İnsan kültüründe apaçık görünen bir şey varsa o da dinin oldukça yaygın olan varlığıdır. İnsanlar her zaman ‘dini’ şeyler yapmışlardır; tanrılara bağlılık, mitler ve ritüeller her toplumda var olmuştur. Bu dini uygulamalar ve inançlar elbette Aztekler’in insanları kurban edişinden Hristiyanlar’ın vaftizine kadar çok çeşitlidir ancak temelde aynı özü paylaşlaştıklarını söyleyebiliriz. Öyleyse geçen yarım yüzyılın tartışmasız en etkileyici din bilgini olan merhum Jonathan Zittell Smith’i Dini Hayal Etmek: Babil’den Jonestown’a (1982) kitabında ‘’din yalnızca bilim insanının çalışmasının yaratımı olduğunu’’ ve ‘’akademiden bağımsız bir varlığı olmadığını’’ söylemeye zorlayan ne olabilir?
Smith, dinin tanıma ihtiyacı olmayan bir fenomen olduğu varsayımını ortadan kaldırmak istiyordu. Ona göre, bize dini görünen şeyler, dini fikirler ve uygulamalardan çok, onların yorumlanmasına getirdiğimiz çerçeveleyici kavramlar hakkında bilgi verir. Yani kendine özgü bir özü olan evrensel bir kategoriye uzak olan ‘din’ yalnızca ikinci dereceden sınıflandırma ve karşılaştırma uygulamalarıyla ortaya çıkar.
1960’ların sonunda Smith bu alana girdiğinde din konusundaki akademik çalışmalar oldukça yeniydi. Bu disiplin Amerika’da, 1957’den 1986’daki ölümüne kadar Chicago Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Romanyalı din tarihçisi Mircea Eliade tarafından önemli ölçüde şekillendirildi. Orada Eliade, Avrupa’da halihazırda geliştirdiği dini çalışmalar yaklaşımıyla bir nesil bilim insanı yetiştirdi.
Eliade’e göre dini niteleyen ‘kutsal’ , gerçekliğin nihai kaynağıydı. Basitçe söylemek gerekirse; kutsal, kutsal olmayanın(dünyevi olanın) karşıtıydı. Yine de kutsal olan, arkaik kültürler ve tarihler boyunca bir dizi öngörülebilir yollarla dünyevi varoluşa karışabilirdi. Yer ve gök tanrıları her yerde mevcuttu, örneğin; güneş ve ay rasyonel gücün ve döngüselliğin temsil edilmesine hizmet ediyordu; bazı taşlar kutsal sayılıyordu; ve su, potansiyelin ve yenilenmenin kaynağı olarak görülüyordu.
Eliade ayrıca ‘kutsal zaman’ ve ‘kutsal yer’ kavramlarını geliştirdi. Eliade’ye göre, arkaik adam ya da Homo dindarus daima tanrıların başlangıçta ne yaptığına dair hikayeler anlattılar. Bu kozmogonik mitlerin tekrarları aracılığıyla zamanı kutsadılar ve kutsal mekanları ‘merkezin sembolü’ ile olan ilişkilerine göre tahsis ettiler. Bu ‘kutsal dağları’ ya da axis mundi –kutsal olan ve dünyevi olan arasındaki arketipsel kesişme noktası – ayrıca kutsal şehirleri, yerleri ve tapınakları da kapsar. Gerçekten de mitler, ritüeller ve yerler kültürel ve tarihi olarak tabi ki spesifikti ama Eliade onları evrensel bir modelin örnekleri olarak görüyordu.
Smith, Eliade’den derinden etkilenmişti. Bir yüksek lisans öğrencisiyken, Eliade’in başyapıtı olan Patterns in Comparative Religion (1958)’ın bibliyografyalarında adı geçen hemen hemen her eseri okumaya başladı. Hatta 1968-69’da Chicago Üniversitesi fakültesine katılmak için gitme motivasyonunun kısmen ‘ustasıyla’ beraber çalışma arzusundan kaynaklandığını itiraf etmiştir. Bununla beraber kısa süre sonra onu Eliade’ın paradigmasıyla çelişmeye sokacak olan gündemini ortaya koymaya başladı.
İlk olarak Smith, Eliade’ın kutsal zaman ve kutsal mekan olgularının gerçekten evrensel olup olmadığını sorgulamaya başladı. Bu olguların bazı arkaik kültürlerle oldukça iyi eşleştiğini inkar etmiyordu. Ancak ilk metinlerinden olan ‘The Wobbing Pivot’ (1972)‘de Smith, bazı toplulukların, onlara saygı duymak ve onları maddeleştirmek yerine patlamayı veya uzay ve zamandan kaçmayı arzuladığını söylemiştir. (Milattan sonra ilk iki yüzyıl boyunca gelişen Gnostisizm ekollerini düşünün; maddi dünyanın, gerçek, gizli tanrıdan daha aşağı düzeyde olan, Demiurgos olarak bilinen kusurlu, hatta kötü niyetli bir ruhun işi olduğunu düşünüyorlardı). Smith, kutsalı hali hazırda yaygın olan doğal ve toplumsal düzenin dışında arayan bu ‘ütopik’ kalıpları, Eliade tarafından tanımlanan ve onu güçlendiren yerel kalıplardan ayırdı; bu, Eliade’in evrenselci kelime dağarcığının altını oyan bir harekettir.
İkinci olarak, Smith, dini çalışmalara yeni bir öz-farkındalık ve tevazu getirmişti. Başlığı Ovid’den bir alıntı olan ve ‘’azın üzerine az ekleyin ve büyük bir yığın oluşacak’’ anlamına gelen ‘Adde Parvum Parvo Magnus Acervus Erit’ (1971) isimli makalesinde, Smith, dini değerler arasındaki karşılaştırmaların nasıl politik ve ideolojik değerlerle bağlantılı olduğunu göstermişti. Smith’in ‘Sağcı’ olarak tanımladığı Eliade’ninki gibi yaklaşımlar, organik bir bütünlük ve birlik için çabalama arzusundadır; Smith’e göre işte bu arzuya bağlı bir şekilde ortada geleneksel sosyal yapılara ve otoriteye bağlılık yatmaktadır. Öte yandan ‘Solcu’ yaklaşımlar ise yerleşik düzeni bozan, alternatif toplum vizyonlarını mümkün kılan analiz ve eleştiriye meyillidir. Eliade’nin dine yaklaşımını yelpazenin muhafazakar ucuna yerleştiren Smith, onu küçümseme niyetinde değildi. Aksine, akademisyenlerin bunları dikkatsizce birleştirmelerini önlemek adına bu yaklaşımları birbirinden ayırmaya çalışmıştı.
Smith’in çalışmasının arkasındaki motivasyon dini çalışmalar için hiçbir tez veya teorinin tamamen nesnel olamayacağıydı. Daha ziyade, bizim bir şeyin ‘dini’ olup olmadığına karar vermek için uyguladığımız sınıflandırma araçları her zaman önceden var olan normlara dayanır. Smith, kültürler, tarihler ve toplumlar genelindeki bu ‘dini’ verilerin seçici sınıflandırmasının, işbu nedenle, bilim adamının ‘yaratıcı karşılaştırma ve genelleme eylemlerinin’ bir sonucu olduğunu savundu. Bir zamanlar evrensel, apaçık bir fenomen olan din, sadece belirli inançlar, uygulamalar ve deneyimlerden oluşan yamalı bir bohça bıraktı.
Zaman içerisinde bir din gibi kategorize edilebilecek çok sayıda gelenek var olmuştur. Ancak bir gözlemcinin şu ya da bu şekilde karar verebilmesi için öncelikle bazı geleneklerin dahil edilip diğerlerinin hariç tutulabileceği bir tanım formüle etmesi gerekir. Smith’in İmagining Religion’ın girişinde yazdığı gibi: ‘Şu kültürde ya da bu kültürde, bir ölçüte veya başka bir ölçüte göre dini olarak nitelendirilebilecek muazzam miktarda veri, olgu, insan deneyimi olsa da -din için hiçbir veri yoktur’. Hinduizm, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam ve benzerlerinin çeşitli ifadeleri için kanıtlar olabilir. Ancak bunlar yalnızca ikinci dereceden, akademik düşünce yoluyla din haline gelirler. Bir akademisyenin tanımı, onu geleneksel olarak din olarak düşünülmeyen bazı şeyleri (örneğin Adsız Alkolikler) din olarak sınıflandırmaya yönlendirebilirken, geleneksel olarak din olarak kabul edilen diğerlerini( belirli Budizm türlerini) hariç tutabilir.
Smith’in kışkırtıcı ve başlangıçta kafa karıştırıcı olan din ‘ akademisyenlerin analitik amaçları için tasarlandı’ iddiası artık akademide büyük ölçekte kabul ediliyor. Smith, Aralık 2017’deki ölümünden önceki son yayınlarından ikisinde Eliade’ın çalışmalarına yönelik kendi görüşünü yeniledi ve Chicago’da verdiği son derslerden biri Patterns’ın yakın bir okumasıydı. Smith’in amacı kesinlikle Eliade’ı sahadan kovmak değildi. Bunun yerine, kendinden apaçıklığın ayartmasının üstesinden gelmek, tercih ettikleri yöntemler veya siyasi- ideolojik eğilimleri ne olursa olsun, din alimlerine, vermeleri gereken kararların güçleri ve sınırları konusunda net olmayı öğretmekti. Smith, din öğrencisinin her şeyden önce kendinin bilincinde olması gerektiğini söyledi: ‘ Aslında bu özbilinç ve onun birincil uzmanlığını, en önemli çalışma nesnesini oluşturuyordu.
Brett Colasacco – “Is religion a universal in human culture or an academic invention?“, (Erişim Tarihi: 15.07.2024)
Çevirmen: Zilan Ocak
Çeviri Editörü: Emir Arıcı