Anglo-Saxon burial site at the Barrow Clump, Salisbury Plain, Wiltshire. Photo Rexfeatures
//

Antik Toplumlarda Herkesin Genç Yaşta Öldüğüne mi İnanıyorsunuz? Bir Daha Düşünün – Christine Cave

Belki şu karikatürü görmüşsünüzdür: iki mağara adamı, mağaralarının dışında oturmuş taş aletler yontuyor. Biri diğerine “Bir şeyler yolunda  değil; havamız temiz, suyumuz saf, hepimiz bolca egzersiz yapıyoruz, yediğimiz her şey organik ve doğal koşullarda yetişiyor ama yine de kimse 30’unu geçemiyor.” diyor.

Bu karikatür antik çağlardaki yaşam sürelerine ilişkin çok yaygın bir görüşü yansıtıyor ancak bu görüş bir efsaneden ibaret. Geçmişteki insanların hepsi 30 yaşına geldiklerinde ölmüş değillerdi. Antik belgeler bunu kanıtlıyor. M.Ö. 24. yüzyılda, Mısırlı Vezir Ptahhotep yaşlılığın getirdiği yıpranışları anlatan dizeler yazdı. Antik Yunanlılar yaşlılığı kutsal lanetler arasında sayıyordu ve mezar taşları bazılarının 80 yaşı aşkın süre hayatta kaldıklarına dair kanıtlar sunuyor. Antik sanat eserleri ve figürinler de kamburlaşmış buruşmuş, yaşlanmış insanları tasvir ediyor.

Ancak bu tek kanıt türü değil. Tanzanya’nın Hadza halkı veya Brezilya’nın Xilixana Yanomami halkı gibi modern tıptan ve pazarlardan uzak yaşayan ve günümüzde hâlâ var olan geleneksel topluluklar üzerine yapılan çalışmalar; en muhtemel ölüm yaşının, çoğu insanın sandığından çok daha yüksek olduğunu gösterdi: Yaklaşık 70 yaş! Bir araştırma; çeşitli toplumlar ve dönemlerde, özellikle şiddete ilişkin, ölüm oranlarında farklılıklar olsa da çeşitli geleneksel halkların ölüm profilleri arasında dikkate değer bir benzerlik olduğunu buldu.

Görünüşe göre insanlar karakteristik bir yaşam süresiyle evrimleşmiş. Geleneksel toplumlardaki ölüm oranları bebeklik döneminde yüksektir; ardından keskin bir düşüşle yaklaşık 40 yaşına kadar sabit kalır, sonra ise 70 civarında zirveye ulaşacak şekilde yeniden artar. Çoğu birey 60’lı yaşlarına hatta daha sonrasına kadar sağlıklı ve dinç kalır; bir ölüm sebebi başarısız olsa bile bir diğerinin kısa süre içinde öldürücü darbesini vuracağı fiziksel çöküş dönemi olan yaşlanma başlayana kadar.

Peki, geçmişte insanların genç yaşta öldüğü efsanesinin kaynağı nedir? Biri, kazılarda ortaya çıkardıklarımızla ilgilidir. Antik çağda yaşamış bir insanın kalıntıları bulunduğunda, arkeologlar ve biyolojik antropologlar iskeletleri inceler ve bu kişilerin cinsiyetini, yaşını ve genel sağlık durumunu tahmin etmeye çalışır. Diş çıkması gibi büyüme ve gelişme göstergeleri, çocuklar için nispeten doğru yaş tahminleri sağlar. Ancak yetişkinlerde tahminler, vücutta meydana gelen dejenerasyona dayanır.

Hepimiz, insanları dış görünüş ve onlarla karşılaştığımız durumlara dayanarak içgüdüsel olarak “genç”, “orta yaşlı” veya “yaşlı” olarak etiketleyebiliriz. Benzer şekilde, biyolojik antropologlar, örneğin, saç ve kırışıklıklar yerine iskeleti kullanır. Bu değerlendirmeye ‘biyolojik yaş’ deriz çünkü yargımız, karşımızdaki kişinin biyolojik gerçekliğiyle ilgili olan fiziksel (ve zihinsel) durumlara dayanır. Fakat bu her zaman kişinin takvim yaşıyla örtüşmeyebilir çünkü insanların hepsi, sonuçta, farklıdır. Görünüşleri ve yetenekleri genetiklerine, yaşam tarzlarına, sağlık durumlarına, tutumlarına, faaliyetlerine, yediklerine, zenginliklerine ve başka birçok faktöre bağlı olarak değişir. Bu farklılıklar yıllar geçtikçe birikecektir; bu da demektir ki bir kişi yaklaşık 40 veya 50 yaşına geldiğinde farklılıklar, ister yaşayan bir kişi üzerinde göz ile ister  iskelet yaşlandırma yöntemi gibi bilimsel yöntemlerle yapılmış olsun, takvim yaşının belirlenmesinde herkese uyan tek tip bir doğruluğa izin vermeyecek kadar fazla olacaktır. Bunun sonucunda, orta yaşın üzerindeki bireyler için sıklıkla 40+ veya 50+ gibi açık uçlu yaş tahminleri yapılır; bu da kişinin kırk ila yüz dört yaş arasında herhangi bir yerde olabileceği anlamına gelir.

“Ortalama ölüm yaşı” terimi de bu efsaneye katkıda bulunur. Yüksek bebek ölüm oranı yaş spektrumunun bir ucunda ortalamayı düşürürken, ‘40+’ veya ‘50+ yaş’ gibi açık uçlu kategoriler diğer uçta bu ortalamayı düşük tutar. 2015’te doğum anından itibaren ortalama yaşam süresinin Sierra Leone’da 50 yıldan Japonya’da 80 yıla kadar değiştiğini biliyoruz ve bu farklar, toplam yaşam süresindeki farklılıklardan ziyade erken ölümler ile ilişkilidir. Yaşam süresini tahmin etmenin daha iyi bir yöntemi ise sadece yetişkinlikteki yaşam beklentisine bakmaktır; bu yöntem bebek ölüm oranını denklemin dışında bırakır. Fakat yaklaşık 50 yaş ve ötesindeki yaşları tahmin etmedeki yetersizlik, ortalamayı yine de olması gerekenden düşük tutar.

Bu nedenle arkeologların yaş tahminleri, yaş spektrumunun iki ucundan da daraltılmış durumda; bunun sonucunda da ömürlerinin tamamını uzunca yaşamış bireyler “görünmez” hale getirildi. Bu, uzak geçmişteki toplumları tam olarak anlamayamamış olduğumuz anlamına geliyor. Yazılı geçmişte, toplumun aktif bir üyesi olan yaşlı bireylere çoğunlukla genel yetişkin nüfustan çok da farklı davranılmıyordu ama görünmez yaşlıların arkeolojik olarak tespit edilememesi, bunun yazılı dilin olmadığı toplumlarda da geçerli olup olmadığını söylememize engel olmaktadır.

Meslektaşım Marc Oxenham ve ben eski toplumları daha iyi anlamak istedik, bu yüzden görünmez yaşlıları gün yüzüne çıkarmak için bir yöntem geliştirdik. Bu yöntem yalnızca mezarlığın ömrü boyunca çok az değişiklik görmüş ve sakinleri arasında büyük eşitsizlik bulunmayan mezarlık topluluklarına uygulanabilir. Bu şekilde, insanların benzer yiyecekler yediği ve dişleriyle benzer şekilde davrandığı varsayılabilir. Böyle bir mezarlık, Anglo-Saksonların sevdiklerini gömdüğü Hampshire ‘daki Kingsworthy yakınındaki Worty Park’tır. Mezarlık, 1960’ların başında kazılmıştır.

Bu insanların dişlerindeki aşınmayı ölçtük ve sonra en çok aşınmış dişlere sahip olanlardan -en yaşlılardan- en az aşınmış olanlara doğru nüfusu sıraladık. Bunu sadece yaşlılara  değil, kontrol grubu görevi görmesi için tüm nüfusa uyguladık. Daha sonra benzer yaş yapısına sahip bilinen bir model nüfus ile eşleştirdik ve en çok aşınmış dişlere sahip bireyleri en ileri yaşlara atadık. Worthy Park’taki dişleri model nüfusla eşleştirerek, görünmez yaşlılar kısa sürede görünür hale geldi. Sadece ne kadar çok insanın ileri yaşlara kadar yaşadığını değil, aynı zamanda hangilerinin 75 yaş veya daha büyük ve hangilerinin 50 yaşın birkaç yıl üzerinde olduğunu da görebildik.

Görünmez yaşlıları görmek başka keşiflere de yol açtı. Geçmişte; hamilelik ve doğumun tehlikeleri nedeniyle daha fazla erkeğin, kadınlardan daha ileri yaşa kadar yaşadıkları sıkça öne sürülüyordu ancak çalışmamız aksini öne sürüyor. Yöntemimizi iki diğer Anglo-Sakson mezarlığına da uyguladık -Essex’teki Great Chesterford ve Kent’teki Mill Hill’de olan mezarlık- ve her bir mezarlıktaki en yaşlı üç bireyi inceledeiğimizde, yedisinin kadın ve sadece ikisinin erkek olduğunu bulduk. Kesin bir kanıt olmasa da bu, kadınlar için daha ileri yaş aralıklarının mümkünlüğünün insanlığın bir parçası olabileceğini öne sürüyor.

Ayrıca, yaşlıların mezarlarında nasıl gömüldüklerini inceledik. Anglo-Sakson erkekleri sıklıkla silahlarla, kadınlar ise broşlar ve boncuklarla iğneler içeren takılarla gömülmüştü. Bu, kadınların güzellikleriyle takdir edilirken erkeklerin savaşçı nitelikleriyle tanımlandığını öne sürüyor. Erkekler ayrıca mezarlarında 60’lı yaşlarına kadar statülerini korumuş veya arttırmışken, kadınların “değeri” ise 30’larında zirveye ulaşmış ve yaşlandıkça daha da azalmıştır. Merak uyandırıcı bir şekilde, genç bireylerden ziyade yaşlıların mezarlarında bulunması en muhtemel eşya sınıfı bakım araçlarıydı. Bunların en yaygını cımbızdı ve bunların çoğu yaşlı erkeklerle birlikte gömülmüştü. Bu, yaşlı erkeklerin görünüşlerine önem verdikleri anlamına mı geliyordu? Veya yaşlı kadınlar cımbız veya diğer bakım öğelerinin yardım edemeyeceği kadar güzellikten uzak mıydı? Bunun gibi bulgular; geçmişteki insanların yaşamlarına dair bir bakış, görünmez yaşlıları tanımlamadan mümkün olmayan bir bakış, sağlıyor.

Maksimum insan ömrü (yaklaşık 125 yıl) biz geldiğimizden bu yana neredeyse değişmedi. Eğer yaşlılıkta ölümün üç ana sebebi – kalp-damar hastalıkları, felç ve kanser- ortadan kaldırılsaydı gelişmiş dünyanın, yaşam beklentisinde sadece 15 yıllık bir artış göreceği tahmin ediliyor. Uzak geçmişte 125 yaşına kadar yaşayan bir birey son derece nadir olsa da yine de mümkündü. Ayrıca erkeklerin güçleri ve kadınların güzellikleriyle değer görmesi gibi geçmişle ilgili bazı şeyler günümüzde çok az değişti.


Christine Cave – “Think everyone died young in ancient societies? Think again“, (Erişim Tarihi: 12.10.2024)

Çeviren: Elifnur Avcı

Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Bilkent Üniversitesi İngilizce, Fransızca Mütercim-Tercümanlık Bölümü'nde lisans eğitimine devam etmektedir. Pozitif bilimler, edebiyat, sinema ve spor gibi alanların yanı sıra yeni diller öğrenmeye ve farklı kültürler keşfetmeye ilgi duymaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Robert Nozick’in Liberteryenizme Dair “Wilt Chamberlain” Argümanı – Daniel Weltman

Sonraki Gönderi

9 Durak: Niçin Anlaşamayız? – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü