Siyaset bilimi, kendisini çoğu zaman “tarafsız bir gözlem” alanı olarak tanımlar; fakat bu tarafsızlık iddiası, tarihin hemen her döneminde iktidarın dilini yeniden üretmenin ve mevcut düzenin kendini meşrulaştırma mekanizmasına entelektüel kılıf sağlamanın bir biçimi olmuştur (Vivian, 2025). Bu disiplin, görünürde politik süreçleri anlamaya çalışan bir akademik alan gibi sunulur, ancak çoğunlukla bu süreçlerin nasıl yönetileceğini, hangi toplumsal enerjilerin hangi kanallara yönlendirileceğini ve hangi muhalefet biçimlerinin nasıl etkisizleştirileceğini araştıran bir mühendislik atölyesi gibi çalışır. Yani siyaset bilimi, yalnızca politikayı inceleyen değil, bizzat onun sahne arkasındaki kurgu ve tasarım masalarına hizmet eden bir bilgi üretim makinesidir. Bu işlev, özellikle modern üniversitenin devletin yönetim kapasitesini artırma misyonuyla iç içe geçtiği dönemlerde belirginleşmiş, disiplinin “tarafsız” maskesi, iktidarın en sofistike araçlarından biri hâline gelmiştir (Le Monde, 2024).
Bu durumun kökeni modern üniversitenin ortaya çıkışına kadar uzanır. Devletin bilgiyle kurduğu ilişki, her zaman yönetim kapasitesini artırmak ve meşruiyetini pekiştirmek üzerine kurulmuştur. 19. yüzyıl sonlarından itibaren siyaset bilimi bölümleri, ulus-devletlerin idari rasyonalitesinin bir parçası hâline geldi. Seçim sistemleri üzerine yapılan çalışmalar, anayasa modelleri, bürokratik reform önerileri veya kamu yönetimi raporları, hep belirli bir siyasal organizmanın ömrünü uzatmaya dönük tasarımlar sundu. Böylece siyaset bilimi, devleti eleştirmekten çok, onu daha etkin, daha dirençli ve krizlere karşı daha esnek hâle getirecek bilgi ve yöntemler geliştiren bir disiplini temsil etti. Bu bilgi üretimi süreci, akademi ile devlet arasında kesintisiz bir çıkar ortaklığı kurdu; üniversiteler, kamu kurumları için personel yetiştiren ve bürokrasinin sorunlarını çözmek için rapor üreten mekânlar hâline geldi. Akademik bilgi, yalnızca düşünsel bir zenginlik değil, yönetim tekniklerini güçlendiren bir sermaye olarak işlev gördü (Davies, 2019).
Soğuk Savaş dönemi, bu yapısal bağı en çıplak biçimde gösteren örneklerle doludur. ABD’deki üniversiteler, CIA ve Pentagon tarafından fonlanan “Area Studies” (Bölge Çalışmaları) programlarıyla, dünyanın çeşitli bölgeleri hakkında derin saha bilgisi ürettiler. Ortadoğu çalışmaları, Afrika politikaları veya Güneydoğu Asya araştırmaları, yüzeyde kültürel, tarihsel ve sosyolojik incelemeler gibi görünse de, gerçekte askeri stratejilerin, rejim değişikliği projelerinin ve diplomatik manipülasyonların veri tabanını oluşturdu. Vietnam Savaşı sırasında yapılan “kırsal kalkınma” araştırmaları, köylülerin hangi politik söylemlere daha kolay ikna olabileceğini ölçmek için kullanıldı. Bu tür bilgi üretimi, yalnızca bilimsel merakla açıklanamaz; bu, bilimin jeopolitik mühendislikteki rolünün doğrudan kanıtıdır. Nitekim bu dönemde yaşanan Project Camelot skandalı, sosyal bilim araştırmaları kılıfıyla yürütülen askeri istihbarat faaliyetlerinin nasıl işlediğini açığa çıkardı: Latin Amerika’daki devrimci hareketleri önceden tespit edip bastırmak için tasarlanan bu proje, akademinin istihbarat servisleriyle nasıl iç içe geçebildiğini gösterdi (Simpson, 1994; güncel değerlendirme için bkz. The Times, 2025).
Benzer mekanizmalar, 2003 Irak işgali öncesinde de görüldü. Batılı üniversiteler, “Ortadoğu’daki demokratikleşme süreçleri” başlığı altında fon alırken, üretilen raporların önemli bir kısmı işgal sonrası kurulacak yönetim modelinin meşruiyetini akademik düzeyde inşa etmeye yaradı. ABD Savunma Bakanlığı ile çalışan bazı think-tank’ler, doğrudan üniversite akademisyenlerinden seçim sistemi, federal yapı ve anayasal tasarım üzerine teknik çerçeve raporları talep etti. Böylece “bilimsel bilgi”, sahada uygulanacak politik mühendisliğin altyapısına dönüştü (Le Monde, 2024).
Türkiye bağlamında da benzer bir tablo gözlemlenir. 1980 darbesi sonrasında yeniden yapılandırılan siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümleri, “istikrar” ve “güvenlik” temalarını merkeze alan müfredatlar geliştirdi. Bu temalar, görünüşte toplumsal barışı sağlama amacı taşısa da, fiiliyatta devletin muhalefeti denetim altında tutma, toplumsal talepleri sistem içinde soğurma ve potansiyel tehditleri önceden tespit etme kapasitesini artırdı (Zürcher, 2004). Seçim sistemi simülasyonları, kamuoyu araştırmaları ve yerel yönetim reform raporları, halkın siyasete daha fazla katılımını sağlamak yerine, iktidarların kriz yönetim kapasitesini pekiştirdi. Bu dönemde üniversite ile devlet arasındaki sınır silikleşti; kamu kurumlarında görev yapan akademisyenler, üniversitelere dönerek aynı politikaların teorik çerçevesini yazdı. Böylece siyaset bilimi, devlet politikalarının yalnızca teorik altyapısını kurmakla kalmadı, bu politikaları “bilimsel zorunluluk” olarak sunarak meşrulaştırdı (Yalman, 2010).
Siyaset biliminin teorik çerçevelerinde, “otorite”, “düzen” ve “istikrar” gibi kavramlar normatif hedefler olarak kodlanır. Bu kodlama, radikal siyasal tahayyülleri marjinalleştirir; devletsiz örgütlenme biçimlerini ya da yerel özyönetim deneyimlerini “ütopik” veya “tehlikeli” olarak damgalar. Böylece disiplin, yalnızca devletin doğallığını varsaymakla kalmaz, aynı zamanda bu doğallığı akademik bilginin en temel öncülü hâline getirir. “Tarafsızlık” iddiası ise, çoğunlukla hâkim ideolojinin tarafını perdeleyen bir maske işlevi görür (Vivian, 2025). Prestijli dergilerde, yüksek fonlara sahip araştırmalarda ve uluslararası konferanslarda, hâkim siyasal düzeni sorgulayan değil, onu daha verimli kılacak teknik çözümler sunan çalışmalar öne çıkar. Bu görünmez filtreleme, araştırma konularını, metodolojileri ve soruları şekillendirerek eleştirel potansiyeli daha en baştan sınırlar (The Times, 2025).
Bu durum günümüzde uluslararası boyutta daha da keskinleşmiştir. Dünya Bankası, IMF, AB Komisyonu veya NATO gibi kurumlar, siyaset bilimi alanında yapılan birçok araştırmayı doğrudan finanse eder. Bu fonlar, çoğu zaman “demokrasi desteği”, “yönetişim reformu” veya “insan hakları kapasite geliştirme” başlıkları altında sunulur; fakat uygulamada bu projeler, piyasa ekonomisinin kurallarına uyum sağlamayan ülkeleri disipline etmek, küresel sermaye akışını garanti altına almak veya belirli stratejik bölgelerde Batı yanlısı yönetim biçimlerini pekiştirmek için kullanılır. Akademinin ürettiği bilgi, bu süreçlerde hem meşrulaştırıcı bir söylem hem de operasyonel bir araç işlevi görür (Davies, 2019; Le Monde, 2024). Wikileaks belgeleri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın belirli ülkelerdeki akademisyenlerle sistematik temas kurarak bilgi topladığını, bazı bölümlerin fiilen “politika izleme birimi” gibi çalıştığını ifşa etti. İngiltere’de ise “Prevent” programı, üniversiteleri radikalleşme izleme aracı olarak kullandı; böylece siyaset bilimi dersleri farkında olunmadan gözetim mekanizmasının uzantısına dönüştü (Vivian, 2025).
Bununla birlikte, disiplinin kendi içinden yükselen nadir eleştiriler de oldu. ABD’de Sheldon Wolin, “tersine totalitarizm” kavramıyla, siyaset biliminin şirket–devlet bileşkesini sorgulayan önemli bir figür hâline geldi (Wolin, 2008). Türkiye’de Mete Tunçay ve Baskın Oran gibi akademisyenler, disiplinin devletçi ve statükocu yönünü açıkça tartışmaya açtılar (Tunçay, 1992; Oran, 2004); fakat bu tür eleştiriler, çoğu zaman ana akım akademi tarafından marjinalleştirildi ya da görmezden gelindi. Ortak tespit şuydu: Siyaset bilimi, kendi fon kaynaklarını, yayın politikalarını ve kurumsal yapısını sorgulamadığı sürece, ürettiği bilgi iktidarın yönetim kapasitesini artırmaya hizmet eder.
Son kertede siyaset bilimi, kendi varlık koşullarının ontolojik çerçevesini ve bilgi üretimindeki epistemolojik determinizmi sorgulamaya yönelmedikçe, eleştirel bir disiplin olmaktan uzaklaşır; iktidarın kendi sürekliliğini kurduğu stratejik akıl mekânlarının bir uzantısı olarak var olur. Bu noktada “kime hizmet ediyor?” sorusu, salt normatif bir yargı arayışının değil; bilginin hangi iktidar matrisleri içinde dolaşıma sokulduğunu, hangi tarihsel şiddet biçimlerinin yeniden üretimine eklemlendiğini ve hangi toplumsal varoluş imkânlarını sistematik olarak dışarıda bıraktığını açığa çıkaran kurucu bir epistemik sorudur (Oran, 2009; Tunçay, 2009).
Bu sorudan kaçış, bilginin kendisini “epistemik kamuflaj” olarak işlevlendiren bir maskeye dönüştürür: görünürde nesnel, gerçekte ise iktidarın kendi hakikat rejimini mühürleyen söylemsel bir aygıt. Gerçek anlamda özgürleştirici bir siyaset bilgisi, yalnızca toplumsal alanı çözümleme iddiasıyla yetinemez; bizzat kendi bilgi dolaşım kanallarını, meşruiyet üreten kurumsal yapıları ve üzerinde yükseldiği ideolojik zemini radikal bir şekilde ifşa etmek zorundadır. Aksi hâlde, “bilim” adını taşısa bile, özünde iktidarın ontolojik sürekliliğini sağlayan, hakikatin değil yönetilebilirliğin bilgisini üreten sofistike bir mühendislik pratiği olarak kalır (Wolin, 2008).
Kaynakça
- 1. Vivian, B. (2025). Institutional neutrality is censorship by another name. The Chronicle of Higher Education, 71(3), s. 14–18.
- 2. “Academics would do well to speak out before it’s too late.” (2024, Kasım 12). Le Monde, s. 5.
- 3. Davies, W. (2019). Nervous States: Democracy and the Decline of Reason. London: Vintage, s. 47–89.
- 4. “Stay away from politics if you want to be trusted, scientists told.” (2025, Ocak 7). The Times, s. 9.
- 5. Zürcher, E. J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 233–270.
- 6. Yalman, G. (2010). Türkiye’de Devlet ve Siyaset. Ankara: İmge Kitabevi, s. 115–160.
- 7. Simpson, C. (1994). Science of Coercion: Communication Research and Psychological Warfare, 1945–1960. Oxford: Oxford University Press, s. 21–65.
- 8. Wolin, S. S. (2008). Democracy Incorporated: Managed democracy and the specter of inverted totalitarianism. Princeton: Princeton University Press, s. 43–102.
- 9. Tunçay, M. (1992). Türkiye’de sol akımlar (1908–1925). İstanbul: BDS Yayınları, s. 78–132.
- 10. Tunçay, M. (2009). Türkiye’de siyasal düşünce: Modernleşme ve batıcılık. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 201–245.
- 11. Oran, B. (2004). Türkiye’de azınlıklar: Kavramlar, teori, Lozan, iç mevzuat, içtihat, uygulama. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 54–110.
- 11. Oran, B. (2009). Türk dış politikası: Kurtuluş Savaşından bugüne olgular, belgeler, yorumlar (Cilt 1–3). İstanbul: İletişim Yayınları, Cilt 1, s. 301–356.