Kitap Analizi: Bilim Her Şeyi Açıklayabilir mi? (John C. Lennox) – Musa Yanık

///
1789 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika
  • Kitabın Adı: Bilim Her Şeyi Açıklayabilir mi?
  • Yazar: John C. Lennox
  • Çevirmenler: İbrahim Yeşua Özçelik & Timoteos Onur Özçelik
  • Basım Tarihi: Kasım, 2023
  • Yayınevi: Haberci Basın Yayın
  • Sayfa Sayısı: 150
  • ISBN: 6054707981
  • Satın Alma Bağlantısı: Amazon

Ateist ve teist dünya görüşüne sahip kişiler arasında, bilim ile din arasında anlaşmazlık, uyuşmazlık ve hatta bir gerilim olduğunu düşünen kişiler dünden bugüne mevcuttur. Benzer şekilde, ateist ve teist dünya görüşüne sahip kişiler arasında, bilim ile din arasında uyuşma, örtüşme ve birliktelik olduğunu düşünen kişiler dünden bugüne mevcuttur. Bunlar dışında, hem ateist hem teist dünya görüşüne sahip kişiler arasında bilim ile din arasında ayrışma, farklılık ve ilgisizlik olduğunu düşünen kişiler dünden bugüne mevcuttur. Ayrıca gerek non-teist diğer dünya görüşlerine sahip kişiler ve en genel anlamda doğaüstü inanca sahip kişiler arasında da yukarıda ifade ettiğimiz türden yaklaşımlara sahip kişilerde dünden bugüne mevcuttur. Öyleyse bilim ve din ilişkisi söz konusu olduğunda, sorulabilecek en genel sorular şunlardır: Bilim ile din arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu iki bakış açısı birbiriyle çatışır ya da uzlaşır mı? Bilim, hayata dair her konuda bize rehber olabilir mi? Bilim, bilmemiz gereken her şeyi, dünyamız ve kendimiz hakkında bilebileceğimiz her şeyi kapsayabilir mi?

Yaygın ama pek bilimsel olmayan bir kanıya göre bilim, yalnızca gerçeği keşfetmeye çalışan ve bütünüyle nesnel olan bir alandır. Yaygın ama pek bilimsel olmayan bir kanıya göre ise din, herhangi bir gerçeklik zeminine sahip olmadığı gibi, yalnızca psikolojik veya sosyal olarak faydalı olabilecek ama bütünüyle tehlikeli, işe yaramaz, çatışmanın ve cehaletin kaynağı olan bir düşüncedir. Karşı tarafa ait olumlu ve olumsuz fikirler, her iki dünya görüşünde de mevcuttur. Zira bazı teistler, yalnızca vahyin gerçeğe ulaşma konusunda bize yardımcı olabileceğini düşündüğü için, modern bilimi bir tehdit olarak kabul ederler ve çoğu zaman bilime karşı düşmanca bir tavır takınırlar. Her ne kadar manzara pek açıcı görünmüyor olsa bile, tarihin büyük bir bölümünde dindarlık ile bilim adamlığı iç içe geçmiştir veya başka bir ifadeyle dini inanca sahip bilim adamları çoğunluktadır. Bu bilim adamlarının, çalışmalarını, Tanrı’nın yaratılış planları hakkında daha fazla şey öğrenme arzusuyla yaptıkları söylenebilir. Kalkış noktalarını, Tanrı’nın var olan her şeyin yaratıcısı olduğuna ve bu nedenle gözlemlediğimiz şeylerin onun eseri olduğuna duyulan inançtan aldıkları için, din ile bilim arasında bir çatışma olduğunu düşünmedikleri de söylenebilir.

Bu durumda çatışma iddialarının daha yakın döneme ait olduğu söylenebilir mi? Belki. Ancak din ile bilim arasındaki problematik hususların farklı bir hal aldığı aşikardır. Özellikle natüralizmin felsefi ve epistemik yönüne vurgu yapan, ontolojik ve metodolojik natüralizm gibi yaklaşımlara sahip bazı filozof ve bilim adamlarının bu ilişki süreciyle ilgili radikal tavırlar takındığı muhakkaktır. Zira onların ifadesiyle bırakın din ile bilim arasında çatışma ya da uzlaşma olduğunu söylemeyi, dindar bir kimsenin bilim adamı olması bile mümkün değildir. Öyleyse bu konuyla alakalı farklı türden ve spesifik sorular gündeme getirilebilir. Örneğin, hangi bilim ile hangi din arasında bir çatışma, uyum ya da ayrışma vardır? Bilim adamlarının dindar olması bilimsel keşifler ve bilimsel süreçler açısından problemli midir? Bilim ile dinin sınırları var mıdır? Bilimin dinin, dinin bilimin sınırlarını ihlal ettiği söylenebilir mi? Sınırlar net değilse, din her şeyi açıklayabilir mi? Eğer öyleyse bilim her şeyi açıklayabilir mi? Oxford Üniversitesi’nde matematik profesörü olan John C. Lennox, çevirmenliğini Yeşua ve Timoteos Özçelik’in yaptığı, “Bilim Her şeyi Açıklayabilir mi?” adlı eserinde, böylesine zorlu bir konuyu, kısmen genel anlamda teizm ama yoğunlukla Hristiyan teizmi açısından ele almaya çalışır.

Kitap, “Kozmik Kimya” başlığını taşıyan giriş kısmı hariç on başlıktan oluşur. Lennox, öncelikle kitabın giriş kısmında, eserin amacının, bilim ile din arasında, “farklı türden kozmik bir kimyanın mümkün olduğunu” göstermek olduğunu ifade eder ve bu sayfalarda ön bilgi mahiyetinde hususlara ve ayrıca kitap içerisinde işlenecek olan problemlere değinmeye çalışır. Giriş kısmında ifade ettiği gibi, onun savına göre, “bilim ile din arasında, her ikisinin ruhuna ve özüne daha sadık ve etrafımızda gerçekleştiğini gördüğümüz bayat ve yerleşik tartışmadan daha verimli olan farklı türde bir tepkime bulunur.” (s.16) Lennox,“Bir Bilim İnsanı Olup Tanrı’ya İnanılabilir mi?” başlığını taşıyan ilk bölümde, evvela bu soruya olumsuz yanıt veren Weinberg örneği üzerinden konuya yaklaşmaya çalışır. Sonrasında yaşadığı deneyimleri dile getiren Lennox, Nobel Fizik Ödülünü kazanan ve dini inanca sahip olan William Philips ismi üzerinden, “eğer bilim ve Tanrı bağdaşmıyorsa, hiçbir Hristiyan’ın Nobel Ödülü kazanmaması gerektiği” yorumunda bulunur. O, bu görüşünü, Nobel Ödüllerine dair geçmiş istatistiklere değinerek temellendirmeye çalışır. Ayrıca bilim ile din arasındaki ilişki söz konusu olduğunda, her daim gündeme getirilen Galileo konusuna da değinir ve ona karşı olanlar arasında, yalnızca Katolik Kilisesi mensuplarının olmadığını, Aristoteles’in seküler takipçilerinin de o dönemde Galileo’nun tezine karşı çıktığını ifade eder. Buradan yola çıkan Lennox, “Tanrı’ya inanmamanın, Tanrı’ya inanmaya göre çok daha bilimsel bir görüş” olmadığı sonucuna ulaşır. (s.29)

Kitabın ikinci bölümü, “Buraya Nasıl Geldik: Newton’dan Hawking’e” başlığını taşır. Bu bölüm, biraz daha tarihsel bir perspektife sahiptir. Zira Lennox, “Newton’un Tanrı inancından Hawking’in inançsızlığına nasıl geldiğimiz” hususunu dile getirerek işe başlar ve bunun bilimin bir ilerleyişi olup olmadığını irdelemeye çalışır. Carl Sagan, Richard Dawkins, Peter Medawar ve Sigmund Freud gibi çok çeşitli isimlerin görüşlerini yorumlamaya çalışan Lennox, oldukça tartışmalı bir konu alan “bilimcilik” hususuna da değinmeye ihmal etmez. Meseleyi, din ile bilim arasında bir seçim yapıp yapmayacağımız konusuna getirir ve bunun Tanrı’nın doğası ve bilimsel açıklamanın doğası hakkında kafa karışıklığından ileri geldiğini öne sürer. Lennox, “Mit Avcıları-1: Din İmana Dayanır Fakat Bilim Dayanmaz” ve “Mit Avcıları-2: Bilim Akla Dayanır Fakat Hristiyanlık dayanmaz” başlığını taşıyan üçüncü ve dördüncü bölümlerde, meseleyi biraz daha epistemolojik açıdan ele almaya çalışır. Rasyonalite, iman ve inanç gibi kavramlar üzerinden, din ve bilimi ve dindar olan ve olmayan bilim adamlarını karşılaştırır. Bahsi geçen kavramlara yönelik, olumlu ve olumsuz şekilde yüklenen anlamları irdeler ve genel olarak teistik dünya görüşüne sahip bilim adamlarının ve daha özel olarak Hristiyan bilim adamlarının rasyonalite zeminini değerlendirir.

Lennox, kitabın beşinci bölümünde, konuyu biraz daha Hristiyan teizmine indirgemeye çalışır. Nitekim bu bölüm, “Bilimsel Olarak Eğitimli Bir Dünyada Kutsal Kitap’ı Gerçekten Ciddiye Alabilir miyiz?” başlığını taşır ve yapılan değerlendirmeler Eski ve Yeni Ahit ile ilgilidir. Bu bölümün ana fikri, Kutsal Kitap’da geçen bazı bilgilerle bilimsel verileri karşılaştırmaktan ileri gelir. Altıncı bölümde, mucizeler ve onların bilimsel mahiyeti üzerinde duran Lennox, bu bölümü “Mucizeler: Çizgiyi Aşan Bir Adım mı?” başlığıyla adlandırır. Kendisi, özellikle Hume’un meşhur mucize itirazlarına bu bölümde değinir ve doğa yasalarının neyi ifade ettiğini irdelemeye çalışır. “Okuduklarınıza Güvenebilir misiniz?” başlığını taşıyan yedinci bölüm, “Hristiyanlık Nasıl Çürütülür?” başlığını taşıyan sekizinci bölüm, “Kişisel Boyut” başlığını taşıyan dokuzuncu bölüm ve “Laboratuvara Girmek: Hristiyanlığın Doğruluğunu Test Etmek” başlığını onuncu bölüm, doğrudan Hristiyanlık ile ilgilidir. Zira bu bölümde mucize tartışmaları üzerinden, Hristiyan inancında önemli bir yeri olan İsa’nın Dirilişi, Kefaret ve Kutsal Ruh gibi birçok mevzu tartışılmaya çalışılır.

Eserin özellikle ilk beş bölümü herkese hitap edecek bir içeriğe sahipken, son beş bölümü ise, yalnızca Hristiyan inancına sahip olan kişilere cazip gelecek yapıdadır. Lennox, bu uyarıyı, kitabın henüz başlarında ifade eder ve kitabının esasında “bilim ve Hristiyan inancı meselesine dair giriş mahiyetinde” bir eser olduğunu belirtir. Bu bakımdan eserin ilk beş bölümünün felsefi açıdan zengin olduğu, Hristiyanlığa ayrılan son bölümlerin ise yoğunlukla teolojik bir yapı arz ettiği aşikardır.

Açıkçası kitap içerisinde Hristiyanlığa ait yorumların değerlendirilmesi, öncelikle bir Hristiyan ya da bu konuya ilişkin uzman olan bir kişi tarafından yapılması daha doğru olacaktır. Kitabın felsefi çıkarımlarına geldiğimizde ise, bilim ve din söz konusu olduğunda, gerçek ve ciddi bir çatışmanın yattığı yerin din ve metodolojik natüralizm arasında olduğu muhakkaktır. Zira Lennox’un da ifade ettiği gibi natüralizmin, felsefi veya yarı-dinsel diyebileceğimiz bir boyutu vardır ve özellikle bazı radikal ateistlerin sahip olduğu bu düşünce yapısının sözde bilimsel bir tarafının olduğu iddia edilir. Bununla birlikte, her şeyi açıklayabilecek kapasitede olduğu söylenen bu sözde bilimsel düşüncenin, kişilere, salt bilimden türetilen inançlarla dolu bir hayat vaat ettiği, ancak kişilerin yalnızca bu salt bilimden türetilen inançlarla gerçekten anlamlı bir hayat sürüp süremeyeceği ilginçtir.

Lennox’un ulaştığı sonuç açısından meseleye bakıldığında, bilimin her şeyi açıklayamadığı fazlasıyla açık görünmektedir. Bilim ile Hristiyanlığın birbiriyle uyumlu olduğu çıkarımında bulunan Lennox, son tahlilde, bilimin dünya, Hristiyanlığın ise bundan çok daha fazlası için değerli olduğu çıkarımında bulunur. Sonuç olarak literatür açısından oldukça çok yönlü bir meseleye değindiği için Lennox’un dikkate değer bir eser ortaya koyduğunu söyleyebilmemiz mümkündür. Ancak onun eserinin felsefi bir çalışma mı yoksa teolojik bir çalışma mı olduğu tartışmaya açıktır. Hata bazı kişilerin eseri bir apoloji olarak yorumlayabilmesi de imkan dahilindedir. Bununla birlikte Lennox’un kitabın amacı doğrultusunda hareket ettiğini düşündüğümüzde, onun yaptığı şeyin tutarlı olduğu söylenebilir. Elbette okuyucu, bir eksiklik olarak genel anlamda teizm açısından değerlendirmelerin biraz eksik kalmasını bir eleştiri olarak dile getirebilir. Ancak Lenox’un yerine başka bir teistik inanca mensup düşünürü koyduğumuzda, onun da kendi dini inancına yoğunlaşacağı aşikardır.

Doğrusu Lennox’un kitabında eleştirel üslubunu genellikle koruduğunu ve çoğu noktada meselelerin ana hatlarını iyi bir şekilde serimlediğini söyleyebilmemiz mümkündür. Kullanılan dil ve metodoloji açısından eserin sıradan okuyucuya dahi hitap ettiği de ayrıca ifade edilebilir. Bu yönüyle eserin çevirmenlerinin, oldukça yalın bir dil kullandığını ve iyi bir iş çıkardığını söylememiz gerekir. Açıkçası hacimsel açıdan bu kadar kısa bir kitap içerisinde böylesi zengin bir konuyu sınırlandırmak elbette zordur. Bununla birlikte kitap içerisinde sorulmaya çalışılan soruların yazar tarafından kısmen yorumlanması da önemlidir. Lennox’un sorduğu sorularla irdelemeye çalıştığı problem alanının oldukça zengin ve disiplinler arası bir boyutu olduğu açıktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Din, İnsan Kültüründe Evrensel midir Yoksa Akademik Bir Buluş mudur? – Brett Colasacco

Sonraki Gönderi

Meslek ve Kariyer: Felsefe Lisans Eğitimi – Tufan Kıymaz & Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü