Rhetoricians at a Window, Jan Steen, ca. 1662. Source: Wikimedia Commons

Bilgi: Sosyal Epistemoloji; Epistemik Adaletsizlik; Hakikat-Sonrası; Norm – Lani Watson  

/
435 Okunma
Okunma süresi: 12 Dakika

Francis Bacon, genellikle dini meditasyonlarının toplandığı Meditationes Sacrae (1597) adlı kitabındaki “Bilgi güçtür.” önermesiyle bilinir. Bacon’ın erken dönem Empirizmiyle önemli bağları vardır ve bilimsel çalışmalardaki deneysel yöntemlerin oluşturulmasında etkili olmuştur. Bu bağlamda değerlendirecek olursak Bacon, kendisinin yaşamı boyunca doğal dünyaya dair edindiğimiz bilgilerdeki atılımlara hürmetle yaklaşmıştır ve bu atılımlar onun için geçmişte farkına varılamamış bir gücü temsil eder. “Bilgi güçtür.” önermesinin ise bu deneyimin bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün bahsi geçen önerme bir tür aforizma haline gelmiş durumdadır. Motive edici bir sınıf posteri ve okul sloganı haline gelmiştir. Ayrıca reklamcılık sektöründe de son derece popüler durumdadır. Örneğin, bu slogan Volkswagen pikapları için yapılmış bir reklamda görmüştüm ama bu önermeyle reklam arasında bir bağlantı kurmak güç. Aynı şekilde bir arama motorunda “bilgi güçtür” önermesini arattığınızda genellikle önermenin Baconcu kökenlerine ya da Latince karşılığı olan “scientia potentia est” cümlesine ulaşmazsınız. Onun yerine Playstation tarafından 2017 yılında yayınlanmış olan “zekice eğlendiren bilgi yarışması oyununa” ulaşırsınız. Bir de tabii ki memnun olmayan oyunculardan gelen bir dizi eleştirel incelemeyle karşılaşırsınız.

Ne kadar dikkat dağıtıcı olsalar da “Bilgi güçtür.” önermesinin güncel temsilcileri 21.yüzyılda bu önermenin ne anlama geldiğine dair enteresan noktalara işaret etmektedirler. Her şeyden önce bu düşünceyle hala bir ilişki içerisinde olduğumuzu ve onu ciddiye aldığımızı gösterirler. Dahası bu aforizmaya olan aşinalık ve hem eğitimciler hem de pazarlamacılar tarafından kullanılması geçen yüzyıllar boyunca bu aforizmanın insanlarda olumlu bir çağrışım bıraktığını gösterir. Bu çağrışımlar hiç şüphesiz kısmen de olsa Bacon’ın Bilimsel Devrimin[1] başlangıcında bu fikri ilk kez dile getirdiği ve Avrupa Aydınlanması [2] için verimli bir tohum ektiği kültürel bağlama atfedilebilir. Görünüşe göre bilgi hala güçtür.

Elbette “Bilgi güçtür.” iddiası doğrudan bir özdeşlik iddiası değildir. Yani bilgi ve gücün aynı şey olduğu iddia edilmez. Bu iddia bilginin bir analizi değildir. Aksine bilginin hayatımızda oynadığı ve oynayabileceği rol hakkında bir iddiadır. Bu durum bizi bilgi hakkında cevaplanmamış çok temel bir soruyla baş başa bırakıyor. Bilgi cidden nedir? Bu soru bilgi felsefesi kadar eskidir ve Platon’un epistemoloji alanındaki en kapsamlı eseri olan Theaetetus’un temelini oluşturur. Son yıllarda bu soruya yanıt arayan çok sayıda felsefi deneme gördük. Aslına bakılırsa bilginin analiziyle meşgul olmak, yirminci yüzyılın ikinci yarısı boyunca epistemoloji çalışmalarının önemli bir bölümünü oluşturmuştur.

Bu meşguliyet 1963 yılında “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi Midir?” başlıklı kısa bir makale ile canlandı. Bu makalede yazar Edmund Gettier iki basit örnek kullanarak başlıktaki sorunun cevabının “hayır” olması gerektiğini ikna edici bir şekilde tartışmış ve böylece Platon’un Theaetetus’unda sunulan (ve aslında onaylanmamış olmasına rağmen) yaygın olarak kabul edilen bilgi (gerekçelendirilmiş doğru inanç) açıklamasına meydan okumuştur. Gettier’in bu makalesi bir çeşit epistemolojik devrim yapmıştır. Bu birkaç sayfalık makalenin, yayınlandıktan sonra yüzlerce sayfa yeni makaleye ilham olmasından görüyoruz ki hiç şüphesiz yirminci yüzyılın en üretken felsefi yazılarından biriyle karşı karşıyayız.

Şunu belirtmek doğru olacaktır: Her ne kadar bilgi hakkında git gide karmaşıklaşan analizler yapılmış ve bu konu özelinde çok fazla üzerinde yazılmış çizilmiş metin olsa da bu durumun epistemolojinin gidişatı için toplamda olumlu olup olmadığı hususunda net bir kanıya varmış değiliz. Epistemolojiye giriş dersleri bu konuda çarpıcı bir örnektir. Geçtiğimiz yıllar boyunca felsefe eğitimi alan lisans öğrencileri, koyun şeklindeki köpeklerin varlığı ve sahte ahırların konumladırılmasıyla ilgili bir dizi soyut örnek ve karşı örneklerin (toplu olarak “Gettier Durumları” olarak bilinir) tartışıldığı epistemoloji ders metinleri ve müfredatlarıyla sık sık karşılaşmışlardır.

Bizzat ben de bu dersleri verdim. Sınıf içi tartışmalar eğlenceli oluyordu ve Gettier Durumları öğrencilerin analitik kaslarını geliştirmeleri ve kullanmaları için faydalı bir uyarıcıydı. Her ne kadar bilgi felsefesi için kapsayıcı ve ilgi çekici bir giriş olsa da bu tarz dersler yeni nesil epistemoloji uzmanlarını motive etmekten ve harekete geçirmekten uzaktı. Analitik (ancak bir o kadar da kilit) bir görev olan bilgiyi tanımlama görevine özellikle odaklanılması, yakın zamana kadar bilginin hayatımızdaki rolünün incelenmesi pahasına olmuştur.

Analitik (ancak bir o kadar da kilit) bir görev olan bilgiyi tanımlama görevine özellikle odaklanılması, yakın zamana kadar bilginin hayatımızdaki rolünün incelenmesi pahasına olmuştur.

Neyse ki gidişat değişiyor. Modern epistemoloji son zamanlarda ilgi alanlarını genişletmiştir ve sadece bilginin ne olduğuyla değil aynı zamanda bilgiyle ne yaptığımızı, bilgiye kimlerin sahip olup olmadığı; nasıl oluşturulduğu, ulaşıldığı ve dağıtıldığı ve son olarak hem nasıl yaşadığımızı hem de kim olduğumuzu nasıl şekillendirdiğiyle ilgilenmektedir. Epistemoloji uzmanları tekrardan disiplinler arası çalışmaya başlamış olup ahlakbilim uzmanlarıyla, siyaset felsefecileriyle, hukuk felsefecileriyle ve eğitim teorisyenleriyle iş birliği içerisindedirler. Bu değişim tek bir yazara ya da felsefi bir katkıya atfedilemese de yine de kendi başına epistemolojik bir devrimi yansıtmaktadır. Belki de şu an için bilgi hakkında yeni kitaplar yazılması özelinde en iyi zamanda olduğumuzu söyleyebiliriz.

Peki hangi yaklaşımlar bilgi hakkında oluşturulan bu yeni sorulara değiniyor? Bilginin bizi nasıl şekillendirdiği sorusunu ele alalım. Bilgiyle (ve inanç, gerekçelendirme ve anlama gibi diğer epistemik çıktılarla) ilişki kurma ve kullanma yollarımız epistemik ya da entelektüel karakterimizi büyük oranda yansıtmaktadır. Örneğin bir birey özellikle pek çok konuda yeni bilgiler edinmeye eğilimlidir. Aynı zamanda inatçı bir merakı olabilir ya da farklı düşünceleri ve fikirleri dinlemeye meyilli olabilir ve hayran duyulası bir açık fikirlilik gösterebilir. Bir birey Sokrates gibi belirli bir konu hakkında çok az şey bildiğini (ya da hiçbir şey bilmediğini!) iddia ederek entelektüel alçakgönüllülüğünü gösterebilir ya da diğer yandan bilgili oluşunu abartmaya ve böylece kibirli olmaya meyilli olabilir.

Entelektüel karakterin farklı özellikleri ve bakış açıları; öğrenme ve iletişim kurma yollarımızdan, arkadaşlarımızla, ailemizle ve hatta sanal ortamdaki yabancılarla tartıştığımız tartışmalı konulara dek uzanan geniş bir çeperi etkiler. Bu özellikleri anlamak çağdaş epistemolojik yapbozun önemli bir parçasıdır. Peki, sınıf ortamında ya da iş yerlerinde entelektüel karakterin farklı özelliklerini yeşertebilir miyiz? İnsanların daha açık fikirli olmalarına, dogmalara daha az bağlı olmalarına ya da entelektüel eksiksizliğe yaklaşmalarına yardımcı olabilir miyiz? Eğer olabilirsek, neden olmalıyız ki? Bu özellikleri (genellikle entelektüel erdemler ve erdemsizlikler) analiz etmek ve incelemek erdem ve erdemsizlik epistemolojisi uzmanlarının üstelendiği bir görevdir ve bireyler olarak iyi düşünürler ve bilenler olabilir miyiz sorusunu merkeze alırlar.

The Conversion of Polemon, James Barry, ca. 1778. Source: The Metropolitan Museum of Art

Benzer şekilde feminist epistemoloji, bilen olmanın ne olduğu sorusunu sorar. Bir başlangıç noktası ya da bakış açısına sahip olmanın gerekliliğini hesaba katar. Günün sonunda bilmek dediğimiz şey belirli bir bilenle yaşadığı dünya arasındaki ilişkidir. Bu da bilginin durumsal olduğu anlamına gelir. Bu durum da tartışmalı bir şekilde bir kişinin bilme eylemini, birinin nasıl ve neden bilmeye başladığını etkiler. Örneğin, bir insanın bir olaydaki algısı cinsiyetine, ırkına, cinsel yönelimine ya da ona özel olan başka bir şeyden etkilendiyse aynı olaya tanıklık eden başka bir kişiye göre tamamıyla farklı bir şekilde yorumlayabilir. Bilen olarak farklı açılardan bakmak, bireyler için birbirinden tamamen farklı tecrübelerle sonuçlanabilir.

Bilen olarak farklı açılardan bakmak, bireyler için birbirinden tamamen farklı tecrübelerle sonuçlanabilir.

Buna ek olarak, birey olarak bilenlere odaklanmak bütün resmi anlayabilmemizi sağlamaz. Felsefe tarihi boyunca, düşünme genellikle münzevi bir eylem olarak değerlendirilmiştir lakin bilgi hiçlikten gelmez. İnançlarımızı geçmişte edinilen ve bulunduğumuz toplulukta paylaşılan temel bilgilerle (sınıflar ve kütüphaneler, gazeteler ve internet ve yaşıtlarla yaptığımız sohbetler ile) anlamlandırırız ve oluştururuz. Kısacası bilgimizin büyük çoğunluğu için birbirimize ihtiyaç duyarız. Bu da bilgiyi edinme ve değiştirme eylemlerimizin epistemoloji sahasının önemli parçalarından biri olduğu anlamına gelir.

Bu durum elbette merkezinde sorgulama ve tanıklık etme eylemlerini barındırır. Bunlardan ikincisi, yıllar boyunca çağdaş epistemolojinin ana konularından biri haline gelmiştir. Tanıklık etme eylemi, bilginin toplumsal boyutlarına olan ilginin artması ve bilenler olarak bireysel ve kolektif epistemik başarımız için birbirimize güvenme ihtiyacımızın öneminin farkına varılmasıyla birlikte artan bir ivme kazanıyor. Çocukluğumuzda ve gençliğimizde ebeveynlerimizden ve öğretmenlerimizden öğrendiğimiz şeyleri ve olgunlaştıkça çeşitli kaynaklardan tanıklık ettiğimiz şeyleri düşünün. Aynı şekilde sorgulama da son yıllarda ilgi çeken konulardan biri haline gelmiştir. Soru sormak genelde ulaştığımız bilgileri belirler ve erken yaşlarda edindiğimiz en önemli epistemik araçlardan birisidir. Epistemoloji, sadece sorgulama ve tanıklık etme eylemlerinin doğasını anlamayla ilgilenmez. Aynı zamanda onları etkileyen normlarla da ilgilenir.

Epistemoloji sadece sorgulama ve tanıklık etme eylemlerinin doğasını anlamayla ilgilenmez. Aynı zamanda onları etkileyen normlarla da ilgilenir.

Bu eylemleri anlamak, “Bilgi Çağı” olarak tanımlanan ve inanılmaz miktarda bilginin çevrimiçi ortamdaki varlığı ve istismar edilişinden dolayı belki de her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır. “Hakikat-sonrası çağda” yanlış bilginin ve “sahte haberlerin” yayılması modern yaşamın kötücül epistemik hastalıklarından sadece ikisidir. Bu tür bilgilerin yayılmasını kontrol etmeye çalışabilir miyiz ve ne ölçüde kontrol etmeliyiz? Çevrimiçi ortamdaki bilgilerin kalitesini nasıl arttırabiliriz? Bilgi üretme ve dağıtma konusunda yapay zekaya ne kadar güvenebiliriz? Sosyal epistemoloji uzmanları temelde “bilenler topluluğu” olarak bilgiyi nasıl edindiğimiz, aktardığımız ve yönettiğimiz sorularıyla ilgilenirler.

Bu sorular, yerel epistemik topluluklarımızı ilgilendirdiği kadar kurumlarımızı da ilgilendirmektedir. Gerçeği ararken kime ya da neye güveneceğimiz her zamankinden daha önemlidir. Siyasetçilere, medya kuruluşlarına, kurumsal şirketlere ve bilime duyulan güven azalmaktadır ve bu sorular bilginin bu kurumsal bağlamlarda nasıl temsil edildiğine (ya da yanlış temsil edildiğine) ışık tutmaktadır. Gerçekten de son yıllarda, uzmanlık olgusu, komplo teorilerindeki belirgin artış ve pek çok konuda artan kutuplaşma nedeniyle sorgulanmaktadır. Bunlar hayati ve epistemolojiyi derinden ilgilendiren kaygılardır.

Epistemik adaletsizlik, paradigmaya bağlı olarak olarak bir kişinin bir bilen olarak kovulması ya da haklarından mahrum bırakılması durumlarından doğar.

Belli ki sosyal epistemoloji uzmanlarının keşfettiği temalar, günlük hayatımızın pek çok noktasına temas etmektedir. Aynı şekilde bu temalar, ahlaki ve siyasi alanlara da temas eder. Ahlak ve siyaset epistemolojisi ise Miranda Fricker’ın çabaları sayesinde büyük bir yankı uyandırmıştır ve epistemik adalet-adaletsizlik konularını temel alır. Epistemik adaletsizlik, paradigmatik olarak bir kişinin bir bilen olarak kovulması ya da haklarından mahrum bırakılması durumlarından doğar. Siyahi bir adamın ırkçı önyargılardan ötürü mahkemeden kovulduğunu düşünün. Epistemik adaletsizlik deneyimleri epistemik haklarımızı nasıl tanımlayacağımız ve koruyacağımız hakkında bizlere bazı soruları düşündürtür: Bilme hakkı, bilgilenme hakkı, anlama hakkı ve daha fazlası. Örneğin aldığımız ilaç tedavisinin muhtemel yan etkilerini bilme hakkımız var mıdır? Yahut kişisel verilerimizin toplanması ve gözetlenmesi hakkında bilgilendirilme hakkına sahip miyiz? Eğer öyleysek bu hakları destekleyen ve koruyan kişiler kimlerdir? İşte bilgi felsefesi bu noktada ahlaki ve hukuki kuramlaştırmaların derin sularına dalar.

Şu anda çağdaş epistemoloji kuramlaştırmalarının hayata geçirilmesinin geniş çaplı olduğu belki de artık anlaşılmıştır. Epistemoloji çalışmaları bilgiyi tanımlamanın salt analitik görevinin çok ötesine geçmiştir ve bugün hayatımızın her bir parçasına temas etmektedir. Bununla birlikte teorik çalışmaların yapılmasına yönelik pek çok vurgu yapılmaktadır. Epistemoloji uzmanları farklı ortamlarda bilginin oynadığı rolü tespit etmek ve aydınlatmak hususunda iyi bir konumdalar. Bu ortamlardaki epistemik riskleri ve zararları hafifletmek ve ayrıca epistemik çıktıların kalitesini ve kullanılabilirliğini arttırmak için olumlu çalışmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmaları belki de en belirgin şekilde epistemolojinin verimli bir katkı sağladığı eğitimde görürüz.

Özetleyecek olursak epistemoloji uzmanları artık sadece bilgiyi tanımlamakla ilgilenmezler. Bu uzmanlar giderek çeşitlenen kaynaklardan yararlanmaktadırlar ve şu anda pek çok farklı konuyla ilgilenmektedirler. Ayrıca karmaşık, birbirine bağlı ve temelde toplumsal olan dünyamızdaki bilgi unsurlarını aydınlatırlar. Çağdaş epistemolojinin ortaya attığı sorular kendisinin genişleyen ufkunu yansıtır. Birçok yönden bu sorular bizi Bacon’ın “Bilgi güçtür.” önermesine geri götürür. Bacon’ın, bilgimizin modern dünyadaki doğru ve yanlış kullanımı hakkındaki düşüncelerini merak ediyor olabiliriz elbette. Tabii ki bu durum bize bilgi felsefesinin temelini oluşturacak yeni bir soru sormaya itecektir. Bilgi nasıl bir güçtür?


Yazar hakkında: Lani Watson, Oxford Üniversitesi’nde Oxford Karakter Projesi’nde Araştırma Görevlisidir. Lani’nin araştırmaları, sorgulamanın doğası ve değerine odaklanarak uygulamalı toplum ve erdem epistemolojisi üzerinedir. İlk kitabı, The Right to Know: Epistemic Rights and Why We Need Them Routledge tarafından yayımlanmıştır.


Dipnotlar

  • [1] Nicolaus Copernicus’un 1543’te yayımlanan De revolutionibus orbium coelestium adlı yapıtı ile Andreas Vesalius tarafından yazılan De humani corporis fabrica bilimsel devrimin başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir. Bilimsel devrimin bitiş tarihi olarak 1687 yılı gösterilir.
  • [2] Aydınlanma Çağı olarak da adlandırılan tarihsel dönem, aydınlanma felsefesinin 18.yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. Batı toplumunda 17. Ve 18.yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.

Lani Watson – ““Knowledge”by Lani Watson (Keywords: Social Epistemology; Epistemic Injustice; Post-Truth; Norms)“, (Erişim Tarihi: 06.05.2025)

Çeviren: Hüseyin Özer

Çeviri Editörü: Efe Aytekin

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Zihin-Beden Problemi: Zihin Nedir? – Jacob Berger

Sonraki Gönderi

İşçi Sınıfı Hakkında İki Mit – Joshua Lew McDermott

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü