Neden Düşmanlarımızı Sevmeli ve Onların İyiliğini İstemeliyiz? – Alex Moran

Düşmanlarınız için iyi dileklerde bulunmak, ilk bakışta ahlaki bir yükümlülük veya yanıltıcı bir düşünce gibi görünse de, aslında kendi çıkarlarınıza hizmet edebilir.

/
243 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

“Komşunu seveceksin ve düşmanından nefret edeceksin” şeklindeki yaygın deyişi hepimiz duymuşuzdur. Oysa, “Düşmanlarınızı sevin ve size zulmedenler için dua edin ki, göklerdeki Babanızın oğulları olasınız.” (Matta, Yeni Ahit) öğüdü, iyilikte ustalaşmış ve barışın yollarını bilen bir kişi tarafından hayata geçirilmelidir. Bilge kişiler, sonradan pişmanlık duyacakları en ufak bir eylemden bile kaçınmalıdır. Tüm varlıkların neşe ve güven içinde, huzurla yaşamalarını dilerim. (Karaniya Metta Sutta: The Buddha’s Words on Loving-kindness, Pali dilinden Amaravati Sangha çevirisi, 2004).

Düşmanlarını sevmek gerektiği fikri tutarlı olsa da kafa karıştırıcı görünebilir. Sonuçta, bir düşmanı nasıl sevebilirsiniz ki? Kabiliyet olarak yapabiliyor olsak bile, bunu neden yapalım? Bize zarar vermeye çalışan birine karşı nefret ve düşmanlık beslemek daha uygun olmaz mıydı?

Yine de bu öğreti birçok farklı dini ve ahlaki gelenekte yer alır. Batı düşüncesinde en çok Hristiyanlık ve özellikle de Yeni Ahit’in öğretileriyle ilişkilendirilir. Bu bağlamda “düşman” yalnızca savaşta karşılaşılan ‘şiddet’ dolu bir rakip değil, aynı zamanda bize yanlış yapan, kötü davranan veya kötülüğümüzü isteyen herhangi bir kişidir. Düşmanları sevme öğretisi, tüm insanlara sevgi ve iyilikle yaklaşmanız gerektiği yönündeki evrensel sevgi ilkesinin bir sonucudur.  Bu anlamda düşmanlarımızı sevmek, onlara en yakınlarımıza duyduğunuz türden bir sevgi hissetmemiz anlamına gelmez. Daha ziyade, onlara karşı kötü niyet taşımamayı ve onların genel anlamda iyiliklerini istemeyi (sağlık ve huzurları için dua etmek gibi) içerir. Bu nedenle, düşmanlarını sevme ilkesi, ilk bakışta göründüğünden çok daha az talepkârdır.

Buna rağmen, bazıları bu öğretiyi hâlâ fazla talepkâr bulabilir. Birçoğumuz, en yakınlarımızın bile hatalarını affetmekte zorlanırken; düşmanlarımızı sevmek gibi zor bir görevi neden üstlenmemiz gerektiğini sorgulayabiliriz.

Bazıları, ahlak bize öyle söylediği için düşmanlarımızı sevmemiz gerektiğini söyleyecektir. Nitekim Hristiyan geleneğinden böyle bir yanıt beklemek doğaldır. Ancak buna gerekçe olarak sunabileceğimiz daha az başvurulan bir yanıt daha vardır: Düşmanlarınızı yalnızca ahlaki bir öğretinin gerekliliğini yerine getirmek için değil, kendi çıkarınız için özellikle de kendi psikolojik iyi oluşunuz için sevmelisiniz. Bu açıdan bakıldığında, düşman sevgisi talebi artık baskıcı veya imkânsız derecede zor görünmez. Aksine, kin ve düşmanlığın yükünden kurtulmanın bir yolu olarak, özgürlüğe giden bir yol olarak ortaya çıkar.

Bu fikri incelemeye geçmeden önce, filozof Friedrich Nietzsche’nin yazılarından esinlenilmiş oldukça farklı bir bakış açısını ele alalım. Bu bakış açısı, hem ahlakın düşman sevgisi gerektirdiği fikrine  hem de bunun bizim iyiliğimize hizmet ettiği düşüncesine güçlü bir meydan okumadır.

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üzerine (1887) adlı eserinde, ‘efendi ahlakları’ ve ‘köle ahlakları’ arasında bir ayrım yapar. ‘Efendi ahlakı’, güç, cesaret, zenginlik ve gurur gibi nitelikleri ‘iyi’ olarak değerlendirirken, bunların zıtlarını ‘kötü’ olarak görür. Öte yandan, ‘köle ahlakı’ alçakgönüllülük, merhamet ve yoksulluk gibi nitelikleri ‘iyi’ olarak kabul eder ve bunların zıtlarını ‘kötü’ olarak nitelendirir. Nietzsche’ye göre Hristiyan ahlakı, köle ahlakının pratikteki bir karşılığıdır.

Nietzsche’ye göre, Hristiyan ahlakının ilkeleri ilahi bir vahiyin ürünü değildir. Aksine, ezilmiş ve baskı altında yaşayan bir halk tarafından – yani, Roma İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudiler tarafından – yaratılmış insan inşası bir yapıdır. Nietzsche’ye göre; baskı altındaki bir halkın, içinde bulunduğu koşullar nedeniyle zayıflık ve yoksulluğu güç ve gurura tercih eden bir ahlak anlayışı geliştirmesi şaşırtıcı değildir. Bu bağlamda, köle ahlakını geliştirenler, kendilerine dayatılan yaşam biçimini ahlaki erdemlere dönüştürme konusunda bir tür uyum sağlama dehası sergilemişlerdir. Kendilerini ezenlerin özelliklerini ve davranışlarını ise ahlaki kötülükler olarak yeniden tanımlamışlardır.

Bu bakış açısı, düşmanlarımızı sevmemiz gerektiği fikri üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir? Öncelikle bu bakış açısı düşman sevgisinin ahlaki bir zorunluluk olduğu fikrini sorgular. Nietzsche’ye göre bu, Tanrı tarafından verilen nesnel bir ahlaki ilke değil, baskı altında yaşayan insanların geliştirdiği bir savunma mekanizması, bir etik koddur. İkinci olarak, düşmanlarımızı sevmenin kendi çıkarımıza hizmet ettiği fikrini de sorgular.Ezilen bir halk için, onlara dayatılan bir davranış biçimini ‘doğru ahlaki tutum’ olarak yeniden kavramsallaştırmak açısından düşmanlarını sevmek faydalı olabilir. Ancak bu, düşman sevgisinin insanın genel gelişimine katkı sağladığı anlamına gelmez.

Tam tersine, Nietzsche’ye göre en sağlıklı insanlar; cesaret, gurur ve güç gibi erdemleri geliştirenlerdir. Bu erdemlere sahip kişiler, düşmanlarını hor görmeye daha yatkındır ve şefkatten ziyade onları küçümsemeyi tercih ederler. Aslında Nietzsche, genel olarak şefkat hakkında -Almanca mitleid, ‘acıma’ veya ‘sempati’ olarak da çevrilir- sert bir dil kullanıyor ve şefkatin yalnızca acıyı bulaşıcı hale getirmeye yaradığını iddia ediyor.

Bu düşünce serisinde ilginç bir nokta var. Bir açıdan bakıldığında, düşmanları sevmeye çalışmak, başka türlü hareket edemeyenler için uygun bir davranış gibi görünebilir; fakat Nizetsche’ye göre bu, zayıf ve kölece bir tavır olabilir. Bununla birlikte, nihayetinde daha ikna edici olduğunu düşündüğüm bir bakış açısını sunmak istiyorum. Bu bakış açısı, hem düşmanlarını sevmenin ahlaki bir zorunluluk olduğunu savunan Hristiyan anlayışından, hem de düşmanlarını sevmenin insanın gelişimini engelleyen bir kölelik biçimi olduğunu ileri süren Nietzscheci görüşten farklıdır.

Aklımdaki düşünce, Budizm’deki temel bir anlayışa dayanıyor: ahlakın nihai hedefi dukkhadan, yani ‘ıstırap’tan kurtulmayı sağlamaktır. Dukkhadan kaçınmak, Budizm’in merkezi bir kavramıdır (öncesinde Hinduizm ve Jainizm’de olduğu gibi). Ana fikir ıstıraptan kaçınmak için doğru şekilde yaşamak, yani Buda’nın öğretilerini takip etmek gerektiğidir.

Dukkha teriminin İngilizcede tam bir karşılığı yoktur; acı, huzursuzluk, tatminsizlik, rahatsızlık gibi anlamlar taşıyabilir. Ancak bir Budistin kesinlikle kaçınmak isteyeceği dukkha türlerinden biri, birinin kendisini düşman olarak görmesi nedeniyle yaşanan huzursuzluktur. Bu düşünceye göre, nefret ve kin gibi duygular ruhu zorlaştırır ve ıstırap yaratır, bu yüzden bu duyguların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca, Budizm’in temel öğretilerinden biri, bu ıstırabın, yanlış yapanlara bile sevgi ve nezaket göstererek – yani meditasyon ve derin düşünme yoluyla düşmanlara karşı iyilik dilemeye çalışarak – hafifletilebileceği veya tamamen yok edilebileceğidir.

Aslında, çağdaş psikolojide yapılan araştırmalar, bu bakış açısını destekleyen pek çok ampirik kanıt sunmaktadır. Özellikle, kendisine yanlış yapanları affetmeye çalışan kişilerin daha iyi hissettiklerine dair güçlü bulgular mevcuttur. Ancak bu fikrin gücünü önceden kavramak da mümkündür. 5. yüzyıl Budist yorumcusu Buddhaghosa, Visuddhimagga adlı eserinde bu durumu güçlü bir benzetmeyle açıklar: Öfkeyi içinde tutmak, birini yakmak amacıyla kızgın bir koru elinde tutmaya benzer – yanan ilk (ve muhtemelen tek) kişi sen olursun. Bu çok güçlü bir sezgidir: Öfke ve kin duyguları en çok, onları içinde tutan kişiye zarar verir; huzur ve sükunete ulaşmanın yolu ise, sana yanlış yapanlara karşı bile bu olumsuz duyguları serbest bırakmaktan geçer. Bu düşünce, yukarıda özetlenen Nietzscheci görüşe karşı sezgisel bir itiraz olarak da görülebilir. Çünkü bu görüş, bağışlamamanın ve geçmişi bırakamamanın duygusal yükünü tam anlamıyla hesaba katmaz.

Antik Yunan felsefesinde de benzer bir fikir bulunmaktadır: İyi yaşamak, ataraxia olarak adlandırılan – yani kaygıdan ve stresten arınmış, dingin ve huzurlu bir ruh halini – bulmayı gerektirir. Bu, sadece farklı Yunan felsefi okulları (Pirronizm, Stoacılık, Epikürcülük vb.) tarafından paylaşılan bir inanç olmakla kalmaz, aynı zamanda Budist düşüncede de yaşamın ıstıraptan kaçınarak iyi sürdürülmesi gerektiği fikriyle paralellik gösterir. Ayrıca, düşmanlarına karşı sevgi dolu bir nezaket uygulamanın, kişinin kendi iyi oluşu için gerekli olduğu düşüncesini de güçlendirir. Çünkü eğer kişi sürekli kin ve öfke yükü altında yaşıyorsa, ataraxia durumuna ulaşması zordur. Oysa düşmanlarına karşı sevgi dolu bir nezaket gösterenler – ve böylece, en azından bir anlamda, o düşmanlarından özgürleşenler (çünkü gerçek anlamda bir kişinin yalnızca karşılıklı kötü niyet olduğunda düşmanı olur) – huzura ve sükunete daha yakın hale gelirler.

Romalı imparator ve Stoacı filozof Marcus Aurelius, bir düşmana karşı en iyi intikamın ona benzememek olduğunu söylemiştir. Bu sözden anladığım şu: Bir saldırgana verilecek en iyi karşılık, intikam peşinde koşmamaktır. Bunun yerine, kişi kendi iyi bir insan olma yoluna odaklanmalı ve bu süreçte düşmanlarına bile iyilik dilemeye devam etmelidir. Eğer bunu başarırsa, belki intikamın sağladığı geçici tatmini ve hazzın verdiği sarhoşluğu kaybeder. Ama ödül olarak elde edeceği şey, aksi takdirde asla sahip olamayacağı bir ruh hafifliği olacaktır; yani, iyi yaşamak için gerekli olan barış ve sükunet.


Alex Moran – “Morality aside, there’s another good reason to love your enemies“, (Erişim Tarihi: 25.03.2025)

Çevirmen: Yağız Kaygı

Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi. Başta psikoloji ve felsefe olmak üzere insan bilimlerine ilgilidir. Daha çok ilgilendiği felsefe alanları zihin felsefesi ve epistemolojidir. Bunlar haricinde öncelikle sinema olmak üzere sanat ve fantastik rol yapma oyunları ilgi alanlarından bazılarıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Neden Sade Yaşam Sadece Güzel Değil, Aynı Zamanda Zorunlu?- Marina Benjamin

Sonraki Gönderi

Halk TV’ye Konuk Olduk: Felsefe’nin İşlevi Ve Önemi Nedir?

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü