A Map of the Square and Stationary Earth by Professor Orlando Ferguson, South Dakota, 1893. Photo courtesy Wikipedia

İnsanları Bilime Güvenmekten Alıkoyan Ne? Şaşıracaksınız Ama Siyaset Değil – Bastiaan T. Rutjens

/
11 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Günümüzde, bilime karşı bir güven krizi mevcut. Birçok insan, politikacılar ve evet, devlet başkanları da dahil, bilimsel bulguların geçerliliği konusunda şüphelerini açıkça ifade ediyor. Diğer yandan bilimsel kurumlar ve dergiler, kamuoyunun bilime olan güvensizliğinin artmasından endişe duyduklarını ifade ediyorlar. Bilim, ürünleri hayatımızın her alanını kapsarken ve bu ürünlerin birçok açıdan hayatımızı daha konforlu kıldığı halde nasıl oluyor da nüfusun önemli bir kısmında bu kadar olumsuz tutumlar uyandırabiliyor? İnsanların bilime neden güvenmediklerini anlamak, onların bilimi ciddiye almaları için ne yapılması gerektiğini anlamaya önemli bir katkı sunacaktır.

Siyasi ideoloji, pek çok araştırmacı tarafından bilim şüpheciliğinin asıl suçlusu olarak görülmekte. Sosyolog Gordon Gauchat, 1970’lerde başlayan bir trendle, ABD’deki siyasi muhafazakarların bilime olan güveninin gittikçe azaldığını ortaya koydu. Sosyal ve politik psikologlar tarafından yapılan güncel bir araştırma dizisi de özellikle iklim değişikliği şüpheciliğinin, genellikle siyasal yelpazenin muhafazakar tarafında bulunanlar arasında mevcut olduğunu tutarlı bir şekilde gösterdi. Ancak bilim şüpheciliğinde siyasi ideolojiden başka etmenler de vardır.

Siyasi ideolojinin, iklim değişikliğine yönelik tutumlar üzerindeki etkilerini inceleyen aynı araştırma; siyasi ideolojinin, diğer tartışmalı araştırma konularına yönelik şüphecilik üzerinde o kadar belirleyici olmadığını ortaya koydu. Bilişsel bilimci Stephan Lewandowsky’nin çalışması, keza psikolog Sydney Scott tarafından yönetilen araştırma, genetik modifikasyon konusundaki tutumlar ile siyasi ideoloji arasında hiçbir ilişki olmadığını tespit etti. Lewandowsky ayrıca, siyasi muhafazakarlık ile aşı şüpheciliği arasında net bir ilişki olmadığını buldu.

O halde, bilim şüpheciliğinin altında siyasi muhafazakarlıktan daha fazlası yatıyor. Ama ne? Niçin giderek artan sayıda insanın; antropojenik iklim değişikliği kavramını reddettiklerine, genetiği değiştirilmiş ürünlerin tüketilmesinin tehlikeli olmasından korkmalarına veya aşıların otizme yol açtığına inandıklarına dair daha net açıklamalar sunabilmek için hangi faktörlerin bilim şüpheciliğine ve bilime güven(sizliğ)e katkıda bulunduğunu, hangilerinin bulunmadığını sistematik olarak haritalandırmak önemlidir.

Ben ve meslektaşlarım, yakın zamanda bilime güven ve bilim şüpheciliğini araştıran bir dizi çalışma yayınladık. Araştırmamızdan çıkarılacak önemli derslerden biri, bilim şüpheciliğinin çeşitli türlerini aynı kefeye koymamanın kritik öneme sahip olmasıdır. Bunun yanında, siyasi ideolojinin ötesine bakan ilk kişiler biz olmasak da literatürde iki önemli boşluk fark ettik. Birincisi; belki de siyasi ideolojinin bu kadar çok ilgi çekmesinden kaynaklı dindarlığın beklenmedik şekilde bilim şüpheciliğinin öncüsü olarak şimdiye kadar yeterince araştırılmamış olmasıdır. İkincisi, güncel araştırmaların bilime güvenin daha genel ölçütlerinin yanı sıra şüpheciliğin çeşitli türlerine odaklanan sistematik incelemelerden yoksun olmalarıdır. Biz, her iki ihmali de gidermeye çalıştık.

İnsanlar, ister bir disiplinin belirli bir bulgusuna yönelik (örneğin ”İklim ısınmıyor ama evrime inanıyorum”), ister genel bilime yönelik olsun (”Bilim, birçok görüşten yalnızca biridir”), bilime karşı çeşitli sebeplerle şüpheci veya güvensiz olabiliyorlar. Biz, bilimin kabulü ve bilim şüpheciliği hakkında 4 önemli belirleyici tespit ettik: siyasal ideoloji, dindarlık, ahlak ve bilime dair bilgi. Bu değişkenler (bazı durumlarda oldukça güçlü bir şekilde) birbirleriyle bağıntılı olma eğilimindedirler ki bu da potansiyel olarak birbirleriyle karıştırılabilecekleri anlamına gelir. Örneklendirmek gerekirse, siyasi muhafazakarlık ile bilime güven arasında gözlemlenmiş bir ilişki, gerçekte başka bir değişkenden, örneğin dindarlıktan kaynaklanıyor olabilir. Tüm yapılar aynı anda ölçümlenmezse her birinin öngörü değerini doğru bir şekilde değerlendirmek zor olur.

Bundan bahisle, Kuzey Amerikalı katılımcılar arasındaki bilim karşıtlığı çeşitliliğini inceledik. (Avrupa ve ötesinde bilim şüpheciliğine ilişkin geniş çaplı, uluslararası bir çalışma bunu takip edecek). Katılımcılara iklim değişikliği (örneğin, ‘’İnsan kaynaklı CO2 salınımları iklim değişikliğine neden oluyor’’), genetik modifikasyon (örneğin, ‘’Gıdaların GDO’lu olması zararsız ve güvenilir bir teknolojidir’’) ve aşılama (örneğin, ‘’Aşıların, çocuklar üzerinde faydalarından daha ağır basan olumsuz yan etkileri olduğuna inanıyorum’’) hakkında ifadeler sunduk. Katılımcılar bu ifadelere hangi ölçüde katılıp katılmadıklarını belirttiler. Ayrıca katılımcıların bilime olan genel inançlarını da ölçümledik ve onlara bilime ne kadar federal para harcanması gerektiğini, diğer çeşitli alanlarla karşılaştırarak gösterebilecekleri bir ödev de dahil ettik. Katılımcıların bu çeşitli ölçümlere verdikleri yanıtlar üzerindeki; siyasi ideolojinin, dindarlığın, ahlaki kaygıların ve bilim bilgisinin (‘‘Tüm radyoaktivite insanlar tarafından yapılır’’ ve ‘‘Dünyanın merkezi çok sıcaktır’’ gibi doğru veya yanlış maddelerden oluşan bir bilim okuryazarlığı testi ile ölçüldü) etkisini değerlendirdik.

Siyasi ideoloji, ölçümlerimizin çoğunda anlamlı bir rol oynamadı. Çalışmalarımızdaki siyasi muhafazakâr katılımcılar arasında, tutarlı şekilde daha ön plana çıkan tek bilim şüpheciliği biçimi, beklendiği üzere, iklim değişikliği şüpheciliğiydi. Peki ya diğer şüphecilik biçimleri veya genel olarak bilime yönelik şüphecilikte durum neydi?

Genetik modifikasyona karşı şüphecilik, siyasi ideoloji veya dini inançlarla değil; bilimsel bilgiyle ilişkili çıktı: insanlar bilim okuryazarlığı testinde ne kadar kötü performans gösterdilerse, genetiği değiştirilmiş gıdaların güvenliği konusunda da o kadar şüpheciydiler. Aşı şüpheciliğinin de siyasi ideolojiyle hiçbir ilişkisi yoktu ancak en çok dini katılımcılar arasında belirgindi ve aşılamanın doğallığına dair ahlaki kaygılarla özel bir ilişkisi vardı.

Peki ya alana özgü şüpheciliğin ötesine geçecek olursak bilime genel güven ve bilimi daha geniş şekilde destekleme istekliliğine dair neler gözlemledik? Sonuçlar oldukça açıktı: Bilime duyulan güven, açık ara dindarlar arasında en düşüktü. Özellikle dini ortodoksluk, bilime olan inancın güçlü bir negatif öngörücüsüydü. Ve dahası, ortodoks katılımcılar, federal parayı bilime yatırma konusunda en az olumlu bakanlardı.

Bu çalışmalardan, bilimin başına bela olan mevcut inanç krizine dair çıkarılacak birkaç ders var. Bilim şüpheciliği oldukça çeşitlidir. Dahası, bilime olan güvensizlik aslında siyasi ideolojiyle pek de ilişkili değildir; siyasi olarak yönlendirildiği istikrarlı şekilde bulgulanan iklim değişikliği şüpheciliği bunun istisnasıdır. Ek olarak bu sonuçlar bilim şüpheciliğinin, insanların bilim hakkındaki bilgilerini arttırarak kolayca giderilemeyeceğini de göstermektedir. Bilim okuryazarlığının bilim şüpheciliği, bilime güven ve bilimi destekleme isteği üzerindeki etkisi, genetik modifikasyon durumu haricinde tâli nitelikteydi. Bazı insanlar çeşitli nedenlerle belli bilimsel bulguları kabul etmekte isteksizdirler. Amaç şüphecilikle mücadele etmek ve bilime olan güveni arttırmaksa iyi bir başlangıç noktası, bilim şüpheciliğinin birçok biçimde ortaya çıktığını kabullenmektir.


Bastiaan T. Rutjens – “What makes people distrust science? Surprisingly, not politics”, (Erişim Tarihi: 31.01.2025)

Çevirmen: Alperen Kılınçer

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans derecesini aldı. Erasmus Rotterdam University’de Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi alanında yüksek lisans yaptı. Şu an Türk Alman Üniversitesi’nde aynı alanda doktora yapmaktadır. Aynı zamanda İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmakta olup; hukuk felsefesi, siyaset felsefesi, etik ve hukuk antropolojisi başlıca ilgi alanlarıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

MacIntyre’ın Ahlak Felsefesindeki Krize Dair Serzenişi ve Dworkin’in Yanıtı (4) – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü