Bir şeyin doğru olması nedir? Cevap açık gibi görünebilir. Doğru bir inanç, gerçeği doğru bir şekilde algılar: kelimelerimiz dünyadaki nesnelere ve ilişkilere karşılık gelir. Fakat bu fikri anlamlandırmak, zorlu problemlere yönelik geçici çözümler barındırır. Örneğin, “20 Mayıs 2018’de Toronto’da yağmur yağmadı” ifadesini nasıl ele alıyoruz? Dünyada inanca karşılık gelebilecek olumsuz gerçekler yok gibi görünüyor. Peki ya “Her insan ölümlüdür” ifadesi? Dünyadaki mevcut bireylerden daha fazla insan –geçmişte, şimdide ve gelecekte– var. (Yani, ‘Tüm F’ler’ gibi bir genelleme, mevcut F’ler dünyasının ötesine geçer, çünkü ‘Tüm F’ler’ geleceğe uzanıyor.) Peki ya “işkence yanlıştır” ifadesine ne dersiniz? Dünyada buna karşılık gelebilecek şeyler nelerdir? Ve onlar hakkında sadece kendi yorumlarımıza erişebildiğimiz için, doğruları, bağımsızca var olan nesneler ve gerçekler açısından açıklamanın ne yararı var?
Pragmatizm bu meselelerden bazılarında bize yardımcı olabilir. Pragmatizmin kurucularından biri olan 19. yüzyıl Amerikan filozofu Charles Peirce, bu geleneğin özünü güzel bir şekilde açıklamıştır: ‘Saf fikirlerden –insan yerleşimi olmayan kamuya açık yollarda gezinen başıboş düşüncelerden– bahsederek başlamamalı; insanlar ve onların konuşmaları ile başlamalıyız.’ Doğruluk, inançlarımızın bir niteliğidir. Asıl hedeflediğimiz şey de budur ve esasen bu bizim soruşturma, eylem ve değerlendirme pratiklerimizle bağlantılıdır. Bir diğer deyişle doğruluk, yapabileceğimizin en iyisidir.
Pragmatik doğruluk teorisi, Peirce ve William James’i içeren bir tartışma grubunda, 1870’lerde Cambridge, Massachusetts’te ortaya çıktı. Kasıtlı bir ironi yaparak kendilerine Metafizik Kulübü adını verdiler. Doğruluk ile ilgili aynı genel görüşü paylaşmışsalar da ‘en iyi inanç’ fikrinin nasıl açılacağına dair doğrudan bir anlaşmazlık vardı. Tartışma Peirce ve James’in farklı mizaçlarından ortaya çıktı.
Felsefe, dedi James, ‘insan arayışlarının aynı anda hem en yüce hem de en önemsiz olanıdır. En ufak kuytularda çalışıp en geniş manzaraları açığa çıkarır.’ James, teknik felsefeye tamamen muhalif, dar bakışlı insanlara kıyasla, çok daha geniş görüşlü biriydi. Pragmatizm (1907) adlı kitabının başında şöyle dedi: ‘Her birimiz için oldukça önemli olan felsefe, teknik bir mesele değil; hayatın gerçekten ve derinden ne anlama geldiğine dair bizim az çok dilsiz bir algımızdır.’ Halka açık, erişilebilir bir felsefe yazmayı istedi ve bunu takdire şayan bir şekilde yaptı. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan en ünlü akademisyen haline geldi.
James tarafından meşhur (belki de tam tersi) edilen pragmatik doğruluk teorisi der ki, ‘İstifade edebileceğimiz, deneyimimizin herhangi bir parçasından herhangi bir diğer parçasına gönül rahatlığıyla taşıyabileceğimiz, şeyleri tatminkâr biçimde bağlayabilen, güvenli biçimde işleyen, basitleştirilmiş, emekten tasarruf sağlayan tüm fikirler FAYDALI olması açısından doğrudur.’
‘Tatminkâr biçimde’ ifadesi James için ‘bizi daha çok tatmin edecek şekilde ve bireyler kendi tatminkârlıklarını farklı şekillerde belirleyecekler. Ancak buradaki her şey belirli bir noktaya kadar plastik’ demekti. Eğer mevcut kanıt, bir konuyu tam olarak belirgin kılmıyorsa ve bir şeye inanmanın epistemik olmayan sebepleri varsa (benim halkım hep inandı ve inanmak beni de daha mutlu ederdi), o halde o şeye inanmanın makul olduğunu savundu. Eğer Tanrı’ya olan inancın birinin yaşamı üzerinde olumlu bir etkisi varsa, bunun o kişi için doğru olduğunu; eğer iyi bir etkisi yoksa da Tanrı inancının onlar için doğru olmadığını öne sürdü.
Son derece iyi bir mantıkçı olan Peirce, kuytularda çalışmaktan da geniş manzaralara ulaşmakta olduğu kadar mutluydu. Çok fazla şey kaleme aldı fakat oldukça azını yayımlattı. Huysuz bir adam olan Peirce, arkadaşı James ile arasındaki karakter farkını şöyle tanımladı: ‘O çok somut, çok canlı; ben ise sadece bir içindekiler kısmıyım, çok soyut, arapsaçına dönmüş bir ip gibiyim.”
Peirce, James’in pragmatist doğruluk teorisinin ‘irice bir adamı çok fazla yaralamak gibi fazlaca abartılmış bir ifade’ olduğunu söyledi. Kendini şöyle ifade etti: ‘Ah, adı lazım değile inanamıyorum, çünkü eğer inansaydım şuanda sefil bir halde olmalıydım.’ Peirce’ın endişeleri, bu sahte haber günlerinde, her zamankinden daha baskılayıcı durumda.
Peirce’ın ifadesine göre, ‘bir inanç eğer ‘feshedilemez’ olursa ya da nihayetinde sebepler, tartışmalar, kanıtlar ve o inancın sonucunda oluşan eylemler tarafından mağlup edilmemiş olursa doğrudur. Gerçek bir inanç, bir konuda bulabildiğimiz kadar bilgi arayıp ona ulaşacağımız inançtır.’ Peirce burada önemli bir ekleme daha yapıyor ve şöyle diyor: Gerçek bir inanç, ‘gerçeklere aykırı olmayan’ bir şekilde uygulanmalıdır. Bir şeyin gerçek olmasını istiyoruz diye o şeye inanamayız. Tecrübenin kaba bir şekilde dayatılması göz ardı edilemez.
Bu anlaşmazlık günümüzde de devam ediyor. James, John Dewey’i (Johns Hopkins’in öğrencisiyken Peirce’tan ve onun veba gibi olan teknik felsefesinden kaçan kişi) ve sonrasında Richard Rorty’yi etkiledi. Dewey, doğrunun (bu kelimeden uzak durma eğiliminde olsa da) kuşku uyandıran bir durumun çözümünden başka bir şey olmadığını iddia etti. Rorty, doğrunun, akranlarımızın bizim söyleyip kurtulmamıza izin verdiği bir şeyden fazlası olmadığını savundu. Bu temelden öznel ve plastik gibi şekil verilebilir olan doğruluk teorisi, genellikle pragmatizm olarak düşünülen şeydir.
Ancak Peirce, yaşamı boyunca neredeyse bilinmemekle birlikte, birkaç kişiyi etkilemeyi başardı. Bunlardan biri Harvard mantıkçısı ve Kant âlimi C. I. Lewis’ti. Öğrencisi W V O Quine’ın üstleneceği şeye oldukça benzeyen bir pozisyon için uğraştı ama Lewis’inki gibi kabul etmekte başarısız oldu. Gerçeklik ‘yabancı’ olamaz, diye yazdı Lewis – ‘Bizim için orada olan tek gerçeklik, kendi davranış tarzımızın sonuçlarıyla ilgili kavramlarla sınırlandırılmış olandır. Bize kaba tecrübe ile verilen ve bizim sonradan yorumladığımız bir şeye sahibiz. Tüm pragmatistlerle birlikte, Lewis, zihnin dolaysızlık akışına ilkelerin bazı tanrısal ön bilgisiyle yaklaştığı doğruluk kavramına karşı çıkıyordu. Ne ‘doğal ışık’ ne ‘kendi kendini aydınlatan önermeler’ ne de diğer kesinliklerin onlardan çıkarılabileceği ‘doğuştan gelen fikirler’ vardır. Bilgi birikimimiz, en üstte mantık kanunları gibi en genel inançları barındıran, en altta ise ‘bütün kuğular kuştur’ gibi en az genel inançların olduğu bir piramittir. Aksi bir tecrübe ile karşılaştığımızda, bu birbiriyle ilişkili kavramlar sisteminde bazı ayarlamalar yaparız. Bir kavram piramidimizde ne kadar yüksek olursa, biz de onu bozmak konusunda o kadar gönülsüz oluruz, çünkü ne kadar radikal ve zor ulaşılır olursa sonuçlar da o kadar…’ Fakat bütün inançlar hatalı olabilir ve gerçekten de bunlardan herhangi birini altüst edebiliriz. Doğru bir inanç, bu soruşturma sürecinden sağ çıkan bir inanç olacaktır.
Lewis, pragmatik doğruluk teorisinin, uygunluk teorisinin tökezlediği inançlarla güzelce başa çıktığını gördü. Örneğin, etik inançların doğru olmasını sağlayacak otomatik bir kol yoktur. Neyin doğru neyin yanlış olduğu ile ilgili inançlar başka tür inançlar nasıl değerlendiriliyorsa öyle –deneyime uygun olup olmamak ve ince eleyip sık dokumadan sonra hala sağlam kalıp kalmama açısından– değerlendirilebilir.
Kaynak:
Cheryl Misak, “To my best belief: just what is the pragmatic theory of truth?”, Aeon, 7 Ağustos 2018, Editör: Sam Dresser, https://aeon.co/ideas/to-my-best-belief-just-what-is-the-pragmatic-theory-of-truth (erişim: 20 Ağustos 2019), çev. Ezgi Karaca.