1933 Üniversite Reformu ile Türkiye’ye gelen yabancı profesörlerden biri de Viyana Çevresi’nin önde gelen temsilcilerinden olan Hans Reichenbach’tır. (1891-1953) 1938 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde görev alan Reichenbach, ülkemizde bulunduğu süre içerisinde felsefe tarihi, bilim tarihi ve sembolik mantık dersleri vermiştir. “Felsefe ve Tabiat İlimleri”, “Tabiat Kanunu Meselesi”, “Descartes ve Rasyonalizm”, ”Hume ve Tecrübecilik”, “Kant ve İntikat Felsefesi” ve “İlmi Felsefenin Bugünkü Meseleleri” başlıklı bildirilerini Üniversite Konferansları içerisinde sunmuştur.
Bu çalışmalar dışında, Amerika’ya gittikten sonra yayınladığı Experience and Prediction (Deney ve Öndeyi, 1938) adlı eserini ise Türkiye’de iken hazırladığı düşünülmektedir. Reichenbach, İstanbul Üniversitesi’nde verdiği lojistik dersleriyle Türkiye’deki mantık çalışmalarında yeni bir dönemin öncüsü olmuştur. Reichenbach 12 Nisan 1936’da Einstein’a bir mektup yazmış ve Amerika’ya gidebilmesinde kendisinde yardımcı olup olmayacağını sormuştur. Aşağıda Türkçesini paylaştığımız bu mektup, Amerikalı bilim insanı ve tarihçi Arnold Reismen’ın 2007 yılında Epistemologia’da yayınladığı “He Raplaced Ottoman Theology With Modern Philosophy in Turkey: Hans Reichenbach in Exile from Nazi Rule: 1933-1938” başlıklı makalede yer almaktadır. Kısa olmakla birlikte, içeriğiyle çok ilgi çekici olan ve bazı açılardan döneme ışık tutan bu mektubu, Einstein’ın cevabı ile birlikte siz okuyucuların ilgisine sunuyoruz:
“Sevgili Bay Einstein,
Uzun zamandır benden haber alamamaktasınız. Bununla birlikte bu zaman içinde Rudolf Kayser bana, sizinle benim ve planlarım üzerine konuştuğunu yazdı.
Biliyorsun ki her zaman Amerika’ya gelmek istemişimdir. Almanya’da bulunduğum süre içerisinde bu yöndeki girişimlerim başarısızlığa uğradı. Daha sonra da Hitler’in yol açtığı karmaşa başladı ve İstanbul’dan bir teklif alma mutluluğunu yaşadım. Bu teklif bana o zaman oldukça umut vaat edici göründü: Profesörlük ve bağımsız bir felsefe müfredatını temelden inşa etme imkânı. Ne yazık ki burada bulunduğum iki buçuk yıl benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Buradaki görevimde tam olarak bağımsız olduğum doğru; tek filozof benim. Fakat buradaki üniversitenin yapılandırılmasında doğa bilimleri bütünüyle felsefeden ayrılmıştır. Kürsüm Edebiyat Fakültesi’ne bağlı; öğrencilerim matematik veya fizikte herhangi bir temeli olmayan, yalnızca edebiyat bölümüne kayıtlı öğrenciler ve bu nedenle kendimi hiçbir şekilde buraya ait hissetmiyorum. Öğretim kadrosundaki eksiklik yüzünden felsefe tarihi dersleri de vermek zorunda olmam aslında çok da kötü değil; ama Almanya’da uzun bir süre savunduğum felsefi görüşlerimi zerre kadar ön plana çıkarmamak bana büyük bir acı vermekte.
Neyse, geçen yıl New York Üniversitesi’nde bir yıl geçirmeye yönelik bir teklif aldım. Orada daha ileri düzeyde şeyler bulabilme ümidiyle bu teklifi büyük bir memnuniyetle kabul edebilirdim. Fakat buradaki hükümet gitme isteğimi reddetti ve bana sözleşmemi feshetme imkanı da tanımadı. Buradaki sözleşmem en az üç yıl daha devam ediyor ve dolayısıyla bu süre içerisinde, eğer sözleşmemi bozmak istemiyorsam, burada kalmak zorundayım. Bu feragat benim için son derece zordu.
Bu dönemde Prag’daki dostum Carnap, Chicago Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak ders vermek üzere bir teklif aldı. Burada başarıyla dersler verdi ve duyduğuma göre sonradan da Chicago Üniversitesi’nden de bir teklif aldı. Eğer Carnap Princeton’a gitmeye karar verseydi, ortak arkadaşımız Morris’in Chicago’dan bana yazdığına göre, muhtemelen ben Chicago’dan teklif alacaktım. Bununla birlikte Morris, Carnap’ın Chicago’ya gitmeye daha niyetli olduğunu olduğunu da yazmıştı. Bu durumda Princeton’daki kadro açıkta kalacaktı. İşte bu nedenle, postaların varması uzun bir süre bulduğundan bunları sana şimdi yazıyorum. Bu mektup sana vardığında Carnap kararını çoktan vermiş olacak ve hemen ardından da Princeton’daki kadro müzakereye açılacak. Eğer benim için konuşursan – tabi ki Carnap’ın Princeton’dan gelen teklifi reddetmesi durumunda- sana çok minnettar olurum. Sanırım asıl engel Mr. Weyl’den kaynaklanıyor. On yıldan uzun bir süre önce Mr. Weyl, Görelilik Kuramı hakkındaki makalelerimden bahsederken oldukça olumsuz bir dil kullanmıştı; ardından ona kısaca bir makale ile cevap yazmıştım. Korkarım ki, Mr. Weyl’in aleyhime olan tutumu bugüne dek devam etmekte, işte bundan dolayı eğer benim için bir girişimde bulunursan sana çok minnettar olurum.
Ayrıca şunu da eklemek isterim ki, buradaki hükümet beni burada daha fazla tutamaz; çünkü 1 Ekim 1936’da üç yılımı doldurmuş olacağım ve bu tarihte istifamı verebileceğim. Bu noktada geriye başka bir engel kalmıyor. Bu arada İngilizceyi iyi konuştuğumu da belirtsem iyi olur.
Eğer Princeton’a gelmeme yardımcı olabilirsen sana tüm kalbimle minnettar olurum. Hitler’İn yol açtığı karmaşa – başka pek çok konuda olduğu gibi – Almanya’da kurduğum düzeni de alt üst etti. Amerika’dan bunu yeniden kurabilmeyi ümit ediyorum.
Sana ve ailene sevgi dolu dileklerimle
Hans Reichenbach”
Albert Einstein 2 Mayıs 1936’da Hans Reichenbach’ın Princeton Üniversitesi’ndeki kadro talebine, Viyana ve Berlin Çevresi günlerinden ortak tanıdıkları filozof Rudolf Carnap’ın kişisel bir deneyimi alıntılayarak cevap vermiştir:
“Carnap geçtiğimiz günlerde bana açıkça Princeton’da Yahudileri işe almak istemediklerini söyledi.” Einstein’ın mektubu şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla burada da her şey mükemmel değil ve kim bilir yarın ne olacak? Belki de her şeye rağmen ‘barbarlar’ daha iyi insanlardır.”
Mülteci profesörler açısından Üniversite Reformu ve sonrasında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, Einstein’ın dediği gibi “barbarlar”ın daha iyi insanlar oldukları anlaşılmaktadır!
Not: Bu içerik ilk kez Bilim ve Ütopya Dergisi’inin 199. Sayısında İnan Kalaycıoğulları imzası ve çevirisiyle kaleme alınmıştır. Gerekli izinler alınarak yayınlanmaktadır.