2011’de, Avustralya’nın Queensland eyaleti sel felaketine maruz kaldı. Tıpkı diğer afetlerde olduğu gibi, bu afet de arkasında birçok kahramanlık hikayesi bıraktı. Bu hikayelerin arasında en dokunaklı olanı yirmi üç yaşındaki Jordan Rice’ın hikayesidir. Jordan, annesi Donna ve küçük kardeşi Blake ile alışverişe çıkmıştı. Arabada eve doğru dönerken birdenbire kendilerini bir selin ortasında buldular. Şiddetli bir su akıntısının ortasında, daha fazla kaçamadıkları ve güvenli bir yere ulaşamadıkları için arabanın tavanına tırmandılar.
Şans eseri çevredeki insanlardan bazıları olanları gördü. İçlerinden biri, Warren McErlean, ipin bir ucunu bir direğe, diğer ucunu da beline bağladı ve ardından hızla akan suların içinden arabaya doğru ilerledi. İlk uzandığı kişi Jordan oldu ama Jordan önce küçük kardeşini kurtarması için Warren’a yalvardı ve geri çekildi. Warren McErlean bu isteğe riayet etti ve Blake’i hızla güvenli bir yere taşıdı. Ancak Jordan’ı ve annesini kurtarmaya vakit bulamadan, sert bir su dalgası arabayı devirdi. Jordan ve annesi öldü.
Jordan, selin ortasında sürüklenirken kendisine gelen teklifi öteleyip sırasını küçük kardeşine verdi ve hayatını kaybetti. Etik açıdan bakıldığında bu, ahlaki eylemin doruk noktasını temsil eder. Öte yandan bakıldığında, Darwinci bir bakış açısından bu durum başlangıçta oldukça kafa karıştırıcıdır. Evrim teorisi, Darwinci varoluş mücadelesinde galip gelen organizmanın kendi çıkarını önceleyen organizma olacağını ve dolayısıyla tüm dünyanın kendi çıkarını gözeten, kendine hizmet eden organizmalarla dolacağını ima ediyor gibi görünmektedir. Fakat Jordan böyle bir organizma değildi, başkasını kurtarmak için kendi hayatını riske attı ve bu süreçte öldü. Her ne kadar uç ve sıra dışı bir vaka olsa da, Jordan bir hilkat garibesi değildi. Fedakârlık şu ya da bu şekilde nefes almak kadar yaygındır.
Evrimsel biyologlar buna özgecilik sorunu diyor ve bu sorun büyük düşünürlerin çoğunun zihnini meşgul etti. İlk başlarda bu sorun içinden çıkılamaz bir sorun gibi gözüküyordu; ancak bugün, özgeci davranışın evrimini açıklamayı amaçlayan güçlü bir teori cephaneliğimiz var.
Muhtemelen en önemlisi –ve kesinlikle Jordan Rice vakasına en uygun olanı—İngiliz biyolog William D. Hamilton’ın buluşudur. Hamilton’ın buluşu günümüzde akraba seçilimi teorisi olarak bilinmektedir ve önemli bir özgecilik türüne açıklama getirmektedir; kişinin genetik akrabalarına yönelik özgeciliği.
Hamilton’ın teorisinin ayrıntıları karmaşıktır, ancak temel fikir oldukça basittir. Başlangıç noktası, organizmaların genlerinin daha büyük bir kısmını akrabalarıyla, akraba olmayan bireylere kıyasla paylaştıkları gözlemidir. Bu gözlemden önemli bir sonuç çıkar, kişinin akrabalarına yardım etme eğiliminin gelişmesine katkıda bulunan herhangi bir genin, bu yardımın alıcılarında da bulunma şansı ortalamadan daha yüksek olacaktır. Nitekim, kişi akrabalarının hayatta kalmasına ve çoğalmasına yardım ederek, dolaylı olarak bu eğilimi ortaya çıkaran genlerin yayılmasına yardımcı olabilir.
Açık olmak gerekirse, insanlar akrabalarına yardım ederken genlerini düşünmezler; sadece yardım etmek istedikleri için yardım ederler. Peki ama neden yardım etmek isterler? Evrim bize neden bu eğilimi miras bıraktı? Akraba seçilimi teorisinin cevaplamayı amaçladığı soru budur.
İnsanlar birbirlerinin genomlarına bakamaz ve akrabalarının kim olduğunu doğrudan algılayamazlar. Doğrusu, insanlar akrabalarını tercih edecek şekilde evrimleşmiş olamazlar. Yine de atalarımızın geçmişinde, onda dokuz kez akraba olmayanlara karşı akrabayı tercih etmemize neden olan bazı örtük kuralları takip etmek için evrimleşmiş olabiliriz. Bu fikre dair birkaç kural belirtilmiştir: “Birlikte büyüdüğün ya da büyümesine yardımcı olduğun insanlara yardım et” ve “Sosyal çevrende sana ortalama bir insandan daha çok benzeyen insanlara yardım et.” Bu gibi eğilimler, herhangi bir akrabalık kavramı veya kişinin genlerini aktarma arzusu olmasa bile akraba seçilimini yaratabilir.
Hamilton’ın teorisiyle tutarlı olarak, çeşitli kanıtlar insanların gerçekten de akrabalarını akraba olmayanlara göre çok çeşitli şekillerde kayırdıklarını göstermektedir. Ebeveynler biyolojik çocuklarına üvey çocuklarından daha yakın olma eğilimindedir; mal mülk sahipleri akrabalarına akraba olmayanlardan daha fazla para bırakma eğilimindedir; ve her kesimden insanın akrabalarını kurtarmak için canını ve uzuvlarını riske atma olasılığı diğer insanlardan daha yüksektir (Jordan Rice bu konuda bir örnektir).
Peki neden bu eğilimler için akraba seçilimi açıklamasını oldukça bariz bir rakibe tercih etmeliyiz, sadece akrabaları tercih etmeyi öğrendiğimiz fikrine? Yani neden bunun kültürel bir öğrenme olduğunu düşünmüyoruz da evrimsel bir miras olduğunu düşünüyoruz. Size üç neden sunacağım.
İlk olarak, akrabalığın önemi evrenseldir. Dünyanın neresine bakarsak bakalım, insanların akrabalarına olan yakınlığı göze çarpar. Essock-Vitale ve McGuire, antropoloji literatüründe yaptıkları geniş çaplı kültürler arası bir araştırmada, insanların karşılık beklemediği durumlarda akraba olmayanlara kıyasla akrabalarına yardım etme olasılıklarının daha yüksek olduğun bulmuşlardır. Benzer şekilde, Oliver Curry ve meslektaşları, tarihsel olarak bağımsız altmış kültürün etnografisini inceleyerek, akraba özgeciliğine ilişkin olumlu ya da olumsuz bir görüş belirten her pasajı araştırmışlardır. Sonuç mu? Akraba özgeciliği vakaların yüzde yüzünde ahlaki bir erdem olarak görülmüştür.
Kuşkusuz, bir özelliğin evrensel olması, mutlaka evrimsel bir kökene sahip olduğu anlamına gelmez; öyle olsaydı, Coca Cola içmenin ve akıllı telefon kullanmanın doğal seçilimin ürünleri olduğu sonucuna varmamız gerekirdi. Yine de, kültürler arası evrensellik, evrimsel bir açıklamayla, Nature-Only (sadece çevre) kaynaklı bir açıklama kıyasla çok daha kolay örtüşmektedir. Nature-Only (sadece çevre) görüşünün savunucuları akrabaları kurtarmaya olan eğilimimizin evrenselliği için eşit derece iyi bir açıklama sunana kadar, Nature-Only (sadece çevre) bakış açısının varsayılan tahmini, kültürler arasında insanların akraba ve akraba olmayana yönelik davranışlarının akraba seçilimi teorisine göre rastgele değişeceğidir: bazı kültürlerde insanlar akrabalarını tercih edecek, bazılarında akraba olmayanları tercih edecek ve bazılarında ise her iki yönde de hiçbir eğilim göstermeyeceklerdir. Ancak gördüğümüz bu değil; insanlar her yerde akrabalarını tercih ediyor. Bu, Nature-Only (sadece çevre) görüşü için büyük bir öngörü başarısızlığını temsil etmektedir.
Evrimsel bir açıklama için ikinci bir argüman, akrabalara olan yakınlığımızın yalnızca kültürler arası bir evrensel olması değil, aynı zamanda onu ortadan kaldırmaya çalıştığımızda bile devam etmesidir. Bir örnek “kibbutzim” olarak bilinen İsrail komünlerinden gelir. Kibbutzim radikal sosyalist ilkeler üzerine kurulmuştu ve kurucular, ebeveynlerin yalnızca kendi biyolojik çocuklarına bakması gibi sözde “burjuva” gelenekleri ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu amaca uygun olarak, Kibbutz çocukları ebeveynleriyle birlikte yaşamak yerine geniş olarak alanlarda bir arada barındırılıyordu. Zamanla ebeveynler bu fikirden nefret eder hale geldiler ve çok geçmeden çocuklarının kendileriyle yaşaması konusunda ısrar etmeye başladılar. Kibbutz komünün kurucuları bu fikre bir süre direndi ama sonunda pes etmek zorunda kaldılar. Sonuç olarak, organizmanın akraba seçilimi teorisi dediğimiz eğilimi, kendisini yok etmeye yönelik çok ciddi sosyal baskıya rağmen hayatta kaldı.
Ve bu münferit bir vaka değildir. Bir başka örnek de William Jankowiak ve Monique Diderich tarafından incelenen çok eşli bir Mormon topluluğundan gelmektedir. Bu topluluktaki erkeklerin genellikle birden fazla eşi vardır ve bu nedenle kardeşler ve üvey kardeşler genellikle aynı evde birlikte yaşar. Ancak birlikte yaşamalarına ve kardeşler arasındaki akrabalık farklılıklarını önemsizleştiren bir topluluk ahlakına rağmen, insanlar öz kardeşlerine üvey kardeşlerinde daha yakındı. Akraba yanlılığı derindir, evrimsel olmayan teorilerin açıklayabileceğinden daha derindir.
Nurture-Only (sadece çevre) tabutundaki üçüncü ve son çivi, akraba özgeciliğinin insanlara özgü olmadığı gerçeğidir. Aksine, grup halinde yaşayan türler arasında neredeyse evrenseldir. Bazı türlerdeki ebeveyn kuşlar, aç yırtıcıları yuvalarından ve yavrularından uzaklaştırmak için yaralanma taklidi yaparlar. Yer sincapları, aile üyelerini yaklaşan avcılara karşı uyarmak için alarm sesleri çıkarır. Daha genel olarak, akraba özgeciliği hayvanlar aleminin eni ve boyu boyunca görülür.
Ve bu sadece yüzeyde kalır. Akraba seçilimi bitkilerde bile görülmektedir. Daha da dikkat çekici olanı, akraba fedakarlığının bakterilerde bile görülebilmesidir. Bakteriler, yakın akraba olan bakterilerle, uzaktan akraba olan bakterilere kıyasla daha fazla iş birliği yapar. Bu, gezegende gerçekleşen akraba seçiliminin büyük bir kısmının bizim için görünmez olduğu anlamına gelir. Ama orada ve bize akraba seçiliminin sadece bizim ve bitkiler gibi karmaşık çok hücreli organizmalarda değil, canlılar dünyasının tamamında son derece önemli olduğunu gösteriyor.
Akraba seçiliminin kola veya akıllı telefonlardan çok daha fazla yaygın olması bize önemli bir şey anlatıyor. Bu bize William Hamilton’ın akraba seçilimi teorisini öne sürerken doğada son derece derin bir ilkeyi tanımladığını anlatıyor: Termodinamik yasalarının biyolojik eşdeğeri.
Bunun da ötesinde, akraba seçiliminin yaygınlığı bize kendi kayırmacı eğilimlerimizin kökenleri hakkında bir şeyler söylemektedir. Hiç kimse yer sincapları, bakteri küflerindeki akraba yönelimli özgeciliği sosyalleşme ya da kültürel normlar açısından açıklamayı hayal bile edemez. Biz bunu hiç tereddüt etmeden evrimsel terimlerle açıklıyoruz. O halde, aynı örüntüyü kendi türümüzde de bulduğumuzda, bunu tamamen farklı terimlerle, saf bir öğrenme ya da kültür ürünü olarak açıklamak akla yatkın mıdır?
Kısa cevap hayır, akla yatkın değil. Durumun gerçekten böyle olduğuna dair güçlü kanıtların yokluğunda, kabul edilen varsayım, insanların doğanın geri kalanın devamı olduğu ve dolayısıyla kayırmacı çizgimizin, diğer tüm organizmalar için olduğu gibi evrimsel bir kökene sahip olduğu olmalıdır. İspat yükü doğrudan doğruya Nurture-Only (sadece çevre) görüşünü savunanların omuzlarına düşmektedir.
Ve bu ne büyük bir yük! İnsan akrabalık davranışının akraba seçilimi ile bir ilgisi olduğunu inkâr etmek isteyenlerin önünde zorlu bir görev vardır. İşte en azından yapmaları gerekenler:
- İnsanların, hayvanlar aleminden bitkiler ve bakterilere kadar kesintisiz bir iplik gibi uzanan seçilim baskısından neden gizemli bir şekilde muaf tutulduğunu açıklamaları gerekiyor.
- Türümüzün geçmişinde bir noktada akraba özgeciliğinin türümüzü için neden uyarlanabilir olmaktan çıktığını ve dolayısıyla seçilimin insan öncesi atalarımızda muhtemelen var olan akraba kayırmacılığını neden ortadan kaldırdığını açıklamaları gerekir.
- Buna rağmen, her kültürdeki insanların neden hala akraba seçilimi teorisiyle tutarlı bir şekilde hareket etmeyi başardıklarını açıklamalıdırlar. Akraba seçiliminin bizim soyumuzda adaptif olmaktan çıktığı düşünüldüğünde, kültür neden biyolojiyi bu şekilde tekrarlıyor? Bu soruya da yanıt vermeleri gerekir.
Akraba seçilimi teorisi bilim tarihinin en büyük teorilerinden biridir. İnsanları biyolojik dünyanın geri kalanını kucaklayan açıklayıcı bir çerçeveye yerleştirir. Akraba seçilimi teorisini detaylı bir şekilde anlamayan ve canlılar dünyasında akrabalığın öneminin farkında olmayan hiçbir psikolog ya da sosyal bilimcinin davranış konusunda uzman olduğunu iddia edemeyeceğini söyleyebilirim. Dahası Hamilton’ın fikirlerini derinlemesine öğrenmeyen her psikoloji ya da sosyal bilimler öğrencisi, eksik eğitimi almıştır ve derhal parasını geri istemelidir.
Bu yazının bazı bölümleri Steve Stewart-Williams’ın “The Ape That Understood the Universe” adlı kitabından değiştirilerek alınmıştır.
Steve Stewart Williams – “Why Blood is Thicker Than Water“
Çevirmen: Oğuzhan Sünger
Not: Bu içerik, entelektüel bir ortaklık içinde olduğumuz sevgili Mürekkep ekibi ile işbirliğimizin ürünüdür. İçeriklerinden haber olmak ve takip etmek için tıklayınız.