Felsefe Röportajları #8 Erhan Demircioğlu

/
1491 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Taner Beyter (TB): Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler; kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Erhan Demircioğlu (ED): Merhabalar, röportaj teklifiniz için ben teşekkür ederim.

Şu anda Koç Üniversitesi Felsefesi Bölümü öğretim üyesiyim ve bu görevimi yaklaşık 5 senedir sürdürmekteyim. Lisans derecemi İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Bölümü’nden 2001 yılında aldım. Bu bölüme isteyerek girmeme karşın öğrenimim sırasında beni gerçekten tatmin eden uğraşının ne olduğunu daha netlikle görür hale geldim ve politika, psikoloji, tarih ve felsefe gibi insani bilimlere olan ilgim belirginleşti. Lisans eğitimi sırasında o eğitimin bana sağlayacağı mesleki formasyona uygun bir meslek seçmeyeceğimi fark etmiştim. Üniversiteyi tamamladıktan sonra insani bilimlerin herhangi bir alanında yüksek lisansı nerede yapabileceğimi araştırırken Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün yüksek lisans öğrenci alımına ilişkin ilanıyla karşılaştım. Yazılı sınav ve mülakattan sonra 2002 yılı Ocak ayında bu bölüme kabul edildim.

Boğaziçi Felsefe bölümüne başlamamda iki şans faktörü etkindi. Birincisi, lisans sonrasında bir insani bilim alanında çalışmayı istediğimi biliyordum ama bunun hangisi olacağına karar vermiş değildim. Boğaziçi Felsefe’nin yüksek lisansına başvurmam o programın ilanıyla karşılaşmış ve bu ilanın takvimimin bana uygun olmasından kaynaklanıyordu. İkincisi, Boğaziçi Felsefe Bölümü’nün o dönem bölüm başkanlığını yürüten ve şimdi Sabancı Üniversitesi’nde olan saygıdeğer hocamız Profesör Doktor Gürol Irzık’ı anmadan geçemem. Yüksek lisans başvurumu yapmadan önce kendisiyle görüşme isteğimi kırmadığı ve beni olumlu olarak yönlendirip motive ettiği için kendisine teşekkür borçluyum. Örneğin, Gürol hoca görüşme isteğimi herhangi bir sebeple geri çevirmiş olsa belki de kariyerimi felsefe üstüne kurmayacaktım.

Bu noktada özel bir teşekkürü de aileme, anneme ve babama etmeliyim. Lisans öğrenimini İşletme Mühendisliği alanında yaptıktan sonra bu öğrenimi bir tarafa bırakıp felsefe eğitimine başlama kararımı gönülden desteklediler. Bu kolay bir karar değil, ailenin desteklemediği bir durumda ise hiç kolay bir karar değil.

Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne girdiğim zaman çalışmayı düşündüğüm felsefe alanı sosyal ve politik felsefe idi. Fakat öğrenim sırasında özellikle sevgili hocam İlhan İnan’dan aldığım dil felsefesi derslerinden oldukça etkilendim ve bunun neticesinde İlhan hocanın danışmanlığında dil felsefesinde semantik/pragmatik ayrımı üzerine yüksek lisans tezimi 2005 yılında bitirdim. İlhan hocanın benim için özel bir yeri vardır. Kendisi derin bir sorgulayıcı zihne sahip olduğu kadar aynı zamanda kibirsiz ve düşünceli bir insandır.

Yüksek lisans eğitiminden sonra Pittsburgh Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne doktora öğrencisi olarak kabul edildim. 2011 yılında zihin-beden problemi üzerine yazdığım tezi savunarak mezun oldum. Tez danışmanım değerli hocam Anil Gupta idi, John McDowell ile Robert Brandom tez komitemde buluyordu. Doktora tezimden sonra Türkiye’ye dönüş yaptım. Orta Doğu Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde 2 sene görev aldıktan sonra şu anda da halen görevli olduğum Koç Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne geçiş yaptım.

(TB): Bildiğiniz gibi ülkemizde 80 civarında felsefe bölümü mevcut, ortaya konulan işlere baktığımızda akademik anlamda Türkiye’de felsefenin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizden filozof çıkar mı, çıktı mı?

(ED): “Filozof” ifadesinin çok çağrışımı olan, nispeten belirsiz bir ifade olduğunu düşünüyorum. Felsefeyi, kabaca, “temel meseleler üzerine sistematik düşünce” olarak tanımlayalım. Filozof, geniş anlamıyla “felsefeye katkı yapan kişi” olarak, orta-geniş anlamıyla “felsefeye uluslararası nitelikte katkı yapan kişi” olarak, dar anlamıyla örneğin “felsefeye dönem değiştirici nitelikte katkı yapan kişi” olarak anlaşılabilir. Dar anlamıyla, sadece Aristoteles, Kant gibi düşünürler filozof olabilir, geniş anlamıyla ise filozof kümesi oldukça geniş olacaktır. Henüz bizden “dar anlamıyla filozof” çıktığını düşünmüyorum, “geniş anlamıyla filozof” konusunda ise herhangi bir sıkıntı yaşadığımızı düşünmüyorum. Bunun yanında “orta-geniş anlamıyla” da pek çok filozof yetiştirdiğimizi düşünüyorum. Bir çırpıda sayabileceğim isimler, Arda Denkel, Berent Enç, İlham Dilman, Vehbi Hacıkadiroğlu, Gürol Irzık, İlhan İnan, Teo Grünberg olacaktır.

Felsefi düşüncenin insanın olduğu her yerde yeşerebileceğini ve dolasıyla Türkiye’de de yeşerebileceğini düşünüyorum. Bizim kültürümüzde ya da “sosyal genetiğimizde” buna engel teşkil eden özel bir unsur olduğunu düşünmüyorum, “felsefesizliğe yazgılı” değiliz kesinlikle… Felsefenin merkezinin nerede olduğu önemli ölçüde sosyo-ekonomik bir mesele, merkezin 20. Yüzyılda Avrupa’dan Amerika’ya kayması bunun bir örneği… Dolayısıyla bizden “dar anlamıyla filozof” çıkmamasına çok da şaşmamak gerek belki de. Bana kalırsa önemli olan, orta-geniş anlamıyla filozof sayımızı artırmak, daha çok uluslararası nitelikte katkı yapar hale gelmek…

(TB): Epey farklı ilgi alanlarınız olduğunu çalışmalarınız üzerinden imrenerek takip ediyoruz hocam. En çok ilgilendiğiniz alanların zihin felsefesi, dil felsefesi ve epistemoloji olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bu alanları sizin için çekici kılan şeyler nelerdir? Bu alanla ilgilenmek isteyen genç felsefecilere neler önerirsiniz?

(ED): Teşekkürler! Zihin felsefesi, epistemoloji ve dil felsefesi felsefenin temel alanlarından sadece üçü… Çalışma biçimim olarak şunu söyleyebilirim. Sadece tek bir alanı kendilerine çalışmak üzere seçmiş felsefecilerin aksine ben “sıkıldıkça” bu üç alanın birinden diğerine geçiyorum. Örneğin yaklaşık 3-6 ay epistemolojide bir konu üzerine çalıştıktan sonra dil felsefinde başka bir konu ilgimi çekebiliyor ve onun üzerine de bir 3-6 ay ayırabiliyorum. Anlama ve üretme konusundaki verimliliğimin bu şekilde arttığını düşünüyorum. Bu çalışma biçimi, tavsiye olarak verebileceğim bir şey değil, her felsefe öğrencisi kendi çalışma biçimini kendisi bulmalı… Ama felsefenin güzel taraflarından biri, “uzmanlaşma” ile tanımlanabilecek çağımızda bile böylesi geçişlere fırsat tanıması…

Genel olarak genç felsefecilere verebileceğim öneri, bir felsefi problemi “dert edinmeleri” olabilir. Herhangi bir şeyi “dert edindiğiniz” zaman istemsizce ve bambaşka bağlamlarda o şey üzerine düşünmeye başlarsınız, kendinizi gece rüyanızda o şey üzerine konuşur halde bulursunuz, arkadaşlarınıza o şey hakkında konuşmak, onlara o şeyin önemini göstermek için çaba sarf etmek istersiniz. “Dert edinmek” ile kast ettiğim aslında “felsefe” kelimesinin etimolojik kökeni olan kelimenin anlamıyla kast edilen şey ile aynı: “bilgi aşkı/sevgisi”. Aşık kişi aşık olduğu şeyi dert edinir.

(TB): Sormadan edemeyeceğiz hocam çağdaş yaklaşımlar içerisinde en makul epistemolojik pozisyon sizce nedir? Gerekçelendirme kuramları ve Gettier problemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

(ED): Gettier problemi, kısaca şu şekilde ifade edilebilir: Eğer gerekçelendirilmiş doğru kanı(/inanç/fikir/görüş) bilgi için yeterli değilse, bu durumda bilginin yeterli koşulu nedir? Genel kabule göre, Gettier’in gerekçelendirilmiş doğru kanının bilgi için yeterli olmadığını gösterdiği düşünülür. Gerekçelendirmiş doğru kanının bilgi için zorunlu olduğu farz edilirse, “gerekçelendirilmiş doğru kanıya ne eklemeliyiz ki bilgiye ulaşalım?” sorusu/problemi karşımıza çıkar.

Gettier problemine dair sorabileceğimiz önemli bir soru, “Gettier gerekçelendirilmiş doğru kanının bilgi için yeterli olmadığını gerçekten göstermiş midir?” sorusudur. Gettier’in makalesinde açıklıkla yaptığı önemli varsayımlardan biri, “sahip olduğumuz gerekçe bir önermenin doğruluğunu gerektirmese de o önermeyi bilebiliriz” tezidir. Bu varsayım, makul sayılamayacak birtakım sonuçlara gebe. Örneğin, eğer bu varsayım doğruysa, öyle görünüyor ki “Yarın yağmur yağacağını biliyorum ama belki de yağmaz” gibi cümleler bazı durumlarda doğru olmalı. Fakat bu tip cümleler, hiçbir zaman doğru olamazmış gibi görünüyor: yağmur yağacağını biliyorsam yağmama ihtimalini tamamen elemiş olmam gerekir. 

Gettier’in gerekçelendirmenin niteliğine dair yaptığı varsayımı kabul edersek bilginin tanımıyla ilgili bir sorun ile karşılaşıyoruz. Fakat önemli bir soru şu: bu varsayımı kabul etmeli miyiz?

(TB): Biraz da çağdaş zihin felsefesi üzerine konuşmak isteriz hocam sizinle. Farklı yaklaşımları göz önüne aldığımızda çağdaş zihin felsefesinin yönü nereye doğru gidiyor? Günümüz zihin felsefecileri nelerle ilgileniyor?

(ED): Zihin felsefesinin nereye gittiğini kestirmek güç ama güncel olarak öne çıkan iki “araştırma programı” bana şimdiden düşük gebeliğe yazgılı görünüyor. Bunlardan biri “panpsişizm” (panpsychism) diğeri ise “yanılsamacılık” (illusionism)… Panpsişizme göre, zihin her nesnede mevcuttur. Bu zihnin insan zihni gibi gelişkin birtakım niteliklere sahip olması gerekmez ama insan zihnine zihin olma özelliğini kazandıran temel nitelik her nesnede mevcuttur. Panpsişizm’in günümüzdeki önemli bir temsilcisi Galen Strawson’dur.  Yanılsamacılığa göre ise bilinç bir yanılsamadır ve dolayısıyla bilinçli olduğumuza dair kanımız yanlıştır. Deneyimlerimiz bize “bilinçliymiş gibi”, “sanki bir takım fenomenal niteliklere sahipmiş gibi” gelir ya da görünür, ama yarısı dolu bir bardakta sağlam bir kalemin kırık gözükmesi yanılması gibi bu durumda da bize görünen gerçeğin doğru bir yansıması değildir. Yanılsamacılığın günümüzdeki önemli bir temsilcisi Keith Frankish’tir.

Her iki görüş de savunucuları tarafından akılcı sayılabilecek sağlam argümanlarla desteklenmiştir.  Fakat her ikisi de “çılgınca”dır ve bana “inanılabilir” gözükmemektedir. Felsefede argümanla desteklenebilir olan ile inanılabilir olan arasında bir denge öyle ya da böyle gerekiyor ve benim açımdan bu her iki görüş de bu dengeyi inanılabilir olan aleyhine fazlasıyla bozuyor.

(TB): Dergimizin dördüncü sayısında Ayşegül Denkel ile bir röportaj yaptık. Arda hocamızın mirasını taşımaya çok önem gösteriyoruz ve sizin de Arda hocanın anlam teorisi üzerine yazdığınız makaleyi zevkle okumuştuk. Arda hocanın bu kuramı hakkında ne söyleyebiliriz, gününüzde geçerliliği var mı?

(ED): Ben Arda hocayı şahsen tanıma ya da kendisini öğrencisi olma fırsatını ne yazık ki yakalayamadım. Fakat kendisinin felsefi üretkenliği ve Türkçe yazma konusundaki gayreti bende her zaman büyük bir saygı uyandırmıştır. Arda hocanın anlam teorisine dair yazdığım ve yakında Felsefe Tartışmaları’nda yayınlanacak olan sözünü ettiğiniz makale duyduğum bu saygıdan kaynaklanmaktadır. İlgilenen okurlar bu yazıya academia.edu sitesinde sayfamdan ulaşabilirler.

Arda hoca, metafizik ve dil felsefesi alanlarında uluslararası üne sahip ciddi bir felsefeciydi. Arda hocanın ilgilendiği ve üzerine yazdığı meseleler temel önemde, eskimeyen nitelikte meseleler olduğu için kendisinin bu meseleler üzerinde yazdıkları da önemini yitirmeyen niteliktedir. Arda hocanın dil felsefesinde dert edindiği temel bir mesele “anlam ve dış dünya ilişkisi”dir. Bu meseleye dair içselcilik ve dışsalcılık olarak adlandırılabilecek iki görüş arasında bir sentez arayışındadır Arda hoca… Bence bu çok kıymetli bir çabadır.

(TB): Öncül Analitik Felsefe Dergisi olarak çalışmalarınızı uzun zamandır yakından takip ediyoruz ve dergimiz hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyoruz açıkçası. Bize yönelik eleştiri ve tavsiyeleriniz nelerdir?

(ED): Türkiye düşünsel haritasında önemli bir işlevi layıkıyla yerine getirdiğinizi düşünüyorum. Analitik felsefe geleneğinin Türkiye’de yaygınlık kazanması konusunda atılması gereken çok adım var ve buradaki ağır yükün önemli bir kısmını dergi çalışmaları aracılığıyla sizler sırtlamış durumdasınız. Teşekkürler! 

Erhan Demircioğlu

Erhan Demircioğlu’nun akademik çalışmaları:

  • “On Arda Denkel’s Theory of Meaning” (in Turkish), forthcoming in Felsefe Tartışmaları: A Turkish Journal of Philosophy.
  • “Harman on Mental Paint and the Transparency of Experience”, forthcoming in Organon F.
  • “Varieties of Experiential Transparency”, MetaMind 2:1, 2019, pp. 1-31.
  • “Reliabilism, the Generality Problem, and the Basing Relation”, Theoria 85:2, 2019, pp. 119-144.
  • “The Priority of Propositional Justification”, Estudios de Filosofia 59, 2019, pp. 167-182.
  • “Epistemic Infinitism and the Conditional Character of Inferential Justification”, Synthese 195, 2018, pp. 2313-2334.
  • “On Understanding a Theory on Conscious Experiences”, Croatian Journal of Philosophy 17:52, 2018, pp. 75-86.
  • “Dretske on Non-Epistemic Seeing”, Theoria 83, 2017, pp. 364-393.
  • “Human Cognitive Closure and Mysterianism: Reply to Kriegel”, Acta Analytica 32:1, 2017, pp. 125-131.
  • “On the Differentia of Epistemic Justification”, Cilicia Journal of Philosophy 1, 2017, pp. 1-10.
  • “Inan on Objectual and Propositional Curiosity”, Croatian Journal of Philosophy 16:48, 2016, pp. 305-311.
  • “On an Argument from Analogy for the Possibility of Human Cognitive Closure”, Minds and Machines 26:3, 2016, pp. 227-241.
  • “Naïve Realism and Phenomenological Directness: Reply to Millar”, Philosophical Studies 173:7, 2016, pp. 1897-1910.
  • “Against McGinn’s Mysterianism”, Cilicia Journal of Philosophy 1, 2016, pp. 1- 10.
  • “Recognitional Identification and the Knowledge Argument”, Croatian Journal of Philosophy 15:45, 2015, pp. 319-334.
  • “Quine and Semantic Indeterminacy” (in Turkish), Felsefe Tartışmaları: A Turkish Journal of Philosophy 51, 2015, pp. 18-28.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kusurlu Bir Tanrı – Yoram Hazony

Sonraki Gönderi

Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, Kapsamı ve Özgünlükleri – Fabien Tarrit

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü