Olağan bir günün olağan bir sabahında uyandığınız ve o ana dek hem sizin hem de dünyanın çoğunun sahip olduğu tüm bilgilerin yanlış ve güvenilmez olduğunu öğrendiğinizi hayal edin.
Bu tasavvur ilk bakışta pek olası görünmese de, bazı çığır açıcı keşiflerin insanların çoğunun benimsediği temel inançları temelinden sarsması mantıksal olarak mümkündür. Benimsediğiniz veya inandığınız şeylerin temellendirilmiş veya açıklanabilir olmasını sağlamanın bir yolu var mıdır? Felsefenin bilgi ve inançla ilgilenen çalışma alanı olan epistemoloji, tam da bu mesele ile ilgilenir.
Epistemolojiye Genel Bir Bakış
Tüm hayatınız boyunca güneşin dünyanın etrafında döndüğüne inandığınızı düşünün. Arkadaşlarınız, akrabalarınız, tanıdığınız herkes de buna inanıyor ve böyle düşünüyor olsun. İleri sürülen tüm iddialar ve yapılan tüm tahminler, var olan tüm bilimsel çalışmalar söz konusu bu reddedilemez gerçeğe dayanıyor; ve insanlar inançlarının şüpheye açık olmayan bir gerçeğe dayandığını düşündüğü için de bu inancın güvenilirliliğini sorgulanmıyor gibi duruyor.
Tüm inançlar bu doğrultudadır, ta ki yerleşik inançların tam aksine dünyanın güneşin etrafında döndüğü, önceden benimsenmiş olan, şüpheye yer bırakmayan doğruların yanlış olduğu ve dolayısıyla reddedilmesi gerektiğini öğrenilene dek. Güneşin dünya etrafında döndüğüne dayalı olan tüm bilgiler de tekrar gözden geçirilmeli veya geçici olarak askıya alınmalıdır. Sapasağlam gerçekler, çürütüldükleri güne dek reddedilemezler. Eğer manzara buysa, o halde soralım, bir dereceye kadar kesin ve sapasağlam olarak güvenilebilecek bir bilgi çerçevesi nasıl inşa edilebilir?
Bilgi alanına dair soruları yanıtlamakla görevli olan felsefenin alt çalışma alanı olarak epistemoloji, bu probleme enine boyuna sağlam bir çözüm bulmaya çalışmıştır. Yapmaya çalıştığı şey, bildiklerimizi nasıl bildiğimiz ile sahip olduğumuz bilginin güvenilir olmasını ve öyle kalmasını nasıl sağlayabileceğimizi sorgulamak ve ele almaktır. Meselenin bu zor ve karmaşık hali göz önüne alındığında, henüz herkesin hemfikir olduğu bir yanıta ulaşılamamıştır. Diğer yandan bilginin nasıl elde edildiği ve güvenilirliliğinin nasıl denetleneceğine yönelik bir açıklama sunmak adına farklı türden epistemolojik kavrayışlar ve teoriler ileri sürülmüştür.
İnancın Doğası
Epistemolojinin temelinde inanç konsepti vardır. Bir inanç aynı zamanda potansiyel bir bilgi; yani henüz doğrulanmamış bilgi olarak da görülebilir. Bir inancın doğrulanabilmesi için ise ona bir doğruluk değerinin atanması yani doğru veya yanlış olduğunun tespit edilmesi gerekir. Örneğin; dışarıda yağmur yağdığına yönelik bir inanç, kapıdan dışarı çıkarak veya pencereden kafamızı dışarı çıkararak yapılan gözleme dayalı olarak doğrulanabilir veya yanlışlanabilir.
Olgu ile fenomenlerin birbiriyle ilişkili olduğu bir dünyada yaşadığımız göz önüne alındığında, bizim de bir parçası olduğumuz dünyaya dair inançlar birbirinden izole ve yalıtık bir şekilde var olamaz. Öte yandan, doğru inançların diğer inançların gelişimine ve güvenilirliğine zemin hazırlayabilmesi için bir dayanak ağı oluşturmaları gerekir. Sözünü ettiğimiz böylesi bir ilke üzerine kurulu olan epistemolojik teoriler sorumluluklarını, her bir inanç tarafından bize sunulan bilginin daha evvel kanıtlanmış olan diğer inançlara dayandığı olgusundan alırlar.
Mesela şunu düşünelim: Yağmurun yağdığı şeklindeki bir inancın dayanağı, kişinin dışarıdayken gökyüzünden düşen su damlalarını görebileceği ve teninde duyumsayabileceği inancıdır. Bu inanç da kişinin görme ve dokunma duyularının (kişinin algısına) bir girdi sağladığı inancına dayandırılır ki bu da kişinin gökten su düştüğünü görmesi ve duyumsamasına dair yaygın bir örnektir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, her bir inancın doğrulanmış başka bir inanca dayandırılması durumu, bu zincirde yer alan her bir inancın hesaba katılarak açıklanmasını sağlar.
Temel İnançlar
Bilginin edinimi ve doğrulunun gerekçelendirilişine yönelik yukarıda sunduğumuz açıklama, ilgili her bir inancın dayanaklarının ne olduğuna yönelik talep edilen soruya güçlü bir yanıt sunduğu için epey ikna edici görünmektedir. Bununla birlikte, tasavvur ettiğimiz bu inanç zincirinin sonunda neyin durduğu sorusu sorulabilir; yani bu zincirin için çekirdek, ana dayanak, temel veya temel inanç işlevini yerine getiren ve tüm zinciri destekleyen herhangi bir (ana) inanç var mıdır? Temel inanç açıklamasına yani tüm inanç zincirinin bir temel başlangıç inancı olduğu şeklindeki açıklamaya alternatif olan bir diğer yaklaşım sonsuz gerileme açıklamasıdır; buna göre inanç zinciri sonsuza dek devam eder ve tüm bu zinciri tutan aktüel bir temel inanç yoktur.
Bahsettiğimiz bu iki çözüm de problemli gibi görünüyor. Sonsuz gerilemeye yol açan veya ona dayanan teoriler ile argümanlar genellikle yanlış kabul edilir ve filozof tarafından benimsenmez. Diğer yandan, inanç zincirinin bir temele veya temel inanca dayandığını iddia eden epistemolojik teori mevcuttur; buna Temelselcilik (İng: “Foundationalism”) denir.
Temelcilerin yüz yüze kaldığı ana problem hangi inancın temel ve ana çekirdek statüsüne sahip olacağını kesin/nihai olarak belirleyememektir. Böyle bir temel veya ana çekirdek bulunmuş olsa dahi, asla sarsılamayacak (veya tersine çevrilemeyecek) kadar kesin bir inanç olması pek mümkün görünmediğinden, problem birçok yönüyle tartışılmaya devam edecektir.
Bağdaşımcı epistemoloji teorisi, Temelselcilik’in karşılaştığı bu probleme yönelik bir çözüm iddiası olarak ortaya çıkarak inançların, tüm inanç zincirini bir arada tutan temel bir inanca dayanmak zorunda kalmadan da birbirleriyle dayanak oluşturabileceklerine dair bir açıklama sunar.
Bağdaşımcı Teori
Epistemolojik bir yaklaşım olarak Bağdaşımcılık, bilginin nasıl elde edilebileceği ve güvenilir bir temele oturtulacağına yönelik açıklama iddiası taşır. Bağdaşımcılık, Temelselcilik’te olduğu gibi bilgiyi, her biri zincirdeki bir öncekine bağlı olan inançlar zinciri olarak görmez; bu yaklaşımı savunanlara göre inançlar sözde zincir benzeri bir şekilde sıralanmaktansa bir ağ içinde düzenlenir ve oturtulur. “İnanç ağı” yaklaşımının ilk prototipi Willard Van Orman Quine ile J.S. Ullian tarafından “The Web of Belief” adlı metinlerinde geliştirilmiştir; ki Quine’ın da yalnızca Temelselcilik’i reddetmesiyle değil aynı zamanda bilim felsefesi üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınan etkili bir 20. yüzyıl filozofu olduğunu hatırlatalım.

Bağdaşımcı epistemolojiye göre inançlar, her bir inanç yalnızca kendisinden önce zincirde bulunan diğer inançlar tarafından temellendirilmek yerine tüm ağ ve bu ağ içinde yer alan her bir diğer inanç tarafından gerekçelendirilip oluşturulur. Böylesi bir sistematik bize bağdaşımcı bir yaklaşım söz konusu olduğunda her bir inancın aynı zamanda diğer tüm inançlar tarafından desteklenip onlarla bağdaştığı ve diğer tüm inançların destekçisi olup onlarla bağdaş olduğu bir çerçeve sunar. Bu inanç ağı içerisinde desteğe ihtiyaç duyan bir zincir (ve zincir başlangıcı veya ucu) olmadığından ötürü temel veya ana çekirdek bir inanca da ihtiyaç yoktur; bu yaklaşımda var olan her inanç bulunduğu ağ üzerinde gerekçelendirilir. Dolayısıyla ağ epistemolojik olarak kendine-yeterli (öz yeterli, İng: “self-sufficient”) ve kendini-gerekçelendiren (kendinde-kanıtlı olan, İng: “self-justified”) bir yapıya sahiptir; bunun anlamı da diğer teori olan Temelselcilik’te olduğu gibi bir temel inanç bulma türünden problemlerle karşılaşmaz.
Bağdaşımcılık’ın Problemleri
Her ne kadar Temelselcilik’e karşı bir yanıt niteliği taşısa dahi Bağdaşımcılık’ın da bazı sorunları vardır. Örneğin inanç ağına nasıl yeni bir inanç ekleneceği veya daha ciddi bir mesele olarak tüm ağın kendinde-kanıtlı ve kendine-yeterli bir temelde olup olmadığından nasıl emin olabileceğimiz sorusu karşımızda durur.
İlk soruya yanıt olarak var olan ağa yeni bir inanç eklemenin yeni eklenen inanç, ağda yer alan herhangi başka bir inanç ile çelişmediği sürece problem olmadığı söylenebilir. Böylesi bir durumda elimizde iki seçenek vardır: Ya var olan inançların bir veya daha fazlasının yeni edinilen inancın delilleri karşısında makul ve kabul edilemez oldukları için bir kenara bırakılması ya da yeni edinilen bu inanç daha önceden var olan ve hala kabul edilebilir olarak görülen diğer inançlar ile çeliştiğinden ötürü bir kenara bırakılması gerektiği şeklinde teoride revizyonlar yapmamız gerekir.
Dememiz o ki, inançlar ağı barındırdığı inançlar arasında çelişki kabul etmez, fakat yeni keşfedilen inançlara göre değişikliğe götürülebilir. Bundan ötürü her bir inanç, yeni delillerin ve bulguların ışığı altında yanlışlanırsa potansiyel olarak bir kenara bırakılabilir ve bu durumda da yerine yeni inançlar dahil edilebilir. Öyle görülüyor ki ilk soru demin bahsettiğimiz şekilde yanıtlanabilir fakat tüm ağın bizatihi kendisinin makullüğü ve kabul edilebilirliğinin nasıl sağlanabileceği Bağdaşımcı epistemoloji açısından ciddi bir problemdir.
Temelselcilik veya Görecilik: Bağdaşımcılık İçin Çıkış Yolu
Bağdaşımcılık, temellendiriliş veya güvenilirliliğinin temelini açısından makullüğünü açıklama zorluğuyla yüz yüzedir. Bu problemi çözmek için potansiyel olarak iki çıkış yolundan söz edilebilir. Bunlardan ilki Bağdaşımcılık’ı Temelselci epistemoloji ile ikincisi ise Göreci (İng: “relativism”) epistemoloji ile ilişkilendirip tutarlı bir hale getirme seçeneği şeklindedir.
Temelselcilik, kişinin sahip olduğu diğer tüm inançların güvenilirliğini sağlama işlevi görebilecek temel bir inancın edinilmesi veya oluşturulmasını içerir. Her ne kadar Bağdaşımcılık kendi kavrayışına göre tüm inançların ağ benzeri bir sistemde birbirilerini temellendirdikleri/desteklediklerini savunarak bu söz konusu temel inanca duyulan ihtiyacın üstesinden geldiğini ve böylece belirli bir derecede ayakta durduğunu savunsa da bu eleştiriye açıktır; çünkü tüm ağın makullüğü adına bir miktar da olsa temel bir inanca hala ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Bundan ötürü Temelselcilik’e yöneltilen itirazların Bağdaşımcılık’a da yöneltilebileceği söylenebilir.
Bu manzaraya karşı bir diğer seçenek olarak Göreci bir epistemolojiye dayanarak Bağdaşımcılık’ı kurtarmaya çalışabiliriz. Epistemik görelilik dediğimiz şeyin bilginin kişinin içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre tarafından şekillendirilip oluşturulduğunu ve bu nedenle de nesnel olamacağını savunan bir yaklaşımdır. Buna göre de bilginin doğasının ne olduğu ve inançların evrensel açıdan nasıl makul bir zeminde tutulacağını tartışmanın anlamı yoktur; bilgi tüm bireyler ve gruplar için aynı düzlemde görülmez ve elde edilmez.
Buradan hareket ederek epistemik göreliliğe dayanarak ağ benzeri bir sistemin nasıl ayakta duracağı noktasında bir temel inanca ihtiyaç olmadığı söylenebilir; belki de yapmamız gereken şeyin her sistemin kendisinin bireyler grupların benimsediği bilgi kavrayışı dolayımıyla ayakta tutulduğudur. Böyle bir iddia, bilgi konusunda yaşanan anlaşmazlıkların olağan ve normal olduğu olgusuyla da tutarlıdır; çünkü beşeri gruplar kültür ve toplumsal kurallar açısından ne kadar birbirinden farklı olursa benimsedikleri de inançların da bu oranda farklı olması gerekir.
Bağdaşımcılık’ın Akıbeti
Yazımızın son başlığı altında yaptığımız değerlendirmeler göz önüne alındığında Bağdaşımcı yaklaşımın tek başına ve bağımsız bir epistemolojik teori olarak varlığına devam etmek için herhangi bir sebep bulunup bulunmadığı akla gelebilir. Şayet Bağdaşımcı yaklaşımı benimsemek için Temelselci veya Göreci bir dayanak bulmamız şartsa, bu durumda, bizatihi Bağdaşımcı teorinin kendisine özel bir ihtiyaç olmadığı ve taşıdığı teorik öngörü ile iddiaların Temelselci veya Göreci yaklaşım dahilinde zaten ileri sürülebileceği şeklinde güçlü bir eleştiri yöneltilebilir. Diğer yandan böylesi bir bakışın bazı güçlü ve doğru yönleri olsa da, Bağdaşımcı yaklaşımın epistemoloji disiplinine eşsiz bazı katkıları olduğunu da unutmamak gerekir.
Bağdaşımcılık, epistemoloji disiplininin bilginin zincir benzeri doğrusal bir çizgi olarak temsil edilmesi şeklindeki tek yönlü eğiliminden uzlaşmasına ve birbirini temellendirip destekleyen bir inançlar ağı olarak daha gerçekçi bir tasavvura/kavrayışa geçmesine olanak sağlamıştır. Var olan tüm ayrı unsurlarının genel sisteme dahil olduğu ve katkıda bulunduğu bir yapı olarak kendini idame ettiği göz önüne alındığında, kişinin sahip olduğu bilginin, Temelselci tasavvuru epey yanlış gibi durmaktadır; bu açıdan Bağdaşımcı yaklaşım epey değerli ve anlamlı sezgilere sahiptir.
Öyle görülüyor ki, Bağdaşımcılık epistemolojik bir yaklaşım olarak tüm yönleriyle mükemmel ve kendi kendine yeterli bir teori değildir; ama diğer yandan epistemoloji disiplinine yaptığı katkılar göz önüne alınırsa, taşıdığı sezgileri ve işaret ettiği noktaları elimizin tersiyle itmek ciddi bir hata olacaktır.
Giulia Villa – “Coherentism and Its Limits: Definition & Criticism“, (Erişim Tarihi: 14.03.2025)
Çevirmen: Taner Beyter