Zihne sahibiz. Çevremizdeki dünyayı görürüz; mutluluğu ya da üzüntüyü hissederiz; düşünebilir, şüphe edebilir, inanabilir, hatırlayabilir, merak edebilir ve umut edebiliriz. Ayrıca, beynimizi de içeren bedenlere de sahibiz.
Peki, zihin nedir? Zihin ile beden ya da beyin arasındaki ilişki nedir—ya da böyle bir ilişki varsa, doğadaki herhangi bir şeyle ilişkisi nedir?
Bu sorular, “zihin-beden problemi” olarak bilinen meseleyi oluşturur. Bu problem, düşünce, algı, duygu, bellek, edim ve bilinç gibi olguları inceleyen felsefe dalı olan zihin felsefesinin temel konularından biridir.
Bu makale, söz konusu sorulara verilmiş en etkili yanıtlardan bazılarını tanıtmaktadır.
1. Düalizmin Türleri
Zihin-beden problemine verilen yaygın yanıtlardan biri düalizmdir. Bu görüşe göre zihinsel olan, fiziksel olan her şeyden temel olarak farklıdır.[1] Düalizmin birkaç farklı türü vardır.
Töz Düalizmi, zihinlerin zihinsel tözler, bedenlerin ise fiziksel tözler olduğunu savunur. Töz, kendi başına var olabilen bir şeydir. Fiziksel tözler uzayda yer kaplar ve zaman içinde var olurlar: masalar, yıldızlar, atomlar ve insan bedenleri fiziksel töz örnekleridir. Töz düalizmi, zihinlerin düşünen, hisseden ve deneyimleyen ancak uzayda yer kaplamayan ve bedenler olmadan da var olabilecek tözler olduğunu öne sürer. Bu görüş, maddesel olmayan ve ölümsüz ruhlara dair dinsel inançlarla büyük ölçüde paralellik gösterir.[2]
Nitelik Düalizmi ise zihinsel olanla fiziksel olanın farklı türden nitelikler olduğunu savunur. Nitelik, bir nesnenin sahip olabileceği bir özelliktir; örneğin kahverengi bir köpek, “kahverengi olma” niteliğine sahiptir. Ancak nitelikler, üzerinde etkili olabilecek bir şey olmadan var olamazlar: “kahverengilik” kendi başına var olamaz. Nitelik düalizmi, varlıkların hem zihinsel hem de fiziksel niteliklere sahip olabileceğini savunur—ancak muhtemelen, zihinsel nitelikler fiziksel olanlar olmadan var olamaz.[3]
Pek çok düşünsel gerekçe, düalizmin bir türünü destekler. Örneğin “tasavvur edilebilirlik argümanları”, bedenleri olmayan zihinleri (fiziksel olmayan hayaletler gibi) ya da zihinleri olmayan bedenleri (örneğin felsefi zombiler: fiziksel olarak bizimle aynı olan ama bilinçli deneyimi olmayan varlıklar) hayal edebileceğimizi öne sürer. Eğer hayal edebildiğimiz şeyler, mümkün olan hakkında güvenilir bir rehberse, o hâlde bir tür düalizmin doğru olması gerekirmiş gibi görünür. Ancak bu tür çıkarımlar sorgulanabilir niteliktedir; çünkü hayal edebildiğimiz her şeyin gerçekten mümkün olduğu söylenemez. Örneğin, aslında ispatlanamaz olan bir matematiksel önermeyi ispatladığını hayal etmek mümkündür.[4]
Düalizme şüpheyle yaklaşmak için de sebepler vardır. En azından Töz Düalizmine yöneltilen meşhur bir itiraz, “etkileşim problemi” olarak adlandırılır. Uzayda yer kaplayan ve birbirleriyle temas edebilen fiziksel şeyler arasındaki nedensel etkileşimleri anlamak kolaydır: bir beyzbol topu bir camı kırabilir. Ancak zihinle beden de etkileşime girer. Örneğin, parmağınızı bir yere çarpmak bedensel bir olaydır ve zihninizde acı hissetmenize neden olur; bu zihinsel acı da fiziksel olarak yüzünüzü buruşturmanıza yol açar. Ancak zihinsel durumlar uzayda yer kaplamıyorsa ve bu nedenle bedenle fiziksel temas kuramıyorsa, bu zihin-beden etkileşimlerinin nasıl gerçekleştiği belirsizdir.[5]
Bu nedenle, birçok düşünür zihin ile bedenin ikisi de fiziksel olduğu ölçüde birbiriyle ilişkili olduğunu savunan görüşleri benimsemektedir.[6]
2. Özdeşlik Kuramı
Zihnin fiziksel olduğunu savunan önemli görüşlerden biri Özdeşlik Kuramıdır. Bu kuram, zihin-beden problemini, zihinsel durumların beyin durumlarıyla özdeş – yani aslında aynı şeyler – olduğunu öne sürerek yanıtlar. Beyin tarama teknolojileri, zihinsel süreçlerin nöronların ateşlenme örüntüleriyle yakından ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Özdeşlik kuramı, bu ilişkiyi bir özdeşlik olarak yorumlar: örneğin baş ağrısı, nöronlardaki belirli bir nosiseptör (ağrı algılayıcı) etkinliği örüntüsünden başka bir şey değildir; tıpkı suyun H₂O moleküllerinden ibaret olması gibi.[7]
Özdeşlik kuramı, etkileşim problemini bertaraf eder; çünkü beynin bedeni (veya bedenin beyni) nasıl etkileyebileceği açıktır. Ancak bu kuramın da kendi güçlükleri vardır. Örneğin, zihinsel durumlarımızın, filozofların “çoklu gerçekleştirimli” dediği türden olduğu görülmektedir: farklı türden fiziksel sistemler, aynı türden zihinsel durumları ortaya koyabilir ki bunun tersi de geçerlidir. Nitekim birçok insan, beyni olmayan birtakım varlıkların -örneğin bazı uzaylı yaşam formlarının ya da yapay zekâların- bir gün yalnızca haz veya korku hissediyormuş gibi davranmakla kalmayıp, bu duyguları gerçekten deneyimleyebileceğine inanır. Ama eğer bu doğruysa, o hâlde bu zihinsel durumlar yalnızca nöral etkinlik örüntüleriyle özdeş olamaz demektir.
3. İşlevselcilik
Özdeşlik kuramı, zihni onun fiziksel yapısıyla açıklar. Ancak “Bir ayakkabı nedir?” diye sorduğumuzda, fiziksel yapısıyla verilecek bir yanıt pek de yardımcı olmaz; çünkü ayakkabılar deri, plastik ya da ahşap gibi farklı maddelerle üretilebilir- yani çoklu gerçekleştirimlidir. Bu yüzden ayakkabıyı işlevsel olarak tanımlamak daha anlamlıdır: ayakkabılar, yürürken ayaklarımızı korumak gibi işlevleri olan nesnelerdir. İşlevselcilik de benzer şekilde, zihinsel durumların işlevleri açısından -yani kendilerine özgü nedenleri ve etkileri bakımından- anlaşılması gerektiğini savunur.[8]
İşlevselcilik, bu doğrultuda zihin-beden problemini, zihinsel durumların, ister bedensel ister başka türden olsun, ilgili işlevleri yerine getiren her türlü durum olabileceğini savunarak yanıtlar. Örneğin, acı genellikle bedensel bir zarar sonucunda ortaya çıkan ve yüz buruşturma gibi davranışlara yol açan bir durumdur. İşlevselcilik, zihinsel durumların fiziksel olmayan bir doğaya sahip olabileceği fikriyle uyumludur; ancak yalınlık ilkesi gereği, insanlarda bu durumların büyük ölçüde beyin etkinlikleriyle gerçekleştiği varsayılır. Öte yandan, eğer bir gün gerçekten acı deneyimleyebilen yapay zekâya sahip bir robot üretirsek, acı, o robotun merkezi işlem biriminde acıya özgü işlevleri yerine getiren durumlar tarafından gerçekleştirilmiş olur.
İşlevselcilik, çoklu gerçekleştirim olasılığına izin verir; ancak yine de bazı sorunlarla karşı karşıyadır. Örneğin birçok kişi, yarasalar gibi bazı canlılar hakkında tüm fiziksel ve işlevsel bilgileri—fizyolojileri ve davranışları dâhil—biliyor olsak bile, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu yine de bilemeyeceğimizi düşünür. Görünüşe göre, yalnızca yarasalar, yarasa olmanın, yani örneğin yankıyla yön bulma deneyiminin, nasıl bir his olduğunu bilebilir. Ama durum böyleyse, zihinlerin yalnızca işlevsel terimlerle tamamen anlaşılabileceğini savunan işlevselcilik yanlış olmalıdır.[9]
4. Sonuç
Günümüzün zihin filozoflarının çoğu, düalizm, özdeşlik kuramı ya da işlevselciliğin bir çeşidini benimsemektedir.[10] Ancak bunların dışında başka zihin kuramları da vardır[11]—ve yukarıda ele alınan her yaklaşımın da, farklı avantajlar ve dezavantajlara sahip pek çok alt türü mevcuttur. Bunların tamamını kısa bir yazıda ele almak mümkün değildir. Bu nedenle, zihin-beden problemi, insan düşüncesinin çözülmemiş ve kalıcı bilmecelerinden biri olmaya devam etmektedir.[12]
Notlar
- [1] Töz düalizmi ve nitelik düalizmi ile bunlara yönelik argümanların detaylı tartışması için bkz. Calef (t.y.) ve Robinson (2020).
- [2] Felsefe tarihinde töz düalizminin en ünlü savunucusu René Descartes’tır; bkz. Marc Bobro’nun Descartes’ın Meditasyonları 1-3 ve Descartes’ın Meditasyonları 4-6 başlıklı çalışmaları.
- [3] Nitelik düalizminin savunusu için bkz. örneğin, Chalmers (1996).
- [4] Tasavvur edilebilirlik ile imkân (olasılık) arasındaki ilişkiye dair genel bir tartışma için bkz. Bob Fischer, Modal Epistemoloji: Olasılık ve Zorunluluk Bilgisi.
- [5] Bu itiraz, düalizme yönelik olarak ilk kez muhtemelen Descartes’ın öğrencisi Bohemya Prensesi Elizabeth tarafından dile getirilmiştir; bkz. Prenses Elizabeth ve Descartes (1643–9/2019).
- [6] Bazı düşünürlerin bunun yerine idealizmi benimsediğini de belirtmek gerekir. Bu görüşe göre zihin ve beden, aslında ikisi de zihinsel olduğu ölçüde ilişkilidir. Bu bakış açısında her şey, algılar ve fikirlerden oluşan bir inşadır—dolayısıyla fiziksel bedenler, en azından geleneksel anlamda, yoktur. Ancak idealizm hâlen azınlıkta kalan bir görüştür. Bu konudaki tartışma için bkz. Addison Ellis, İdealizm Bölüm 1: Berkeley’nin Öznel İdealizmi.
- [7] Özdeşlik kuramının klasik bir ifadesi için bkz. örneğin, Smart (1959). Bu kuram ve ona yönelik argümanların daha ayrıntılı bir tartışması için bkz. Schneider (t.y.) ve Smart (2007).
- [8] İşlevselciliğin klasik bir ifadesi için bkz. örneğin, Lewis (1972). İşlevselcilik ve ona yönelik lehindeki ve aleyhindeki argümanların daha kapsamlı tartışması için bkz. Polger (t.y.) ve Levin (2023).
- [9] Bu çokça tartışılmış argüman için bkz. Nagel (1974). Sadece işlevselciliğe değil, zihnin fiziksel olduğunu savunan tüm görüşlere karşı ileri sürülen benzer bir argüman için bkz. Tufan Kıymaz, Fizikselciliğe Karşı Bilgi Argümanı.
- [10] Zihin felsefesi alanında hangi kuramların ne ölçüde benimsendiğini gösteren bir çalışma için bkz. Bourget & Chalmers (t.y.).
- [11] Örneğin, birçok zihin kuramının karşılaştığı temel bir sorun, fiziksel herhangi bir şeyin—gelişmiş beyinler dâhil—neden zihinsel fenomenlerle ilişkili (ya da daha da ötesi, onlarla özdeş) olması gerektiğinin açıklanamamasıdır. Eğer atomların zihni yoksa, o hâlde neden bir grup atomun bir araya gelmesiyle zihin oluştuğu açık değildir. Bu sorundan kaçınmak için bazıları panpsişizmi benimser—bu görüşe göre atomlardan masalara kadar tüm fiziksel nesneler zihinsel özellikler taşır. Detaylı bilgi için bkz. Goff ve Moran (2022) içinde yer alan makaleler. Benzer şekilde, bazı düşünürler nötral monizmi savunur—bu teoriye göre hem zihinsel hem fiziksel fenomenler, daha temel bir nötral tözün özellikleridir. Bununla ilgili tartışmalar için bkz. Alter ve Nagasawa (2015) içindeki makaleler.
- Bazı diğer yaklaşımlar ise zihne çok daha sert biçimde yaklaşır. Örneğin, 20. yüzyılın başlarında popüler olan davranışçılık (behaviorism), “içsel” zihinsel durumların varlığını reddeder; zihinsel durumlar yalnızca gözlemlenebilir davranışlar ya da bedenin eyleme yönelik eğilimlerinden ibarettir. Örneğin, mutlu hissetmek sadece gülümseme eylemini gerçekleştirme eğilimidir. Davranışçılığın klasik bir ifadesi için bkz. Ryle (1949). Bir diğer görüş olan eliminatif materyalizm ise zihin-beden ilişkisini reddeder, çünkü ortada zihin diye bir şeyin hiç olmadığını savunur: “zihinsel durumlar” aslında artık var olduğunu düşünmememiz gereken, cadılar ya da filojiston gibi, hatalı kavramlardır. Bu görüşün bir ifadesi için bkz. Churchland (1981).
- [12] Zihin-beden problemi, felsefenin ve etiğin birçok başka alanı açısından da son derece önemlidir. Örneğin, “kişisel özdeşlik” (personal identity) gibi metafizik bir meseleye—yani zaman içinde birçok değişikliğe uğrasak bile aynı varlık olarak nasıl (veya gerçekten) var olmaya devam ettiğimiz sorusuna—yaklaşımlar, genellikle zihnin ne olduğu ve bedenle ilişkisi hakkında benimsenen görüşlerle şekillenir. Bu konuda bkz. Chad Vance, Kişisel Özdeşlik ve Kristin Seemuth Whaley, Kişisel Özdeşliğe Psikolojik Yaklaşımlar: Anılar ve Bilinç Bizi Biz mi Yapar? Benzer şekilde, bir varlığın zihne sahip olup olmadığı—ve bunun ne anlama geldiği—çoğu zaman birçok etik meseleyle yakından ilişkilidir. Bu konuda bkz. Jonathan Spelman, Ahlaken Göz Önüne Alınabilirlik Kuramları: Ahlaki Açıdan Kimler ve Neler Önemlidir? ve Nathan Nobis, Kürtaj Etiği.
Jacob Berger – “The Mind-Body Problem: What Are Minds?“, (Erişim Tarihi: 01.05.2025)
Çevirmen: Mehmet Mirioğlu
Editör: Taner Beyter
[…] Turkish, Turkish […]