Rawls, bahsettiğimiz eserlerinde birçok fikir öne sürmüştür. O, özgürlüğü adil bir toplumda yer alan her bireyin temel haklarından biri olarak görüyor, özellikle bir grup insanın özgürlüğünü arttırmak pahasına bile olsa diğer insanların özgürlüğünü kısıtlamanın da kabul edilemez olduğu notunu düşüyordu. Ona göre özgürlük devredilemez ve ortadan kaldırılması kabul edilemezdir. Rawls’ın özgürlük üzerine yazdıkları yalıtık olmayıp başka kavram ve fikirleriyle derinden bağlantılıdır.
Birçok siyaset felsefecisi Rawls’ı eşitlikçi liberal olarak tanımlamanın makul olmadığı aslında onun bir tür sosyalizm ya da sosyal demokratlığa yaslandığını iddia etmektedir. Böylesi bir söylemin temeli Rawls’ın eşitlik ve adalet üzerine yazdıklarının, ortaya attığı adalet teorisi içinde bir hayli önemli yer kaplamasıdır, ki bazı libertenyenlerin, Rawls’ı liberal olmaktan çok sola yakın görmesi anlaşılabilir; çünkü adalet kuramında ortak fayda, eşitsizliğin normatif çözümü ve kolektif kaygılar gibi temalar bir hayli önemli yer taşıyor gibi görünüyor. Buradan kastımız libertenyenlerin kolektif kaygılar içeren fikirlere soğuk baktığı ve kendilerinin böylesi bir kaygı taşımadığı değil; Rawls’ın önermelerinin yer yer bazı sol motifler ile paralel olmasından dolayı libertenyenlerin Rawls’ı liberal olmaktan çok sola yakın görmesinin anlaşılabilir olduğudur. Ancak kimi yorumcular için liberal eşitlikçilik tanımlaması bir sorunu çözmüyor, hangi pozisyonun ortaya atılan adalet kuramı ile daha çok uyuştuğu sorusu birincil önemde bir sorun değildir. Şimdi, Bir Adalet Kuramı’na kısa bir bakış atalım.
Birinci İlke: Her birey başkaları için tanınmış benzer özgürlüklerle uyumlu en geniş kapsamlı özgürlüğe sahip olmalıdır.
İkinci ilke: Sosyal ve ekonomik eşitsizlik sadece iki koşul altında kabul edilebilir:
- a)Eşitsizlik herkesin çıkarına olmalıdır.
- b)Eşitsizlik her bireye ve kuruma uygulanabilmeli ve kurumlar herkese açık olmalıdır.
Birinci ilkedeki temel özgürlükler konuşma özgürlüğü, seçme ve seçilme hakları veren politik özgürlük; toplanma, mal sahibi olma özgürlüğü; vicdan ve düşünce özgürlüğü, keyfi veya yasaya dayanmayan tutuklamanın tamamen reddi türünden özgürlüklerdir.
İkinci ilke servet ve gelir dağılımı ile toplumun içindeki yetkili kurumların yaratılması, bu kurumların sorumluluk ve yetkisinin belirlenmesiyle ilgilidir. Servet ve gelirin herkese eşit olarak dağıtımına gerek yoktur, fakat bu faaliyetler herkese açık olmalıdır.
Ancak Rawls, ikinci ilkeye dair eklemeler yaparak sosyal ve ekonomik eşitsizlik yaratmanın, en zor durumda olanların çıkarları gereği ise meşru olacağını ifade etmiştir. Başka bir ifadeyle eşitsizlik ancak herkesin çıkarına ise makuldür. Taban tabana bir çok zıt varsayım ve argümanlara sahip olan liberal ve sosyalistlerin metin içerisinde en ilgisini çeken önermelerden biri belki de budur. Çünkü eşitsizlik kavramının meşru olup olmadığı veya ne olduğu, bu iki geniş ideoloji için en temel tartışma alanlarından biridir.
Şunu eklemekte yarar var ki bu önermeler ve metnin içindeki pek çok önerme bir tür faydacılık pozisyonu ve insanların rasyonel olduğu varsayımı ile ilişkilidir. (Rawls’ın etik olarak bir Faydacı olduğunu iddia etmiyoruz, ancak kuramının içinde Faydacılık’ın ilkeleriyle hareket etmek zorunda olmayan bir fayda anlayışı varmış gibi görünüyor.) Etik ve sosyo-ekonomik olarak makul olanın ne olduğu sorusu ve aradığımız evrensel ilkelerin kendisi rasyonel olma ve faydacılık ile ilişkili görülmektedir. Bu iki kavram ile adalet ilkelerini tartışmak ve anlamak “Özgün Durum” adı verilen bir yapıda mümkündür.
Özgün Durum’a giriş bazı kurallara bağlıdır, öncelikle tartışmaya giren bireyler rasyonel olmak için sübjektif keyfilik, kişisel duygular ve çıkarlardan arınmış olarak bağımsız düşünebilmelidir. Eğer bu sağlanmazsa Özgün Durum’daki her tartışma sağlıklı olmayan biçimlerde seyredecektir. Diğer yandan sahip olunan kişisel avantaj ve dezavantajlar bir kenara bırakılmalıdır. Örneğin eğer tartışma taraflarından biri zengin ise rasyonel ve herkes için faydalı olan sonuç zenginlerden vergi alınması gerektiğiyle ilişkili bir hale büründüğünde bunu kendi avantajı için reddedecektir.
Amacımızın, adil bir toplumun rasyonel bir şekilde ve fayda ile ilişkili olarak tartışılma yeri olan Özgün Durum’da bir diğer varsayım ya da kural bir hayli ilginçtir. Özgün Durum’a katılan her bireyin eş değer yeteneklere sahip olduğu varsayılmalıdır. (Belki de en tartışmaları varsayımlardan biri budur, çünkü bir çok eleştirmen böylesi bir varsayımın asla gerçekçi olmayacağını insanların doğuştan farklı yetenekler ile doğarak bu yeteneklere sahip olma ve sonuçlarından fayda elde etme hakkının da, temel bir hak ve özgürlük olduğunu iddia edecektir.) Tartışmanın sonunda toplumsal bir sözleşme yapılacak ve herkesin onayına sunulacaktır, irrasyonel bir iyilikseverlikle değil; rasyonel ve özgürce fikirlerimizi öne sürmek gerekir. İrrasyonel bir iyilikseverlik rasyonel olarak makul olanı kabul etmemizi engelleyebilir. Diğer yandan tartışmaya katılacak kişilerin temel konuları ve bilgileri anlaması gereklidir. Bu şunlarla ilgilidir: insan doğasının ne olduğu ve ne olmadığı, insanların doğal gereksinmeleri ve emelleri insan psikolojisi, insan toplumunun temel hukuk ilkeleri, politika ve ekonomi biliminin temel kuralları. Rawls böylece düşünmeye ve tartışmaya katılan her kişinin kendisini ilgilendiren özel bilgilerden sıyrılmasını istemektedir. Bu “Cehalet Perdesi (veil of ignorance)” ismini taşımaktadır: kişisel çıkar, duygu ve bilgilerimizi bir kenara bırakarak Cehalet Perdesi’nin ardından adil bir toplumu tartışarak inşa etmek ve din, ırk, renk, sosyal statü, gelir düzeyi, meslek, sağlık durumu, cinsiyet, psikolojik durum, politik konum, kültür düzeyi vb gibi şeylerden sıyrılmış saf rasyonel bireyler olarak özgürce tartışarak hem herkes için en makul hem de en sürdürülebilir adalet ilkelerini aramaktayız. Rawls için bu Özgün Durum, az çok herkes tarafından hayal edilebilir ve düşünme yeteneği olan herkes için akılla tasarlanabilirdir. Şimdi yapmamız gereken Cehalet Perdesi’nin ardından bakarak Özgün Durum’a girmek ve sözünü ettiğimiz iki adalet ilkesini kabul edip etmeyeceğimizi tartışmaktır; Rawls kabul edilmesinin daha makul olduğunu iddia etmektedir. Hem de inşa edilecek adalet ilkelerinin evrensel olmasının zorunluluğu olduğunu iddia ederek.
Nozick ve Analitik Marksistlerin eleştirdiği bu kuram, uzun süre siyaset felsefesinde önemli bir yer kaplamıştır. Tartışmaların bir aşamada insan doğası ve etik ilişkisi üzerine şekillenmemesi neredeyse imkansız görünüyor.
Rawls’ın kuramı çok ciddi eleştirilere maruz kalmıştır, ancak yine de açık ve anlaşılır bir dil ile hareket ederek etik, hukuk, politika, insan doğası vb alanlarda sıra dışı ve ateşli tartışmalara sebep olduğunu için kendisine bir şeyler borçlu olabiliriz.
Öneri Okumalar
-John Rawls, Bir Adalet Teorisi, Phoneix Yayınları, çev. Vedat Ahsen Çoşar (2017)
-Mehmet Kocaoğlu, John Rawls: Adalet Teorisi ve Temel Kavramlar, İmaj Yayıncılık (2014)
-Brain Barry, Liberal Theory of Justice, Clarendon Press, Oxford (1973)
-Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ed. Murat Borovalı (2015)
– Kula, Erhun (1991). “John Rawls’ın Sosyal Adalet Kuramı-Bir Tanıtma” Felsefe Tartışmaları (10. Kitap): 108-112.