Deflasyonist Argüman – Mehmet Mirioğlu

//
1901 Okunma
Okunma süresi: 13 Dakika

Din felsefesi söz konusu olduğunda ülkemizin en büyük eksiklerinden bir tanesi ateolojik çalışmaların azlığı ve enderliği olarak görülebilir. Analitik felsefenin ülkemizdeki içler acısı durumu bile yeterliyken analitik din felsefesinin kıyıda köşede kalışı; analitik din felsefesi, felsefe çalışmaları içerisinde yok denecek kadar azken bu ekolü ateist düşünürlerin eserlerinde yansıtmayışı ciddi bir eksiklik olarak görülebilir. Dergimizin internet sitesinde yayımlamaya başladığımız ateolojik argümanlara dair bu yazı dizisi, bu eksiği kapatmak için ortaya çıktı ve Türkiye’de yeni başlayan ateizmin aslında “psikolojik bir hastalık olmadığını”, sağlam temellere dayanabileceğini göstermek için yazıldı. Ateizm, yalnızca bir takım insanın dindarlara bakıp dini bıraktığı ya da hiçbir şekilde felsefi temelinin olmadığı bir düşünsel sistem değildir. Ateizm, toplum içerisinde farklı olmak isteyen veya dini ibadetleri yerine getirmemek için dini reddeden insanlarla sınırlı değildir. Bu yazı dizisiyle bir ateistin Tanrı’nın olmadığına ya da Tanrı’ya inanmamak için rasyonel sebeplerin olduğuna dair kabulünün felsefi altyapısını sunmaya çalışacağım. İnançlı kimseler tarafından ne kadar hafife alınıyor olsa da aslında Tanrı’ya inanmamak analitik düzlemde temellendirilebilir. Hatta biraz daha ileri giderek denilebilir ki ateizm, çok sayıda argümanla temellendirilmelidir.

Söz konusu ateolojik argümanlar olduğunda Tanrı’nın varlığına dair argümanların ya tutarsız ya geçersiz ya da alternatiflerinin rasyonelliğinden yola çıkarak Tanrı’yı kabul etmek için sebebimiz olmadığı ve bu sebeple O’na inanmamanın daha rasyonel olduğu savunulabilir. Ya da bu işi bir seviye yukarı taşıyarak teist dinlerin ve bir takım deist görüşlerin Tanrı tasavvurlarının neden savunulamaz olduğu veya nasıl problemler doğurduğu üzerine çalışmalar da analitik felsefe geleneğinde üzerinde durulan çalışmalardandır. Fakat bu sorunlara ve problemlere girmeden önce ontolojik soruların statüsüne ve buradan yola çıkarak “ ‘Tanrı var mıdır?’ sorusu anlamlı bir soru mudur?” olarak özetleyebileceğimiz ontolojik probleme değinmemiz gerekiyor. Zira teistik, deistik ve ateistik argümanları kurmadan önce “Tanrı var mıdır?” sorusunu sorduğumuz zaman ne anladığımızı bilmemiz gerekiyor. Bu sebeple kitabın kurulu olduğu argümanlar silsilesine girmeden önce Viyana Çevresinin önemli filozoflarından olan Alfred Jules Ayer’in Dil, Doğruluk ve Mantık (Language, Truth and Logic) (1)” kitabı ve Rudolf Carnap’ın Deneycilik, Anlambilim ve Ontoloji (Empiricism, Semantics and Ontology) (2)” makalesine dayanan deflasyonizmden (deflationism) bahsetmem gerekiyor. Yazı boyunca deflasyonist argüman olarak niteleyeceğim bu görüş, temel olarak “X’ler var mıdır?” gibi ontolojik soruların anlamını sorgulayıp “Tanrı var mıdır?” sorusunun ya pratik ya içsel ya da anlamsız bir soru olduğunu savunuyor. Bu savununun ardından  (a)teolojik anlamlı bir argümanın niteliğinden bahsederek derginin bundan sonraki sayılarında yayımlanacak olan yazı dizisinin içeriğinde neyi amaçladığımı anlatmaya çalışacağım. Son iki cümle kafanızı karıştırmış olabilir, ama yılmayın. Argümanın sonunda ne anlatmak istediğimi göreceksiniz.

Öncelikle ontolojik soruların ne olduğundan başlayabiliriz. Ontolojik sorular belli tür varlıkların var olup olmadığına, ne tür varlık iddialarının gerçek olduğuna ya da ne tür genel şeylerin var olduğuna ilişkin genel sorulardır (3). “Hayaletler var mıdır?”, “Zombiler var mıdır?” gibi sorular her yaştan ve her ilgi alanından kişilerin sorabileceği türden ontolojik sorular olarak görülebilir. Bunun dışında genel olarak felsefecilerin ilgilendiği “Fiziksel bir dış dünya var mıdır?”, “İdealar dünyası var mıdır?”, “Sayılar var mıdır?”, “Tanrı var mıdır?” gibi felsefi açıdan birçok farklı düşünceye kapı açabilecek ve yüzyıllardır birçok zihni meşgul eden ontolojik sorulardan da bahsetmek mümkün. Bunlara ek olarak “Masanın üzerinde kitap var mı?”, “Arabanın üzerinde çizik var mı?” ya da libidosu yüksek bir gencin sevgilisine sorduğu “Üzerinde kıyafet var mı?” gibi varoluşsal açıdan daha sıradan sorular da ontolojik sorular kapsamına girer. Peki ya “Fiziksel bir dış dünya var mı?” sorusu ile “Masanın üzerinde kitap var mı?” sorusu aynı ontolojik statüdeki sorular mıdır? Sezgisel olarak da fark edebileceğimiz üzere biri diğerinden çok daha genel ve kapsayıcı bir sorudur. İşte tam olarak bu farktan yola çıkarak Carnap, ontolojik soruları içsel (internal) ve dışsal (external) sorular olmak üzere ikiye ayırıyor:

“Nitelikler, sınıflar, sayılar, önermeler var mıdır? Bu ve bununla ilgili problemleri daha açık bir şekilde anlamak amacıyla her şeyden önce varlıkların varlığı veya gerçekliğiyle ilgili iki tür soruyu tanımlamak zorunludur. Birisi kendi dilinde yeni tür varlıklar hakkında konuşmak isterse yeni kurallara tabi yeni konuşma yolları sistemi sunmalıdır; bu işlemi, söz konusu yeni varlıklar için dilsel bir ‘çerçeve (framework)’ yapısı olarak adlandıracağız. Artık iki varlık sorununu ayırabiliriz: ilki içsel sorular dediğimiz ‘çerçeve içinde’ yeni türdeki bazı varlıkların varlığı ile ilgili sorular ve ikincisi dışsal sorular dediğimiz bir bütün olarak varlık sisteminin varlığı veya gerçekliği ile ilgili sorular. (4)”

Kısacası Carnap, kendi içerisinde kuralları olarak inşa edilen bir çerçeve içerisinde sorduğumuz sorulara içsel sorular derken, çerçevenin ya da sistemin varlığına dair sorduğumuz soruları dışsal sorular olarak adlandırıyor. Eğer dış dünyayı Carnap’ın deyimiyle kurallara tabii varlıklar hakkında konuşma sistemi olarak görebildiğimiz için dış dünya “çerçevedir”, masa ya da masanın üzerindeki bir kitap bu çerçeve kuralları kabul edildiğinde var olabilecek veya var olamayacak sistem elemanıdır. Dolayısıyla “Masa’nın üzerinde kitap var mı?” sorusu içsel bir soruyken “Fiziksel gerçeklik var mı?” dışsal bir soru halini alır. Kısaca çerçevenin kabul edilmesi dâhilinde sorulan sorulara içsel, çerçeveye dair sorulara dışsal soru diyoruz.

İçsel ve dışsal soruları anlamak için “Sayılar var mıdır?” sorusunu incelememiz mümkün. Bu soru bağlamında sayılar, tıpkı fiziksel gerçeklik gibi, kendi içerisinde terimlere ve ifadelere sahip ve bu terimlerle ifadeler arasındaki ilişkinin belli kurallara sahip olduğu bir çerçevedir. Robin Le Poidevin bu çerçeveyi şu şekilde açıklamıştır(5):

… Sayılar sistemini ele alalım. Bu sistem öncelikle “üç”, “beş” vb. terimlerden oluşur. Genel terim “sayı”dır; “-den büyük” gibi terimler sayılar arası ilişkilerin terimleri; “asal” ve “negatif” gibi terimler sayıların özelliklerinin terimleri; ve “artı”, “bölü” gibi terimler sayıların işlevlerinin terimleridir. İkinci olarak sistem, bu terimlerin olduğu ifadeleri içerir: “Beş bir sayıdır.” “Üç bir asal sayıdır.” Üçüncüsü, sistem sayılar arasında, hem özel bir biçimde (“üç artı üç altı eder”) hem de daha genel bir biçimde (“iki negatif sayının çarpımı bir pozitif sayı eder”), ilişkileri yönlediren kuralları içerir.

Söz konusu sayılar sistemi olduğunda bu sistemin tıpkı “dış dünya çerçevesi” gibi kendi içinde kuralları ve kabul edildiği takdirde kabul edilmesi gereken terim ve ilişkileri içinde barındıran bir çerçeve olduğundan bahsedebiliriz. Bu çerçeveden yola çıkarak içsel ve dışsal sorular arasındaki farkı daha kolay anlayabilir ve bu soruların anlam tahlilini yapabiliriz.

Bu raddede “Dokuz ve on iki sayıları arasında bir asal sayı var mıdır?” sorusunu inceleyelim. Matematiksel veriler ışığında kendisi ve bir sayısı dışında hiçbir pozitif sayıya tam olarak bölünmeyen ve aynı zamanda dokuz ve on iki sayıları arasında bulunan bir sayının olduğunu ispat etmemiz mümkündür; on bir. Yani sayılar sistemini ve matematik çerçevesini (ve bu noktada sayılar kuramının aksiyomlarını, ör. Peano Aksiyomlarını) kabul ettiğimiz zaman bu soruya “evet” cevabını vermemiz gerekir. Fakat burada cevabın evet mi hayır mı olduğuna değil cevabın başlangıcına bakmamız gerekiyor: “sayılar sistemini ve matematiksel çerçeveyi kabul ettiğimiz zaman…” O halde bu soru matematik çerçevesi kabul edildikten sonra sorulabileceğinden ötürü “içsel soru” halini alıyor.

Peki ya doğrudan “Sayılar var mıdır?” sorusuna nasıl bakmalıyız? Carnap’ın iddiasına göre bu soruyu iki farklı biçimde ele alabiliriz. Ya çerçeveyi kabul etmemiz durumunda içsel bir soru olarak ya da doğrudan çerçeveye yöneltilen dışsal bir soru olarak… Bu soruyu içsel bir soru olarak gördüğümüzde, yani matematik çerçevesini kabul ederek sorduğumuzu varsaydığımızda cevap açık bir şekilde evettir. Zira “dokuz ile on iki arasında bir asal sayı” varsa, doğal olarak sayılar da vardır. Fakat genel olarak bu soru soruluş itibariyle ve metafiziksel açıdan dışsal soru olarak sorulmaktadır (Hiçbir filozofun ya da matematiksel realistin “dokuz ile on iki arasında bir asal sayı vardır, dolayısıyla sayılar vardır” argümanını ciddi bir biçimde savunabileceğini sanmıyoruz.) O halde soruyu ikinci bağlama alarak dışsal bir soruymuşçasına inceleyelim.

Matematik çerçevesine ve sayılar sistemine yöneltilen bu ontolojik soru ancak bu çerçeveyi kabul edip etmeyeceğimize dair bir soru olarak alınabilir. O halde çerçeveye yönelik sorulan bu dışsal soru bahsi geçen çerçevenin kullanılmasının pratik açıdan tavsiye edilebilir olup olmadığına bağlı bir soru halini alır. Yani söz konusu olan soru dışsal soru ise, bu soruya verilecek yanıt “Sayılar sistemini kullanmadan şu an yapabildiğimiz zilyar uygulamayı ve beyin jimnastiğini yapamazdık. Dolayısıyla bu çerçeveyi kabul etmek daha rasyonel ve pratik olacaktır.” şeklinde olabilir.

O halde söz konusu ontolojik sorular olduğunda basit bir şekilde içsel sorulara sıradan yanıtlar, dışsal sorulara pratik yanıtlar vermenin rasyonel olduğundan bahsedebiliriz. Bunu diğer ontolojik sorular için de kullanabiliriz. Örneğin “Kitaplığında Öncül Analitik Felsefe Dergisi var mı?” gibi bir soruyu ele aldığımızda bu fiziksel dünya çerçevesini kabul ederek sorulan içsel bir sorudur ve rasyonel her bireyin kitaplığında bulunduğu için “Evet” gibi sıradan bir cevapla karşılaşmayı bekleriz. Lakin söz konusu soru “Fiziksel dünya var mıdır?” şeklindeyse bu dışsal bir soru halini alır ve cevaplanışı pratik bir tavsiyeden ileriye gidemez: “Dış dünyayı kabul etmek pratik yaşamı çok daha rahat hale getirmektedir. Dolayısıyla kabul etmeliyiz.” cevabı gibi…

O halde genelleyecek olursak diyebiliriz ki dışsal ontolojik soruların cevabı ya pratik açıdan kullanışlılığına ve rasyonel açıdan kabul edilebilirliğine dayalı ya da anlamsız bir cevap olacaktır.

Bu ön bilginin sonrasında artık “Tanrı var mıdır?” sorusunu inceleyebiliriz. Bu sebeple deflasyonist argümanı teolojik perspektife yüklemeli ve bu bakış açısıyla bahsi geçen soruyu incelemeliyiz. Bu soru tıpkı sayıların ontolojik statüsüne dayalı “Sayılar var mıdır?” sorusu gibi iki farklı perspektifte incelenebilir: Teistik çerçevenin kabul edilmesi durumunda içsel bir soru olarak ya da teistik çerçeveye yöneltilen dışsal bir soru olarak. Bu iki bakış açısını incelemeden önce teistik çerçeveyi tıpkı matematik çerçevesi gibi ortaya koymamız gerekiyor ki Poidevin bu çerçeveyi şu şekilde sunmuştur (6):

İlkin “Tanrı” terimini ve çağrıştırdığı ifadeleri -“Tanrı iyidir”, “Tanrı eşsizdir” vb.- gündeme getiririz. Sonra, “Tanrı” terimini fiziksel nesne çerçevesine bağlayan ifadeleri -“Tanrı evreni yarattı”, “Tanrı yarattıklarını sever” vb.- işe katarız. Üçüncü olarak, belli önermelerin doğruluğuna karar vermek için yöntemler ortaya koyarız. Bu kısmen İncil ya da Kuran gibi kudretli bir metin olacaktır.

Bu çerçeveyi ortaya koyduktan sonra bahsi geçen Tanrı’nın ontolojik konumuna ilişkin soruyu deflasyonist yaklaşımla incelememiz mümkün. Öncelikle bunu içsel bir soru olarak alırsak tıpkı “Sayılar var mıdır?” sorusunu içsel olarak ele almamız gibi gereksiz bir soru olduğunu görebiliriz. Zira teistik veya deistik çerçeveyi kabul ettiğimiz anda “Tanrı evreni yarattı.” gibi bir önermeden yola çıkarak “Tanrı vardır” sonucuna çıkabiliriz. Tıpkı “dokuz ile on iki arasında asal sayı vardır” önermesinden “Sayılar vardır” sonucuna çıkmamız gibi… Lakin bir sorun olarak felsefeciler, düşünürler ve hatta bu konularla uzaktan yakından akademik bağı olmayan kimseler bile bunu bir argüman olarak kabul etmeyecektir. Dolayısıyla soruyu dışsal bir soru olarak ele almamız gerekir. Hal böyle olunca soru teistik veya deistik çerçeveyi kabul etmenin pratik rasyonelliğine dayalı bir soru haline geleceğinden “Tanrı var mıdır?” sorusu Tanrı’nın ontolojik gerçekliğine ilişkin bir anlam taşımaz hale gelir. Pragmatik bir cevap, bu soruyu sorarken beklediğimiz cevap değildir. O halde deflasyonist sonuca göre “Tanrı var mıdır?” sorusu Tanrı’nın gerçekliğine dair sorulan aslında sahte soruya ve anlamlandıramayacağımız bir hale bürünür.

Peki ya burdan yola çıkarak doğrudan Tanrı’nın lehine veya aleyhine argümanların tamamının sahte-argümanlar olduğu ve bu konuyla ilişiği kesmenin doğru olduğu sonucuna çıkabilir miyiz? Muhtemelen böyle bir ima oluşsa bile bu pek rasyonel görünmüyor. Aslında deflasyonist argüman sayesinde “Tanrının gerçeklik statüsüne dair soruların anlamsız olduğu” sonucuna varabiliyoruz. Bunun pratik açıdan en önemli sonucunun agnostisizmin gereksizliği gibi bir sonuç olacağı taraftarıyım. Zira Tanrı’nın varlığının bilinemeyeceğini söylemek aslında herkesin dilsel anlamda içinde bulunduğu durumken bunu diğerlerinden farklı bir kategoriymişçesine sunmak gerekli gözükmüyor.

Buna rağmen bu çerçevenin rasyonelliğine, pratik açıdan işleyişine, içsel sorunlarına dayanarak hâlâ ateolojik birtakım argümanların sunulabileceğinin taraftarıyım. Sadece bu argüman sayesinde bunu hangi yöntemle yapacağımızı görüyoruz. Tanrının ontolojik gerçekliğine dair bir soru anlamsız olabilir fakat teistik ya da deistik çerçevenin kabul edilebilip edilemeyeceği günümüzde bile tartışılabilecek ve hatta tartışılması gereken bir sorundur.

Bununla beraber deflasyonist argümanı yanlış yorumlayarak bahsi geçen sorunun içsel bir soru olması durumunda bu soru üzerinde durulmaması gerektiğini iddia etmek de pek akılcı gözükmüyor. Zira “Üç kenarlı bir dörtgen var mıdır?” sorusu geometrik çerçeveyi kabul etsek bile “Hayır” cevabıyla karşılaşabileceğimiz bir soruyken aynısı teistik/deistik çerçeve için de geçerli olabilir. Tıpkı üç kenarlı dörtgen kavramı geometrik çerçevede imkansızken Tanrı’nın sıfatları arasında da bir çelişki olabilir ve bu yolla “Tanrı var mıdır?” sorusuna negatif yanıt verilebilir.

O halde deflasyonist argümanın ışığında diyebiliriz ki “Tanrı var mıdır?” sorusunu doğrudan bir gerçeklik sorusu olarak almaktan ziyade teistik veya deistik çerçevenin rasyonelliğine ve içsel işleyişine dayalı bir sorun olarak ele alabiliriz. Yani ateistik bir argüman ortaya sunmak istiyorsak argümanlarımızı dört kategoriye ayırmamız gerekiyor:

  • Teistik/deistik çerçeve kabul edilse dâhi Tanrı tasavvurunun sıfatlarındaki iç çelişkiler/gerilimlerden yola çıkarak içsel sorunlara dayalı argümanlar (Örn. Mutlak Kudret Argümanı).
  • Teistik/deistik çerçeveye dayalı Tanrı tasavvuru ile aktüel dünya arasındaki problemler ve aktüel dünyanın ateizmle daha iyi açıklanabileceğine dair argümanlar (Örn. Kötülük Argümanı).
  • Teistik çerçevenin içerisinde barındırdığı spesifik konuların irrasyonelliğinden doğan problemler (Örn. Mucize Argümanı).
  • Teistik çerçevedeki Tanrı tasavvuru ile aynı çerçevede sunulan spesifik teist iddialar arasındaki problemler/gerilimler (Örn. Sınav İddiasına Karşı Argümanlar)

Önümüzdeki yazılarda tüm bu sorunları mantıksal bağı koparmamaya çalışarak ve her argümanı diğerine güçlü veya zayıf olsa dahi bağlayarak vermeye çalışacağım. Buna rağmen argümanları birbirinden bağımsız olarak okuyabilirsiniz.

Kısacası bu yazıda ateistik argümanların nasıl kurulması gerektiğini ve “Tanrı var mıdır?” sorusunun ontolojik statüsünü açıklamaya çalıştım. Bundan sonraki yazılarda bu yazının ışığında teistik/deistik çerçeveyi incelemek üzere …


Notlar:

  • 1) Ayer, A.J. (1936), Language, Truth and Logic, London: Gollancz.
  • 2) Carnap, R. (1950), ‘Empiricism, Semantics and Ontology‘, yeniden basım P. Benacerraf ve H. Putnam (der.), Philosophy of Mathematics, 2. baskı, Cambridge: Cambridge University Press, 1983, s. 241-57
  • 3) Poidevin, R.L. (2003), Ateizm – İnanma, inanmama üzerine bir tartışma, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 185
  • 4) Carnap, R. (1950), ‘Empiricism, Semantics and Ontology‘, Alıntılanan Kaynak: http://www.ditext.com/carnap/carnap.html
  • 5) Poidevin, Age, s. 187
  • 6)Poidevin, Age, s. 190

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

İsimlerini Bilmeniz Gereken 46 Ateist ve Nonteist Felsefeci – Berat Mutluhan Seferoğlu

Sonraki Gönderi

Metafiziğe Giriş: Metafizik Nedir? Hangi Sorularla Uğraşır? – Berat Mutluhan Seferoğlu

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü