Gelenekselcilik (Conventionalism) ahlaki doğru ve yanlışların tamamen ait olduğumuz kültürlere ve geleneklere bağlı olduğu yaklaşımıdır. Bir kültürün ahlaken yanlış olarak gördüğü şeyi diğeri normal kabul eder. Fakat bu yaklaşımı kabul edersek, çocuk kurban etmek ritüelinden kadın sünnetine dek uzan birçok farklı vahşetin makul olduğu sonucuna varmak zorunda kalırız. Evrensel nitelikte bir ahlak standardı var olmadan, bazı davranışların her zaman için ahlaken yanlış olduğunu iddia etmek zordur.
17 Ağustos 2021’de Afganistan’da iktidarı ele geçirmesinin hemen ardından Taliban, Afgan kadınlarının mevcut haklarını “İslam çerçevesinde” koruyacaklarına dair bir açıklama yaptı. Taliban yaptığı bu açıklamada “İnsan Hakları”ndan veya Batı’nın eşitlik konseptinden söz etmektense, 2500 yıllık bir geleneğe, yani kültürel görelilik fikrine yaslanıyordu. Ahlaki doğru ile ve yanlış ile ahlaki iyilik ve kötülüğün içinde bulunan kültüre bağlı olduğu inancı günümüzde epey popülerdir. Bir kültürün diğerine göre daha iyi veya daha kötü olduğunu, kimi eylemlerin ahlaken yanlış olduğunu veya bazı geleneklerin bir miktar iğrenç veya oldukça tuhaf olduğunu söylemekten hoşlanmayız. Bunu söylemek, kültürelliğe karşı duyarsız veya daha kötü bir şey olarak etiketlenme riskini taşımaktadır. Fakat kültürler arasındaki ahlaki standartlardaki devasa farklılıkları bilerek bir kenara bırakırsak ne kaybederiz ki?
Sen Patates Yemekten, Ben Çocuk Kurban Etmekten Söz Ediyorum
Ahlaki değerlerinizin kaynağı nedir? Ahlaki doğruluk ve yanlışlık bakışınız nereden gelir? Bunların kaynağı; eğer bir ahlaki mutlakçıysanız (absolutist), muhtemelen bir tür evrensel ahlaki sisteme (büyük olasılıkla dini temelli olan) dayalıdır. Fakat bir göreciliği benimsiyorsanız (relativist), muhtemelen toplum, aile veya kişisel vicdan gibi daha dünyevi bir kaynaktan besleniyorsunuzdur. Genel olarak konuşursak, iki tür görecilik (relativists) vardır: Öznelcilik (subjectivists) ve Gelenekselcilik (conventionalists).
Öznelciler, ahlakın ve değerlerin tümüyle bir birey olarak size ait olduğuna ve kaynağını sizden aldığına inananlardır. Bu görüş en açık ifadesini Fransız filozof Jean-Paul Sartre’da kendini bulur:
Özgürsünüz, öyleyse seçim yapın; yani (onu) icat edin. Genel-geçer ahlaka dair hiçbir kural, size ne yapmanız gerektiğini söyleyemez.
Fakat bu yaklaşım kaynağını, Friedrich Nietzsche’nin hiçbir olgusallığı (en azından ahlaki olgusallık değil yalnızca) makul görmeyip bizim özel bakış açımızdan yapılan yorumlara izin veren “perspektivizm”inde de bulunur. Nietzsche, “Şimdiye kadar var olmuş olan her büyük felsefe, bizzat kendi yaratıcısının günah çıkarması ile farkında olmadan ve bilinçsizse kaleme alınmış bir otobiyografi türünden meydana gelmişti.” diye yazdığında, yalnızca taşıdığımız kendi değerlerimizi ifade ettiğimizi veya yansıttığımızı söylemek istiyordu. Dolayısıyla da öznelciler, sizin kendi değerlerinize, benim de benim değerlerime sahip olduğumu öne sürecektir. Ben vejetaryenim, siz ise etobur. Sen illegal sitelerden film indirmekte problem görmüyorsun, ben de öyle; o halde ortada bir problem yok.
Diğer yandan Gelenekselciler ise ahlaki değerlerimizin kaynağını toplumdan, kültürden veya zamanımızın tarihsel normlarından aldığını iddia ederler. Ahlaki doğruyu ve yanlışı çağımızın gelenek ve göreneklerindeki yerleşik unsurlar olarak görürler; böylesi bir yaklaşımın ilk açık formülasyonunu Herodot’ta görmek mümkündür.
Buna Aklım Ermez*
Yeryüzünü dolaşan deneyimli bir seyahatçi, dünyada bulunan birbirinden farklı ve acayip davranışlara ne kadar çok şahit olursanız kendinizi de o derece tekrar tekrar yeniden gördüğünüzü söyleyecektir. Fakat tüm bu birbirinden farklı kültürlere rağmen, kendi kültürümüzü terk etmekte yine de inanılmaz derecede zorlanırız.
Herodot’un Tarihler’de yazdığı üzere (MÖ 5. yüzyıl dönemi ve insanlarına dair yaygın, eğlenceli ve çoğu zaman da gülünç olacak derecedeki kusurlu bir anlatıdır); “birine dünyada en üstün olduğunu düşündükleri kültürün hangisi olduğu sorulduğunda, neredeyse herkes her zaman kendi kültürüne işaret ederdi. Kendi değer ve davranışlarının diğerlerininkinden çok daha üstün olduğundan o kadar eminler ki.” Yeni bir ülke ne kadar barbar ve ilginç olursa olsun, yine de eve geri dönüyor ve arkadaşlarımıza diğerlerinin ne kadar ilginç ve tuhaf olduğundan söz açıyoruz
Herodot, söylemek istediği şeyi daha açık kılmak adına Pers imparatoru Darius’la ilgili bir hikayeye başvurur. Darius, para karşılığında Yunan tutsaklara ölü babalarının cesedini yiyip yemeyeceklerini sorar. Yunanlılar bunu asla ama asla yapmayacaklarını söylerler. Antik Yunan’daki geleneksel cenaze törenleri, cesetlerin yakılmasını gerektirirdi. Darius daha sonra öldükten sonra babalarının cesedini yediğini bildiği Hint kökenli Callatyalı tutsakları çağırır. Acaba bu insanlar para karşılığında babalarının cesetlerini ateşe verip yakmayı kabul ederler miydi? Callatyalılar, bu teklif karşısında çok şaşırır ve kızarlar. Onlara göre bu gerçek anlamıyla bir saygısızlıktır, bu nedenle de para teklifini reddederler. Burada olan şey tam olarak nedir? Birinin yerleşik bir tabusu (veya ona göre yasak olan birşey) diğeri için oldukça normal bir şeydir. Her birimiz spesifik bir zaman ve yerde doğduğumuz için o yer ve zamana dair olan ahlaki değerlere sahibiz.
Başka Bir Kültürün Gayrı-Ahlakiliğinden Söz Etmek Mümkün mü?
Gelenekselcilik veya kültürel görelilik ile ilgili problem, başka bir kültürde yer alan şüphe uyandırıcı uygulamaları nasıl değerlendireceğimizi görmenin zor olmasıdır. Eğer gerçekten de “ahlaki doğru ve yanlışın tümüyle toplum tarafından belirlendiğine” inanıyorsak, o halde çocuk kurban etme ritüelinden Holocaust’a dek uzanan türlü türlü vahşetlerde bir problem olmadığını da onaylamak zorunda kalırız: Bir ülkenin köklü ve yaygın bir kadın sünneti geleneği varsa, burada ahlaken yanlış olan bir şeyin olduğunu söylemek için elimizde bir gerekçe kalmamıştır. Veya bir kültür, çocuk yaşta evlilikleri veya ergenlik önce dönemde cinsel rızayı makul görüyorsa, bu onlara göre doğrudur dememiz gerekecektir.
Eğer yazımızın başındaki örneğe dönecek olursak Taliban geleneği veya Müslüman Afgan kültür kadınları baskı altında tutuyor ve ifade özgürlüğünü yasaklıyorsa, onları kınamak için elimizde ne gibi gerekçeler vardır? Görünüşe bakılırsa bu problemden kurtulmanın birkaç yolu vardır.
Bunun bir yolu, kökeni Antik Yunan’ındaki bir diğer “tarihin babası” olan Thucydides’e kadar uzanan “politik gerçekçilik” olarak bilinen yaklaşım olabilir. Bu görüş, ahlaki doğru ve yanlışın veya ideal adalet ve onur gibi kavramların uluslararası ilişkilerde bir geçerliliği olmadığını savunur. Söz konusu olan devlete karşı devlet ise, bu kurtlar sofrası veya “güçlü olan haklıdır” gibi en uygun olanın ahlaki hayatta kalma biçimi gibi bir şeydir. Fakat bu pek tatmin edici görünmüyor. Belirli türden inançların veya davranışların ahlaki olarak yanlış olduğu, hatta nerede ve ne zaman ortaya çıktıklarına bakılmaksızın kınanması gerektiği fikrini onaylıyorsak, muhtemelen bir tür ahlaki mutlakçılığa geri dönmemiz gerekir. Bu, savunulması kolay olan bir pozisyon değil, çünkü diğer yaklaşımları saf dışı bırakmak için bazı evrensel veya objektif ahlaki ölçütlerin var olduğunu göstermemiz gerektiriyor gibi görünüyor. Karşımızdaki kişi, “Senin bu görüşün hangi açıdan daha iyi?” diye sorduğunda ona bir cevap verebilmemiz gerek. Bu cevaplardan biri din olabilir, ama din dışında bir cevap var mı?
Bu epey çetrefilli bir konu, fakat Taliban’ın kurnaz ve manipülatif basın toplantısının bize gösterdiği şey, ahlaki göreciliğin çoğu kişi için benimsenemeyecek kadar zayıf bir yaklaşım olduğudur. Kim bilir, belki de Afganistan bize düşündüğümüzden çok daha fazla ahlaki mutlakçı olduğumuzu öğretmiştir.
* Orjinal metinde “It’s all Greek to me” olarak kullanılan bu deyim bizim kültürümüzde “Fransız Kalmak” deyimine eş değer olan “Yunan Kaldım” gibi bir anlama geliyor. Yerine ve bağlama göre “Anladıysam Arap Olayım”, “Buna Aklım Ermez” şekillerinde de kullanıldığı görerek son kullanımı tercih ettim.
Jonny Thomson– “Enough moral relativism: some cultures are worse than others“, (Erişim Tarihi: 01.12.2021)
Çevirmen: Taner Beyter