1910 yılında psikolog Mary Cheves West Perky gönüllülere cevaplaması kolay olduğunu düşüneceğiniz bir soru sordu: Gördüğünüz şeyler gerçek mi yoksa hayal ürünü mü? Araştırması sırasında, insanlara bir duvara bakarken elma gibi nesneleri hayal etmelerini söyledi. Ardından, aynı görüntüyü vermek için gizlice, sihirli fener adı verilen eski bir projektör kullandı. Katılımcılar gözleriyle gördüklerini kafalarında canlandırdıklarından ayırt etmekte zorlandılar.
Bu ufuk açıcı deney ve o zamandan beri yapılan pek çok deney, görmenin ve görmeyi hayal etmenin beyinde benzer süreçleri içerdiğini ortaya koymuştur. London Üniversitesi’nde bilişsel sinirbilimci olan Nadine Dijkstra, adeta bir muamma olan şu soruyu dile getiriyor: “Eğer beyin hayal gücünü gerçeklikle bu kadar benzer şekilde ele alıyorsa, neden her zaman ikisini birbirine karıştırmıyoruz?”.
Dijkstra ve meslektaşları, yakın zamanda Nature Communications’da yayınlanan ve ‘Perky etkisi’ olarak bilinen modern zaman araştırmasında, 600’den fazla kişiden tamamen karıncalanmış bir ekrana bakmalarını, ekranda köşegen çizgiler hayal etmelerini ve çizgilerin ne kadar canlı olduğunu 1 ila 5 arasında bir skalada yorumlamalarını istediler. Deney devam ederken, Perky’nin çalışmasına benzer bir şekilde, araştırmacılar, insanların ne gördüklerini düşündüklerini nasıl etkilediğini test etmek için araya gizlice fark edilmeyen gerçek köşegen çizgiler soktular.
Perky’nin çalışmasında olduğu gibi onlar da insanların hayal ile gerçeği kolaylıkla karıştırabildiklerini gördüler. Ancak her zaman değil: ve en önemli faktör görüntüyü ne kadar canlı ya da net olarak algıladıkları gibi görünüyor. Canlı bir köşegen çizgi gördüğünü söyleyen kişilerin, gerçek olsun ya da olmasın, bunun gerçek olduğunu düşündüklerini söylemeleri daha olasıydı.
Dijkstra, araştırmanın ortaya koyduğu bulgulara göre insanların algısal gerçeklik gözlemi adı verilen bir süreçle neyin gerçek neyin hayal olduğunu bir ‘gerçeklik eşiği’ne göre kontrol ettiklerini söylüyor. Eğer bir işaret bu sınır değerden daha zayıfsa, kişinin gördüğü şeyin hayali olduğunu düşünmesi daha olasıdır. Eğer o kadar kuvvetli ya da daha güçlü ise o zaman gerçek olduğunu düşünmeleri daha olasıdır. Dijkstra, daha önceki beyin görüntüleme deneylerinden birini yeniden incelediğinde aynı ilkeye yönelik daha fazla bulguya ulaştı. Çalışmaya katılanlar bir şey gördüklerini hayal ettiklerinde, beyinleri görsel kortekste aynı şeye baktıklarında olduğu gibi benzer şekilde faaliyet gösteriyordu, ancak faaliyet genel olarak daha zayıf oluyordu.
Bunun anlamı, çok canlı zihinsel canlandırmalara sahip olan kişilerin gerçek ile hayal arasında ayrım yapmalarının daha zor olduğudur; canlı bir hayal gücüne sahip olmak ile sanrılar görme olasılığının artması arasında bir ilişki vardır. Araştırmadaki sonuçların gün geçtikçe daha da gerçekçi hale gelen artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklikle dolu bir gelecekte nasıl yol alabileceğimiz konusunda da çıkarımları var.
İlginç olan şu ki gerçeklik eşiklerimiz muhtemelen her zaman değişiyor ve teknoloji değiştikçe biz de değişebiliriz. Perky’nin deney yaptığı dönemde videolar oldukça nadir bulunuyordu ve insanlar her zaman gördüklerinin kendi zihinlerinden geldiğine inanıyorlardı. Neticede, başka ne olabilirdi ki? Bir katılımcının deney hakkındaki sözleri şöyleydi; “Eğer hayal ettiğimi bilmeseydim, gerçek olduğunu düşünürdüm?’’
Shayla Love – “This is how your brain distinguishes reality from imagination“, (Erişim Tarihi: 08.03.2024)
Çevirmen: Özlem Kırtay
Çeviri Editörü: Emir Arıcı