Eski bir felsefe öğrencisi olan Harisan Nasir ve felsefe lisans eğitimine devam eden Shalom Chalson; Avustralyalı filozof, Profesör Frank Jackson ile konuşma fırsatı buldular. Bu yazı e-posta yoluyla yapılan röportajlarını içermektedir.
NYPR: Felsefe alanında eğitim almaya, çalışmaya ve ders vermeye nasıl başladınız?
Profesör Frank Jackson: Annem ve babam filozoflardı; bu kesinlikle kararımda önemli bir faktör oldu. Yine de eğitimime bilim ve matematik alanında başladım ancak sonradan felsefeden daha çok keyif aldığımı fark ettim. Felsefeden aldığım keyfin bir kısmı da çok iyi hocalara ve çok ilginç öğrencilere sahip olmamla ilgili.
NYPR: Mary’nin Odası adlı düşünce deneyinin ilham kaynağı neydi?
Jackson: Monash Üniversitesi Psikoloji bölümünde, öğle saatlerinde bir konuşma yapmak için davet edilmiştim. Benim bir düalist olduğumu biliyorlardı ve o günün materyalist ortodoksluğunun dışında fikirleri olan birini dinlemek istemişlerdi. Bugün hala materyalizmin Ortodoks görüş olduğu söylenebilir ama o günlerde (yaklaşık 35 yıl önce) bu ortodoksluk çok daha güçlüydü. Konuşma güzel geçti (yine de dinleyenler söylediklerimin ne kadarına inandılar hatırlamıyorum), ben de konuşmada anlattıklarımı içeren bir makale yazıp PQ (Philosophical Quarterly)’ya göndermeye karar verdim.
“Epiphenomenal qualia” adlı makalede Fred adında, bizim görebildiğimiz renk tonlarından çok daha fazlasını görebilen biriyle ilgili bir örnek var. Ben her zaman Fred örneğinin Mary örneğinden daha ilginç olduğunu düşünmüşümdür ama tabi ki birçok kişi benimle hemfikir değil. Bence Fred örneğini, H.G. Wells’in “Körler Ülkesi adlı kısa öyküsünden esinlenerek yazdım. Tabi ki Bilgi Argümanı’nın (Fred ve Mary örnekleri üzerine kurulan argüman) daha uzun bir hikayesi var ve “Epiphenomenal qualia” makalesinde bu hikâyenin bir kısmını anlattım. Yine de bu hikâye, benim o zaman bildiğimden çok daha eskiye dayanıyormuş. Bu hikâyenin başlangıcı en azından C.D. Broad’ın 1925’te yayımlanan The Mind and its Place in Nature adlı kitabına kadar izlenebilir.
NYPR: O dönemde okuduğunuz ve söz konusu problemle ilgili sezgilerinizi yönlendiren eserler oldu mu?
Jackson: H.G. Wells’in “Körler Ülkesi” adlı kitabından zaten bahsettim ama sanırım bu kitabı eğitimim devam ederken okumuştum. Ayrıca tabi ki Tom Nagel’in “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” adlı makalesini okumak düşüncelerimin gelişiminde oldukça önemli bir rol oynadı. Bunun yanında Paul E. Meehl’in “The Compleat Autocerebroscopist” adlı makalesi var ki bu makaleye zaten “Epiphenomenal qualia”’da referans vermiş ve Meehl’in “Bilgi argümanını” reddetmesine muhalefetimi ifade etmiştim. Belki Keith Campell’ın materyalizme karşı kullandığı Zombi argümanı (kendisi bunu suni insan – imitation man argument- olarak isimlendiriyor) da fikirlerimin gelişmesinde etkili olmuş olabilir. Campell’ın “Body and Mind” kitabını beğenmiştim. Felsefede her zaman basit örneklerin kullanılmasını sevmişimdir. Basit bir örnek, bir sürü kelimenin anlattığından çok daha fazlasını anlatır. “Epiphenomenal qualia” makalesini yazarken ben de düalizmi savunmak için basit ve ilgi uyandırıcı örnekler bulmaya çalıştım. Şu anda “Bilgi Argümanı”’nı kabul etmesem de Mary ve Fred örneklerinin kaliteli ve fizikalistlerin üzerine düşünmeden görmezden gelmemeleri gereken örnekler oldukları kanaatindeyim. Çünkü söz konusu örneklerin fizikalizme karşı yönelttiği sorulara nasıl cevap verileceği çok açık değil.
NYPR: Zihin ve Bilim Filozofları ile daha çok ampirik araştırmalarla ilgilenen bilim insanları arasında geniş ölçekte bir etkileşim geliştirilmesi mümkün müdür? Sizce birbirlerine nasıl yardım edebilirler?
Jackson: Tabi ki her zaman felsefeciler ve bilim arasında daha fazla etkileşimin olması mümkün. Mesela ruh halleri, nedensel roller oynayan temsili durumlardır. Sinir Bilimi ruh hallerinin nasıl işlediği ile ilgili bize birçok şey öğretebilir. Bir diğer örnek olarak şunu verebiliriz; insanların ahlaki inançlar geliştirmelerinin evrimsel bir açıklaması olmalıdır. Peki, bu açıklamanın etik felsefesi açısından ne gibi sonuçları olabilir?
NYPR: Felsefeciler ve bilim insanları birlikte çalışabilmek için önce ortak bir zemin bulmalılar. Fakat günümüzde birçok önemli bilim insanı felsefeyi reddediyor.
Jackson: İktisattaki nedensel açıklamaların Fizikteki nedensel açıklamalarla ilişkisi nedir? Nedenselliğin Fizikte bir rolü var mıdır ve eğer varsa nasıl bir rolü vardır? Özel görelilik teorisi presentizm (sadece şimdiki zamanın var olduğu görüşü) için soru işaretleri doğuruyor mu? Bunlar önemli sorular ve bunları cevaplamak felsefe yapmadan mümkün değildir; bilim kendi alına bu sorulara cevap bulmak için yeterli olamaz. Bana inanmıyorsanız kendiniz deneyebilirsiniz! Yine de belki günümüzdeki felsefenin bazı kısımlarını reddeden bazı bilim insanları olabilir, bu başka bir konu. Bu günlerde kendi içerisinde her şeyin yolunda gittiği bir bilimsel disiplin var mıdır? Ancak Pollyanna bu soruya evet cevabını verebilir.
NYPR: Bazı bilim insanlarının felsefeye karşı şüphelerinin olabileceğinden bahsettiniz. Sizce bu şüphelerinde haklılık payları var mı?
Jackson: Bence bazı filozoflar, doğal ve sosyal bilimlerin bize anlattıklarına yeterince ilgi göstermiyorlar. Bununla birlikte bazı bilim insanları da filozofların yaptıkları işi anlamak için yeteri kadar zaman harcamıyorlar.
NYPR: Sizce günümüzde felsefenin karşısındaki en büyük zorluklar nelerdir?
Jackson: En büyük problem aslında genç filozofların iş bulmakta çok zorlanmaları ama sanırım siz entelektüel zorluklardan bahsediyorsunuz. Zihin Felsefesi, 1950’lerde ve 60’larda bilimin ve özellikle de Sinir Biliminin söylediklerini önemsemesi gerektiğini fark ederek bir dönüşüm geçirdi. Bana göre bu iyi yönde bir dönüşümdür. Bence bu süreç Zihin Felsefesi ile sınırlı kalmamalı ve zaten yavaş yavaş diğer alanlarda da bu sürecin etkilerini görmekteyiz.
NYPR: Felsefe disiplinindeki güncel tartışma konularından hangileri sizi en çok heyecanlandırıyor ve neden?
Jackson: Bir eylemin gerçekleştirilmesini doğru yapan şeyin ne olduğu konusu.
NYPR: En son bir yazınızı okuduğumuzda ahlaki niteliklerin doğal nitelikler olduğunu savunuyordunuz. Hala doğal niteliklere indirgenebilecek objektif ahlaki değerler olduğunu düşünüyor musunuz?
Jackson: Evet
NYPR: Bilincin, günün birinde Sinir Biliminin keşfedeceği bilimsel gerçeklerle açıklanacağına dair bir önsezi var gibi gözüküyor.
Jackson: Sinir Bilimi bu konuda çok önemli olacaktır. Ama her zaman bilimsel gerçekleri bilinç ile nasıl bağdaştıracağımız sorusu gündemde olacaktır. Bir noktada sinir bilimi ve davranışsal psikoloji vs. terimleriyle çevrelenen bir açıklamadan bilinç, acı ve inanç gibi terimlerle çevrelenen bir açıklamaya geçişin yapılması gerekir (Ben ve bazı insanlar bunu yer problemi- the location problem- olarak adlandırıyoruz).
NYPR: Ahlaki gerçeklerin sonunda indirgenebileceği ve keşfedilebileceği konusunda benzer bir sezginiz var mı?
Jackson: Evet, ama yer problemi ile ilgili bir maddeyle.
NYPR: Bir filozof olarak sizi en çok etkileyen beş kitabı sayar mısınız?
Jackson: Sanırım her zaman felsefe kitaplarından daha çok filozoflardan etkilendim. Önceleri; Moore, Ayer ve Russell’ı oldukça fazla okudum. Daha sonra; Quine, Smart, Armstrong, Kripke ve Lewis’i okudum. Ancak beni herhangi bir kitap veya makaleden daha fazla etkileyen, bu filozofların soruları ele alma biçimleri ve eserlerinin bütünüydü.
NYPR: Akademik kariyer hedefleyen felsefe öğrencilerine ne gibi önerileriniz var?
Jackson: Felsefe hem ders vermek hem de araştırma yapmak için harika bir alan. Bu iyi haber. Ancak iş pazarı pek de iyi durumda değil.
E-posta yoluyla yaptıkları röportajın ardından Harisan ve Shalom, Prof. Jackson’ı Singapur Ulusal Üniversitesindeki ofisinde ziyaret etme şansı buldu. Bu yazının devamı aralarında geçen konuşmanın transkriptini içermektedir.
Profesör Jackson: (E-posta röportajına cevap olarak) 30-40 yıl önce, “Epifenomenal qualia”’yı yazarken neler düşündüğümü sorduğunuzda eskiden daha kesin konuşabilirdim. O zamandan beri hafızanın yanılılabilirliği ile ilgili bazı şeyler okudum ve artık gerçeğin aynı hatırladığımız gibi olduğunu düşünmenin bir hata olduğunun farkındayım. Bu yüzden artık geçmişten bahsettiğimde doğruluğuna emin olduğum kısımlarla, belli ölçüde spekülatif olan kısımlar arasında ayrım yapmaya çalışıyorum. “Epifenomenal qualia”nın yapılmasında öğle saatinde yaptığım bir konuşmanın etkili olduğundan eminim. “Epifenomenal qualia”da verdiğim referansların etkisi konusunda da eminim. Bu konuda anlattıklarımın geri kalanı ise bir ölçüde spekülasyon içeriyor.
Hafızanın yanılılabilirliği hakkında çok ilginç şeyler var. Bunları okumanızı öneririm. Bu durum geçmişte yaşanan bir olayla ilgili çok net gözüken bir anıya çok fazla güvenme konusunda hepimizi tedirgin etmeli. Şimdi bilgisayarım üzerinden bir elektronik takvim kullanıyorum. Birisi bana bir üniversiteyi hangi yıl ziyaret ettiğimi veya bir makaleyi ne zaman yazdığımı sorduğunda hem belleğimi hem de elektronik takvimimi kontrol edebiliyorum. Bazen hatırladığım tarih doğru çıkıyor, bazen ise yanılıyorum.
Harisan: E-posta röportajındaki son sorudan devam edelim. Felsefe mezunları için fazla iş seçeneği bulunmadığını söylediniz…
Jackson: Oldukça fazla yetenekli genç insan var fakat iş bulma konusunda sorun yaşıyorlar. Mükemmel referansları var, mükemmel üniversitelerden ve mükemmel bölümlerden diplomaları var ve genellikle mükemmel dergilerde çok sayıda yayınları var. Ancak yine de iş bulmakta çok zorlanıyorlar.
Harisan: Sizce bu toplumun felsefeye olan bakışının bir yansıması mı?
Jackson: Felsefe mezunları için yeterince iş bulunmamasının bir nedeni de hükümetlerin, üniversitelerin, şirketlerin, hayırseverlerin, vakıfların ve araştırma konseylerinin tıp, mühendislik, bilişim ve ekonomi gibi alanlardan mezun olan insanları tercih etme eğiliminde olmasıdır. Bu yüzden de Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya gibi ülkelerde, üniversitelerde bütçe kesintisi olduğunda bu kesinti öncelikli olarak felsefe, matematik, tarih ve sosyoloji gibi alanları etkiliyor. Bu durum toplumun felsefeye karşı olan negatif tutumunu yansıtıyor mu? Belki bazı durumlarda bu söylenebilir ama bazen de fonlar kısıtlı olduğunda gösterge niteliğindeki koşul ifadelerinin anlam bilimine dair bir araştırmayı desteklemek yerine işsizliğin nasıl önlenebileceğini dair bir iktisadi çalışmanın veya kanser tedavisi ile ilgili bir tıbbi çalışmanın desteklemesi için daha iyi sebepler bulunabiliyor.
Harisan: Sizce felsefe bölümleri, felsefenin reklamını yapma sorumluluğunu üzerlerine almalılar mı?
Jackson: Bu felsefe bölümü (Singapur Ulusal Üniversitesindeki), felsefe alanındaki çalışmalarını Singapur toplumuna tanıtmanın öneminin farkında. Felsefe bölümleri sıklıkla son derece etkili kamu görevlileri, politikacılar, iş liderleri veya politika danışmanları haline gelen felsefe dereceleri almış kişilere işaret eder. Mesela Avustralya Ulusal Üniversitesi bunu yapıyor. Singapur Ulusal Üniversitesinde de bunun bazen geçerli olduğunu biliyorum. Singapur’da felsefe bölümünden gelen ve üst düzey pozisyonlara sahip olan veya bu görevlerde bulunmuş etkileyici bir insan listesi olduğunu biliyorum.
Bu bir tesadüf eseri değil. Felsefe eğitimi, politika tavsiye belgeleri yazmak, zor problemler hakkında net düşünmek, net tartışmacı düzyazı yazmak, toplantılarda etkili konuşmak, yapılması gereken temel ayrımları yapmak gibi konularda önemli yetenekler kazandırır. Felsefe mezunlarının çok iyi yöneticiler, siyasetçiler veya danışmanlar olmaları sürpriz değildir. Keşke daha fazla siyasetçimiz (Avustralya için) felsefe eğitimi görmüş olsaydı.
Bununla birlikte felsefenin kendisinin de harika bir alan olduğunu unutmayalım. Etkileyici ve zorlu bir alan. Felsefeyi sadece komite toplantılarında daha iyi katkı sunabilmek için öğrenmiyoruz. Eğer işimizi iyi yaparsak, öğrencilerimiz iş hayatlarına başladıklarında bizim en iyi temsilcilerimiz olurlar.
Shalom: Size filozofların toplumu felsefe alanında eğitme sorumluluğu var mıdır? Akademik felsefeciler ve daha ulaşılabilir, Alain de Botton gibi felsefeciler arasında önemli bir ayrım var. Sizce akademik felsefecilerin aradaki bu farkı kapatma sorumluluğu var mıdır?
Jackson: Kesinlikle vardır. Bilinen bir örnek vermek gerekirse, ben Peter Singer’ı oldukça beğeniyorum. Önemli konular hakkında açık ve derinlikli yazıları var. Toplumun her kesimi tarafından ulaşılabilir kitaplar ve makaleler yazıyor; halka açık dersler veriyor ve bunun gibi başka birçok harika iş yapıyor. Tabi ki hepimiz Singer gibi olamayız ama yine onun yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve tabi ki bu bağlamda, sayıları gittikçe artan “deneysel felsefe” ile uğraşan filozofların yaptıkları işler de çok önemli.
Ben de oldukça fazla insana hitap eden makaleler yazmaya çalışıyorum. “Epifenomenal qualia” akademik felsefe standartlarına göre oldukça sohbet tarzında ilerleyen bir makaledir. Bu durumun birçok insanı rahatsız ettiğinin de farkındayım. Makalede bir görüşe inandığınız zaman az da olsa peri masallarına inanan birini andırdığınızı söylediğim bir kısım var. Tabi ki bu, söz konusu makalede savunduğum görüşler için de geçerli. Yine de bazı insanları rahatsız ettiğim için üzgünüm.
Shalom: Felsefede basit örneklerin karmaşık örneklerden daha etkili olabileceğini söylemiştiniz. Sizce günümüzde filozofların genelde karmaşık örnekleri tercih etmesi gibi bir problem söz konusu mu?
Jackson: İnsanlar bazen gereksiz derecede karmaşık örnekler kullanabiliyorlar ama genelde zaman geçtikçe bu örnekler unutuluyor. En çok bilinen örnekler ve düşünce deneyleri genelde kısa ve basit olurlar. Bilgiyle ilgili Gettier örneği var, Putnam’ın İkiz Dünya benzetmesi var, Ned Block’un ağaca bakarak çalışan bir ‘kişi’ örneği var, Burge’un artrit örneği var, vb. Tüm bu örnekler oldukça az sayıda sözcükle anlatılabilir ve takip etmesi kolaydır. Etkisi olan ve hatırlanan örnekler bu tarz örneklerdir.
Shalom: Biraz ilgili olarak, yayıncıların beklentilerine uyulması için bir baskı olduğunu düşünüyor musunuz? Filozoflar şimdi felsefe için en iyi olmayabilecek şekillerde yazma baskısını hissediyorlar mı?
Jackson: Sanırım. Belki de olan şudur: bazen insanlar, olası her itirazı kapsayan ve ilgili literatürdeki her makaleden bahsettikleri, hafif savunmacı bir tarzda, çok sayıda dipnot içeren büyük, uzun, karmaşık bir makale yazmak için baskı altında hissederler. Sonunda mükemmel bir makale yazarlar ancak yazdıkları biraz erişilemez ve biraz da abartılı olabilir. Bazı açılardan, makaledeki ana fikri daha basit ve daha kısa bir biçimde ortaya koysalardı daha iyi olurdu. Ama bence iş bulmak için bu makaleyi önde gelen bir dergiye göndermeleri gerektiğini düşündüler ve önde gelen bir dergiye girmenin yolu, onu her türlü itiraza karşı bağışık kılacak şekilde yazmaktan geçer.
Geçmişte analitik felsefedeki gerçekten önemli makaleleri düşündüğümde, bazıları oldukça kısa ve okunması kolay ama yine de iddialı ve ilginç bir fikirler ortaya koyuyorlar. Quine’ın en önemli makalelerinden bazıları (“Var olana Dair” ve “İki ampirizm dogması”, örneğin); Lewis’in, Kripke’nin, Davidson’un en önemli makalelerinden bazıları, oldukça kısa ve okuması kolaydır. Veya Kripke’nin Adlandırma ve Zorunluluk kitabını alın. Elinize aldığınızda sadece bu kadar kalınlıktadır (2 cm genişliğinde olduğunu eliyle işaret ederek). Ama çok önemlidir.
Felsefedeki bazı güncel yazıların uzunluğu ve karmaşıklığının biraz üzücü olduğunu düşünüyorum. Bir dergiyi düzenliyor olsaydım, ki düzenlemiyorum, daha fazla risk alırdım. Yani, bir dizi hakem raporuna yanıt olarak yazarların, insanların olası tüm itirazlarını tartışan ek bölümler ve dipnotlar koymasını gerektirmeden ilginç fikirlere sahip makaleler yayınlamaya daha hazırlıklı olurdum. Bir dergi editörü olarak yapacağım şey bu olurdu.
Shalom: Daha önce, 50’li ve 60’lı yıllarda zihin felsefesinin dönüştüğünü belirtmiştiniz. Çağdaş felsefe hakkında söyledikleriniz göz önüne alındığında bu alandaki konuların hala bir devrimsel dönüşüm geçirebileceğini mi düşünüyorsunuz yoksa böyle olması giderek zorlaşıyor mu?
Jackson: Umarım büyük değişiklikler olur. Alanınızın on yıl içinde tamamen aynı olacağını düşünseydiniz bu biraz sıkıcı ve iç karartıcı olurdu. Ancak ilginç ve cesaret verici olan şey, büyük bir değişiklik olmadan önce, işler biraz çıkmaza girmiş gibi görünebilir. Kripke ve Lewis’in çalışmaları öne çıkmadan kısa bir süre önce meslektaşlarımla sohbet ettiğimi hatırlıyorum. Bazıları artık tüm seçenekleri değerlendirdiğimizi ve artık ilginç bir gelişmenin olmayacağını düşünüyorlardı. Sonuç olarak bunun yanlış olduğu ortaya çıktı çünkü Kripke ve Lewis(ve başkaları da ama bu ikisi özellikle önemliydi) birçok konuyu çarpıcı ve heyecan verici şekillerde değiştirdiler. Ama tabi ki bu durum önceden tahmin edilemezdi.
Peki şimdi neler oluyor? Biyoloji felsefesinde çok ilginç birçok önemli gelişme var; bu gelişmelere ilginç demem kısmen onların evrimsel biyoloji alanındaki ciddi çalışmalar tarafından kısıtlanıyor olmaları. Bu araştırma, filozofların uğraştığı birçok zorluğu ortaya çıkarıyor. Ve biyoetik alanındaki çalışmaların bazıları yeni ve heyecan verici çünkü tıptaki gelişmeler bizi önceden yüzleşmek zorunda olmadığımız sorunlarla yüzleşmeye zorluyor. Bir anlamda, sorunlar her zaman oradaydı ancak bu gelişmelere kadar canlı sorunlar haline gelmemişlerdi. Bir örnek genetik mühendisliğidir. Bir diğeri ise daha fakir ülkelerde daha az miktarda para çok daha fazlasını başaracakken zengin ülkelerdeki yaşam beklentisinin küçük uzantılarına büyük meblağlar harcanmasının nasıl haklı gösterileceğidir.
Harisan: Ben kendim Biyoetik ve Uygulamalı Etik alanında çalışıyorum. Karşılaştığım sorunlardan biri, arka planda metaetiğin henüz çözülmediğini ve hangi normatif etik teorisinin doğru olduğu konusunda net bir kazananın olmadığını düşünmem. Hedonizm ya da ahlaki nihilizm doğruysa yazdıklarımın ya da yaptıklarımın faydasız hale gelmesinden endişeleniyorum.
Henüz etik kuralların temellerini çözememişken uygulamalı etikle uğraşan felsefecilerin bunları düşünmesi ve yazması sizce bir sorun mudur?
Jackson: Bu tabi ki sadece faydacıların savlarına ikna olmamış insanlar için bir problemdir. Faydacılar bu sorunlara baktıklarında, onlara faydacılık perspektifinden bakarlar. Örneğin Peter Singer’ın kitaplarında, takip edilecek tartışmaların faydacı bir perspektiften olduğunu erkenden açıklıyor. Ancak faydacılara ikna olmamış insanlar için durum oldukça farklıdır. Mesela Kant’ın mı, Jack Smart’ın mı, yoksa W.D. Ross’un mı haklı olduğuna ya da erdem etiğinin doğru mu yaptığına karar veremeyenleri düşünün. Kıtlık yardımı veya genetik mühendisliği gibi bir konuyu nasıl düşünmeliler? Biraz ikilemle karşı karşıyalar ve sanırım siz de bununla biraz karşılaşıyorsunuz.
Ancak bazen şu güzel durum ortaya çıkar: Normatif etikte herhangi bir aklı başında görüşe göre, cevap A’nın yapılması gerektiği olacaktır. Zor durumlar, normatif etikteki farklı savunulabilir pozisyonların farklı cevaplar verdiği durumlardır. Muhtemelen endişelendiğiniz şey bu ve tabi ki bu ortaya çıkıyor, örneğin ötenazi ve kürtajın ortaya çıkardığı ahlaki sorunları tartıştığımızda.
Sonuçsalcı bir yaklaşım olarak adlandırdığınız şeye genel olarak sempati duyuyorum. Jack Smart’ı iyi tanıyordum ve Jack Smart’ı iyi tanıyan birçok kişi sonuççuluğa sempati duyuyordu (herkes gülüyor).
Harisan: Disiplinler arası olmaya daha fazla önem vermemiz gerektiğinden bahsettiniz. Bence lisans programları disiplinleri birleştirmeyi ve aynı soruna iki farklı perspektiften bakabilmeyi başaramıyorlar.
Felsefe ve bilimin kesişimindeki zor problemleri çözebilmek için üniversite eğitiminin çoğu alanında bir yenilenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz? Bu disiplinler arası soruların taleplerini karşılamak için üniversite eğitiminin değiştirilebileceği yollar var mı?
Jackson: Felsefe derslerimde bilim hakkında konuştuğumuzu söyleyerek başlayayım. Daha geçen Çarşamba, sınıfımda kütle merkezlerinden bahsediyorduk. Bu ‘kolay’ bir bilimdir ancak yine de öğrencilerin tartışılan felsefi konuyu anlamak için bilimi bilmeleri gerekiyordu. Benzer şekilde, gazların termodinamik teorisinin moleküler kinetik teoriye indirgenmesinden bahsediyorduk ve bu da biraz bilimle ilgili. Önümüzdeki Çarşamba, bedensel tepkilerimizi destekleyen nedensel etkileşimlerin temel olarak sinirbilim tarafından yönlendirildiği gerçeğini göz önünde bulundurarak zihinsel nedenselliğin nasıl anlamlandırılacağı hakkında konuşacağız.
Etikten başka bir örnek de nasıl etik yargılarda bulunan yaratıklar haline geldiğimize dair evrimsel biyolojideki açıklamaların felsefeye taşınması olarak düşünülebilir. Felsefe bölümlerinde okutulan birçok etik dersinde bu soru ön plandadır. Bu yüzden felsefe öğreten bazı insanlar çoğu zaman bilim hakkında konuşurlar. Ama fizik ve sinirbilim öğreten çoğu insanın felsefe hakkında hiç konuşmadığı konusunda haklı olduğunuzdan eminim. Ancak sinirbilim ve fizikte zihin ve bilinç hakkında kitaplar yazan çok sayıda önemli araştırmacı var. Bazen iyi bir kitap, bazen de o kadar iyi bir kitap olmaz. Zihin hakkında büyük bir teorisyen olmanıza gerek kalmadan büyük bir bilim insanı olabilirsiniz.
Benim genel görüşüm, felsefe çalışan herkesin diğer disiplinlerle ilgili bilgi sahibi olmaları gerektiği yönünde. Uzman olmaları gerekmez. Bu mantıksız olurdu. Bir zamanlar, Descartes ve Leibniz gibi çok zeki insanlar, zamanlarının biliminin çoğunda da uzman olabilirlerdi. Bu bugünlerde mümkün değil. Bir filozofun uzman bir ekonomist, biyolog veya fizikçi olmasını beklemek gerçekçi değildir. Bununla birlikte, bir filozofun diğer disiplinler hakkında geçerli bir bilgiye sahip olmasını beklemenin makul olduğunu düşünüyorum. Diğer birçok filozof gibi ben de matematik ve bilimle başladım. Bence bu iyi bir şeydi. Bazı filozoflar lisans öğrencisi olarak ekonomi okudu. Ve ekonomi okumak, sosyal bilimlerde kullanılan bir açıklama anlayışının anlaşılmasını sağlar ki açıklamaların doğası genel felsefe için önemli bir konudur.
Harisan: Günümüzde Felsefe alanında hoşunuza gitmeyen başka şeyler var mı? Neler sizce farklı yapılmalı?
Jackson: Yapacağım tek yorum, biraz fazla karmaşıklık olduğu. İnsanlar her şeyi gerçekten açıklığa kavuşturursa genellikle makul, basit bir şekilde yazabilirler. Felsefi kahramanlarım Kripke, Quine, Davidson, Lewis, Hume fikirlerini çok basit ve güçlü bir şekilde ortaya koyabildiler. Şu anda felsefenin bazı bölümleri gereksiz yere karmaşıktır. Bu kısmen daha önce bahsettiğim nedenlerden kaynaklanmaktadır.
NYPR: Sanırım bugün için tüm sorularımız bu kadar. Bize bu röportaj için zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
The Nanyang Philosophical Review, (Erişim Tarihi: 05.08.2021)
Çevirmen: Batuhan Bera Karagüzel
Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan