğimiz şey, bizden başka hissedebilir varlıkların içkin değeridir ve bu değeri taşıyan varlıklara karşı bir yükümlülüğe sahip olduğumuzdur. Bu yükümlülük, onları bir araca, bir malzemeye indirgememe, mal ve kaynak olarak kullanmama yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmenin pratikteki karşılığı vegan olmaktır.
Abolisyonist hayvan hakları kuramına göre vegan olmak, hissedebilir varlıklara karşı asgari etik yükümlülüğümüzdür. Veganlık zarar vermekten kaçınmanın bir yolu değil, insan harici hayvanların haklarını ihlal etmemek için uygulanması gereken bir prensiptir. Peki hak kelimesini kullanırken kastettiğimiz nedir?
Hak belli bir çıkarı korumanın özel bir yoludur. Bir çıkarın ‘hak’ olduğunu ilan ettiğimizde bunun anlamı, başkaları için o çıkarın engellenmesi fayda sağlayacak olsa dahi, bu çıkarın korunacak olmasıdır. Francione hakları, çıkarları koruyan bir duvara benzetir ve o duvarın üzerinde şöyle yazmaktadır: “Burayı yalnızca geçmenin fayda sağlayacağını düşündüğünüz için geçemezsiniz.”
En baştaki düşünce deneyimize dönelim; eğer hissedebilir bir varlığın yaşama hakkı olduğunu kabul ediyorsanız, onu öldürmenizin diğer altı kişiye faydası olacak olsa dahi bunu yapamazsınız.
Yaşama hakkı, bu kişinin yaşamaktan çıkarını korumaktadır.
Haklar ilk bakışta yasalarla ve hukukla ilgiliymiş gibi görünebilir. Ancak düşünürler, yasalar tanımadığı halde sahip olduğumuz bazı haklarımız olduğundan söz eder, bunlara ahlaki haklar ya da doğal haklar ismi verilir.(7) Geçtiğimiz yüzyıllarda monarşilerin, totaliter rejimlerin, ırkçı-köleci toplumların dönüşümü için verilen insan hakları mücadeleleri yasaların tanımadığı bu ahlaki/doğal hakların varlığı öne sürülerek veriliyordu.
Temel haklar dediğimizdeyse, bir kişinin diğer haklara sahip olmasını mümkün kılan haklardan bahsediyoruz. Hayvan haklarına abolisyonist yaklaşım, insan ve insan harici hissedebilir varlıkların ‘başkalarının mal ve kaynağı olarak görülmeme hakkını’ bir temel hak olarak kabul eder.(8) Bu hakkı çiğnememenin yolu vegan olmaktır, abolisyonist ilkelerin hayata geçirilmesi vegan olmak anlamına gelir.
Yukarıda, Peter Singer’ın “Ah şu veganlar” diye biten alıntısına yer vermiştim. Benzer bir konu üzerine Gary L. Francione şöyle söylüyor:
İnsan harici hayvanlar için adalet arayışında olan bir toplumsal hareket hayvan istismarına katılmayı asla seçmemeli. Bu kadar. Bir mekan sahibinin veganlara servis yapmanın daha kolay olduğunu düşünmesi için süt ya da yumurtadan yapılmış ürünleri yemeyi kabul etmemeliyiz. Bunu yapmak, kadın düşmanlarının ve ırkçıların kadınlar ve beyaz olmayan insanlar için eşitliğin ‘çok zor’ olduğunu düşünmelerini istemediğimiz için ‘küçük’ miktarda kadın düşmanlığına ya da ırkçılığa karşı çıkmamaya benziyor.
Veganlığı, insan harici hayvanlara karşı asgari etik yükümlülüğümüzü yerine getirmenin ve bununla birlikte insan harici hayvanların temel haklarını çiğnememenin tek yolu olarak gördüğümüzde gerçekten de bu hak ihlalinin ‘küçük miktarda’ olup olmamasının bir önemi kalmıyor. Mesele vereceğimiz zararın büyüklüğü değil, eylemin yol açabileceği sonuçlardan bağımsız olarak tüm hayvan kullanımlarının birer hak ihlali olması ve yükümlülüğümüzü yerine getirmemek anlamına gelmesi.
Sebepler ve Sonuçlar
Abolisyonist veganlar, veganlığı bir zarardan kaçınma yolu olarak değil, asgari etik yükümlülük olarak görür. Bu, vegan olmamızın sonuçlarını görmezden geldikleri ya da önemsemedikleri anlamına gelmiyor. Vegan olmamızın küresel iklim değişikliğini engelleme çabalarına çok önemli bir katkısı olduğu biliniyor. Veganlığın yaygınlaşmasının, üretilen tahılların ve bakliyatların verimli bir şekilde kullanılarak gıda dağıtımındaki adaletsizliğin önüne geçilmesine ya da temiz suyun verimli bir şekilde kullanımının sağlanmasına da büyük katkısı olacak. Bugünlerde pek çok sağlık uzmanı hayvan bedeni ve beden çıktılarından oluşan bir beslenmedense veganların beslenme biçiminin doğru planlandığı taktirde yeterli ve sağlıklı olduğunu söylüyor. Üstün üstlük veganlığın yaygınlaşmasıyla talep ortadan kalkacağından ‘hayvancılık’ da kademeli olarak ortadan kalkacak. Ancak bunların tamamı veganlığın sonuçları. Vegan olmamızın etik bir yükümlülük olmasının sebepleri değil.
Bunların hiçbiri olmasaydı, yani veganlığın çevreye ve insanlara hiçbir katkısı olmasaydı ya da çok küçük bir azınlıktan, hatta tek bir kişiden başka kimse vegan olmayacak olsaydı ve bu yüzden ‘hayvancılığın’ kademeli olarak sona ermesi gibi bir ihtimal olmasaydı dahi vegan olmak hala yükümlülüğümüz olurdu.
Vegan olmamızın bir yükümlülük olması, bu yükümlülüğün ortaya çıkarttığı sonuçlarla doğrudan ilişkili değil. Vegan olmak etik bir yükümlülüktür çünkü hayvanlar mal ve kaynak değildir. İnsan harici hayvanlar, insanların kendi amaçlarını yerine getirmek için kullanabilecekleri araçlar değildir.
İnsan harici varlıkları kendi amaçlarımız için kullanılacak araçlar olmak için dünyaya getirip, onları kölelikten başka bir şey anlamına gelmeyen bir hayata ve hammadde olarak kullanılmak üzere ölüme mahkum ederken adaletten bahsedemeyiz. Toplumlarımızı insan olmayanların köleliği üzerine inşa ederken özgürlükten bahsedemeyiz.
Son Bir Not
Bu yazıda yer alan bilgilerin hayvan hareketindeki tartışmaları bir bağlama oturtmak ve hangi fikrin hangi tarihsel ve düşünsel kaynaklardan temellendiğini anlayabilmek konusunda yardımcı olduğunu umuyorum. Burada her iki fikre de kısaca değindim fakat bir veganın bu konulardaki kısa yazılarla yetinmemesinin, bu fikirlerin anlatıldığı kaynakları okumasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Şunu da söylemeyi önemli buluyorum, yukarıda bahsettiğim kuramlardan hiç birini okumamış olsanız bile kendinizi bu görüşlerden birine yakın hissediyor olabilirsiniz, bunun sebebi bu görüşlerin kitaplarda kalmamış olmaları. Pek çoğu toplum içinde dolaşıma girmiş durumda. Bentham’ın haz faydacılığı bundan 200 yıl kadar önce ortaya atıldı ve günümüzdeki hayvanlarla ilgili yasalar ve genel görüşler Bentham’ın fikirlerinden etkilenmiştir. Zararı azaltma bakış açısı çok daha eski ve yaygın. Dolayısıyla bir kişi vegan olduktan sonra ilk karşılaştığı kaynakların, yazıların, görsellerin bu bakış açısını destekliyor olması büyük bir ihtimal.
Bu yazarları dönüp okumamızın bir önemi de görüşlerimizin dayandığı kaynakları yeniden gözden geçirme ya da fark etme olanağı kazanacak olmamız.
Kaynaklar
- Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Ayrıntı Yay. 2005
- Peter Singer, Practical Ethics 3rd Edition, Cambridge University Press, 2011
- Tom Regan, Kafesler Boşalsın, İletişim Yay. 2007
- Tom Regan, Case for Animal Rights, University of California Press, 1983
- Gary L. Francione, Hayvan Haklarına Giriş, İletişim Yay. 2008
- Gary L. Francione, Animals as Persons, Columbia University Press, 2009
Notlar
- (1) P.Singer’ın çıkar faydacılığını ayrıntılı olarak öğrenmek için Hayvan Özgürleşmesi (Ayrıntı Yayınları, 2005) isimli kitabı okuyabilirsiniz. Bentham ve Singer’ın kapsamlı bir eleştirisi için GL. Francione’un Hayvan Haklarına Giriş (İletişim Yayınları, 2007) kitabının Bentham’ın Yanılgısı başlıklı bölümünü okuyabilirsiniz.
- (2) Singer’ın çıkar faydacılığı yaklaşımı insan, primat, yunus ve fil gibi bazı hayvanların yaşamlarını sürdürmekten çok güçlü bir çıkarları olduğunu söyler. İnsanların söz konusu olduğu bu soruda farklı bir cevapları olabilir.
- (3) The Vegan, Sonbahar 2006
- (4) Satya, Ekim 2006, http://www.satyamag. com/oct06/singer.html
- (5) Bu düşünce deneyini şuradan aldım: http://bit.ly/1IwUBsd
- (6) Yükümlülük etiği, genel olarak deontoloji fikri ve Kant’ın ahlak felsefesi, uzun bir konu ancak yine bu konunun şu anki tartışmayla ilgili olan kısmına kısaca değineceğim.
- (7) Ahlaki hakların insan ve hayvan haklarına uygulanışı konusunda bir tartışma için bkz. Tom Regan, Kafesler Boşalsın (İletişim Yay., 2007)
- (8) Hayvan hakları ve mülk olarak görülmeme hakkı ile ilgili temel kaynak Gary L. Francione’un Hayvan Haklarına Giriş (İletişim Yay., 2008) isimli kitabıdır.
Not: Bu yazı ile kez Vegan Abolisyon’un 5. sayısında yayınlanmış olup yazarın izniyle sitemize uyarlanmıştır.