Dil ve Düşünce İlişkisine Dair Kısa Bir İnceleme – Mehmet Mirioğlu

"Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır." Ludwig Wittgenstein

/
2295 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Herhangi bir metnin, dilsel açıdan mutlak anlama sahip olamayacağına ve her okuyanda aynı imgelemi yaratamayacağına dair ilgi çekici verilerden biri; hâlâ tam olarak çözülememiş fakat hakkında önemli bilgiler elde ettiğimiz dil ve düşünce arasındaki etkileşimde bulunuyor gibi görünüyor. Dilin doğasının ne olduğu, zihinsel süreçleri ne kadar yansıtabildiği, kullanılan dilin düşünceyi etkileyip etkilemediği konuları dilbilim ve dil felsefesi çalışma alanlarında bolca ele alınır. Şu ana kadar elde ettiğimiz bulgular da içsel dünyamızda hem dilin düşünceyi etkilediği hem de düşüncenin dil ile derin bir etkileşimde olduğu döngüsel bir sürecin gerçekleştiğidir. Yalnızca düşünceler dili oluşturmaz; aynı zamanda kullanılan dil de olaylara bakış açımızı değiştirir, yeniler ve şekillendirir.

Dil ve kültür, uzun bir evrimsel olaylar dizisinin ürünü olması ve bir bütün olarak insanlık tarafından yaratılmasına rağmen bireysel olarak bakıldığında kişi, gözünü açtığı dünyada dili ve kültürü hazır bulur. Bebeklikten itibaren karşı karşıya kaldığı ifadeler, vurgular, ses tonu, kelime öbekleri ve tüm diğer etkenler kişinin dildeki ifadeleri zihninde neye karşılık getireceğini ve onda ne gibi duygular yaratacağını etkilemektedir. Bu açıdan bakıldığında dil, kültürden kültüre farklı imgelemlere sahip olmakla beraber spesifik olarak incelendiğinde aynı kültür içerisinde farklı bireylerde dahi farklı imgelemlere sebep olur.

Bu dilin yarattığı imgelem farklılığına bir delil olarak her dilin kendine özgü bir düşünce tarzına sahip olduğunu gösteren veriler sunulabilir. Örneğin Fransız felsefesinde kendini bulan düşünürlerin çoğunlukla rasyonalist, Alman felsefesinin spekülatif-metafizik, İngiliz felsefesinin empirist ve Türk felsefesinin mistik-rasyonalist olmasının(1) sebebi o dilin kendine has yapısı olduğu ve söz konusu dildeki deyimlerin, özlü sözlerin, kelime ve mecazların neler olduğu ile ilişkilendirilebilir. Elbette tek etken kişinin maruz kaldığı dil ve o dilin analitik yapısı değildir, fakat bunun etkileri yadsınamaz.

Bunlarla birlikte tekil-tikel-tümel, soyut-somut vb. şekilde sınıflandırılabilen kavramlar, dilin önemli yapıtaşlarından olup kavram analizi yapmak dilin düşünce ile ilişkisinde önemli bir rol oynayabilir. Psikolojiden dilbilime, anlambilimden bilgi felsefesine kadar çok sayıda bilimsel ve felsefi alan “kavram” kavramı üzerinde tanımlama yapmaya çalışsa da net bir tanımın olduğu söylenemez. Buna rağmen yazının ana konusu bu olmadığından kavram derken temel olarak “bir terimin anlamını oluşturan ve o terimi yerinde kullanıp kullanmadığımızı belirleyen tanımlayıcı özelliklerin tümünden” (2) bahsedeceğiz.

Dilin temel taşı olan kavramların kültürden kültüre farklı zihinsel görüntülere karşılık geldiği, zamanla anlam kaybı yaşadığı ve kavramın doğduğu coğrafyadan, dinden, medeniyetten doğrudan etkilendiği açıktır. Örneğin 8. ve 9. yüzyıllarda Budizm’i ve Maniheizm’i kabul eden Uygurlar, bu kabul edişin etkisiyle bu dinin gereklerine uygun kelimeleri doğal bir süreçte dillerine eklemlemişlerdir. Benzer şekilde İslamiyet’i kabul eden uygarlıklar İslamiyet’in yaşayış biçimine göre kelimelere yeni anlamlar yüklemiş veya dillerine yeni kelimeler katmak zorunda kalmıştır. Bu durum kişilerin kelimelere bakış açısını da değiştirmiştir.

Örneğin “eleştiri” kavramı Ortaçağ dönemi insanları ve kilisesi için mahcubiyet sebebidir ve otorite kaybını ima eder. Fakat Anaksimender’e göre bu kavram gücü ve ilerlemeyi ifade etmekle beraber yaptığı haritayı eleştirmeleri için denizci ve tacirlerin yanına dahi gitmiştir.(3) Kültürel ve dünyevi görüş olarak kesin bilginin özel ve azınlık birtakım insana bahşedildiğine duyulan inanç, Ortaçağ dünyasının “eleştiri” kavramı için oluşturduğu imgemi negatif bir tarafa koyarken eleştirilme arzusunu gerçeğe ulaşma arzusu ile bir gören felsefi görüş bu imgelemi klasik zihinsel süreçlerin aksine pozitif bir algıya sokmaya sebep olmuştur.

Bu imgelem farkına bir başka örnek ise söz öbeklerinin eril ve dişil anlamlara karşılık geldiği diller ile böyle bir farkın olmadığı diller arasındaki zihinsel görüntü farkıdır. Örneğin Almanca ve Arapça gibi dillerde kelimeler eril (maskülen) ve dişil (feminen) olarak öbeklenmekte fakat Türkçe’de böyle bir fark bulunmamaktadır. Örneğin Arapça’da gökyüzünün dişil Tanrı’nın eril olarak ifade edildiği bilinmektedir (4). Bu durum kişilerin Tanrı’ya veya gökyüzüne bakış açısını değiştirmektedir. Dillerde eril-dişil öbeklenmeleriyle ilgili dilbilimci Roman Jakobson’ın On Linguistic Aspects of Translation adlı makalesinde belirttikleri de önemli bir yer tutmaktadır. Bu makalede dillerde eril ve dişil öbeklenmelerin çoğundan bahsetmesine rağmen standart bir örnek olarak birçok Slav dilinde şairlerin gündüzü eril geceyi ise dişil olarak temsil ettiğini belirtmektedir (5). Bu durum Slav dilde yazılmış bir şiirden, o dili birincil dil olarak okuyan kişi ile çevirisini okuyan kişinin aynı anlamı çıkarmayacağı sonucuna ulaşabiliriz. Hatta bazı durumlarda eril-dişil farkının olduğu iki dilde aynı kelime farklı öbeklenmelere gidebilmektedir. Örneğin günah kelimesi Almanca’da dişil olarak ifade edilirken Rusça’da eril olarak ifade edilir (6). Bu durum kişilerin günahı algılama biçimini dahi değiştirmektedir. Bunlara benzer şekilde Kur’an veya İncil’de savaş ayetlerini anlayabilmek için o dilin savaşa olan bakış açısını ve bu kelimeye nasıl bir anlam yüklediğini bilmek gerekir.

Kısacası bir kelimenin düşüncede ne gibi bir algıya sebep olduğu kullanılan dile, o dilin coğrafyasına, o dilin oluştuğu ve geliştiği kültüre, o metni ele alan kişinin o kelimelerden neler anladığına bağlıdır. Kelimeler ve kavramlar; düşünceyi değiştirir ve şekillendirir. Bu durum, kişinin halihazırda doğduğu dönemde ve çevrede kelimelere ne gibi anlamlar yüklendiğinden etkileneceğini ve metinleri mutlak bir anlama tabii tutamayacağını gösterecektir.


Kaynakça:

  • (1) Cemal Yıldırım, Mantık Doğru Düşünme Yöntemi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s. 249’dan akt Gönül Özer, “Kültür – Kavram İlişkisi Üzerine Bir Araştırma”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2015, s.79
  • (2) Celal Şengör, Bilgiyle Sohbet – Popüler Bilim Yazıları, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s.25.
  • (3) Hasan Aydın, Felsefi Antropoloji Işığında Hz. Muhammed ve Kuran, Bilim ve Gelecek Yayınevi, İstanbul, 2018 s.11
  • (4) Roman Jakobson, “On linguistic aspects of translation” içinde Reuben A. Brower (ed.), On translation, Harvard University Press, 1959 s.237
  • (5) Jakobson, Agm.

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bizim Değerli Hocamız: Arda Denkel – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Bazı Feministler, Sosyalistleri Suçlamaktan Yorulmaz mı? – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü