Temelselcilik, epistemolojinin bir konu başlığıdır. Temelselcilik, bir şeyi kesin olarak bilmemiz için o şeyi takip ettiğimizde tartışılamaz ve reddedilemez bir hakikatin olması gerektiğini savunur. Bu hakikat, diğer bütün bilgilerimizin ve inançlarımızın inşasında ve gerekçelendirilmesinde bir temel nokta olarak hizmette bulunur.
Temelsel bir hakikat olmadan belirli inançlar ve bilgiler için yaptığımız gerekçelendirmeler, aynı bir çocuğun sürekli “peki neden?” sorusuna artık makul bir yanıt bulamadığımızda “çünkü bu böyledir!” yanıtını verdiğimiz gibi, sonsuza kadar bir sonsuz geriye gidiş içerisine girerler.
Bu makalede temelselcilerin tartışılamaz temelsel hakikatleri kanıtlama teşebbüslerinde yaşadıkları ikilemleri ve bu temelsel hakikatlerin dünya hakkındaki bütün diğer bilgi ve inançları nasıl gerekçelendirebileceğini keşfetmeye çalışacağız.
Temelselciliğin Kökenleri
Temelselci teoriler, Felsefi düşünce tarihinde uzun bir süredir bulunur. Aristoteles, bilginin nereden geldiğini ve sorularla cevapların geriye gidişinin engellenip engellenemeyeceğini sorgulayan ilk antik çağ filozoflarından birisidir. İkinci Analitikler kitabında Aristoteles, bilginin bir temel üzerine inşa edilmesi gerektiğini söyler. Alternatif teorilerin ya döngüsel akıl yürütmeyle ya da gerekçelerin sonsuz geriye gidişiyle karşılaşacağını iddia eder.
Düşünüyorum, Öyleyse Varım
Bin yıldan daha uzun bir süre sonra Rene Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözünü söylemiştir. Böylece temelselci filozofların artık üzerinde çalışabileceği tartışılmaz bir hakikat ortaya çıkmıştır. Eğer kişi kendi varlığını düşünebiliyorsa, o halde kesinlikle var olmalıdır. Yaşasın! Bütün bilgilerimiz ve inançlarımız artık tartışılmaz bir temel üzerine kuruludur ve bu temel, dünya hakkında diğer bütün inançlarımızı ve bilgilerimizi gerekçelendirmemize hizmet edebilir.
Temelselci bilgi teorileri şüphecilikten kurtulamamıştır. Pek çok filozof kendi içimizde olan düşünce deneyiminin, dünya hakkında daha sonra edineceğimiz bilgi ve inançlarımızı gerekçelendirme hususunda yeterli olamayacağı kanaatindedir.
Duyusal deneyimlerimizin ve kavramlar hakkındaki düşüncelerimizin (bunlar kişiden kişiye göre değişir ve genellikle yanlıştır) keyfiliğini ele alarak, bazı filozoflar, temelselciliğin bazı inançları herhangi bir gerekçe olmaksızın doğru kabul edebileceğini iddia eder. Bu duruma temelselcilik karşıtları Problem of Arbitrariness (Keyfilik Problemi) (Pollock & Cruz, 1999) demektedir ve eğer temelselciler herhangi bir şeyi cidden kesin olarak bilebilir miyiz sorusuna makul bir katkı sağlamak istiyorlarsa öncelikle bu problemin üstesinden gelmelidir.
Temelselciler, Keyfilik Probleminden Kurtulabilir Mi?
Roderick Chisholm, bir düşünceye sahip olmak ve içsel bir düşünceyi yansıtmakla neyi kastettiğimizi yeniden tanımlayarak bu problemin üstesinden gelmeye çalışmıştır (Chisholm, 1977). Chisholm’un teorisinde bir kişi bir önermeye inandığında ya da dünya hakkında öyle ya da böyle bir düşünce içerisinde olduğunda başkaları da hangi gerekçeyle ve gerekçelendirmeyle bu inanca ve düşünceye ulaştığını sorma hakkına sahiptir. Hakiki bir temelselci tarzla Chisholm, her önerme hakkında epistemik gerekçelendirmenin geriye dönüşünü durdurmak (peki neden?) için başka bir gerekçelendirmeye ihtiyaç duyulmayacak bir gerekçelendirilmiş inanca ihtiyacımız olduğunu öne sürmüştür. Bu gerekçelendirilmiş inanç, apaçık ve tartışılmaz bir şekilde gerçektir.
Bu durum, çıkarımsal değil, basit olmalıdır ve geri kalan epistemik gerekçelendirilmiş inançlarımız için bir temel olmalıdır (Chisholm, 1977).
Gökyüzünün Mavi Olduğunu Kesin Olarak Bilemeyiz. Ancak Gökyüzünün Mavi Olduğunu Düşündüğümüzü Kesin Olarak Bilebiliriz
Descartes’tan ilham alarak Chisholm, temelsel inancın, düşünme ve inanmanın paradigma durumları olduğunun “doğrudan apaçık” olduğu bir inanç olduğu iddiasını ileri sürer. Şimdi iki kişi arasındaki bir tartışmaya bakalım:
- A Kişisi: “Mavi bir gökyüzünü düşünüyorum.”
- B Kişisi: “Peki, bunun kesin olduğunu nasıl biliyorsun?”
- A Kişisi: “ Açıkçası şu anda mavi bir gökyüzünü düşünüyorum. Bunu söylemem bile bunu düşündüğümün doğru olduğu anlamına gelir.
Chisholm’a göre içsel zihinsel durumunuz üzerine düşünmek mantıksal olarak söz konusu içsel zihinsel durumun doğruluğunu ima eder. İşte bu Chisholm’un kendinden apaçık olgu (self-presenting state of affairs) dediği şeydir (Chisholm, 1977). Aşağıdaki gibi bir tartışmada bu durum değişir:
- A Kişisi: “Gökyüzü mavidir.”
- B Kişisi: “Peki bunu kesin olarak nasıl bilebilirsin?”
- A Kişisi: “Çünkü gözlerim onu mavi görür.”
- B Kişisi: “ Peki neden gözlerine mavi gözükür…?”
Bu konuşma böyle gider. Her seferde başka gerekçelerle (bilimsel ya da başka bireysel inançlar olsun) her yeni önerme için gerekçelendirme sağlanır.
Chisholm’a göre gökyüzünün mavi olduğunu kesin olarak bilemeyiz ama gökyüzünü mavi olarak düşündüğümüzü kesin olarak bilebiliriz. Bu doğrudan apaçık hakikatler dünya hakkında gerekçelendirilmiş inanç ve bilgilerimiz için bir temel görevi görebilir ve “peki, bunu kesin olarak nasıl bilebilirsin?” sorusunun yarattığı sonsuz geriye gidişi durdurabilir (Chisholm,1977).
Chisholm’un Temelselci Teorisi İşe Yarıyor mu?
İçsel bir inanç veya düşünce üzerinde düşünebiliyor olmamız onu düşünmek için gerçekten bir gerekçemiz olduğu anlamına gelir mi? Ve bu durum gerçekten diğer bütün gerekçelendirilmiş inançlarımızı üzerine inşa edebileceğimiz bir temelsel hakikat görevi görebilir mi?
Bu eleştiriyi Laurence BonJour ortaya atmıştır. Laurence BonJour, bilginin gerekçelendirilmesindeki epistemik sorumluluğun önemini vurgulayan kişidir. BonJour’a göre temelselciliğin çalışması için meşhur Sellars İkileminin iki tarafından da kurtulmalıdır (BonJour, 1985). Sellars İkilemi, Wilfrid Sellars’ın Empirizm ve Zihin Felsefesi (Empiricism and the Philosophy of Mind) makalesinde belirtilmiştir.
Sellars İkilemi
Sellars İkilemi, bir temelselcilik bahsi olan “verili olan” üzerine sorular sorar. “Verili olan” Chisholm gibi temelcilerin anında bilinen olarak iddia ettikleri içsel deneyim unsurlarına atıfta bulunur. Örneğin eğer bir birey içsel durumunu (Yeşil bir golf sahası düşünüyorum) düşünüyorsa, temelselciler bunu basitçe bir verilen olduğunu ve bireyin deneyiminin doğru ve sorgulanamaz olduğunu iddia eder. Sellars ise verilen fikrinin tam anlamıyla bir mit olduğunu ve sadece bu ‘hakiki temellerin’ güvenilirliği konusunda bir ikileme yol açtığını vurgulamaktadır (BonJour, 1985).
Basitleştirecek olursak Sellars İkilemi şunu sorar: Duyusal-deneyim diğer bütün bilgilerin gerekçelendiricisi olarak nasıl bir rol oynayabilir?

Laurence BonJour, Chisholm’ün temelselciliğini çürütmek için bu ikilemi kullanır. Yani ‘iddialı temsili içerik’ fikrini kullanır. İddialı temsili içerik, bir kişinin dünya hakkındaki umutlarını, inançlarını ve korkularını içeren içsel içeriktir (BonJour, 1985).
BonJour’a göre bir kişi aynı şey hakkında umuda, inanca ve korkuya sahip olabilir. Havanın güneşli olduğuna inanıyorum, havanın güneşli olduğunu umuyorum ve havanın güneşli olduğundan korkuyorum gibi. Bütün bu içsel durumlar aynı temsili içeriğe sahiptir. Chisholm bu önermelerin doğru olduğunu söylecektir zira bu önermeler bir kişiye verilen kendinden apaçık olgulardır ve başka bir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymazlar.
Ya Düşüncelerimiz Yanlış İse?
Ya bir düşüncenin temsili içeriği aslında yanlışsa? Muller-Lyer optik illüzyonlarını (yukarda görülen) örnek alalım. İki yatay çizginin uzunluk açısından eşit uzunlukta olmadığı görülür ama aslında aynı boyuttadırlar. Çizgilerin eşit olmadığını imleyen bireysel içsel deneyimimiz yanlış olacaktır. Eğer Chisholm hala “çizgilerin uzunluk açısından eşit olmadığına inanıyorum” önermesini iddia ederse bu önerme doğru olacaktır çünkü birey hiç şüphesiz bu deneyimi yaşar. O zaman Chisholm’un temelsel hakikatleri bir paradoks haline gelir (Dancy, 1991).
BonJour’un ikilemi ise şudur: Ya deneyim iddialı temsili içeriğe sahiptir ya da değildir. Eğer deneyim iddialı temsili içeriğe sahipse o halde birey içsel içeriğinin doğru olduğunu düşünmek için fazladan bir gerekçelendirmeye ihtiyaç duyar ve dolayısıyla bu temelsel bir hakikat olmaz (BonJour, 1985).
Bir alternatif olarak, eğer deneyim bu çeşit bir içerikten mahrumsa Chisholm’ün temelselciliğine göre bir önermenin doğru olduğunu düşünmemiz için bize makul bir gerekçe sunamaz (BonJour, 1985). Chisholm hakikatin, bireyin kendi akli durumu üzerine düşünmesinde olduğunu iddia etmiştir.
Bu ikilem, görüşün içi nasıl doldurulursa doldurulsun deneyimin gerekçelendirmesi için uygun bir temel olmasını gerektiremeyeceğini savunmak için kullanılır.
Peki Bu Temelselciliğin Sonu mudur?
BonJour’un kendisi de bir temelselcidir. BonJour, Chisholm’ü incelerken kullandığı ikilemin iki başlılığından kurtulmak için bir temelselci duruş oluşturma gayretindedir. BonJour, ortaya çıkmış bir inancın düşünümsel olmayan (kavranamaz) farkındalığı ile bir inancın düşünümsel (kavranılan) farkındalığı arasında bir ayrım yapar. BonJour şöyle aktarır: “Zihinsel içeriğimize olan farkındalığımız, bu içeriğe olan inancımızı gerekçelendiren bir nedendir.” (BonJour, 1988). Peki bu ne demektir?
BonJour, ortaya çıkmış inancın, bir bireyin sadece bu inancın ortaya çıkması nedeniyle anında farkındalığına varılan bir inanç olduğunu söyler. “Ortaya çıkmış bir inanca sahip olmak aslında o inancın içeriğinin farkında olmak demektir.” (BonJour, 1988). Bu önerme Chisholm’ün kendinden apaçık hakikatler önermesiyle benzerlik taşır. Zira sizin bu inançlara inanıyor olmanız, bu inançlara sahip olmanızı tartışmasız doğru kılar.
Ancak BonJour Chisholm’a göre biraz daha ileriye gider ve şu iddia da bulunur: “Bir inancın farkındalığı düşünümsel değildir ve inanç benzeri bir durum değildir,” (BonJour 1998). BonJour, bir düşüncenin farkındalığının düşünümsel olamayabileceğini iddia ederek optik ilüzyonların ve yanlış düşüncelerin yarattığı problemlerden kaçınılabileceğini söyler.
Bir düşüncenin düşünülmesinin bir düşünceyi kesin hakikat haline getirdiğini söyleyen Chisholm’ün aksine BonJour’un temelselciliği, eğer bir kişi optik ilüzyon çizgilerinin uzunluk açısından eşit olmadığı yanılgısına düşerse bile ortaya çıkmış inancın düşünümsel olmayan farkındalığı tartışmaya kapalıdır. Bu durum için daha fazla gerekçelendirme gerekmez. Çünkü öznenin anında fark ettiği şey (düşünmeden önce doğru ya da yanlış olduğu fark etmeksizin) yanılmaz değildir (BonJour 1998).
BonJour’un temelselci denemeleri gösteriyor ki bireysel deneyimlerimiz ve düşünmelerimiz, temelsel hakikatleri bulma görevimizde yaşadığımız gerekçelendirmenin geriye gidişini durduracak makul bir durak değildir. Aksine düşünümsel olmayan, aniden ortaya çıkan inançlarımız ve algılarımız temelsel olarak doğru ve tartışılmaz olandır.
BonJour Keyfilik Problemini Çözmüş müdür?
BonJour’un temelselcilik teorisi, bir özne belirli içerik farkındalığını sadece o deneyimi yaşamasıyla bilirse o halde “kavramsal olmayan deneyimler, deneyimlenen içeriğin kendisi hakkındaki inançlarımızı gerekçelendirme imkanı sunar. Böylelikle diğer inançları da gerekçelendirebilir.”(BonJour 1998) önermesini ortaya atmıştır.
Lakin pek çok filozof, sadece kişinin kendi düşünümsel olmayan mevcut bilinç durumu hakkındaki bilgilerden yola çıkarak dünya hakkında gerçekten gerekçelendirilmiş bilgi ve inançlara sahip olup olamayacağımızı hala sorgulamaktadır. Düşünme eylemi olmadan bile bireysel düşünceler son derece özneldir ve BonJour bize bu temelsel içsel hakikatlerin dünya hakkındaki dışsal hakikatleri gerekçelendirmek için nasıl hareket edebileceğini göstermez.
Filozof Ernest Sosa, BonJour’un temelsel hakikatlerinin bizi yalnızca bilgi ve hakikatin solipsistik bakış açısıyla başbaşa bıraktığını söyler. Bu bağlamda emin olabileceğimiz tek şey benliğin varlığıdır. Sosa şöyle aktarır: Bu içsel temellerden dış dünyaya doğru geçerli bir akıl yürütmenin yolu yoktur…. bizi yalnızca kendi mevcut bilincimizi bilmekle sınırlayan radikal bir şüpheciliğe zorlar (Sosa 2003).
Bilgi ve Hakikat Başka Yollarla Gerekçelendirilebilir mi?
Dış dünya hakkındaki tüm bilgilerin bir şekilde içsel zihnimiz hakkındaki temelsel bir hakikat tarafından gerekçelendirildiğini kabul etmeye istekli olmadığımız sürece, temelselci filozofların üzerinde çalıştığı gerekçelendirme kavramını sorgulamamız gerekebilir.
Bağdaşımcılık, ,bize geriye gidiş argümanının en baştan yanlış olduğunu söyleyen alternatif bir görüş sunar. Donald Davidson gibi filozoflar, gerekçelendirmenin çizgisel ve bütüncül olmayan bir şey olduğunu söyler (Dancy, 1991). Kısacası, neden bilginin gerekçelendirilmesinin tek bir temelsel durak noktasına doğru doğrusal bir şekilde geriye doğru ilerlediğini varsaymak zorundayız?
Davidson’ın belirttiği gibi, bir inanç için başka bir inanç dışında hiçbir şey gerekçe sayılamaz. İnançlarımızın birbiriyle ilişkili diğer inançlarla uyum içinde olması, her bir inanç tek başına ele alındığında gerekçelendirmeden tamamen yoksun olsa bile onların doğruluğunu ortaya koyabilir. (Davidson, 1986)
Bağdaşımcılığı temelselcilikten ayıran şey gerekçelendirmenin birincil taşıyıcısının inançlar kümesi olmasıdır. Bağdaşımcılık, bütün bilgilerin ve gerekçelenmiş inançların, çıkarımsal olmayan bilgilerin ya da gerekçelendirilmiş inançların oluşturduğu bir temelde bulunmadığını söyler. Bu inançlar arasındaki ilişki (bu inançların hiçbiri temelselcilerin iddia ettiği gibi bir “verilen” değildir) bilgimizin gerekçelendirilmesine hizmet eder.
Temelselcilik Başarısız mı Oldu?
Bağdaşımcılık, temelselci teorilerde derin kökler salmış problemlerin bazılarına umut vermiş olabilir. Belki de bu yaklaışım, sezgisel bir şekilde, etrafımızdaki dünya hakkındaki düşüncelerimiz doğal olarak nasıl yönlendirdiğimizi vurgular; yani reddedilemez bir temelden ziyade ilişkili inançlar ağının bir parçasını…
Belki de Descartes haklıdır. Kesin olarak bilebileceğimiz tek şey “düşünüyorum, öyleyse varım” önermesidir. Ancak bu bizi, ne derecede var olduğumuz, düşündüğümüz, tefekkür ettiğimiz ve herhangi bir şeyi kesin olarak bileceğimiz meraklı çocuğu sonsuz geriye gidiş sorusu olan “Peki neden?” sorusunu sormaya itecektir.
Bilgi ve hakikat hakkındaki görüşlerimiz, çocuğun kesin bir cevabı hak edip etmediğine mi, yoksa meraklı ve açık fikirli kalmasının daha iyi olduğuna mı inandığımıza bağlı olabilir.
Bibliyografi
- Alston W, Two Types of Foundationalism in Journal of Philosophy vol.71, 1976
- BonJour, L. The Structure of Empirical Knowledge. Cambridge, MA. Harvard University Press 1985
- BonJour L Can Empirical Knowledge Have a Foundation? In American Philosophical Quarterly 1978 Vol.15
- BonJour L The Dialectic of Foundationalism and Coherentism in The Blackwell Guide to Epistemology. 1998 (Ed. Greco, Sosa) Blackwell Publishing
- Chisholm The Directly evident in Theory of Knowledge 1977 (Englewood Cliffs; London)
- Davidson, D., “A Coherence Theory of Knowledge and Truth,” in Truth and Interpretation, E. LePore (ed.), Oxford: Blackwell 1986,
- Jonathan Dancy, Introduction to Contemporary Epistemology 1ST EDITION, Wiley-Blackwell 1991
- Pollock, J and Cruz, J Contemporary Theories of Knowledge 2nd edition. New York: Rowman & Littlefield 1999
- Sellars, Wilfred, Does empirical Knowledge Have a Foundation? In Epistemology An anthology 2008 (Ed. Sosa, Kim, Fantl, McGrath) Blackwell
- Sosa E Reply to Bonjour in Epistemic Justification 2003 (ed. Sosa, Bonjour) Blackwell
Claire Johnson – “Foundationalism: Can We Know Anything For Certain?“, (Erişim Tarihi: 27.04.2025)
Çeviren: Hüseyin Özer
Çeviri Editörü: Musa Yanık