Bilinç: ‘Gerçek’ Olmayan Şeyleri Nasıl Deneyimleyebilirim? – Philip Goff

/
711 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika
Kırmızıyı görmem oldukça dinî bir tecrübedir. Kırmızıyı görmek yalnızca belirli bir frekanstaki, beynime art arda elektriksel ve biyokimyasal sinyaller yollayan fotonların gözümün retinasına çarpmasından ibarettir; aynı bir bilgisayarın çalışmasındaki gibi. Ancak ne gözümde ya da beynimde gerçekleşen herhangi bir şey ne fotonlar ne de sinyaller tecrübe ettiğim kırmızı rengidir. Öyle görünüyor ki bu [tecrübe] bu dünyanın dışında bir şey. Bazıları beynimin beni kandırdığını söylüyor fakat ben kırmızıyı gerçekten deneyimlediğim için bunu kabul etmiyorum. Fakat o zaman, bu dünyanın dışında olan bir şey nasıl aynı zamanda bizim dünyamızda olabilir? Andrew Kaye, 52, Londra.

Şu anda kafanızda neler oluyor? Muhtemelen önünüzde duran bu kelimelerin görsel deneyimine sahipsiniz. Belki de uzaktan gelen trafik sesini ya da yan dairedeki bebek ağlamasını duyabiliyorsunuz/. Belki de biraz yorgun ve dikkatiniz dağılmış gibi hissediyor, sayfadaki kelimelere odaklanmakta zorlanıyorsunuz. Ya da belki aydınlatıcı bir okuma beklentisiyle kendinizi mutlu hissediyorsunuz. Şu anda siz olmanın nasıl bir şey olduğunu (what it’s like to be you) anlamak için bir dakikanızı ayırın. Kafanızın içinde olup bitenler bunlar.

Ya da öyle mi? Bir diğer, oldukça farklı bir hikâye var. Nörobilime göre kafanızın muhtevası, her biri 10.000 diğerine bağlı şekilde trilyonlarca bağlantı meydana getiren 86 milyar nörondan oluşuyor/.

Bir nöron, elektrik sinyalini kimyasal bir sinyale (bir nörotransmitere) dönüştürerek komşusuyla iletişim kurar. Bu sinyal daha sonra nöronlar arasındaki boşluktan (bir sinapstan) geçerek komşu nörondaki bir reseptöre bağlanır ve tekrar elektrik sinyaline dönüştürülür. Bu temel yapı taşlarından devasa elektro-kimyasal iletişim ağları inşa edilir.

Kafanızdan neler geçtiğinin bu iki hikâyesi birbirinden çok farklı görünüyor. İkisi birden nasıl aynı anda doğru olabilir? Kendimiz hakkında içeriden bildiklerimiz ile bilimin bize vücudumuz ve beynimiz hakkında dışarıdan söylediklerini nasıl uzlaştırabiliriz? Bu, filozofların geleneksel olarak zihin-beden problemi dedikleri şeydir. Ayrıca bu [problemin], ayrık dünyaların var olduğunu kabul etmenizi gerektirmeyen çözümleri de vardır.

Makinede Bir Hayalet Mi Var?

Zihin-beden problemine tarihsel olarak getirilen en popüler çözüm muhtemelen düalizmdir: İnsan zihninin fiziksel olmadığı, bedenin ve beynin fiziksel işleyişinin dışında olduğu inancı. Bu görüşe göre, hisleriniz ve deneyimleriniz kesinlikle kafanızın içinde değildir; daha ziyade, beyninizle yakından bağlantılı olsa da ondan farklı olan, gayrimaddi/ bir ruhun içinde var olurlar.

Düalizme göre siz ile bedeniniz arasındaki ilişki, bir dron pilotu ile dronu arasındaki ilişkiye biraz benzerdir. Siz bedeninizi kontrol edersiniz ve onun sensörlerinden bilgi alırsınız. Fakat siz ve bedeniniz aynı şey değildir.

Düalizm, ölüm sonrası yaşam ihtimaline kapı aralar: Bedenin ve beynin çürüdüğünü biliyoruz, fakat belki dron düşürüldüğünde dron pilotunun yaşaması gibi beden öldüğünde de ruh yaşar. Bu aynı zamanda insanoğlunun zihin-beden ilişkisini düşünmesinin belki de en doğal yoludur. Psikolog Paul Bloom, düalizmin içimize işlediğini ve bebeklerin çok erken yaşlardan itibaren “zihinsel şeyleri,” “fiziksel şeylerden” ayırt etmeye başladığını ileri sürmüştür. Bunu yansıtır bir biçimde, tarih boyunca birçok kültür ve din bir tür düalizmi benimsemiş görünmektedir.

Buradaki problem, düalizmin modern bilimin bulgularına pek uymamasıdır. Düalistler her ne kadar zihnin ve beynin ayrı olduğunu düşünseler de bu ikisi arasında yakın bir nedensel ilişki olduğuna inanırlar. Ruh bir kolu kaldırmaya karar verirse, bu bir şekilde beyni etkilemeyi başarır ve böylece kolun yukarı kalkmasıyla sonuçlanacak nedensel bir zincir başlatır.

Tarihteki en ünlü düalist olan Rene Descartes, ruhun beyin ile, beynin merkezine yakın bir yerde bulunan küçük, bezelye şeklindeki epifiz bezi aracılığıyla iletişim kurduğunu varsaymıştır. Fakat modern nörobilim, beyinde zihnin beyinle etkileşime girdiği tek ve özel bir yer olduğu fikrine gölge düşürmüştür.

Belki bir düalist, ruhun beynin çeşitli yerlerinde faaliyet gösterdiğini savunabilir. Yine de maddi olmayan ruhtan beyne gelen bu sinyalleri, aynı bir dronda pilot tarafından gönderilen radyo sinyallerinin nereye ulaştığını gözlemleyebildiğimiz gibi gözlemlemeyi beklerdik. Ne yazık ki, bulduğumuz şey bu değil. Aksine, bilimsel incelemeler gösteriyor ki beyinde gerçekleşen her şey, beynin kendi içinde fiziksel bir nedene sahiptir.

Bir dron olduğunu düşündüğümüz bir şey bulduğumuzu, ancak daha sonra yaptığımız incelemede dronun yaptığı her şeyin, içindeki süreçlerden kaynaklandığını keşfettiğimizi hayal edin. Bunun dışarıdan bir “kuklacı” tarafından değil, kendi içindeki fiziksel süreçlerden kontrol edildiği sonucuna varırdık. Başka bir deyişle, bir dron değil, bir robot keşfetmiş olurduk. Birçok filozof ve bilim insanı da insan beyni hakkında aynı sonuca varma eğilimindedir.

Ben Beynim Miyim?

Çağdaş bilim insanları ve filozoflar arasında zihin-beden probleminin en popüler çözümü, muhtemelen materyalizmdir. Materyalistler, hisleri ve deneyimleri beynin kimyası açısından açıklamayı amaçlarlar. Henüz kimsenin bunu nasıl yapacağına dair en ufak bir fikri olmadığı genel olarak kabul görmüştür fakat pek çok kişi bunu bir gün yapacağımızdan emin.

Bu güven muhtemelen materyalizmin bilimsel olarak en doğru (kosher) seçenek olduğu hissinden kaynaklanmaktadır. En nihayetinde, bilimin son 500 yıldaki başarısı akıllara durgunluk vericidir. Bu da insanlara, beyni araştırmak için kullandığımız standart yöntemlerimizi kullanmaya devam ederek bir gün bu bilmeceyi çözeceğimize dair güven veriyor.

Bu yaygın görüşün sıkıntısı şu ki, Galileo’s Error: Foundations for a New Science of Consciousness adlı kitabımda ele aldığım gibi, standart bilimsel yaklaşımımız bilinci dışlamak üzere tasarlanmıştır.

Galileo, bilimin matematiksel olmasını talep eden ilk insandı. Fakat Galileo, deneyimin bu terimlerle ifade edilemeyeceğini iyi bir şekilde anlamıştı. Çünkü insan deneyimi, kırmızı bir deneyimin kırmızılığı, aşkın coşkusu gibi nitelikleri içerir ve bu türden nitelikler, matematiğin salt niceliksel dili tarafından yakalanamaz.

Galileo bu problemi, bilincin niteliklerinin fizik biliminin asıl odak noktası olan temel maddede değil, yalnızca bedenin cisimsiz “canlılığında” var olduğunu söyleyen bir tür düalizmi benimseyerek aşmıştır. Ancak Galileo bilinci bilim alanının dışına koyduktan sonra matematiksel bilim mümkün olmuştur.

Başka bir deyişle, mevcut bilimsel yaklaşımımız, Galileo’nun niceliksel fiziksel dünyayı niteliksel bilinç gerçekliğinden ayırmasına dayanır. Eğer şimdi bilinci bilimsel hikâyemize dâhil etmek istiyorsak, bu iki alanı tekrar bir araya getirmemiz gerekiyor.

Bilinç Temel Midir?

Materyalistler, bilinci maddeye indirgemeye çalışırlar. Bu yaklaşımla ilgili bazı sorunları inceledik. Bunu tam tersine çevirsek nasıl olur? Örneğin madde bilince indirgenebilir mi?  Bu bizi üçüncü bir seçeneğe yönlendirir: İdealizm. İdealistler, gerçekliğin temel düzeyinde sadece bilinç olduğuna inanırlar. Tarihsel olarak, idealizmin birçok formu fiziksel dünyanın bir tür illüzyon ya da zihinlerimiz tarafından üretilen bir yapı olduğunu savunmuştur.

İdealizmin de kendi içinde sorunları yok değildir. Materyalistler her şeyin temeline maddeyi koyarlar ve bilincin nereden geldiğini anlama konusunda zorluk yaşarlar. İdealistler ise her şeyin temeline bilinci koyarlar fakat böylece maddenin nereden geldiğini açıklama konusunda zorluk yaşarlar.

Fakat bilinçten madde inşa etmenin yeni—ya da daha ziyade yeniden keşfedilen—bir yolu, son zamanlarda bilim insanları ve filozoflar tarafından büyük bir ilgi topladı. Bu yaklaşım, fizik biliminin bize maddenin davranışını ve ne yaptığını açıklamakla sınırlandırıldığı gözleminden yola çıkar. Örneğin fizik, temelde bize parçacıkların ve alanların nasıl etkileşime girdiğini anlatan matematiksel bir araçtır. O bize maddenin ne olduğunu değil, ne yaptığını açıklar.

Eğer fizik bize alanların ve parçacıkların ne olduklarını açıklamıyorsa o zaman bu, onların bilinç formları olabilme ihtimaline kapı aralar. Panpsişizm olarak bilinen bu yaklaşım hem fiziksel maddenin hem de bilincin temel olduğunu kabul etmemizi sağlar. Bunun nedeni şudur ki, panpsişizme göre parçacıklar ve alanlar düpedüz bilinç formlarıdır.

Temel fizik düzeyinde, bilincin çok basit formlarını buluruz. Belki de atom çekirdeğini oluşturan temel parçacıklar olan quarkların bir dereceye kadar bilinci vardır. Bu çok basit bilinç formları daha sonra birleşerek insanların ve diğer hayvanların sahip olduğu bilinç de dâhil olmak üzere çok karmaşık bilinç formlarını oluşturabilir.

Yani, panpsişizme göre sizin kırmızı deneyiminiz ve ona karşılık gelen beyin süreci ayrı dünyalarda gerçekleşmez. Galileo’nun kırmızı deneyiminin niteliksel gerçekliğini niceliksel beyin sürecinden ayırdığı yerde, panpsişizm bize bunları tek ve birleşik bir dünya görüşünde bir araya getirmenin bir yolunu sunar. Sadece tek bir dünya vardır ve o da bilinç ürünüdür. Madde, bilincin yaptığı şeydir.

Panpsişizm, evren tasavvurumuzun oldukça radikal bir şekilde yeniden düşünülmesidir. Ancak, diğer çözümlerin başaramadığını başarıyor gibi görünüyor. O bize, kendimiz hakkında içeriden bildiklerimiz ile bilimin bize bedenlerimiz ve beyinlerimiz hakkında dışarıdan söylediklerini birleştirmenin bir yolunu sunar; madde ve bilinci aynı madalyonun iki yüzü olarak anlamanın bir yolunu.

Panpsişizm test edilebilir mi? Bir anlamda edilebilir; çünkü diğer tüm seçenekler önemli verileri açıklamakta başarısızdır. Düalizm nörobilimin verilerini açıklamakta başarısızdır ve materyalizm ise bilincin kendisinin gerçekliğini açıklamakta başarısızdır. Sherlock Holmes’un dediği gibi: “İmkânsızı elediğimizde, geriye kalan şey, ne kadar beklenmedik olursa olsun, hakikat olmalıdır.” Hem düalizmin hem de materyalizmin başına bela olan derin sorunlar göz önüne alındığında panpsişizm bana zihin-beden problemine getirilebilecek en iyi çözüm gibi görünüyor.

Zihin-beden problemini çözebilsek bile bu, insan bilincinin mucizesini asla ortadan kaldıramayacaktır. Bu gibi konularda filozof, şairle boy ölçüşemez.

Beyin gökten çok daha geniştir,

Yan yana koyarsan ikisini,

Beyin kendi içine rahatça

Sığdırır hem göğü, hem seni.

Beyin denizden çok daha derin,

Belki masmavi denizin dibi,

Ama beyin onu hemen emer

Kova dolduran süngerler gibi.

Beyin, Tanrı ağırlığına denk,

Kaldır, dirhem dirhem tart istersen,

Sanki değişik görünürler mi

Hece nasıl değişikse sesten?

Emily Dickinson, c. 1862

(Çeviri: Talat Sait Halman http://www.siirparki.com/dickinson10.html)

Philip Goff – “Consciousness: how can I experience things that aren’t ‘real’?“, (Erişim Tarihi: 01.09.2024)

Çevirmen: Mustafa Calp

Editör: Gökdeniz Tosun

Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü son sınıf öğrencisi. İlgi alanı zihin felsefesi ve Daniel Dennett ile Paul Churchland'ın bilinç ile ilgili görüşleri üzerine çalışıyor. Felsefede ilgisini en çok çeken konu ise bilincin gizemi.

1 Yorum

  1. Zihin beden problemine dair alternatif bir çözüm! İlgimi çekti. Teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Tekrar Buluşacağız – Alexander T Englert

Sonraki Gönderi

Kitap İncelemesi: “Peygamberliğin İspatı: Haber Delili” Kitabının Metodolojik ve Felsefi Eleştirisi – Yasin Şahin

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü