Giriş
Ludwig Josef Johann Wittgenstein (1889-1951) Avusturyalı bir filozof ve mantıkçıdır. Kendisi 20. yüzyılın en önemli filozoflarından biri ve belki de en önemlisi olarak kabul edilmektedir.
Wittgenstein’ın erken dönem ve geç dönem çalışmaları, Analitik Felsefe ve Dil Felsefesi alanlarının gelişiminde büyük etki sahibi olmuşlardır. (Her iki dönemdeki çalışmaları da aynı konulara, dilin geçerli ve geçersiz kullanımlarına odaklanır ancak bu iki dönemdeki düşünceler birbirlerinden tamamen farklıdır ve uyumlu değildir.) Viyana Çevresindeki Mantıksal Pozitivist düşünürler, Wittgenstein’ın “Tractatus Logico-Philosophicus” isimli eserinden fazlasıyla etkilenmişlerdir (her ne kadar Wittgenstein, bu düşünürlerin eserdeki fikirlerin çoğunu anlamadıklarını iddia etmiş olsa da). Wittgenstein’ın geç dönem eseri olan “Felsefi Soruşturmalar” kitabındaki fikirler, Gündelik Dil Felsefesi dönemini başlatmış ve dilin modern felsefenin merkezine konumlanmasını sağlamıştır.
Mantık, metafizik, epistemoloji, zihin felsefesi, dil felsefesi ve matematik felsefesi alanlarında Wittgenstein’ın büyük etkileri olmuştur. Ancak kendisinin fikirleri alışılagelmiş anlamıyla felsefe alanının ötesine geçmiş; sosyal terapi, psikoloji, psikoterapi ve antropoloji gibi sosyal bilim dallarına ve sanatın farklı türlerine de etki etmiştir.
Yaşamı
Wittgenstein (Uluslararası Fonetik Alfabe: [vɪtɡn̩ʃtaɪn]) 26 Nisan 1889 yılında Avusturya’nın Viyana şehrinde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun en önemli ve varlıklı ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası Karl Wittgenstein, din değiştirip Musevilikten Protestanlığa geçmiş bir aileden geliyordu ve kendisi demir-çelik sanayisinden servet elde etmiş bir fabrikatördü. Annesi Leopoldine Kalmus ise Yahudi-Katolik bir aileden geliyordu. Wittgenstein sekiz kardeşin en küçüğü olarak doğdu ve bu sekiz kardeş, ebeveynlerinin ailelerinin inançlarına rağmen Katolik mezhebinin gerekliliklerine göre vaftiz edilmişti.
Wittgenstein’ın babası sanata ve sanatçılara, özellikle de müzisyenlere maddi destek veren biriydi ve Wittgenstein ailesinin evine Johannes Brahms ve Gustav Mahler gibi önemli müzisyenler sanatlarını icra etmek üzere sık sık davet edilirlerdi. Wittgenstein’ın annesi ve babası müzikle yakından ilgilenirlerdi ve tüm çocuklarının hem sanatsal hem de entelektüel alanlarda eğitim almalarını sağladılar. Ludwig’in abisi 1. Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmesine rağmen dünyaca ünlü bir konser piyanisti oldu. Ludwig’in kendisi de mutlak kulak sahibiydi ve hayatı boyunca klarnet çaldı. Ludwig’in ailesi aynı zamanda öz eleştiri konusunda kendilerini depresyona ve intihar düşüncelerine itecek kadar serttiler, hatta Ludwig’in 4 erkek kardeşinden 3’ü intihar ederek hayatlarına son verdiler.
Wittgenstein 1903 yılına kadar evde eğitim gördü ve sonrasında Linz şehrindeki Realschule’de 3 yıllık eğitimine başladı (Adolf Hitler de o zamanlar aynı okulda eğitim görmekteydi ancak ikisinin birbirlerini tanıyıp tanımadığı bilinmemektedir). Söylenene göre Wittgenstein hafif bir kekemelikle de olsa olağandışı derecede saf bir Yüksek Almanca lehçesi ile konuşuyordu ve sınıf arkadaşlarına bile resmi şekilde hitap ediyordu. Wittgenstein’ın giyimi oldukça şıktı, ayrıca kendisi fazlasıyla hassas ve aşırı derecede içe kapanıktı.
Wittgenstein 1906 yılında Berlin’de makine mühendisliği okumaya başladı ve 1908 yılında Victoria Üniversitesinde havacılık mühendisliği alanında lisansüstü eğitimi almak için Manchester şehrine gitti. Burada çalışmalarına devam ederken Wittgenstein matematiğin temellerine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi duyma süreci özellikle Alfred North Whitehead ve Bertrand Russell’ın kaleme aldığı “Principia Mathematica” ve Gottlob Frege’nin kaleme aldığı “Grundgesetze der Arithmetik” (Aritmetiğin Temel Kanunları) isimli eserleri okuduktan sonra başlamıştır. Wittgenstein 1911 yılında Frege’yi ziyaret etti ve ikilinin karşılıklı yazışmalarından sonra Frege, Wittgenstein’a Cambridge’de Russell’ın nezaretinde çalışmalarına devam etmesi tavsiyesini verdi. Aynı yıl Wittgenstein Cambridge’deki Trinity College’a gitti ve habersiz bir şekilde Russell’ın odasının kapısını çaldı. Wittgenstein çok geçmeden Russell’ın derslerine girmeye, onunla felsefe ve matematik üstüne kapsamlı sohbetler etmeye başladı.
Wittgenstein hem Russell hem de G.E. Moore üstünde büyük bir izlenim bıraktı. Wittgenstein mantığın ve matematiksel mantığın temelleri üstüne çalışmaya başlayınca Russell onu kendi çalışmalarını devam ettirebilecek bir halef olarak görmeye başlamıştı. Cambridge’de geçirdiği zaman boyunca Wittgenstein’ın diğer ilgi alanları müzik, sinema ve sıklıkla yakın dostu David Pinsent ile birlikte yaptığı gezilerdi. Wittgenstein bu sıralarda Cambridge Apostles topluluğuna davet edildi. Cambridge Apostles, Russell ve Moore’un öğrencilik dönemlerinde üyeleri olduğu seçkin bir gizli Cambridge topluluğuydu. Wittgenstein, babasının vefatından sonra ona miras kalan büyük servetin bir kısmını ilk başlarda anonim olacak şekilde Avusturyalı sanatçılara ve yazarlara bağışladı.
Wittgenstein her ne kadar Cambridge’deki çalışmaları konusunda çok hevesli olsa da etrafı akademisyenler ile çevriliyken aklındaki en temel soruların özüne inemediğine karar verdi ve 1913 yılında Norveç’in sakin ve ıssız bir köyü olan Skjolden’e yerleşti. Bu bir başınalık, kendisini bütünüyle çalışmalarına vermesine olanak sağladı ve ilerleyen yıllarda Wittgenstein bu dönemi hayatının en tutkulu ve üretken dönemlerinden biri olarak gördü. Bu dönemde, “Logik” (Mantık) başlıklı yayınlanmamış bir eser kaleme aldı. Bu eser, mantığın temelleri üstüne çığır açıcı nitelikte bir çalışmaydı ve içindeki fikirler daha sonra kaleme alacağı “Logisch-Philosophische Abhandlung” (Tractatus Logico-Philosophicus) eserinin kaynağını ve temelini oluşturmaktaydı.
1914 yılında patlak veren 1. Dünya Savaşı Wittgenstein’ı şaşırttı (zira kendisi inzivaya çekilmiş bir hayat yaşıyordu) ancak o, Avusturya-Macaristan ordusuna gönüllü olarak başvurup Rus cephesinde ve Kuzey İtalya’da görev aldı. Cesaretinden dolayı birden fazla madalya aldı ve 1918 yılının sonlarına doğru İtalyan ordusu tarafından yakalanıp savaş esiri olarak Orta İtalya’da bulunan Cassino kentine götürüldü. Bu İtalyan hapishanesinde Wittgenstein, başyapıtı olan Tractatus Logico-Philosophicus’u tamamladı.
Arkadaşı David Pinsent’in bir çatışma sırasında hayatını kaybettiği haberini aldığında Wittgenstein teselli edilmez bir hale büründü ve neredeyse intihara meyilli bir hale geldi. Ancak Cambridge’deki arkadaşları Bertrand Russell ve John Maynard Keynes (1883 – 1946) sayesinde Wittgenstein kitaplara erişme şansı yakaladı ve Tractatus’un bir taslağını hazırlayarak çevrilip yayınlanması için İngiltere’ye gönderdi. Russell, Tractatus’u felsefi olarak muhteşem derecede önemli bir eser olarak gördü ve bu eser için bir önsöz yazdı. (Böylece zamanının önde gelen filozoflarından biri olarak sahip olduğu ünüyle bu esere destek vermiş oldu.) Ancak bu önsöz yüzünden Wittgenstein ve Russell arasında tartışmalar yaşandı ve kitap Almanca olarak 1921 ve çeviri olarak 1922 yılına kadar yayınlanmadı.
1. Dünya Savaşından sonra Wittgenstein farklı bir insana dönüşmüştü. Her ne kadar Cambridge’deki döneminde militan bir ateist olsa da Savaş sırasında eline geçen ve Leo Tolstoy’un (1828 – 1910) yazdığı “İncil’in Kısa Bir Özeti” isimli eseri okuduktan sonra bir çeşit yeniden doğmuş evanjeliste dönüştü. 1919 yılında kendi payına düşen mirası kardeşleri Helene’e, Hermine’e ve Paul’a verdi (çünkü yoksullara para vermenin onları yozlaştırabileceğini, ancak halihazırda zengin olan kişilerin bundan etkilenmeyeceğini düşünüyordu) ve yeni bir münzevi hayat tarzını benimsedi.
Tractatus eseri ile felsefenin tüm problemlerini çözdüğünü ve felsefenin sonunu getirdiğini düşünerek felsefeyi tamamen bıraktı ve ilkokul öğretmeni olmak için eğitim almak amacıyla Avusturya’ya döndü. Derslerine girdiği ve kırsal kesimden gelen çocuklar hakkında bazı gerçekçi olmayan beklentileri vardı ve matematiğe yeteneği olmayan çocuklara karşı sabrı sınırlıydı. Kendisinin çocuklarda disiplini sağlamak için kullandığı sert yöntemler (bu yöntemler arasında dönemi için alışılagelmiş olan dayak cezası da vardı) ve eğitim yöntemlerine olan müşkülpesent yaklaşımı, 1926 yılında bir ders sırasında Wittgenstein’ın kafasına vurduğu 11 yaşındaki bir çocuğun bayılması ile sonuçlandı. Her ne kadar resmi olarak kendisinde bir kabahat bulunamamış olsa da Wittgenstein, okul öğretmeni olarak başarısız olduğunu düşünerek işinden istifa edip Viyana’ya döndü.
Bu olaydan sonra bir süre Viyana yakınlarındaki bir manastırda bahçıvan yardımcısı olarak çalıştı ancak oradayken kendisine aradığı şeyi manastırda yaşayarak bulamayacağı söylendi. Ablası Margaret için inşa edilen ve modernist bir tarza sahip evin mimari tasarımı üstüne yaptığı çalışmalar Wittgenstein’ın moralini bir nebze toparlamış gibiydi. Bu projenin sonlarına doğru, o zamanlar yeni ortaya çıkmış olan Viyana Çevresinin ve Mantıksal Pozitivizm hareketinin önde gelenlerinden olan ve Tractatus kitabına büyük bir ilgi duyan Moritz Schlick (1882 – 1936), Wittgenstein ile iletişime geçti. Her ne kadar Wittgenstein katıldığı toplantıları son derece sinir bozucu bulmuş olsa da (zira Schlick ve arkadaşlarının, Tractatus’u temelde yanlış anladıklarını düşünüyordu) bu sohbetlerin sağladığı entelektüel teşvik, kendisinin felsefeye yeniden çekilmesine katkı sağladı ve Viyana Çevresi ile yaptığı konuşmalar devam ettikçe, özellikle genç yaştaki Frank P. Ramsey (1903 – 1930) ile yaptığı konuşmalar sonrasında, Wittgenstein Tractatus’ta bazı ciddi hatalar olabileceğini düşünmeye başladı.
1929 yılında, Ramsey ve diğerlerinin ısrarlarından sonra, Wittgenstein Tractatus’u doktora tezi olarak kullanarak Cambridge’e geri dönmeye karar verdi. Ancak kendisinin artık bir felsefe dehası olarak görüldüğünün ve dünyanın en ünlü filozoflarından biri olarak kabul edildiğinin farkına varınca rahatsız oldu. Hak ettiği şekilde öğretim üyesi olarak atandı ve kendisine “Fellow of Trinity College” unvanı verildi. 1931 yılında, genç bir İsviçreli kadın olan ve aile dostu olarak tanıştığı Marguerite Respinger ile yaptığı nişanı bozdu. Yaşadığı romantik ilişkilerin çoğu genç erkeklerleydi. 1934 yılında uzun zamandır arkadaşı olan Francis Skinner (1912 – 1941) ile birlikte Sovyetler Birliğine göç etmeyi düşündü. Her ne kadar kendilerine 1935 yılında öğretmenlik pozisyonları teklif edilmişse de onlar ağır işlerde çalışmayı seçtiler ancak yalnızca üç hafta sonra hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geri döndüler.
1936 ve 1937 yılları arasında Wittgenstein tekrar Norveç’e döndü ve oradayken halihazırda yazmakta olduğu “Philosophische Untersuchungen” (Felsefi Soruşturmalar) isimli eseri üstüne çalıştı. Bu eserde, eski fikirlerinden çok farklı olan ve tamamıyla yeni bir felsefe geliştirdi ancak bu çalışmaları kendisinin 1951 yılındaki vefatından sonra yayınlandı. 1938 yılında doktorluk eğitimi gören arkadaşı Maurice Drury’i ziyaret etmek ve kendisi de amatör bir matematikçi olan İrlanda Başbakanı Eamon de Valera’nın davetine icabet etmek amacıyla İrlanda’ya gitti. Ancak Wittgenstein İrlanda’dayken Almanya Anschluß olarak bilinen olay meydana geldi ve Almanya, Avusturya’yı ilhak etti. Böylece Wittgenstein teknik olarak bu genişlemiş Almanya devletinin ırkçı kanunlarına tabii bir Yahudi vatandaş haline geldi. Wittgenstein ailesi kendilerinin Aryan/Yahudi melezi olarak yeniden sınıflandırılmaları için çabaladılar ve hatırı sayılır miktardaki servetlerini bir koz olarak kullanarak 1939 yılında bunu başardılar. Ancak o tarihte Wittgenstein zaten (G.E. Moore’un 1939 yılındaki istifasından sonra) Cambridge Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı olarak atanmıştı ve çok geçmeden İngiliz vatandaşlığı almıştı.
2. Dünya Savaşı sırasında Wittgenstein, Cambridge’den ayrıldı; Londra’daki Guy’s Hospital hastanesinde gönüllü olarak hademelik ve Newcastle’daki Royal Victoria Infirmary araştırma hastanesinde laboratuvar asistanı olarak görev aldı. (Newcastle’daki görevini ona ayarlayan arkadaşı, filozof Gilbert Ryle’ın kardeşi olan John Ryle’dı.) 2. Dünya Savaşı bittiğinde Wittgenstein Cambridge’de eğitim vermeye geri döndü ancak oradaki entelektüel atmosferi hiçbir zaman sevmemişti; öğrencilerine sıklıkla akademik felsefeden uzaklaşmaları tavsiyesini veriyordu ve derslere girmek kendisi için git gide yoruculaşmaktaydı.
1947 yılında Wittgenstein, yazılarına yoğunlaşabilmek amacıyla Cambridge’deki işinden istifa etti ve 2 yıl boyunca İrlanda’nın Doğu Wicklow bölgesindeki bir misafirhanede kaldı, daha sonra da İrlanda’nın batı kıyısındaki kırsal bir bölgede inzivaya çekildi. 1949 yılında kendisine prostat kanseri teşhisi kondu. Bu tarihte Wittgenstein, savaş sonrası dönemin en önemli felsefi eseri sayılan ve Tractatus dışında en büyük çalışması kabul edilen “Philosophische Untersuchungen” (Felsefi Soruşturmalar) adlı eserinin büyük bir kısmını tamamlamıştı (Felsefi Soruşturmalar kitabı, kendisinin ölümünden sonra yayınlandı).
Wittgenstein ömrünün son iki yılını Viyana’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Oxford’da ve Cambridge’de çalışarak geçirdi ve ölümünden iki gün önce bile eski bir öğrencisi olan Norman Malcolm (1911 – 1990) ile birlikte yeni çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmalar Wittgenstein’ın ölümünden sonra “Kesinlik Üzerine” ismi ile yayınlandı.
Wittgenstein 29 Nisan 1951 tarihinde Cambridge’deki doktoru Edward Vaughan Bevan’ın evinde prostat kanserine yenilerek hayatını kaybetti. Son sözleri şöyle olmuştur: “Onlara harika bir hayat yaşadığımı söyleyin”. Ölümünden sonra kendisine ait olan yaklaşık otuz bin sayfa kadar tamamlanmamış taslak metin bulunmuştur.
Çalışmaları
Büyük filozofların çalışmaları genellikle belirli dönemlere ayrılır ancak bu durum Wittgenstein için belki de hiçbir filozofta olmadığı kadar geçerlidir. Wittgenstein’ın çalışmaları iki belirgin döneme ayrılır: 1921 yılında yayınlanan çığır açıcı eseri “Logisch-Philosophische Abhandlung” (Tractatus Logico-Philosophicus) ile doruk noktasına ulaşmış erken dönem çalışmaları ve uzun yıllara yayılmış olan, büyük oranda birbirleriyle alakasız (ve uyumsuz) fikirlerinin toplandığı; ölümünden iki yıl sonra “Philosophische Untersuchungen” (Felsefi Soruşturmalar) ismi ile yayınlanan geç dönem çalışmaları.
Wittgenstein’ın mantığın temeli üzerine yaptığı erken dönem çalışmaları ve genel olarak felsefesinin bütünü, Arthur Schopenhauer ve Immanuel Kant’ın yanı sıra, Bertrand Russell ve Gottlob Frege’nin ortaya koyduğu yeni mantık sistemlerinden de derinden etkilenmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında kendisinin çalışmaları dini ve ahlaki bir önem kazanmaya başladıkça “Tractatus Logico-Philosophicus” son şeklini almaya başladı ancak Tractatus halen (Russell ve Whitehead’in “Principia Mathematica” eserinin örneğini teşkil ettiği) dönemin Mantıkçı yaklaşımıyla paraleldi [E. N: Mantıkçılık, kökenleri Frege ve Russel’a dayanan ve matematiğin mantığa indirgenebileceğini iddia eden bir matematik felsefesi ekolüdür). Wittgenstein’ın yaşadığı kişisel zorluklar ve tartışmalardan dolayı Tractatus 1921 yılına kadar yayınlanmadı ve bu eser, kendisinin sağlığında yayınladığı tek felsefe eseri oldu. Wittgenstein bir dönem bu eserin felsefenin tüm problemlerini çözdüğünü düşünmüştü.
Tractatus, dünyayı anlamak konusunda Mantığın sınırlarını belirlemeye teşebbüs etti. Bu çalışma, dünyanın bağımsız atomik/temel gerçeklerden [İngilizce: fact], (yani, var olan olayların durumlarından, İng: ‘’state of affairs’’) oluştuğunu ve bu atomik gerçekler kullanılarak daha büyük gerçeklerin inşa edildiğini iddia eder; bu fikir daha sonraları Mantıksal Atomculuk olarak anılmaya başlandı ve Bertrand Russell tarafından ilerletildi. Dil de aynı şekilde atomik (ve devamında büyük ölçekli) önermelerden meydana gelir. Bu önermeler, dünyadaki gerçekler ile aynı “mantıksal formu/biçimi” paylaşır ve böylece onlara karşılık gelir.
Tractatus’u anlamak, Wittgenstein’ın anlama dair ortaya koyduğu resim kuramından geçer. Wittgenstein, bir resmin dünyayı temsil ediş şeklini, dilin (ve dili oluşturan cümlelerin) gerçekliği ve durumların varlığını temsil ediş şekline benzetir; böylece bu ikisi arasında bir analoji kurar ve düşüncelerin, dilde ifade edildikleri şekliyle, dünyadaki gerçekleri “resmettiklerini” öne sürer. Dahası, dilin yapısı, gerçekliğin yapısı tarafından belirlenir ve bizim bu söz konusu gerçeklik hakkında konuşabilmemizın nedeni yalnızca belli şeylere karşılık gelen sözcüklere sahip olmamız değil ve aynı zamanda bir cümle içindeki sözcüklerin kendi aralarında kurduğu ilişkinin, dünyadaki şeylerin kendi aralarında kurdukları ilişkiye karşılık gelmesidir. Gerçekten de Wittgenstein’a göre eğer dil, gerçekliği bu şekilde tıpkı bir ayna gibi yansıtmasaydı cümlelerin herhangi bir anlam içermesi imkânsız olurdu.
Burada, Wittgenstein’ın sıradan, gündelik ve konuşurken kullandığımız dile değil; gündelik dilin altında yatan ve gündelik dilin analizi ile ortaya çıkartılabilecek “basit cümlelere” işaret ettiği vurgulanmalıdır. Wittgenstein, sözde mantıksal sabitlerin (“değil”, “ve”, “veya” ve “ise”) resmetme ilişkisinin bir parçası olmadıkları, onların yalnızca birden fazla resmi birleştirmenin veya üzerlerinde bir işlem yapmanın yolları oldukları konusunda gayet açıktı. Böylece Wittgenstein, düşüncelerimizin ve cümlelerimizin gerçek mantıksal formlarını “ifade edebilmek” ( “söylemek” değil ama “göstermek” anlamında) için onları analiz edebileceğimizi, fakat bu şekilde analiz edemeyeceğimiz cümleler ve düşünceler üzerine de anlamlı bir biçimde tartışılamayacağından hareketle onlar hakkında hiçbir sözün sarf edilmemesi gerektiğini iddia etti. Kendisi; tüm felsefenin temelde bu analiz biçiminden ibaret olduğunu ve etik, din ve estetik gibi alanlarda mevcut olan, olgusal olmayan kavramların dile getirilemez ve anlamsız olduğunu düşünüyordu.
Bazı yorumcular, kendi katı kriterleri göz önüne alındığında, “Tractatus’daki” cümlelerin anlamlı sayılmayacağına ve Wittgenstein’ın kitaptaki yönteminin, tek kesin doğru felsefi yönteme ilişkin kendi taleplerini yerine getirmediğine işaret ettiler. Hatta bazı yorumcular daha da ileri giderek metafiziğe ilişkin bir şey söylemeye çalışan her cümlenin nihai anlamsızlığını gösterdiğinden dolayı kitabın derin bir ironi ihtiva ettiğini savundular. Her halükârda, “Tractatus’da” bu duruşu ileri süren Wittgenstein daha sonra yayınlanacak “Felsefi Soruşturmalar” eserinde bu duruşu reddetti. Viyana Çevresine mensup Mantıksal Pozitivistlerin, “Tractatus’daki” 7. Önermeyi (“Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı.”) havada kaptığı ve benimsediği de not düşülmelidir. Fakat Wittgenstein’ın kendisi bu hususta daha farklı ve gizemli bir yorumda bulunmuştur.
2. Dünya Savaşı zamanına gelindiğinde, Wittgenstein’ın mantığın ve matematiğin temellerine yönelik görüşleri önemli ölçüde değişmişti, kendisi artık keşfedilebilecek matematiksel gerçeklerin varlığını ve matematiksel ifadelerin gerçek anlamda “doğru” olabileceklerini reddediyordu. Kendisi, matematiksel ifadelerin yalnızca belli başlı sembollerin uzlaşımsal ve oturmuş anlamlarını ifade ettiğini savundu. Ayrıca, çelişkilerin matematik sistemleri için ölümcül bir hata teşkil ettiği fikrini de reddetti. Bu konuda ve diğer konularda verdiği dersler, daha sonra “Lectures on the Foundations of Mathematics” (Matematiğin Temelleri Üstüne Dersler) isimli kitapta derlendi.
Wittgenstein, erken dönem çalışmalarının birçoğunu ya reddetti ya da üzerlerinde düzenlemeler yaptı; sıfırdan yeni bir felsefe metodu ve yeni bir dil anlayışı geliştirdi. Bu yeni çalışmalar, kendisinin ikinci başyapıtı olan “Philosophische Untersuchungen” (Felsefi Soruşturmalar) eseriyle neticelendi. Wittgenstein’ın mükemmel dili arayış çabaları çıkmaza girmişti ve kendisinin “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” iddiası artık fazla kısıtlayıcı geliyordu. 1936’da Norveç’te kaldığı süre boyunca yeni bir düşünce biçimi üzerinde çalışmaya başladı ve yaşamının sonuna doğru kırsal İrlanda’da kaldığı süre boyunca bu çalışmalarını sürdürdü. “Felsefi Soruşturmalar”, Wittgenstein’ın ölümünden sonra 1953 yılında yayınlandı. Bu kitap, “Tractatus” gibi sistemli bir inceleme değildi; aksine bu kitap birbirinden büyük oranda bağımsız olan derslerden ve düşünce bütünlerinden meydana geliyordu. “Felsefi Soruşturmalar” her ne kadar ustaca yazılmış özdeyişsel (aforizmatik) bir biçeme sahip olsa da, yine de zor okunan bir metindir. Metin zaman zaman alakasız fikirlerin bir karışımı gibi görünür ve tekil paragrafların kendinden önceki veya sonraki paragraflarla neredeyse hiç denecek kadar az bağlantısı olabilir. Ancak bu eser de zaman geçtikçe en az “Tractatus” kadar önemli sayıldı ve Wittgenstein’ın erken dönem çalışmalarından tamamen farklı konulara (mantık ve objektif gerçeklerden ziyade dile ve psikolojiye) odaklandığı için bu esere “geç dönem Wittgenstein eseri” dendi.
“Felsefi Soruşturmalar’da” Wittgenstein, resim analojisinden uzaklaşarak “araç” veya “işlev” analojisine geçmiştir. O, sözcüklerin birer araç olarak düşünülmesi gerektiğini ve (çoğu durumda) bir sözcüğün anlamının, sözcüğün o dildeki kullanımından ibaret olduğunu iddia etti. Böylelikle, resim kuramının tam tersi şekilde, dilin yapısı bizim gerçeklik olarak düşündüğümüz şeyi belirliyor olur. Bununla birlikte, bir resim dünyanın yalnızca bir temsilini bize sunarken bir araç birden fazla işlevi yerine getirebilir (böylelikle tıpkı bir araç gibi, sözcükler de birden fazla işlevi yerine getirebilir; özellikle de farklı şartlarda ve farklı türden konuşmalarda kullanıldıklarında). Wittgenstein, bir sözcüğün farklı farklı anlamlara gelebilmesini, birbirleri ile akraba olan kişilerin birbirlerini andırmasına benzetir zira akrabaların ortak özellikleri, çaprazlama benzerlikleri veya birbirleri ile üst üste geçen ilişkileri olabilir ancak yine de her birey belirgin bir şekilde diğerlerinden ayrıdır.
Bu düşünce ilk bakışta orijinallikten uzak ve sağ duyuya uygun gibi görünse de aslında fazlasıyla radikaldi çünkü felsefede uzun yıllar süregelmiş bazı varsayımların aleyhineydi: sözcüklerin nesneleri temsil ederek anlam kazandıkları, sözcüklerin insan zihnindeki formlarla ilişkilendirilerek anlam kazandıkları ve sözcüklerin altta yatan bir çeşit niteliği veya özü temsil ettikleri varsayımları gibi.
Wittgenstein bir başka analoji daha ortaya koydu: Bir çeşit oyun olarak dil. Zira dil de tıpkı bir oyun gibi önceden belirlenmiş kurallarla yönetilen bir etkinliktir; bu kurallar üstünde hiçbir kontrolümüz yoktur ve kurallar ancak kısıtlı bir özgürlüğe ve yoruma izin verir. Wittgenstein, dilin (ve dilin işlevlerinin) temelde çoklu “dil-oyunlarının” bir bütününden meydana geldiğini; bu oyunlar içinde dilin farklı parçalarının görevlerini yerlerine getirdiklerini ve anlam kazandıklarını iddia etti. Böylece felsefenin birçok geleneksel problemi (ör. “Gerçek nedir?”), filozofların dili hatalı kullanmasından doğan anlamsız kelime oyunlarına veya karşıdaki kişinin “aklını alma eylemine” dönüşür. Dil, insan yaşamı boyunca görece işe yarıyor olsa da metafiziksel bir ortama (yani bizim için tanıdık ve elzem olan referans noktalarının ve bağlamsal ipuçlarının mevcut olmadığı bir ortama) “zorla sokulduğunda” problemler ortaya çıkmaya başlar.
Wittgenstein felsefenin rolünü bu dil-oyunlarını gerekçelendirmek veya temellendirmek olarak değil, yalnızca bu dil-oyunlarını betimlemek olarak gördü. O, felsefi problemlerin mantıksal açıdan (gündelik bağlamların kafa karıştıran ve suyu bulandıran etkilerini barındırmayan) mükemmel bir dil kullanarak çözülebileceğine işaret etti ancak böyle bir dilin kısır olacağı ve doğru düzgün iş göremeyeceği konusunda da uyarıda bulundu. Bununla beraber, hepimiz her an bir dil-oyununun içinde bulunduğumuzdan dolayı bir adım geriye çekilip bir dil-oyununu dil dışı bir bakış açısıyla değerlendirmek de mümkün değildi. “Felsefi Soruşturmalar’ın” çoğunluğu, felsefi kafa karışıklığının nasıl meydana geldiğine ve gündelik dilin gerçek işleyişinin yakından incelenmesiyle felsefi şaşkınlığa doğru atılan ilk yanlış adımlardan nasıl kaçınılabileceğine dair örneklerden oluşur. Wittgenstein, filozofları “sözcükleri metafizik kullanımlarından alıp günlük kullanımlarına geri getirmeye” teşvik ederek Gündelik Dil Felsefesi çağını başlattı.
Wittgenstein, 1950’lerde ve 1960’larda W. V. O. Quine ve Donald Davidson gibi filozoflarla birlikte, semantik Holizm (anlambilimsel Bütüncülük) ilkesini daha da genişleterek bir cümlenin (ve dolayısıyla bir sözcüğün) yalnızca bir dilin bütünü (sözcüğün veya cümlenin bağlı olduğu geniş dil parçası değil fakat dilin bütünü) bağlamında anlam taşıdığı sonucuna vardı.
Wittgenstein’ın dil-oyunları kuramının, “özel dilin” (bir bireyin kendi hislerini ve duyumlarını hiç kimsenin anlayamayacağı terimlerle tasvir etmek için icat ettiği dil) muhtemel varlığına ilişkin çıkarımları çok fazla tartışmaya yol açmıştır. Bu tartışmaların yaşanma sebebi, birçok filozofun dilin temel kullanımının bu olması gerektiğini varsaymasıdır; çünkü dış dünya hakkındaki bilgimiz ve onunla etkileşimimiz içsel deneyimlerimizle başlamalıdır. Ancak Wittgenstein, dilin bu şekilde çalışmadığına inanıyordu. Ona göre sözcükleri toplumsal ölçütlerle, davranışlarla ve durumlarla bağlantılı olarak kullanırız. Dolayısıyla aslında hiçbir zaman özel veya tümüyle kişisel bir dil konuşamayacağız. Wittgenstein, herhangi bir dili yöneten kuralların toplumsal bir yönü olması gerektiğini ve sözcüklerin anlamlarının, kullanıldıkları toplumsal bağlamlara bağlı olduğunu belirtti (kendisi bu bağlamlara “yaşam formları” demekteydi).
Erken dönem Wittgenstein, din hakkındaki tüm konuşmaları anlamsız saçmalıklar olarak görüp elinin tersiyle itmişken, geç dönem Wittgenstein, dinî dil-oyununun “içine girmek”, sözcüklerin dinî bir bağlamda nasıl kullanıldığına bakmak ve dinî dil-oyununun bilimsel dil-oyunundan tamamen farklı olduğunu göstermek niyetindeydi. Wittgenstein kendi Fideizm versiyonunu ortaya koydu. O, dinin, kendi iç mantığı veya “grameri” tarafından yönetilen, kendi kendine yeten ve birincil olarak dışavurumcu bir girişim olduğunu savundu. Aynı zamanda dinin mantıksal açıdan hayatın diğer yönlerinden kopuk olduğunu; dinî söylemin özünde kendi kendisini kaynak gösteren bir yapıya sahip olduğunu ve gerçeklik hakkında konuşmamıza izin vermediğini; dini inançların yalnızca inanç sahibi kişiler tarafından anlaşılabileceğini ve bu nedenle dinin eleştirilemeyeceğini belirtti.
Wittgenstein son yıllarda edebiyat eleştirisi, sanat ve estetik, sosyal bilimler (özellikle antropoloji) ve siyaset teorisi gibi felsefenin çok uzağında kalan alanlarda da etkili olmaya başlamıştır.
Ludwig Wittgenstein Kitapları
İngilizce Kaynaklar:
- The Wittgenstein Reader, – Sir Anthony Kenny (Yazar)
- Notebooks, 1914-1916 – Ludwig Wittgenstein (Yazar), G. E. M. Anscombe (Editör), G. H. von Wright (Editör)
- Tractatus Logico-Philosophicus – Ludwig Wittgenstein (Yazar), D. F. Pears (Çevirmen), B. F. McGuinness (Çevirmen), Bertrand Russell (Önsöz)
- The Blue and Brown Books (Preliminary Studies for the Philosophical Investigations) – Ludwig Wittgenstein (Yazar)
- Philosophical Investigations – Ludwig Wittgenstein (Yazar), G. E. M. Anscombe (Çevirmen)
- On Certainty / ÜBER (UBER) GEWISSHEIT. – Ludwig Wittgenstein (Yazar). Mel Bochner (Çizimler), Denis Paul (Çevirmen) G. E. M. Andscombe (Çevirmen); G. E. M. Andscombe (Editör) G. H. Von Wright (Editör); Arthur Danto (Önsöz).
- Remarks on the Foundations of Mathematics (MIT Press) – Ludwig Wittgenstein (Yazar), G. H. von Wright (Editör), R. Rhees (Editör), G. E. M. Anscombe (Editör)
- Wittgenstein on Rules and Private Language: An Elementary Exposition – Saul A. Kripke (Yazar)
- Routledge Philosophy GuideBook to Wittgenstein and the Philosophical Investigations (Routledge Philosophy Guidebooks) – Marie McGinn (Yazar)
- The Cambridge Companion to Wittgenstein (Cambridge Companions to Philosophy) – Hans Sluga (Editör), David G. Stern (Editör)
- Wittgenstein (Suny Series in Logic and Language) (Suny Series in Logic & Language) – Joachim Schulte (Yazar), William H. Brenner (Çevirmen), John F. Holley (Çevirmen)
- Ludwig Wittgenstein: The Duty of Genius – Ray Monk (Yazar)
- Wittgenstein: Biography and Philosophy – James C. Klagge (Editör)
- Wittgenstein: A Very Short Introduction – A. C. Grayling (Yazar)
- Wittgenstein’s Copernican Revolution: The Question of Linguistic Idealism (Swansea Studies in Philosophy) – I. Dilman (Yazar)
- Wittgenstein’s Tractatus: A Dialectical Interpretation – Matthew B. Ostrow (Yazar)
- Wittgenstein: Connections and Controversies – P. M. S. Hacker (Yazar)
- Wittgenstein’s Philosophy of Mathematics – Pasquale Frascolla (Yazar)
- Wittgenstein, Theory and the Arts Richard Allen (Editör), Malcolm Turvey (Editör)
Kaynak, (Erişim Tarihi: 14.04.2025)
Çeviren: Dervişan Mehmet Savaş
Editör: Emir Arıcı