Niçin Bu Kadar Kutuplaştık ve Bunu Aşmak İçin Ne Yapabiliriz? Bir Sosyal Epistemoloji Perspektifi – John Greco

/
1422 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Çağdaş akademik felsefe, bilgi ve bilgiye ilişkin konuları ele alma biçimiyle ilgili olarak son zamanlarda bir “toplumsal dönüş” yaptı. Diğer bir ifadeyle felsefe, geleneksel ideal olan kendi kendine yeten bir sorgulayıcı olmaktan uzaklaştı. Artık o, başkaları ile “sosyal-epistemik bağımlılığın” önemini vurgulayan ve neye inanmanın makul olduğunu bulmak için elinden geleni yapan bir bilgi anlayışı haline geldi.

  • Bağımlılık, diğer kişilere ve bilen kişinin sosyal ortamının diğer yönleri ile bu çevrenin sosyal olarak nasıl organize edildiğine dair gerçeklere bağlı olduğu için sosyaldir.
  • Bu bağımlılık, kişinin bilmesi için olduğu kadar makul inanç ve kanaat gibi başka türden entelektüel özellikler açısından da başkalarına bağımlı olması anlamında epistemiktir.

Tüm bunlarla yakından bağlantılı olarak bazı çağdaş filozoflar, güven ve itimat etmenin entelektüel yaşantılarımızın biçimlenmesindeki rolünü de dikkat çekmeye çalışmıştır. Yani onlar, başka insanlar ile ahlaki -veya en azından pratik- ilişkimizin, hangi bilgilere sahip olacağımızı ve hangi görüşlerimizin makul veya rasyonel olacağı gibi şeyleri nasıl etkilediğiyle ilgilenmiştir. İlk bakışta bu, bilgi ve inanç hakkındaki geleneksel düşünme biçimlerinin epey uzağında görülebilir. Görünüşe bakılırsa, bilgi ve makul yaklaşım gibi entelektüel pozisyonlar, diğer insanlarla olan ahlaki ve pratik ilişkilerimizden çok kanıt ve iyi muhakeme ile ilişkilidir. Şahsi ilişkiler ve diğer sosyal etkenler, bir kişinin sahip olduğu inançlara niçin sahip olduğuna dair psikolojik bir açıklama sunabilse dahi, söz konusu bu türden etkenler bir kişinin sahip olduğu inançların nasıl veya neden makul, rasyonel veya entelektüel olarak saygıdeğer başka bir şey olduğunu açıklamak ile pek alakalı değil gibi görünüyor.

Ama yine de bana öyle geliyor ki, “yeni sosyal epistemoloji”nin ardında yatan sebepler nihayetinde epey ilgi çekici. Bu yeni düşünme biçimi bilhassa, “yankı odaları”, “sahte haberler”, “alternatif doğrular” gibi sayıları giderek artan izole dünya görüşleri de dahil olmak üzere mevcut sosyal ve politik ortamımıza dair açıklama ve izah yapabilmemize epey bir yardımcı oluyor. Bu manzaranın belirgin bir özelliği, karşıt grupların birbirlerini giderek daha fazla bir şekilde entelektüel veya ahlaki açıdan kusurlu gösterme ve yaftalama biçimidir. Yani karşıt görüşlüler için varsayılan açıklama, onların aptal veya kötü niyetli; veya her ikisi birden olması gerektiğidir. Bu rahatsız edici bir durum, çünkü bizi, diğer insanları “zayi olanlar, kendini kaybedenler”* olarak karakterize etmeye davet etmektedir. En basit ve yalın gerçekleri göremeyecek kadar aptal, veya bu gerçekleri umursamayacak kadar ahlaksız biri ile nasıl anlaşıp beraber akıl yürütebilir, onları nasıl ikna edebiliriz ki? O halde rahatsız edici olan yalnızca içinde bulunduğumuz üzücü durum değil, aynı zamanda bu durumdan kurtulma ihtimalimizin olmamasıdır.

Yukarıda, yeni sosyal epistemolojinin bahsettiğimiz konularda neler olup bittiğini anlamamıza yardımcı olduğunu söylemiştim. Ama en önemlisi de bana öyle geliyor ki, bize nasıl ileriye doğru yol alacağımız hususunda karamsarlıktan ziyade umut vermesidir. Spesifik olarak; bize diğer insanları – en çok hemfikir olmadıklarımızı bile – ahlaki ve/veya entelektüel açıdan kusurlu olmaktan ziyade akıllı görmemiz (onların akıllı/makul olduğunu görmemiz) için olanak sunar. Eğer insanları yalnızca aptal veya ahlaksız görmekten ziyade onların akıllı/makul olduğunu görebilirsek, bu onlar ile konuşabilmemiz veya başka türden bir iletişim kurabilmemiz için bize kabul edilebilir bir sebep sunar. Elbette bu fazla basit indirgemek olur; çünkü makul olma (mantıklılık veya akıllılık) ya hep ya hiç gibi bir şey değildir. Daha dikkat çekici olan nokta, sosyal epistemolojinin bize insanları ve onların fikirlerini başka türlü yapabileceğimizden daha makul, daha az kusurlu olarak görmemiz için olanaklar sunmasıdır. Ve bu da, aksi bir durumda epey zorlayıcı olabilecek sosyal ve politik bir durumu ele almak için olanaklar anlamına gelir.

Peki ama tüm bunlar nasıl olacak? Bunu görebilmek için bazı fikirleri masaya sermeliyiz. Ben bilhassa, epey mühim olan bir kategori ve üç akla yatkın olası noktanın altını dikkat çiziyorum.

Bahsettiğim mühim kategori, bir dizi bilgi-bağımlı sorumluluklar ile ilgili işbirliği yapan bir grup insanın oluşturduğu epistemik topluluk olarak tanımlanabilir. Yani epistemik bir topluluk, bir şeyler yapmak için işbirliği yapan bir grup insandır; ki bu işbirliği bahsi geçen bilgiyi kimin diğerleriyle paylaştığına bağlıdır. Mesela bir işletme şirketi, işlerin yürümesi için gerekli olan işbirliğini yapan insanları içerdiği ölçüde ve bu süreçte ilgili bilgilerin (ürün kalitesi, tedarik zincirleri, satışlar vb. hakkında) paylaşılmasını içerdiği ölçüde, bu anlamda epistemik bir topluluk teşkil eder. Aile üyeleri “aile işi” olan bir şey için işbirliği yaptıkları ve bunu yaparken de ilgili bilgileri paylaştıkları ölçüde; aile de epistemik bir topluluktur. Aslında epistemik topluluk yer yerdedir, birbirleriyle örtüşür ve kesişirler, her zaman var olur ve dağılırlar. Ve her birimiz, herhangi bir zamanda, bu türden birkaç topluluğun üyesiyizdir.

Dikkat edilmesi gerekilen ilk nokta, epistemik toplulukların iki mühim konu başlığı olduğudur. İlki:

  • ilgili işi yerine getirmek için nitelikli bilgiye sahip olmak ve,
  • bu bilgiyi ihtiyacı olan kişilere dağıtmak

İkincisi ise, epistemik toplulukların emek verilen epistemik işbölümünden fayda sağladığı fikri ile yakından bağlantılıdır. Yani, ilgili bilgileri (mesela son satış rakamları hakkında bilgileri) edinen kişi, her zaman için bunu edinen tek kişi veya buna ihtiyaç duyan kişi değildir. İlgili bilgilerin paylaşılma olanağı ile herkes her şeyi tek başına yapmak zorunda kalmaz; bu ilk etapta epistemik toplulukların bir parçası olmak için en güçlü motivasyonlardan biridir.

Bu da bizi ikinci önemli noktaya getiriyor. Şöyle ki, bu epistemik topluluklar ilgili bilgiyi elde etmek ve dağıtmak için aynı zamanda normlar veya standartlarla da karakterize edilirler. Bu epistemik toplulukların nitelikli bilgiye veya güvenilirlilik ile doğruluk standartlarını karşılayan bilgiye ilgi duyduğunu söylemenin farklı bir yoludur. Diğer yandan bilgi edinimini yönlendiren normlar veya standartlar, bu bilginin dağıtımını yönlendirenlerden farklı olacaktır. Çünkü bilgi edinirken ki en baskın endişemiz kalite kontrolüdür – ilk etapta sisteme yalnızca doğru ve güvenilir bilgilerin girmesini isteriz. Fakat bilgiyi dağıtırken ki en baskın endişemiz, onu ihtiyacı olan kişilere ulaştırmaktır. Bu, kalite kontrolünün bilgi dağıtımı ile alakasız olduğu anlamına gelmez, fakat bilgi edinme aşamasında nispeten daha az önemdeki bir rolü olduğu anlamına gelir. Askeri üs benzetmesini düşünelim. Üssün kapılarından içeri girmek için yüksek düzeyde standartlar vardır- kimlikler kontrol edilmeli, belki araçlar aranmalı veya başka türdeki kontrollerden geçilmelidir. Ancak içeri girdikten sonra da bir kişinin istediği yere gitmesine izin verilmez- üssün içinde bile olsa kimin nereye, ne zaman gidebileceğine dair kurallar vardır. Buna rağmen ilk etapta, kapıdan içeri girmek için gerekli olan kurallar ile içeri girdikten sonra bir tur atıp gezme kuralları ile aynı değildir, ve aynı olmamalıdır da.

Şimdi ihtiyacımız olan üçüncü ve son noktaya geldik. Yani, diğer insanlar ile yapılan bilgi işlemlerinin, hem bilgi edinim faaliyetinde (topluluğa nitelikli bilgi girişi sağlama faaliyetinde) hem de bilgi dağıtım faaliyetinde (nitelikli bilginin topluluk içindeki diğer kişiler ile paylaşılması faaliyetinde) gerçekleşmesi. Bu, farklı bilgi işlemlerinin gerçekleştikleri bağlama göre farklı şekilde değerlendirileceği anlamına gelir. Başka bir deyişle diğer kişilerden gelen bilgiler, o kişinin kendi epistemik topluluğunun bir üyesi olup olmadığına bağlı olarak, farklı türden norm ve standartlara göre ve uygun bir şekilde değerlendirilecektir.

Örnek olarak, bir iş başvurusu yapan kişi ile bir personel müdürü arasında gerçekleşen bir konuşmayı düşünün. Gayet açık ki, personel müdürünün, işe başvurusu yapan kişinin söylediği her şeye- mesela, konuyla ilgili bir uzmanlığa sahip olduğu veya eski işindeki insanların onu sevdiği gibi şeylere- tamamen/hemencecik inanması pek yerinde olmayacaktır. Tam aksine, bu bilgilerin inandırıcı olup olmadığını değerlendirmek personel müdürünün asli görevidir ve bunu yerinde bir titizlikle yapmazsa bizzat kendi işinde başarısız olmuş olur. Bunu başka bir zıt örnek ile değiştirelim: Ayrıntılı inceleme sonrasında personel müdürü, başvura kişinin nitelikleri hakkında kendi yöneticisine bir rapor sunar. Bu bağlamda yöneticinin, personel müdürünün söylediklerine güvenmesi uygun ve meşrudur. Lütfen dikkat, yöneticinin personel müdürü ile yaptığı konuşmanın, personel müdürünün iş başvurusu yapan kişi ile yaptığı konuşmadan farklı olması yerindedir. Ve böyle olmasının nedeni de, ikinci konuşmanın ilk konuşmada bulunmayan bir işbirliği bağlamında gerçekleşmesidir.

Aynı şey, uygun bir işbölümü açısından da yapılabilir. Bir şirketteki en üst düzey yönetici kendi personel müdürünün raporlarını değerlendirirken, bir personel müdürünün iş başvurusu yapan kişilerin raporlarını değerlendirirken yapması gerektiği gibi aynı türden özen standartları ve ölçütleri uygulamak zorunda kalırsa; o şirket başarısız olur. Aksine işleri yolunda olan iyi bir şirket, verimli iş bölümlerine ve bu durumda da verimli bir epistemik işbölümüne izin veren işbirliği türleri ile beraber tanımlanır. Bu nokta çoğunlukla epistemik topluluklar için de geçerlidir. İşlerin yolunda olduğu/iyi işleyen epistemik topluluklar, tabiatı gereği, epistemik emeğin verimli bir şekilde bölüşüm ile dağıtımına izin veren işbirliği ve güven ilişkileriyle tanımlanır. Ve bu normatif yapı, farklı kişilerden gelen bilgilerin, bu kişilerin ilgili epistemik topluluk ile olan ilişkilerine bağlı olarak farklı ve uygun bir şekilde değerlendirilmesini gerektirir.

Özetlemek gerekirse epistemik toplulukların doğası, farklı insanlara farklı düzeylerde güvenilmesini ve farklı insanlardan gelen bilgilerin farklı standartlara göre değerlendirilmesini gerektirir. Ve işte tam olarak da bu, işlerin nasıl rayından çıkabileceğini bize göstermektedir. Bir topluluğun sebep her ne olursa olsun başlangıç aşamasında bir şeyi yanlış anladığını varsayalım. Bu hata bir kez gerçekleştiğinde, topluluk içinde epey kolayca dağıtılacak ve yayılacaktır. Dahası, topluluk dışından gelen aksi ve muhalif bilgiler daha yüksek düzeydeki bir standart ile değerlendirileceği için, bu hatanın düzeltilmesi çok daha zor olacaktır. Bunun sebebi, hatalı veya yanlış olsun ya da olmasın bir topluluğun dışından gelen herhangi bir bilginin, topluluk içerisinden gelmesine kıyasla daha yüksek standartlarla değerlendirilmesidir. Daha da kötüsü, bu durum iyi işleyen epistemik bir topluluğun zorunlu bir sonucudur. Başka bir deyişle, epistemik bir topluluk içinde yer alan insanlar, bilgiyi farklılaşan ve değişen bu standartlara göre değerlendirme hakkına sahiptir. Bu, bir fikir veya görüş bir topluluk içinde kendine yer edindiğinde, yanlış olsun ya da olmasının onun kökünü kazımanın neden zor olduğunu bize açıklamaktadır. Aptallık veya ahlaksızlık ithamı, bir açıklama öne sürmemiz (veya bir açıklama sahibi olmamız) için zorunlu değildir. Ancak elbette bu, epistemik toplulukların ve bu topluluklar içinde bulunan insanların asla aptal ya da ahlaksız olmadığı anlamına gelmez!

Farklı topluluklar arasındaki yerleşik anlaşmazlığı açıklamak için, prensip olarak, yalnızca bu faktörlere ihtiyaç olmadığını söylemek yeterlidir. Konuyu farklı bir çerçeveden ele alırsak; bu tür faktörler, insanların bizimle niçin aynı fikirde olmadığına dair açıklamalarımızı boşa çıkarmak zorunda değildir. Önümüzdeki resim çok daha karmaşık olabilir.

O halde söyleyebiliriz ki, sosyal epistemolojideki imkan ve olanaklar, farklı topluluklar arasındaki yerleşik anlaşmazlıkları ve hatta kutuplaşmayı açıklamamıza yardımcı olabilir. Peki ya kutuplaşmadan uzaklaşmak ve uzlaşıya varmak için gerekli olan olanaklar nelerdir? Tam burada işler biraz tatsız ve acımasız görünebilir. Aslında bizim açıklamamız, zaten karşılıklı güvensizlik ile karakterize edilen topluluklar arasındaki artan kutuplaşmayı özellikle ön görüyor gibidir. Tüm bunların yanı sıra, ileriye doğru gidebileceğimiz yol olduğu önerisinde bulunmak istiyorum, hatta sosyal epistemoloji modelimiz tarafından önerilen bir yol. Bu yol, daha iyi veya en azından daha farklı epistemik topluluklar inşa etmenin zor olduğu bir yol. Ve bu yol, güvene dayalı ilişkiler inşa etmenin de zor olduğu yol.

Bu bakımdan, umudun var olmasının bir sebebi de, epistemik toplulukların sınırlarının ne sabit ne de tekil olmasıdır.

Yukarıda belirtildiği gibi, epistemik topluluklar kesişir ve örtüşür ve her zaman var olur ve çıkar. Yukarıda da belirtildiği gibi, epistemik topluluklar çakışır ve örtüşür, her zaman var olur ve dağılırlar. Dahası, işbirliği ve güven ilişkileri, aile ilişkileri ve arkadaşlıklar da dahil olmak üzere çeşitli biçimlerde ve sayılarda ortaya çıkar. Son olarak ise, her birimiz zaten birden fazla epistemik topluluğun üyesiyizdir. Tüm bunlar, mevcut topluluklarımızı yeniden şekillendirme ve bu toplulukların yenilerini inşa etme; böylece de mevcut bilgi akışlarını kesip yeniden yönlendirme fırsatları yaratır. Şüphesiz, bunları yapmak çok kolay değil. Ancak bir diğerini kaybedilmişler olarak görmenin dair umut vaat edici bir alternatiftir.

Bu gönderi, yazarın Cambridge University Press’ten yakın zamanda çıkan “The Transmission of Knowledge” kitabındaki bazı fikirlere dayanmaktadır. (Ç.N.: Muhteşem bir kitap)


Çevirmen notu: Yazıda yer alan “lost causes” kelimesini paragraftaki anlam bütünlüğü açısından “zayi olanlar, kendini kaybedenler, kaybedilmişler” olarak çevirdim. Çünkü Greco, mesela bizimle hem fikir olmayan veya epey saçma bir komplo teorisine inanan bir diğer insanı “zayi olan, zaten kaybedilmiş biri olan” olarak tasvir etmemizi, ona böyle davranmamıza sebep olan epistemik topluluk yapısını eleştirmektedir.

Greco, Fuller ile birlikte sosyal epistemolojiye dair en önemli isimlerinden biri, başka yazılarını da çevirmeyi planlıyorum.


John Greco– “Why are we so polarized, and how can we move forward? A perspective from social epistemology.“, (01.01.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Sosyal Epistemoloji Niçin Önemlidir? – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Medyanın Sorumlulukları: Gazeteciler Gerçeği Yayınlamakla Mükellef mi? – Daniella Meehan

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü