Ben bir Aristoteles uzmanıyım ama aynı zamanda kendisinin fikirlerinin de bir hayranıyım. Kendisinin eserlerini orijinal Yunanca dilinden okudum, hatta onun doğduğu yere ve yaşadığı farklı farklı yerlere bir nevi hac yolculuğu bile yaptım. Aristoteles gelmiş geçmiş en büyük filozoftur. Onun Nikomakhos’a Etik isimli eserinin bize iyi bir hayatı nasıl yaşayacağımız ve serpileceğimiz konularında bir rehber olduğunu düşünüyorum. İlginç olan şey ise düşünceleri çok net (ve birçok açıdan modern) olan bir yazarın, duruşlarında radikal farklılıklar bulunan kişilerce sahiplenilmeye çalışılmasıdır.
Aristoteles sıklıkla sağcı ideologların gözdesi olarak karşımıza çıkıyor: Benjamin Wiker’ın “10 Books Every Conservative Must Read” (Her Muhafazakarın Okuması Gereken 10 Kitap) (2010) eserindeki ilk metin Aristoteles’in Politika isimli eseridir ve Breitbart News’ın[1] internet sitesinde kendisi bir yetki merci olarak bellenir. Fakat aynı zamanda Aristoteles, siyasi tarihte ekonomik unsurların önemini saptadığı için Marksistler tarafından övülür, öyle ki kendisi Hugo Gellert’ın “Karl Marx’ ‘Capital’ in Lithographs” (Taş Baskı Resimlerle Karl Marks’ın Kapital’i) (1934) eserinde kahramanlaştırılmıştır. Geçtiğimiz on yılda Yunanistan’daki kemer sıkma politikalarına karşı çıkmak için yapılan sokak sanatlarında Aristoteles’in yüzü, fakirliğin suçu ve devrimi doğurduğuna dair sözü ile birlikte görülmüştür. Diğer yandan özellikle linç kültürünün (cancel culture) hız kazanmasıyla birlikte Aristoteles’in toplumdaki seçkin sınıflar, kadınlar ve köleler hakkında Politika’sında belirttiği (ve yanlış yorumlanan) görüşleri sıklıkla sansüre maruz kalmaktadır. Ancak kendisinin radikal ve dönüştürücü bir güç olarak kayda değer bir geçmişi ve potansiyeli mevcut. Bu durum göz ardı edildi çünkü Aristoteles’in anayasal sorunlar, kadın-erkek eşitliği ve hatta kölelik hakkındaki görüşleri sıklıkla yanlış aktarılmış, çarpıtılmış veya düpedüz yanlışlanmıştır.

II. Charles, 25 Mayıs 1660 tarihinde İngiliz monarşisini geri getirmek amacıyla Dover kentinin sahiline ayak bastığında onu karşılayan papaz, konuşmasına şu sözlerle başladı: “Nomon empsuchon ton Basilea vocat Aristoteles” (“Aristoteles ‘Kral, yasanın ruh verilmiş halidir’ der”). Papazın bu iddiası tamamen yanlıştır. Aristoteles’ten günümüze kalan metinlerin hiçbirinde böyle bir söz geçmez; hatta monarşi hakkında yazdıklarını düşünecek olursak, kendisinin yargı üzerinde mutlak kontrol sahibi bir hükümdarı öngören hiçbir anayasayı hoş görmeyeceğini söyleyebiliriz. Hatalı bir şekilde Aristoteles’e atfedilen bu “Aristotelesçi” alıntı, II. Charles’ın hüküm sürdüğü yıllarda çeşitli nutuklarda ve vaazlarda tekrarlanmıştır. II. Charles’ın 1661 yılında gerçekleşen taç takma töreni sırasında vaaz veren Worcester Psikopozu, halkın yönetme konusundaki vasıfsızlığına karşı ateş püskürtmüştü. Psikopoza göre “Avam, hem Tanrı hem de tabiat tarafından, hizmet etmeleri için tasarlanmışlardı.” (Aristoteles’in buyurduğuna göre) “Avam, köle ruhlu ve düşük huyluydu; başkalarını yönetmek şöyle dursun, kendilerini bile yönetecek kadar akla sahip değildi.”
Aristoteles’in Politika’sı, tahrif edilmiş olmasına rağmen, Restorasyon[2] dönemindeki siyasi tartışmalar için çok önemliydi çünkü bu eser Rönesans’ı ve daha sonraki dönemlerin siyaset kuramlarını derinden etkilemişti. Dönemin kraliyet yanlıları, Aristoteles’in fikirlerinin siyasi amaçlar için kullanılması hususuna sıcak bakmıyorlardı çünkü Aristoteles’in farklı yönetim şekillerinin iyi (veya erdemli) ve kötü yönlerine dair fikirleri, I. Charles’a muhalif olan cumhuriyetçiler tarafından (orijinal metni çok daha sadık bir şekilde yorumlayarak) halihazırda kullanılmaktaydı. John Milton, I. Charles’ın 1649 yılının Ocak ayındaki idamından 1 ay sonra yayınlanan The Tenure of Kings and Magistrates (Kralların ve Hakimlerin Görev Süresi) isimli eserinde bir hükümdarın, halkın fikirlerini umursamayıp yalnızca Tanrı’ya hesap vereceğini ilan ettiği durumda katledilmesinin meşru olduğunu savunur. Milton, Aristoteles’in Politika’sında verdiği meşru hükümdar tanımını kullanır. Bu tanıma göre meşru bir hükümdarın gücü, halkının hükümdara duyduğu güvene dayanır ve halkın sahip olduğu bu güven devredilemez. Bir hükümdar halkına hesap vermediğinde tiranların en kötüsüne dönüşür.
Cumhuriyetçi Aristotelesçiliğin ‘klasik’ örneği James Harrington’ın ütopik bir tasvirde bulunan The Common-Wealth of Oceana (Okyanusya Cumhuriyeti) (1656) isimli eseridir. Zaman zaman Aristoteles’in yeteri kadar Cumhuriyetçi olmadığından yakınmasına rağmen Harrington’ın kendi fikirleri Politika eserinde bahsedilen ve İyi Yaşam’ı hedefleyen yönetim şekline, özellikle de yöneticilerin rotasyonu ilkesine dayanır. Bu ilke tarım yasalarından gelir ve refah eşitsizliğinin önüne geçmeyi hedeflemekle beraber küçük toprak sahiplerinden oluşan ideal bir vatandaşlık sistemini öngörür. Milton ve Harrington’ın da dahil olduğu Cumhuriyetçi yazarlar 1677 yılında saldırgan bir Monarşi taraftarının “Aristoteles’ten çıkma, kabak tadı veren, demokrasi yanlısı fesat tiplerin ağzından hiç düşmeyen bu ‘monarşilerin tiranlığa teşne olduğu’ fikrini” kınamasına sebep olmuştu.
1688 yılındaki Muhteşem Devrim[3] ile durum yeniden değişti. İngiltere’de yaşanan bu büyük yönetim değişikliği, beraberinde bu değişikliği savunan yayınları da getirdi ve bu yayınlar Aristoteles’in monarşiye yönelik eleştirilerini merkeze koydular. Birdenbire, kralların egemenliğinin kral ve halk arasında yapılan bir sözleşmeye dayandığını savunan Aristotelesçi görüş makul olarak görülmeye başladı, hatta ana akım ideolojiye dönüştü. Bu ilke günümüzde de İngiliz yönetiminin temelini teşkil etmektedir.
1832 Parlamento Reformu, Şartizmin[4] başlangıcı ve işçi sınıfı aktivizminin ortaya çıkışı ile Aristoteles, siyasi tartışmalara yeniden konu oldu. Şartistlerin taleplerinden biri, gizli oylama sisteminin uygulanmasıydı ancak Aristoteles’in konu hakkındaki görüşleri ne yazık ki net değildi. Aristoteles’in gizli oylama olmadan bireyin bağımsız bir şekilde oy kullanmasının imkânsız olduğunu savunup savunmadığı konusu o dönemlerde tartışılmaktaydı. Anti-demokratik yazarlar, Aristoteles’in demokrasiye karşı olduğu konusunda (ki bu yanlıştır) ısrar etmeye devam ettiler ve bu durum Aristoteles’in kınanmasına sebep oldu. Bahsi geçen ısrarlar aslında günümüzde Aristoteles’i “linçlemeye” çalışan kişilerin ifadeleri ile benzerlik gösterir, bu kişiler Aristoteles’in yazdıklarını bizzat okumamış reformculardır. Oysa 19. yüzyılın son otuz yılında sendika hareketleri ivme kazanmaya başlayınca, Aristoteles’e detaylı bir şekilde başvurulmaya başlandı.

Sendikaların tarihte önemli etkiler yaratan geçmişi, Aristoteles’in tiranlara ilişkin şu gözlemine işaret ediyordu: “hakimiyeti mümkün olduğunca uzun süre sürdürmek, esasen şunlardan ibarettir: ortak ziyafetlere, siyasi birliklere veya ortak eğitime fırsat vermemek(…) yalnızca insanlarda bu iki niteliği -özbilinç ve karşılıklı güven- uyandırabilecek her şeye karşı dikkatli olmak”. Leeds’li bir avukat olan William Trant, 1884 yılında Trade Unions: Their Origin and Objects, Influence and Efficacy (Sendikalar: Kökenleri, Hedefleri, Nüfuzları ve Etkililikleri) isimli eseri yayınladı ve bu eser 1888 yılında Amerikan Emekçi Federasyonu tarafından yeniden basıldı. Trant, bu eserinde Aristoteles’in Politika’sında yer alan ve en mükemmel devletin “bütün üyelerinin mutluluğunu sağlayan devlet” olduğu yönündeki ifadesinden şu şekilde övgüyle bahsetti: “Bu büyük filozofun böylesine asil bir düşünceyi bu kadar uzun zaman önce tasarlamış olması başlı başına dikkat çekicidir.”
Aristoteles, tüm çocukların kamu tarafından işletilen kurumlarda aynı eğitimi alması gerektiği konusunda ısrarcıydı.
Evrensel oy hakkı mücadelesine, 1891 yılında heyecan verici bir haberin yayınlanmasıyla beklenmedik bir ivme kazandırıldı. Bu tarihte Aristoteles’in Atinalıların Devleti adlı eserini içeren papirüsler bulundu. Bu metinde eylemlerinden sorumlu tutulan ve yıllık seçimlerle başa gelen liderlerin olduğu, köleler hariç tüm erkeklerin mal ve mülk sahipliğine bakılmaksızın evrensel oy hakkına sahip olduğu bir demokrasinin tarihsel bir örneği bulunuyordu. Bu demokrasi 170 sene boyunca serpilmişti. İngiliz basını vitesi arttırdı, Illustrated London News gibi ünlü dergilerde bu yeni klasik metin hakkında düzinelerce makale yayınlandı.
Radikal kuruluşlar, kendi fikirlerini destekleyebilmek için Aristoteles’i didik didik ettiler. The Workman’s Times isimli dergide yayınlanan “A New Labour Party” (Yeni Bir İşçi Partisi) isimli bir ön sayfa haberi Aristoteles’in siyasi yazılarının, tam anlamıyla oy hakkına sahip bir vatandaşlık için elzem olacağını çünkü bu yazılarda herhangi bir demokrasinin karşılaşabileceği potansiyel sorunların ortaya koyulduğunu öngörülü bir şekilde ileri sürmektedir. John Richardson’ın “How it Can be Done: or, Constructive Socialism” (Nasıl Başarılabilir: ya da Yapıcı Sosyalizm) (1984) isimli eseri, proleterlerin işverenlerle sözleşme yapıp yapmamak konusunda özgür olduğu ve bu kararı kendi hür iradeleri ile verdikleri argümanını eleştirirken Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’inden etkileyici bir biçimde faydalanmıştı: “Aristoteles, her ne kadar insanın iradesi sözde hür olsa da yapılan eylemin gönüllü olarak yapıldığının söylenemeyeceği bir dizi durumu derlemişti.”
Sosyalist aktivistler hem işçi sınıfının durumunu hem de Britanya’nın uluslararası itibarının iyileştirilmesi için eğitimin şart olduğunu savunuyorlardı ve şöyle diyorlardı: “Biz, ‘İnsanoğlunu yönetme sanatı üstüne kafa yormuş herkes, imparatorlukların kaderinin gençlerimizin eğitimine bağlı olduğu konusunda hemfikirdir’ diyen Aristoteles ile aynı görüşteyiz”. Günümüzde unutulmamalıdır ki zenginlerin çocuklarına özel eğitim aldırdığı bir dönemde yaşamış olan Aristoteles, zengin veya fakir olmaları fark etmeksizin tüm çocukların ve ergenlerin kamu tarafından işletilen kurumlarda toplumu ilgilendiren tüm konularda aynı eğitimi alması gerektiği konusunda ısrarcıydı.
Aristoteles kadınların hakları için mücadele edenler için bu kadar işlevsel sözler sarf etmemişti. Aristoteles’in Politika’sında kadınların ikinci sınıf vatandaş olmaktan ileri gidemeyeceği ve “işlemeyen” düşünme yetilerinin kadınları devlet işlerinden dışlaması gerektiği şeklindeki fikirleri, kadın hakları için mücadele edenlere muhalif olan kesimlerce kullanılmıştı. Aristoteles, tüm siyasal yönetimlerin (polity) anayasalarını yeni kanıtlar ve argümanlar ışığında değiştirebilmesi konusunda ısrarcı olduğu için bu cümlelerle boğuşarak kendi pozitif argümanlarını geliştiren kadın hakları savunucuları ile hemfikir olacaktı. Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’nin[5] Putney ve Fulham bölgelerindeki kolları, kadınların seçme ve seçilme haklarını kazanma davasına kanonlaşmış yazarlardan alıntılar yaparak karşı çıkan kişiler ile mücadele edebilmeleri için üyelerini eğittiler ve 1910 yılında aralarında Aristoteles’in Politika’sının da bulunduğu metinler üstüne bir dizi konferans ve konferanslara müteakip tartışmalar organize ettiler.
Ancak feministler, erkeklerin seçme ve seçilme haklarının destekçileri gibi, rakiplerinin Aristoteles’in otoritesi üzerindeki tekele sahip oldukları iddialarını çürütmek için bu düşünürün diğer eserlerinden argümanlar sunmanın yollarını da buldular. Son zamanlarda bazı feminist filozoflar, Aristoteles’in şefkat yetisi, nezaket, acıma ve cömertlik gibi toplum tarafında genellikle ‘dişil’ cinsiyete atfedilen niteliklere olan hayranlığına işaret ettiler. En yüksek erdem düzeyine ve dolayısıyla mutluluğa (eudaimonia) ulaşmış birey tanımı Aristoteles için eril cinsiyette olmasına rağmen kendisinin bu hususta verdiği örnek, bir anne olan tanrıça Thetis ve onun oğlu adına Zeus’a yaptığı kibar şefaattir. Aristoteles’in gerçek anlamda diğerkâm (özgeci) bir philia (sevgi/dostluk) için verdiği nihai örnek ise bir diğer anne olan ve kendisine asla minnettar olmayabileceğini bilmesine rağmen küçük oğlunu güvenli bir yere göndermeye çalışan Andromahi’dir.
17. yüzyılın sonları gibi erken bir zamanda bile bazı yazarlar kadınların erişebileceği mükemmellik seviyesini savunmak için Aristoteles’ten yararlandılar. Theophilus Dorrington, The Excellent Woman (Kusursuz Kadın)(1692)eserinde, Aristoteles’in Retorik‘ini kullanarak zekanın seçkin bir erkek ayrıcalığı olmadığını savunur ve her iki cinsiyetten bireyleri hem Nikomakhos’a Etik hem de Eudemos’a Etik‘te tartışılan çeşitli erdemler ve bunlara karşılık gelen kötülüklerle ilişkilendirir.
Eski toprak Aristoteles’i müthiş surette beğenirim ancak ara sıra bazı düşüncelerine gülmeden de duramam.
Sürekli heveslerinin kırılmaya çalışılmasına ve tüm entelektüel ve ahlaki sözde kusurlarına rağmen, 18. yüzyılın başlarında bazı kadınlar kendi başlarına ayan beyan Aristoteles okuyorlardı. Lady Frances Norton’un yas tutan bir arkadaşına ithaf ettiği 1705 tarihli bir deneme yazısı, erdemin peşinde koşarak teselli bulmayı öneriyor. Aristoteles bize dürüst olmamızı, kötülüklerden uzak durmamızı, derin dostluklar kurmamızı, dünya hırsından vazgeçmemizi ve tutarsızlıktan uzak durmamızı söyler. İbadet etmek için din kardeşleri ile bir araya gelmekten hüküm giyen ve Somerset’li bir nonkonformist[6] olan Bayan Hannah Halliday, 1752’de yerel bir Sulh Hakimine itiraz etmek için bir mektup yazdı. Aristoteles’i, doğası gereği iyi huylu ve nazik olan insanların özgürce toplanma ve farklı görüşlere sahip olma hakkı lehine tanık olarak gösterdi.
Roman yazarı Lady Georgiana Chatterton, Aristoteles’in metinlerini bizzat çevirerek 1875 yılında “Extracts from Aristotle’s Works” (Aristoteles’in Metinlerinden Alıntılar) yayınladığı eserinde Aristoteles’in Erdem Etiğine odaklandı. Saygın bir feminist ve yoksulluk karşıtı bir aktivist olan Caroline Cornwallis, Aristoteles’i Yunanca okudu ve bir erkek muhabirle Aristoteles’in etik hakkındaki düşünceleri üstüne tartıştı ve şöyle dedi: “Eski toprak Aristoteles’i müthiş surette beğenirim ancak ara sıra bazı düşüncelerine gülmeden de duramam”. George Eliot 1852 yılında Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik‘i üstünde çalışıyordu. Bununla beraber 1861 yılında partneri olan George Lewes ile Aristotelesçi doğa bilimini de tartıştı ve Lewes’in 1864 yılında yayınlanan “Aristotle: A Chapter from the History of Science” (Aristoteles: Bilim Tarihinden Bir Bölüm) adlı eserinin yapımında da yakından yer aldı.
Kadınlar sonunda 1878-79 yıllarında Cambridge Kadın Yüksek Öğrenim Derneği tarafından Aristoteles etiği üzerine düzenlenen derslere katılıyorlardı. Ancak Aristoteles’i takdir eden kadınlar, kadınların üniversite eğitimi almasına karşı verilen kadın düşmanı tepkiler sırasında saldırıya uğradılar. O dönemde Glasgow Üniversitesi Dergisi’ndeki bir karikatür yayınlandı. Karikatürde güzel bir kadın MÜZİK ve SANAT etiketli kitaplarla yan yana resmediliyor ve bir kadında arzu edilen başarıları gösteriyor. Onun zıttı olarak da büyük ayakları ve şeytani bir kara kedisi olan, cadı benzeri, gözlüklü bir ihtiyar resmedilmiş. Bu kadının kitaplığındaki ciltlerin üstünde Sofokles, Platon ve ARİSTOTELES yazıyordu. Öte yandan, İngiltere’nin kuzeyindeki bir okulda bir kadının aynı dönemde yazdığı bir anlatı, genç kızlar arasında Platon ve Aristoteles’in cinsiyetçi görüşlerini kınadıkları bir konuşmayı kaydetti.

Bir sosyalist ve kadın hakları savunucusu olan Annie Besant, evlenmiş kadınlar lehine yasal reform talebinde bulunmak için Aristoteles’in evlilik geleneklerindeki farklılıklara ilişkin tarihi bilgilerini bir araya getirdi. Kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan aktivist Kathleen Lyttelton, kadınların, (erkeklerin aksine) toplumsal ve politik yaşamda önemli bir unsur olan arkadaşlık için çok emek verdiklerini ve Aristotelesçi anlamda arkadaşlıklarını mükemmelleştirdiklerini vurguladı. Daha sonra İngiliz refah devletinin mimarı olacak olan Balliol Koleji mezunu klasik edebiyat uzmanı William Beveridge, 1912’de bir erkek ve bir kadın arasındaki evliliklerinin bozulmasını gösteren ilham verici bir diyalog dizisi yayınladı. Koca, karısı kadın haklarını desteklemeye başladıkça ona kızmaya başlar. Tartıştıkları konulara örnek olmaları için alıntılanan metinler arasında yalnızca Aristoteles’in Politika ve Etik’i değil, aynı zamanda Generation of Animals adlı eseri de yer alır.
Seyahat yazarı Annette Meakin, kadınların fiziksel olarak daha zayıf vücutlarının, Aristoteles’in alışkanlığın zihin veya bedenin yapısında kalıcı bir değişiklik yaratma yeteneği hakkındaki sözlerine atıfta bulunarak, uygun egzersiz eksikliğinin bir sonucu olduğunu açıkladı. Dorothea Barrett’in “Neither Citizen nor Freewoman” (Ne Vatandaş Ne de Özgür Kadın) (1915) adlı eseri, Aristoteles’in devletin müzakere, yasama ve yargı süreçlerine katılan kişi olarak betimlediği özgür vatandaş tanımını, filozofun uygun şekilde bilgilendirilseydi kadınların seçme ve seçilme hakkını destekleyeceğini savunmak için ustaca araçsallaştırdı.
Aristoteles, kölelik hakkındaki görüşlerini tartışma konusunda sonraki nesillere daha da az alan bıraktı. Plantasyon sahipleri, Aristoteles’in bazı insanların doğal köleler olduklarını (özellikle Yunan olmayanlar, ki bu onları fetih yoluyla ele geçirmeyi meşrulaştırır), akıl sahibi olmadıklarını ve sahiplerinin araçları olarak işlev gören yaşayan mülkler olduklarını belirttiği Politika‘nın ilk bölümlerindeki sözlerini çarpıtmaya gerek duymadılar.
Bu cümleler, köleliğin savunucuları tarafından, teolog Juan Ginés de Sepúlveda’nın “A Second Democrates” adlı eserinin 1547 yılında yayınlanmasından itibaren kullanıldı. Döneminin önde gelenlerinden olan bu eserde, İspanyol İmparatorluğu’nun Amerika Yerlilerinin topraklarını fethetme hakkı savunuluyordu. Bu yazı, Hollandalı Hugo Grotius, Alman Samuel Pufendorf, iki İngiliz olan Thomas Hobbes ve John Locke ve sayısız Fransız, İngiliz ve Kuzey Amerikalı plantasyon sahibi tarafından Amerikan İç Savaşı’na kadar tekrar tekrar dile getirildi. Ancak, Aristoteles’in cümleleri, çelişkili bir biçimde, köleliğin kaldırılmasını sağlamada etkili oldu çünkü köleliğin en zeki eleştirmenlerinden bazılarını, özellikle Montesquieu’nun 1748’de yayınlanan ve İngilizce’ye 1750 yılında çevirilen “De l’esprit des lois” (Kanunların Ruhu Üzerine) adlı eserinde karşı argümanlarını formüle etmeye yöneltti. 1755 yılında yayınlanan “A System of Moral Philosophy” (Bir Ahlak Felsefesi Sistemi) adlı eserinde Frances Hutcheson, kölelik konusunda Aristoteles’i çürüttü, ancak bu kısmen “ahlak duygusu” kavramı için Etik‘ine çapraz referanslar vererek ve pratik aklın yetersiz olduğu karmaşık durumlarda gerçekten iyi bir kişinin duygularının “son çare olması gerektiği” önermesiyle oldu. Büyük hatip Charles James Fox, 1792’de köleliğin kaldırılması lehine Parlamento’daki konuşmalarında ve bir yıl sonra köleliğin kaldırılmasını müjdeleyen 1806 Yabancı Köle Ticareti Kaldırma Yasası’nda Aristoteles’i çürüttü. Fox’un hitabet becerilerini Aristoteles’in Retorik isimli eserini yoğun bir şekilde inceleyerek geliştirmiş olması hoş bir ironidir.
Lafargue, emeklerini satma “hakkını” kazanmanın alt sınıflar için bir zafer olmadığını savunmak için Aristoteles’i kullandı.
Günümüzde, Aristoteles’in kölelik hakkındaki görüşlerini tamamen kınamadan önce hatırlamamız gereken bir husus daha vardır. Kölelik konusunda, Aristoteles külliyatını didik didik eden okuyucuların işaret etmiş olduğu birtakım nüanslar vardır. İrlanda doğumlu bir Anglikan vaiz ve kölelik karşıtı olan George Gregory, 1785’te, Aristoteles’in vasiyetinde kendisine ait kölelerinin hiçbirinin satılmaması, bunun yerine eğitilmeleri ve serbest bırakılmaları konusunda ısrar ettiğini vurguladı. Gregory, bu durumdan yola çıkarak Aristoteles’in hem Atina’da hem de Sparta’da döneminin diğer köle sahiplerinden üstün olduğunu düşündü. Gregory, Aristoteles’in Politika’sının 2. Kitabında, Sparta’daki Helotluk sisteminin[7] (köleliğin antik çağlardaki en acımasız tezahürü) kınandığı bölüme yanıt veriyordu. 1807’de İngiliz kolonilerinde köle ticaretinin kaldırılmasından bir asır sonra, İngiliz sosyalist Henry Mayers Hyndman, Aristoteles’in köleliği savunmasını mantıklı bir şekilde antik ekonomik bağlamına yerleştirdi ve kendi zamanındaki proleterlerin sanayileşmiş sermaye altında hayatta kalmak için çalışmaya zorlandığı zorunlu çalışma koşullarının neredeyse aynı derecede ağır olduğunu savundu.
Hyndman, Marx’ın damadı olan ve Küba doğumlu, Afrika, Kızılderili, Yahudi ve Fransız kökenli bir radikal olan Paul Lafargue’dan ilham aldı. Lafargue, emeklerini satma “hakkını” kazanmanın alt sınıflar için bir zafer olmadığını savunmak için Aristoteles’i kullandı. 1883 yılında yayınlanan “Le droit à la paresse” (Tembellik Hakkı) adlı eseri hızla diğer dillere çevrildi; kendi döneminde Komünist Manifesto’dan sonra en çok okunan ikinci Marksist metindi. Lafargue sanayi çağında icat edilen makinelerin, işçilerin çalıştığı ağır işlerden kurtuluş sağladığını öne sürdü. Çözüm, tıpkı Homeros’un Hefaistos’unun İlyada‘nın 18. kitabında kendisine hizmet etmesi için icat ettiği robotlar misali hareket edebilen ve itaatkâr robotlardı. Bu, yüzyıllar önce Aristoteles’in Politika‘sında öngörülmüştü: “Eğer her alet, tıpkı Daedalus’un başyapıtlarının kendi kendine hareket etmesi veya Hephaestus’un üçayaklarının kutsal işlerine otomatik olarak koyulmaları gibi, uygun işlevini kendiliğinden yerine getirebilseydi (örneğin, dokumacıların mekikleri kendi kendine dokusaydı) ne üretim tesisindeki ustabaşı artık yardımcılara ihtiyaç duyardı ne de efendiler kölelere.”
Larfargue cümlelerini şöyle sonlandırıyordu: “Aristoteles’in rüyası bizim gerçekliğimizdir. Ateşten nefesleri, çelikten yapılmış ve yorulmak bilmeyen kolları, verimli, harikulade, tükenmez makinelerimiz, kutsal işlerini kendi başlarına uslu uslu gerçekleştirirler… makine insanlığın kurtarıcısıdır”. Lafargue ve Hyndman, Aristoteles’in bağımsız düşüncelerinin ve ütopik bir gelecek hayal etme yeteneğinin, kölelik ve işçi sınıfı emekçileri konusunda onu bağlamından kopararak alıntılayanlar için bir engel teşkil ettiğini gördüler.
Aristoteles’in fikirlerinin kasıtlı olarak böyle boyutlarda çarpıtılması (hatta tahrif edilmesi), kendisinin otoritesinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bu durumun sebeplerinin bir kısmı, kendisinin fikirlerinin karmaşıklığında yatmaktadır, bu da onun Etik kuramında değer verilen niteliklerin dolaylı olarak bazı siyasi görüşlerini zayıflattığı anlamına gelir; karşı argümanlara gereken ağırlığı veren sorgulayıcı, diyalektik argümantasyon tarzı, hem kabul görmüş görüşlere meydan okumayı teşvik eder hem de nüansları ve çelişkileri çözmekten zevk alır. Ancak demokrasi, kadın hakları ve köleliğin kaldırılması gibi konularda reel Aristoteles’e karşı çıkmak, daha büyük bir eşitliğin ortaya çıkmasında kilit rol oynamıştır. Aristoteles, dinamik bir süreç olan yeni fikirlerin üretimi sürecindeki diyalogların önemli bir katılımcısıdır. Aristoteles’i linç etmek bizim için bir hata olacaktır.
Edith Hall, Durham Üniversitesinde Klasik Dönem Çalışmaları alanında profesörlük yapmaktadır. Edith Hall’ın yayınlanmış otuzdan fazla kitabı vardır ve sıklıkla radyo/televizyon yayınları yapar. Bunlarla beraber gerek akademik gerek ana akım dergilere ve gazetelere yazılarını yayınlamaya devam etmektedir. Kendisinin son çıkan kitapları: A People’s History of Classics (2020), Tony Harrison: Poet of Radical Classicism (2021), and Facing Down the Furies (2024).
Dipnotlar
- [1] Breitbart News Network, 2007 yılının ortalarında kurulan, Amerikan aşırı sağcı bir haber, görüş ve yorum sitesidir. (ç.n.)
- [2] Restorasyon dönemi (1660-1714) İngiltere, İskoçya ve İrlanda’da Stuart monarşisinin yeniden kurulması sürecine verilen isimdir.
- [3] Muhteşem Devrim, 1688 yılının kasım ayında İngiltere’de II. ve VII. James’in tahttan indirilmesi olayına verilen isimdir.
- [4] Şartizm, 1838’den 1850’ye kadar olan dönemde, İngiltere’de, politik reformlar için işçi sınıfının verdiği mücadeleye ve bu mücadele etrafında şekillenen işçi hareketine verilen isimdir.
- [5] Kadınların Sosyal ve Politik Birliği: Birleşik Krallık’ta kadın hareketleri çerçevesindeki öncü örgütlerden birisidir.
- [6] Nonkonformist: Protestan olan ancak İngiltere Kilisesi’ne bağlı olmayan Hristiyanlara verilen isim.
- [7] Helot: Sparta’nın yönettiği Lakonia ve Messinia topraklarının nüfusunun çoğunluğunu oluşturan, boyunduruk altındaki bir topluluktu.
Edith Hall – “Who can claim Aristotle?“, (Erişim Tarihi: 11.04.2025)
Çevirmen: Dervişan Mehmet Savaş
Çeviri Editörü: Emir Arıcı