Güvenilircilik Gettier Problemine Çözüm Bulabilmiş midir? – Zeynep Vuslat Yekdaneh

/
2588 Okunma
Okunma süresi: 35 Dakika

Giriş

Antik Yunan’dan günümüze kadar uzanan süreçte, epistemolojinin en temel tartışma konularından biri, bilginin neliği olmuştur. Bilginin ne olduğuna dair derinlikli bir araştırmaya girişmiş ilk filozof olan Platon, Theaetetus adlı diyaloğunda bilginin unsurlarına odaklanarak araştırmasını yürütmüştür. Bu nedenle, çağdaş epistemolojinin de temelini oluşturan Bilgi nedir?” sorusu, Platon’un söz konusu diyaloğuna atıfla başlayıp çeşitlenerek felsefenin farklı alanlarını da barındıran geniş bir problem alanını haline gelmiştir. Çağdaş epistemolojide bilginin ne olduğunu tanımlama ve onun doğasını araştırma çabası, geleneksel epistemolojiden farklı olarak analitik bir tavırla ele alınmış ve bilginin unsurlarını çözümleyerek tanımlama yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda bilgi tanımını çözümleyen Gettier, geleneksel tanımı gerekçelendirilmiş doğru inanç şeklinde düzenleyip (Gettier’den önce Ayer ve Chisholm gibi isimler de benzer bir bilgi tanımı yapmışlardır) epistemolojide yeni bir kavramsal yapının meydana gelmesine neden olmuş ve çağdaş epistemolojinin seyrini belirlemiştir.

Gettier, 1963’te yayımlanan “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi Midir?” (Is Justified True Belief Knowledge?) adlı makalesinde hem geleneksel üç-parçalı bilgi tanımını yapmış hem de bu tanımın yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Ona göre gerekçelendirilmiş doğru inanç tanımındaki sorun, gerekçelendirme unsurunun niteliğinden kaynaklanmaktadır. Doğru inancı bilgiye dönüştürecek asıl unsur olan gerekçelendirme, oluşturulan doğru inancın rastgele meydana gelmediğine, yani şans unsurunu dışarıda bıraktığına dair bir kanıtlamayı ifade eder. Nitekim sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Çünkü Gettier’in de dikkat çektiği üzere gerekçelendirme koşulunun, epistemik şans faktörünü engelleyemediği karşı-örnekler verilebilir. Dolayısıyla bu durum, geleneksel çözümlemenin evrensel niteliğini kaybetmesi anlamına gelirken yeni bir bilgi tanımı ihtiyacının doğduğunu da gözler önüne sermiştir.

Söz konusu ihtiyaç doğrultusunda şekillenen çağdaş epistemoloji, gerekçelendirmenin doğasına ilişkin bir sorgulamaya girişirken aynı zamanda, bu koşula dair farklı yaklaşım ve kuramlar da ortaya çıkmıştır. Güvenilircilik, temelcilik ve bağdaşımcılık gibi içselcilik ve dışsalcılık yaklaşımlarının altında gelişen bu kuramlar, gerekçelendirme kavramını analiz ederek bu koşulun sınırlarını belirlemeye ve bilginin tanımı sorununa bu bağlamda bir çözüm getirmeye çalışmışlardır. Gerekçelendirme koşuluna yönelik dışsalcı tavrı ve Gettier problemine getirdiği çözüm önerisi neticesinde bilginin tanımı sorunu tartışmasında önemli yer tutan güvenilircilik, aynı zamanda bu tartışmaya belli bir ontolojik alt yapı sağlama kaygısı gütmesi bakımından da incelenmesi gereken bir kuram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan yazımızda, güvenilirciliğin önde gelen savunucularından olan Alvin Goldman’ın “Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu” (A Causal Theory of Knowing)başlıklı makalesinden yola çıkılarak, söz konusu kuramın ana hatları, çözüm önerisi ve kurama yönelik itirazlar ele alınacaktır. Bu yazıda da olduğu gibi güvenilircilik genellikle Goldman üzerinden ele alınan bir kuramdır. Ancak çağdaş epistemolojinin içindeki tartışmalara yakından bakıldığı zaman görülecektir ki güvenilirciliğin farklı formülasyonlarından oluşan bir küme olarak çeşitli güvenilirci kuramlar da bulunmaktadır. Bu nedenleilkin güvenilirci kuramların tarihsel sürecinden bahsetmek yerinde olacaktır.

Güvenilirci Kuramların Tarihsel Süreci

Bilgi kuramları arasında hacimli bir yer tutan güvenilircilik; “bir inanç oluşturma sürecinin, yönteminin ya da epistemik diğer faktörlerin gerçeğe uygunluğunu (truth-conduciveness) vurgulayan epistemik bir yaklaşımdır (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.1).” Güvenilircilik kimi zaman gerçeği belirten özellikleri vurgulayan herhangi bir kurama atıfta bulunmak için kullanılırken daha yaygın olarak, gerekçelendirmeyle ilgili olarak sürecin güvenilirliğine atıfta bulunmak için kullanılır (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.1). Güvenilirciliğin ilk formunu ortaya koyan F. P. Ramsey (1931), bir inancın bilgi olabilmesi için doğru, kesin ve güvenilir süreçlerden elde edilmiş olması gerektiğini ifade etmiştir (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.3). Ramsey’den sonra Peter Unger (1968) ise, S’nin p’yi biliyor olmasının ancak inancın şans eseri meydana gelmediği durumlarda gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Bu görüşler, tam anlamıyla güvenilirciliği yansıtmasalar da, güvenilir süreçlere atıfta bulunmaları, şans faktörünü dışarıda bırakmaları ve genel-geçer bir bilgi tanımının imkânını öznelliği dışarıda bırakmakta bulmaları bakımından güvenilirciliğin ilk ve erken formları olarak kabul edilmişlerdir.

Benzer bir biçimde David Armstrong (1973), dolaysız bilginin analizini yaparak güvenilirci bir yaklaşım öne sürmüştür (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.3). Buna göre, bir inancın bilgi olarak nitelendirilebilmesi için yeterli bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, bir inancın bilgi haline gelebilmesi için, doğa yasalarına dayanarak doğruluğu garanti altına alınmış olmalıdır. Bu da inancın yeterli özelliklerini temsil etmektedir. Yani Armstrong’un güvenilirci kuramlar altında yapmaya çalıştığı şey, dış dünya ile doğrudan deneyimi gerekçelendirmeye çalışmaktır. Söz konusu kuramların ortak özelliklerinden birini ifade eden bu çaba, dış dünya ile inanç arasındaki karşılıklı ilişkiye atıf yapmaktadır ki bu ilişkiye yazımızın devamında değineceğiz.

Daha sonra, 1970’ler ve 1980’lerde karşı-olgusal (counterfactual) bilgi kuramları, güvenilirci kuramları savunanlar tarafından önerilmiştir. Bunlardan ilki Fred Dretske’nin (1971) nihai sebepler (conclusive reasons) adını verdiği kuramıdır (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.4). Nihai sebepler kuramına göre,  ancak ve ancak S, p doğru olmadıkça elde edemeyeceği nedenlerden dolayı p’ye inanması durumunda S’nin inancı p’yi bilgi olarak niteler. Bir diğer ifadeyle, p başka türlü olamayacağı için p’ye inanmak en mantıklısıdır ve bu durum, p’nin bilgi olarak nitelendirilmesi için yeterlidir. Ardından Alvin Goldman (1976), karşı-olgusal kuramlara benzer bir yaklaşım ortaya koyarak ilgili alternatif durumların ayırt edici özelliğine vurgu yapmıştır (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.4). Goldman’ın bu görüşüne göre S, p’ye dair olan inancını, p’nin doğruluğunu tüm ilgili alternatiflerden ayırt etmesini sağlayan algısal bir deneyime dayanarak oluşturur. Bu yaklaşım ile güvenilir süreçlere gönderim yapan Goldman, p’ye ilişkin ilgili alternatif ve radikal durumların neden doğru veya yanlış olduğunu ayırt edebilecek olan ölçütü güvenilir süreçlerde bulur. Dolayısıyla ayırt edilebilirlik, herhangi bir özneye bağlı olarak gelişmez, aksine sürecin kendisinde bir ayırt edilebilirlik vardır.

Güvenilirci kuramlardan bir diğerini ise Robert Nozick (1981) ortaya koymuştur (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.5). Kendi kuramına iz sürme (tracking) adını veren Nozick’e göre bilginin koşulları şu şekilde ifade edilebilir: “(1) Eğer p doğru değilse S, p’ye inanmayacaktır ve (2) eğer p doğruysa S, p’ye inanacaktır (Goldman ve Beddor, 2008/2015, parag.5).” Nozick’in karşı-olgusal bilgi kuramının ana fikri, bilen öznenin doğrulukla kuracağı karşı-olgusal ilişkiye dair bir doğru inancı olması durumunda özne, bilgi sahibi olabilir. Bahsedilen tüm bu güvenilirci kuramların yanında Gail Stine, Ernest Sosa, Timothy Williamson ve Duncan Pritchard gibi isimler de çeşitli yaklaşımlarla güvenilirci bir tavır sergilemiştir. Bu durumda güvenilirci kuramların kendi içinde son derece çeşitli dallara ayrıldığını söyleyebiliriz.

 Güvenilircilik

Gettier sorununa ilişkin çözüm olarak ortaya atılan kuramların üç farklı yaklaşımı vardır: Bunlardan ilki,  sorunu aşacak şekilde gerekçelendirmeyi güçlendirmek; ikincisi, var olan tanıma dördüncü bir koşul eklemek ve son olarak ise gerekçelendirmeyi kaldırarak yerine farklı bir unsur koymaktır. Güvenilirciliğin tercihi, tanıma dördüncü bir koşul ekleyerek gerekçelendirme kavramı yerine daha geniş bir kavramı koymak yönünde olmuştur. Bu nedenle öncelikle, güvenilirciliğin gerekçelendirme koşuluna yönelik tavrını açıklamak yerinde olacaktır.

Alternatif bir yaklaşım olarak güvenilircilik, bilme araçlarından hareketle elde ettiğimiz inançların, oluşturulma süreçlerinin güvenilirliğine odaklanır ve bilginin, bu sürecin güvenilirliği neticesinde meydana geldiğini ileri sürer (Başdemir, 2011, s.164). Bu nedenle güvenilircilik, doğru inancın bilgiye dönüşmesindeki temel unsur olarak kabul edilen gerekçelendirmeyi, sürecin güvenilirliği bağlamında açıklar. Bu durumda doğru inancın bilgi olarak nitelenmesini sağlayacak koşul olarak gerekçelendirme, tek başına yeterli ve kapsamlı bir kavramsal çerçeve sunabilir mi?

Güvenilirci kuramlar içinde gerekçelendirme kavramına ilişkin herhangi bir itirazı olmayan kuramlar bulunsa da, Goldman’ın savunduğu süreç güvenilirciliğinin bu soruya yönelik cevabının olumsuz olduğunu söyleyebiliriz. Kuramın önde gelen savunucularından olan Goldman, “Gerekçelendirilmiş İnanç Nedir?” (What Is Justified Belief?) adlı makalesinde, epistemik terimler ile epistemik olmayan terimleri ayırıp bilgiye işaret etmek açısından asıl önemli olan şeyin, epistemik olmayan terimler olduğunu ileri sürmüştür (Goldman,1979, s.1). Epistemik olmayan terimler ise Gettier sorunu tartışmasını çözecek nitelikte olan; inanmak (believes that), doğruluk (is true), nedenler (causes), gereklilik (it is necessary that) ve olanak (is probable) gibi terimlerdir (Goldman, 1979, s.2). Dolayısıyla epistemik bir terim olarak gerekçelendirme, bilgi için yeterli ve kapsamlı bir kavram olmamakla birlikte, bilgiye işaret etmesi bakımından da eksik kalması nedeniyle Goldman tarafından tercih edilmeyen bir kavramdır.

Benzer biçimde Goldman, “Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu” başlıklı makalesinde, hem Gettier’in karşı-örneklerindeki temel hatanın hem de farklı kuramlardaki yanlışlıkların gerekçelendirme koşulunu keyfi bir şekilde kullanılmasından kaynaklandığını belirtir. Bu bağlamda o, gerekçelendirme koşulunun anlamını sınırlandırmak ve kapsamını genişletmek açısından temel bir teminat koşulu önerir ki bu teminat koşulu epistemik olmayan terimlerden oluşmuştur. Söz konusu olan temel teminat koşulu ise nedene dayanmadır. (Goldman’ın orijinal metninde cause kavramı geçtiği için sebep yerine neden kavramını kullanmayı tercih ettik.) Buna göre nedene dayanma koşulu bilgiyi teminat altına alacak, şans faktörünü dışarıda bırakacak ve yanılmayı engelleyecek olan güvenilir süreçlerin kilit noktasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla çağdaş epistemoloji içindeki diğer kuramların aksine güvenilircilik, şans faktörünü engelleyecek temel unsur olarak gerekçelendirmeyi gerekli görmez. Ona göre bilgi, sahip olduğumuz inançların kanıtlarını ya da gerekçelerini ortaya koyarak teminat altına alınmaz; buradaki asıl vurgu, inançlarımızın oluşmasındaki temel faktör olan güvenilir süreçlerdir. Bu bakımdan güvenilircilik için bir inancın teminat altına alınmış olmasını sağlayan şey, inancı meydana getiren süreçlerin güvenilirliğidir. Yani güvenilircilik, gerekçelendirme yerine güvenilir sürece dayanma terimlerini koymayı öneriyor gibi görünüyor.

Bu bağlamda güvenilirciliğin dışsalcı tavrından bahsetmek gerekmektedir. Kabaca dışsalcılık, bilen öznenin sahip olduğu bilgiden emin olmasını sağlamak için gerekli olan unsurların tümünü, öznenin içsel süreçleriyle ilgili ve bilişsel erişimine açık olması şartlarını reddeder. Aksine bu unsurların en azından birkaçının erişilemez olduğunu savunur ve öznenin bilişsel erişimine dışsal olmasına imkân tanır. Şu halde dışsalcılık, bir inancın teminat altına alınmış olmasını sağlayan şeyin, onu teminat altına alınmış bir inanç kılan süreçlerin güvenilir olması olduğunu savunduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan güvenilirciliği dışsalcı yapan şey de, inancı meydana getiren süreçlerin güvenilirliğinin, öznenin bilişsel erişimine açık olması gerekmediği yönündeki tutumudur. Söz konusu tutum doğrultusunda güvenilircilik, zihinsel faaliyetleri tamamen saf dışı bırakmamakla birlikte, bir inancı teminat altına alınmasını sağlayabilecek asıl unsurların dışsal koşullarda aranması gerektiğini ileri sürmektedir. Şu halde güvenilirciliğin ana hatlarına, Goldman’ın “Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu” adlı makalesinden yola çıkarak, daha yakından bakmak yerinde olacaktır.

Güvenilircilik, inanç oluşturmaya yönelik güvenilir süreçlere başta duyum ve algı olmak üzere, mantıksal çıkarımı, tümel olguları ve tanışıklık bilgisini de dâhil eder. Buna göre öznenin, uygun algı koşullarında çevresindeki nesneleri algılayarak var olan olay ve süreçlere dair algısal inançları büyük oranda doğrudur (BonJour’dan aktaran Savran, 2018). Burada dikkat edilmesi gereken nokta, öznenin dış dünyayı duyumsayıp algılarken ki koşullarının uygun olmasıdır. Çünkü aksi halde bu, güvenilir süreçlerle elde edilen inançların hem olgularla ve diğer inançlarla olan nedene dayalı ilişkinin sekteye uğramasına hem de süreçlerin güvenilirliğinin sarsılmasına neden olur. Bu doğrultuda vurgulanması gereken diğer bir şey ise olgu ile inanç arasındaki karşılıklı ilişkidir. Olgu ile inanç arasındaki söz konusu karşılıklı ilişki, olgulardan hareketle oluşturduğumuz inançların doğruluk ölçütüne işaret ederken, söz konusu doğru inançlarımızın bilgi haline gelmesini sağlayan şey ise olgu ile inanç arasındaki sebebe dayalı ilişkidir. Söz konusu ilişkiden yola çıkarak Goldman, bir olgunun bir inancın sebebi olabileceği gibi, “Eğer S, p’yi biliyorsa p olgusu, S’nin p inancının sebebidir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.70)” benzeri bir çıkarımının da yanlış olacağını belirtir; çünkü aksi halde gelecekle ilgili olguları bilemeyeceğimizi söylemiş oluruz. Ancak ona göre güvenilircilik böyle bir sorunla karşı karşıya değildir. Bunun nedeni ise güvenilirciliğin, “zorunlu olarak p’nin S’nin inancının sebebi olmasını değil, p ile S arasında sebebe dayalı bir ilişki olmasını gerekli (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.70)” görmesidir. Bunu Audi’nin örneği üzerinden açıklayacak olursak; ben, gelecekte de bilgi hakkında düşünmeye devam edeceğimi biliyorum (Audi’den aktaran Tuncel, 2018, s.254). Bunun sebebi, benim gelecekte bilgi hakkında düşünüyor olmam (p) olgusu değildir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi bir olgu, bir inancın nedeni olma zorunluluğunu taşımaz.  Fakat söz konusu olgu (p), benim inancımla nedene dayalı bir şekilde ilişkilidir ve bu inancın niçin doğru olması gerektiğini ortaya koyar. Bunun sebebi ise, geleceğe yönelik olan inancımın neden doğru olduğu ile bu inanca neden sahip olduğumu nedene dayalı bir şekilde açıklayan unsur aynıdır: gelecekte de bilgi hakkında düşünmeye devam edeceğime niyetli oluşum. Dolayısıyla geleceğe yönelik bu inancınım bilgi niteliğinde olmasının nedeni, benim gelecekteki düşünüşüm değil, benim inancımla -söz konusu olgu henüz gerçekleşmemiş olsa bile- olgu arasındaki nedene dayalı ilişkidir. Yani “geleceğe-yönelik bir inanç, hakkında olduğu şeyi kısmen doğru olarak temsil eder çünkü o inancın kendisi o özel şartlara neden olmaktadır. (Audi’den aktaran Tuncel, 2018, s.254-255).”

Goldman, güvenilir süreçlerin oluşmasında, nedene dayalı ilişkiler zincirinin kurulması için mantıksal çıkarımın önemine işaret eder. Bu doğrultuda mantıksal çıkarımın içine tümel olgularımızı da ekleyebiliriz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta Goldman’ın, çıkarımı, bilinçli bir akıl yürütme biçimi olarak görmediğidir. Biz, mantıksal çıkarımlarda bulunurken zihnimizden ‘polis arabasının sesini duydum, öyleyse bir yerde polisi ilgilendirecek bir olay var’ gibi belirgin biçimlerde akıl yürütmelerde bulunmuyoruz. Bu aslında, akıl yürütmenin doğal bir sonucu olarak anında ya da hızlıca gerçekleşen bir sürece işaret ediyor. Bu doğrultuda Goldman’ın lav örneğine bakmak faydalı olacaktır. S, bulunduğu yerin bazı noktalarında katı lav görmektedir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.65). Daha önce okuldaki bir derste katı lavlarla ilgili bilgi edinmiş olmasına ve geçen gün patlayan yanardağlara ilişkin bir belgesel izlemiş olmasına dayanarak S, çevredeki bir yanardağın yüzyıllar önce patladığı sonucuna varır ki bu, büyük oranda teminat altına alınmış tümevarıma dayalı mantıksal bir çıkarımdır. Peki, bu durumda S’nin inancı bilgi haline gelmiş midir? Başka bir ifadeyle S, bunu biliyor mudur? Goldman bu soruların cevabının söz konusu inanç oluşturma süreçlerinin nedene dayalı olup olmadığına göre değişeceğini belirtir. Eğer yanardağın yüzyıllar önce patlamış olması olgusu ile S’nin ‘bu çevrede yüzyıllar önce bir yanardağ patlamış olmalıdır’ inancı arasında kesintisiz bir nedene dayalı süreç bulunuyorsa S’nin bunu bildiğini söyleyebiliriz. Aslında tam da bu noktada güvenilirciliğe yöneltilen itirazların da kaynağını oluşturan sürecin güvenilirliğini ve nedene dayalı ilişkiyi nasıl denetleyeceğiz? sorusu karşımıza çıkmaktadır. Daha öncede bahsedildiği gibi güvenilircilik, dışsalcı bir yaklaşımdır. Yani bu demek oluyor ki inancımızın nedeni olan şeyler, özneden bağımsız bir şekilde, özneye dışsal olarak aranmalıdır. Dolayısıyla bizim söz konusu süreçleri ve ilişkiyi denetleyebilmemiz için algımıza konu olan olgulara geri dönmemiz ve süreci yeniden inşa etmemiz gerekmektedir. Öyleyse S’nin lavların şu anda durduğu yerde bulunmasına yönelik inancını, yüzyıllar önce bir yanardağın yakın çevrede patlamış olması inancının bir nedeni olarak görelim ya da görmeyelim, yüzyıllar önce yakın çevrede bir yanardağın patlamış olması olgusu, S’nin buna dair olan inancının bir nedenidir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 2011, s.67). Çünkü önemli olan bir olgunun, bir inancı başlatması değildir, başlatmasa bile bir olgu, bir inancın nedeni olabilir veya nedeni olmasa bile ikisi arasında nedene dayalı bir ilişki olabilir.

Bu bakımdan bir nedenler zincirine çıkarımlar zinciri eklenmesi, tüm zincirin nedene dayalı olarak yeniden inşa edildiği anlamına gelmektedir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.66). Fakat öznenin daha önceki teminat altına alınmış inançlarından hareketle mantıksal çıkarımlarda bulunması diğer güvenilir süreçlerden daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Buna rağmen bu süreç ne kadar karmaşık olursa olsun odaklanılması gereken asıl nokta, sürece dair güvenilirliğin kendisidir.

Güvenilir süreçlerin bir başka unsuru ise tanışıklık (testimony, şahitlik) bilgisidir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 2011, s.67). Tanışıklık bilgisinin güvenilir süreçlerdeki yerini bir örnekle anlatmak gerekirse; şu anda yağmurun yağıyor olması olgusunun (p), algısından hareketle Z’nin p’ye inanmasına sebep olduğunu düşünelim. Böylelikle Z, p inancına dayanarak p olgusunu ileri sürer. Daha sonra V, Z’nin p’yi ileri sürdüğünü bir şekilde öğrenir ve Z’nin p’yi ileri sürdüğüne dair bir inanç oluşturur (q). Öncelikle V, Z’nin p’ye inandığı çıkarımını yapar, ardından da buradan hareketle p’nin bir olgu olduğu çıkarımına ulaşır. Bu durumda p olgusu, V’nin p inancının sebebi olmuştur ve kesintisiz bir sebep zinciri oluşmuştur. Dolayısıyla V, çıkarımlarının her birini teminat altına almış olduğu için V’nin p’yi bildiğini söyleyebiliriz. Bu da bize tanışıklık bilgisinden hareketle oluşturulan inançlarımızın da güvenilir süreçlerle açıklanabileceğini göstermektedir. Şu var ki, bu anlatılanlara rağmen tanışıklığın bilgi oluşturmak için yeterli olup olmadığı ya da tanışıklığın bilgi üreten bir süreç olması için ne kadar güvenilir olması gerektiği tartışmalıdır. Sözgelimi, benim bir arkadaşımı (e) ağlarken gördüğümü düşünelim. Bunu algıladıktan sonra zihnimde, arkadaşımı üzen bir şey olduğu için ağladığını kurguladım ve arkadaşımın üzgün olduğu sonucuna (q) vardım. Ardından bir başka arkadaşıma (r) e’nin üzgün olduğu bilgisini aktardım. Tam da bu noktada Audi’nin de belirttiği biçimde (Audi’den aktaran Tuncel, 2018, s.255-257), r’nin benden aldığı bilgi sonucunda oluşturduğu e’nin üzgün olduğu inancının güvenilirliği sorgulanabilir. Çünkü e aslında öfkeli olduğu için ya da mutlu olduğu için ağlıyor olabilirdi. Bu durumda güvenilir süreçlerde tanışıklık bilgisi her ne kadar önemli bir rol oynasa r’nin benim ifademden bilgi edinmediği açıktır. e’nin davranışları benim q inancıma sebep oluyor; benim q inancım r’ye bu inancımı ifade etmeme neden oluyor ve benim r’ye bunu söylemem onun q’ya inanmasına sebebiyet veriyor. Fakat ben e ile ilgili konularda güvenilir bir bilgi kaynağı olmayabilirim.

Bu belirsizliğe karşılık Audi, güvenilirciliğin, bilgi kavramının kendisinin belirsizliğine atıfta bulunarak söz konusu belirsizliğin içinden çıkabileceğini ileri sürer (Audi’den aktaran Tuncel, 2018, s.256). Ona göre, tanışıklığa dayanan bilgimizde öyle durumlar olabilir ki biz, herhangi bir olguyu bir başkasının ne derecede bildiğinden emin olamayız. Örneğe geri dönecek olursak burada da r, söz edilen olgunun benim tarafımdan ne kadar bilinip bilinmediğine dair kesin bir bilgisi yoktur ve benim ifademin güvenilirliği arttığı için r, benim ifademden kaynaklı olarak biliyorum eğilimini gösterebilir. Dolayısıyla tanışıklık bilgisinin halen güvenilir süreçlerin içinde yer almasında bir sakınca olmadığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda güvenilir süreçlere dâhil olan unsurlar ile ele alınan örneklere baktığımız zaman, aslında hepsinin birbirini içeren ve gerektiren bir biçimde meydana geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Goldman’ın dışsal bir teminat koşulu olarak nedene dayanma koşulunu öne sürdüğünden bahsetmiştik. Bu bağlamda bilgi, nedene dayalı olarak teminat altına alınmış doğru inanç olarak tanımlanırken, bilmenin çözümlemesi de şu şekilde ifade edilebilir:

  • “S, p’yi ancak ve ancak; p olgusu, S’nin inanmasıyla ‘uygun’ bir şekilde sebebe dayalı olarak ilişkilendirilmişse bilir (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.77).”

Peki, nedene dayalı uygun bilgi üretme süreçleri ile kastedilen nedir? Goldman bu süreçlerin üç ana unsuru olduğunu söyler: Algı, hafıza ve bir sebep zinciri. Söz konusu nedenler zincirini özne, geçmişe dayalı olan inançlarından hareketle yaptığı çıkarımlarla ve algıya dayalı olarak yeniden inşa eder. Böylelikle bilgi; algı, hafıza ve mantıksal çıkarımların nedenler zinciri içindeki bir karışımından elde edilmiş olmaktadır (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.64). Örneğin, “Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu” adlı makalenin yazarının Goldman olduğuna (p olgusu) dair bir inancım (q) olduğunu düşünelim. Benim bu inancımın kaynağı ise daha önce bu makaleyi okurken yazarının Goldman olduğunu görmem ve literatürde bu şekilde geçiyor olmasıdır (r). (q) inancımın nedenini oluşturan bu inançlar hem algımdan hem geçmiş deneyimlerimden hem de inançlarım arasındaki çıkarımlarımdan meydana gelmiştir. Bu inançlarımdan oluşan (r) inanç kümesi ise, (p) olgusunu (q) inancıma bağlar ve eğer (r) kümesindeki inançlarım benim yanılmamı engelleyecek güvenilir süreçlerle edindiğim ve nedene dayanan inançlarsa (q)’yu teminat altına almış olurum.

Bu bağlamda güvenilirciliğin ana hatları şu şekilde sıralanabilir:

  • Olgu ile inanç arasındaki karşılıklı ilişki,
  • Önceki inançlar ile sonraki inançlar arasında sebebe dayalı bir ilişki,
  • İnancı teminat altına alacak olan unsurların özenin dışında olması ve
  • Söz konusu nedene dayanma koşulunu doğru bir şekilde yeniden inşa etme süreci.

Öyleyse, bilginin doğruluk koşullarını veren Goldman’ın söz konusu dördüncü koşulu; bilişsel süreçlerin dışında olan, bilen öznenin yanılmasını engelleyecek biçimde birbirine sebep zinciriyle bağlanmış olan, önceki çıkarım ve inançlara atıf yapan ve güvenli bir süreç gerektiren bir koşula işaret etmektedir. Bu doğrultuda Goldman’ın, Gettier’in karşı-örneklerindeki hatanın ne olduğuna dair yaklaşımını incelemek faydalı olacaktır.

Gettier’in Karşı-Örnekleri Neden Hatalıdır?

Kısaca bahsetmek gerekirse Gettier, “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi Midir?” başlıklı makalesinde, geleneksel bilgi tanımının yetersizliğini ‘Cepteki Madeni Paralar’ ve ‘Barselona’daki Brown’ örneklerinden yola çıkarak ortaya koymuştur. Bu örneklerde vurgulanan nokta, gerekçelendirilmiş doğru inancın şans faktörünü dışarıda bırakamamasıyla birlikte oluşturulan bilginin, özne tarafından aslında bilinmiyor oluşudur. Söz konusu iki örnekten ‘Barselona’daki Brown’ örneğini ele alan Goldman’a göre buradaki temel hata, olgular arasında sebebe dayalı bir ilişki olmamasıdır. Gettier, bu örneği şu şekilde aktarmıştır (Gettier’den aktaran Başdemir, 1963/2011): Smith’in, Jones’un bir Ford’u olduğuna (p) dair güçlü kanıtları vardır ve bu önermeye inanmaktadır. Bir keresinde Jones’un Smith’i Ford’uyla gezintiye çıkarması ve uzun yıllardan beri Ford marka bir arabaya sahip olması gibi kanıtlar, Smith’in bu inancını oluşturmasında etkili olmuş olabilir. Bunun yanı sıra Smith’in nerede olduğunu bilmediği Brown adında bir arkadaşı daha olduğunu düşünelim. Bu durumda Smith rastgele şu üç önermeyi kurar: Ya Jones’un bir Ford’u vardır ya da Brown Boston’dadır (q). Ya Jones’un bir Ford’u vardır ya da Brown Barselona’dadır (r). Ya Jones’un bir Ford’u vardır ya da Brown Brest-Litonvsk’dedir (t).

Bu üç önerme de Smith’in (p) önermesine bağlıdır. Dolayısıyla Smith, son üç önermeyi tamamen sağlam kanıtlara dayalı olan bir önermeden çıkarmış ve gerekçelendirmiş olarak görünmektedir. Gettier daha sonra, Jones’un kullandığı arabanın aslında kiralık olduğunu ve Brown’un şans eseri Barselona’da olduğunu düşünmemizi ister.  Smith, (p) önermesinin (r)’yi gerektirdiğini ve ona dayandığını düşünerek (r)’nin doğru olduğu çıkarımını yapar. Şu halde, (r) önermesi gerekçelendirilmiş doğru inanç koşuluna uyuyor olmasına rağmen Smith, (r)’nin doğru olduğunu bilmemektedir.

Burada (r) önermesini doğru yapan şey Brown’ın şans eseri Barselona’da bulunuyor olmasıdır. Fakat dikkatle bakıldığı zaman açıkça görüneceği gibi, Smith’in (r) önermesine inanıyor olmasıyla, Brown’ın Barselona’da olması arasında, bu inancın şans eseri doğru olması nedeniyle, herhangi bir nedene dayalı ilişki yoktur. Eğer Smith, Brown’ın Barselona’da olduğuna dair bir duyum ya da Brown’dan gelen bir haber almış olsaydı veya Jones, bir Ford’u olduğuna dair resmi bir belge göstermiş olsaydı, o zaman Smith’in (r)’yi bildiğini söyleyebilirdik. Çünkü bu durumda (r)’yi doğru yapan olgu ile Smith’in (r) inancı arasında nedene dayalı bir ilişki olmuş olurdu.  Dolayısıyla Gettier’in ikinci örneğinden yola çıkarak Goldman’ın süreç güvenilirciliği yaklaşımının, bilgi için olgu ile inanç arasında kesintisiz bir nedenler zinciri kurmayı gerekli gördüğünü söyleyebiliriz. Söz konusu “kesintisiz sebep zinciri, inanç ve olguları karşılıklı olarak teminat altına alan çıkarımlar bütünüdür (Başdemir, 2011, s.227).” Nedenler zincirinin doğru ve güvenli kurulması ile de bilgide şans faktörü engellenmiş olur.

Bu bağlamda Gettier’in ‘Cepteki Madeni Paralar’ örneğini güvenilirciliğin bakış açısıyla yorumlayabiliriz. Bu örneğinde Gettier, iş başvurusunda bulunan Smith ile Jones’u ele alır ve Smith’in, ‘işe alınacak kişinin Jones olduğuna ve Jones’un cebinde 10 adet madeni para olduğuna’ (p) dair sağlam kanıtları olduğunu düşünmemizi ister (Gettier’den aktaran Başdemir, 1963/2011). Şirket yöneticisinin işe alınacak kişinin Jones olduğunu Smith’e söylemesi ve Jones, cebindeki madeni paraları masanın üstüne koyduğu zaman Smith’in bunu görüp paraları sayması, Smith’in (p) inancının oluşmasını sağlayan sağlam kanıtlardır. Şu halde (p) önermesi, ‘işe alınacak kişinin cebinde 10 adet madeni para vardır’ (e) önermesini gerektirir. Böylelikle Smith, (p) önermesine dayalı olarak (e)’yi kabul etmiş ve (e)’ye dair olan doğru inancını gerekçelendirmiştir. Yani (e) doğrudur, Smith (e)’nin doğru olduğuna inanıyordur ve (e)’ye olan inancını gerekçelendirmiştir. Geleneksel bilgi tanımının gerekliliklerini yerine getirmesine rağmen, Smith’in bu önermeyi aslında bilmediği durumlar ortaya konabilir. Örneğin Gettier, işe alınacak kişinin aslında Smith olduğunu ve onun da cebinde 10 adet madeni para olduğunu ancak Smith’in bunları bilmediğini düşünmemizi ister. Bu durumda (p) önermesi yanlış olsa bile, Smith’in cebindeki madeni paraların sayısı nedeniyle (e) önermesi doğruluğunu koruyacaktır.

‘Cepteki Madeni Paralar’ örneğindeki sorun, (p) olgusu ile (e) inancı arasında sağlam nedenler zincirinin olmamasıdır. Eğer olgu ile inanç arasında nedene dayalı bir ilişkiden bahsediyorsak olgunun, bir inancı meydana getirme gerekliliği ortaya çıkar. Ancak (p) olgusu ile (e) inancı arasında böyle bir gereklilik yoktur. Örneğin yerlerin ıslak olması, yağmurun yağmış olmasının nedeni olamaz. Bunun tam tersi geçerlidir fakat Gettier’in karşı-örnekleri, yerlerin ıslak olması olgusundan hareketle yağmur yağdığı inancına sıçrama yapar. Dolayısıyla güvenilircilik için bu örneklerdeki temel yanlışlık, olgulardan hareketle oluşturulan inançlar arasında uygun nedene dayalı ilişkilerin bulunmaması ya da sebep zincirinin hatalı veyahut eksik kurulmasıdır.

Güvenilirciliğe Yöneltilen İtirazlar

Şu ana kadar olan bölümlerde güvenilirciliğin son derece geniş ve yaygın bir bilgi kuramı olduğunu görmenin yanında, tartışmalı noktalarının olduğunu da görmüş olduk. Peki, güvenilirciliğin tartışmalı olan eksik veya sorunlu yanları nelerdir? Bu kurama yönelik itirazların çoğu, içselcilik tarafından yapılmıştır. Şimdi bunlara bakalım

Genellik Sorunu

Bunlardan ilki, güvenilirciliğin, bir inancın bilgi haline gelebilmesi için güvenilir süreçlerden hareketle oluşmuş olması gerektiği ilkesine yönelik olan itirazdır. Genellik sorunu ya da belirleme problemi olarak da adlandırılan bu itiraz, söz konusu güvenilir süreç, bilgiyi meydana getirebilmek için ne kadar güvenilir olmalıdır? sorusunu sorar. Yani, güvenilirlik koşulunun ölçütü ne olmalıdır ki bu ölçüt yerine getirildiği zaman inançlarımız teminat altına alınmış olsun? Sözgelimi, şu anda karşımda bir kitaplığın olduğuna ilişkin görsel algım kaynaklı inancımı ele alalım. Görsel algımın dışsal ve içsel olarak tamamen uygun koşullarda çalıştığını kabul ederek şunları söyleyebiliriz:

  • Herhangi bir koşul veyahut mesafe belirtilmemiş bir kitaplığın görsel algısı,
    • Ortalama bir mesafeden iyi bir aydınlatma altındaki bir kitaplığın görsel algısı,
    • Yaklaşık iki metrelik, kahverengi, ahşap, beş rafı olan bir cisim olması bakımından bir kitaplığın görsel algısı,
    • Etrafındaki diğer cisimlerin algısı dâhil olmak üzere genel olarak görsel algı.

Bu durumda BonJour’a göre şu soruyu sormalıyız: “Söz konusu bilişsel sürecin bu tasvirlerin hangisi basit güvenilirciliğin gerekçelendirme ilkesinin uygulanmasıyla ilgilidir? (BonJour’dan aktaran Savran, 2018, s.235-236)” Bunun yanındaki bir diğer sorun ise örneğin daha yakın mesafeden duyumsadığımız cisim hakkındaki inancımız daha doğru olurken, kısmen uzak mesafeden duyumsadığımız cisimlere dair inançlarımız hakkında daha yüksek oranda yanılabilir oluşumuzdur. Dolayısıyla bu sürecin genel durumlar için geçerliliği artsa bile özel durumlarda geçerliliğinin azaldığı söylenebilir. Yani bilme araçlarımızı kullanarak elde ettiğimiz inanç doğruysa süreç tamamen güvenilir, yanlışsa tamamen güvenilmez olacaktır. Fakat bu durumun çetrefilli olduğu özel durumlar öne sürülebilir. Söz konusu sürecin, bir inancın bu çeşitlilik gösteren nitelemelerinden hangisinin teminat altına alınmış olması için güvenilirliği sağladığı belirsiz gibi gözükmektedir. Nitekim bir inancın doğrulunu sağlayan şey güvenilir süreçlerle oluşturulmuş olmasıyken aynı şekilde, sürecin güvenilir olmasının nedeni de inancın doğruluğu olduğu için güvenilirciliğin, bir kısır döngünün içinde olduğunu söyleyebiliriz.

  • Kartezyen Cinin Dünyaları

Bu itiraz, güvenilirciliğin savunduğu güvenilirlik koşulunun, epistemik gerekçelendirmeyi ya da teminat altına almayı gerçekten gerektirip gerektirmediğiyle ilgilidir. Bir örnekle açıklayacak olursak; kötü cin tarafından yönetilen bir dünyada yaşadığımızı düşünelim (BonJour’dan aktaran Savran, 2018, s.232-233). Bu dünya gerçekte var olmamasına rağmen burada yaşayan insanlar, kötü cinin yönlendirmesiyle birlikte, gerçek dünyada olduğu gibi nedensel süreç ve deneyimlere sahiptirler. Böylelikle buradaki insanlar, duyumsadıklarından yola çıkarak inanç oluşturup onları teminat altına almaktadırlar. Peki, Kartezyen cinin dünyasında yaşayan insanların inançlarını gerçekten teminat altına alabildikleri söylenebilir mi? Öyle görünüyor ki burada yaşayan insanların inançlarının çoğu yanlıştır çünkü kötü cin adeta bir simülasyon yaratmıştır ve dolayısıyla inanç ile olgu arasındaki hem güvenilir süreçleri hem de sebebe dayalı ilişkiyi sekteye uğratmıştır. Yani burada yaşayan insanlar, akıl yürütmelerini kusursuzca yapmış olsalar bile, güvenilir sonuçlara ulaşamamaktadırlar.

Güvenilirci kuramlar arasında bu itiraza karşı farklı savunmalar yapılmıştır. Bunlardan biri, inançların teminat altına alınmasının ille de yaşanılan dünyada olması gerekmediğidir. Yani teminat altına alma koşulu, daha normal mümkün dünyalarda yapılabilir. Başka bir ifadeyle, sağduyunun sahip olduğu özelliklere potansiyel olarak sahip olabilen mümkün dünyalarda teminat altına alma koşulu gerçekleşebilir. Bu bağlamda ister Kartezyen cinin yanıltması olsun ister fıçıdaki beyinler olalım, potansiyel olarak teminat altına alma koşulu normal mümkün dünyalarda meydana gelen bir koşul olarak sağduyuya hitap eden bir biçimde meydana gelmektedir.

Bu bağlamda güvenilirciliğin, söz konusu itirazlar açısından tehlikede olup olmadığı veya itirazlara ne derecede cevap verebildiğini tartışabiliriz. Güvenilirciliğe yöneltilen itirazlardan Kartezyen cinin dünyaları, söz konusu kuram için cevap verilebilir bir nitelikte olmasına rağmen genellik sorunu, güvenilircilik için tehlike arz etmektedir. Çünkü BonJour ve Audi gibi içselcilerin de belirttiği gibi, çoğu güvenilirci bu soruna henüz sağlam bir yanıt verememiştir. Ancak ad hoc eklemeler yapılarak güvenilircilik korunmaya çalışılmış ya da güçlü güvenilircilik körü körüne savunulmuştur. Bu doğrultuda, güvenilirliğin ölçütünün ne olacağı, cisme yönelik hangi algı tasvirinin sürecin güvenilirliği için kullanılacağı ve söz konusu güvenilir süreçlerin denetlemesinin nasıl yapılacağı güvenilirciliği zor durumda bırakan sorular olarak görülebilir. Genel olarak akla yatkın bir kuram olarak görünen güvenilirciliğin, özel örneklerde yukarıda bahsedilen türden sorunlarla karşılaşacağını söyleyen içselcilere dayanarak Gettier’in karşı-örneklerine getirdiği çözüm önerisine bakmak yerinde olacaktır. Tam da bu noktada ilave etmek gerekir ki, çözüm önerisi olarak bahsettiğimiz şey, aslında salt bir çözüm önerisi değildir. Yani güvenilircilik daha çok, hem karşı-örneklerdeki hataların hem de bilginin tanımındaki yanlışlığın ne olduğunu ortaya çıkaran ve kendi düzeltmesini yapan bir konumdadır. Felsefenin yapısı gereği bakıldığı zaman, felsefenin sorunlara salt bir çözüm önerisi getirdiğini söylemek ve buna bağlı olarak bir kuramı değerlendirmek pek doğru olmayacaktır. Çünkü felsefe sorunlara çözüm getirmekten çok, sorunların ifşasını yapar. Böylelikle tartışmaların ilerlemesine ve tek bir nihai çözüm veyahut sonuç olmadığının kanıtlarını ortaya koyar. Dolayısıyla güvenilirciliğin temel kaygısının da çağdaş epistemolojiye salt bir çözüm önerisi getirmek değil, bilginin tanımı sorununu kendi bakış açısıyla epistemolojik ve ontolojik olarak temellendirme çabası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Bu bağlamda kurama yönelik itirazlara geri dönecek olursak; Gettier’in karşı-örneklerindeki hataları ortaya çıkarması ve kendini temellendirmesi bakımından, içselcilerin yönelttiği gibi güvenilirciliği yerle bir edecek nitelikteki genellik sorunundan bahsetmek pek olanaklı görünmüyor. Başka bir deyişle, genellik sorununda iddia edildiği gibi özel durumlarda güvenilir süreçlerin ölçütünün ne olacağı sorunu, Gettier’in karşı-örneklerinde meydana gelmemiştir. Dolayısıyla hangi algı tasvirinin sürecin güvenilirliği açısından inancı teminat altına alacak niteliğe sahip olduğu, ele alınan örneğin kendisinde ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık genellik sorunun ortaya çıkabileceği örnekler de halen verilebilir olarak durmaktadır.

Sürecin güvenilirliğini denetlemek konusunda ise güvenilircilik, inancın oluştuğu temel olgu veya başka inançlara geri dönmeyi, yani deneyime bakmayı önermektedir. Sürecin gerek nedene dayan koşulunu gerekse güvenilirliğini geriye dönüp yeniden inşa edebiliriz. Tabii yine de, Goldman’ın vazo örneğinde veya fıçıdaki beyin olduğu gibi, sürecin nedene dayanmasına ve güvenilirliğine yönelik olan denetlemeyi yapamayacağımız durumlar ortaya çıkabilir. Burada da Kartezyen cinin dünyasında olduğu şekilde bir açıklama getirilebileceği gibi, eğer zaten fıçıdaki bir beyin olsaydık inançlarımızı teminat altına almanın ne derece önemli ve geçerli olduğu da sorgulanabilir.

Sonuç

Gettier’in üç sayfalık makalesiyle birlikte bilginin doğasının ne olduğuna ilişkin sorular yeniden canlanmıştır. Analitik bir tavırla geleneksel bilgi tanımını üç-parçalı tanım haline getirdikten sonra, söz konusu tanımın niçin hatalı ve eksik olduğunu ortaya koyan Gettier, bu çözümlemesinin ardından, çağdaş epistemolojinin içinde yeni ve farklı kuramların boy göstermesine vesile olmuştur. Nitekim çağdaş epistemoloji içinde şekillenen kuramlar, tartışmanın yalnızca epistemolojik boyutuyla değil, ontolojik boyutuyla da ilgilenmiştir. Özellikle gerekçelendirme koşulu yerine, epistemik olmayan terimlerden oluşan bir koşulun öne sürülmesi ve nedenlerin ön plana çıkarılması bakımından güvenilirciliğin, bilginin doğruluk koşullarına ontolojik bir zemin oluşturma kaygısı taşıdığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda güvenilirciliğin ana savı, bir inancı teminat altına alacak olan şeyin, söz konusu inancın oluşturulduğu süreçlerin güvenilirliği olduğudur. Sürecin güvenilirliği yanında, güvenilirciliğin önde gelen temsilcilerinden biri olan Goldman, nedene dayanma koşulunu da ortaya koymuştur. Bu koşul, inançların oluşmasında şans unsurunu engelleyecek olan kilit noktayı ve inançların bilgiye dönüşmesindeki ana unsuru ifade eder. Bu doğrultuda inancı oluşturan öznenin rolünden çok inancın nedeni olan olgulara odaklanan güvenilircilik, inanç oluşturma süreçlerin güvenilirliğine dair öznenin bilişsel erişimini gerekli görmemesi bakımından da dışsalcı bir tavır sergiler.

Gettier problemi bağlamında incelenmesi gereken bir başka konu ise, güvenilirciliğin bu probleme getirmiş olduğu çözümdür. Goldman, güvenilirciliğin yaklaşımı doğrultusunda Gettier’in karşı-örneklerindeki yanlışlığın, olgu ile inanç arasındaki nedene dayalı ilişkinin eksik veya hatalı kurulmasından kaynaklı olarak inanç oluşturma sürecinin güvenilirliğinin sarsılması olduğunu ifade eder. Dolayısıyla şans faktörü dışarıda bırakılamamış ve bilgi meydana gelememiştir. Bu probleme ilişkin çözümü ise, yukarıda bahsedildiği gibi sürecin güvenilirliği ve nedene dayanma koşuludur. Peki, güvenilircilik, Gettier problemine sağlam bir çözüm önerisi sunabilmiş midir? Bizim bu soruya yönelik olan tutumumuz olumludur. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ‘S, p’yi biliyor’ türünden bir önermenin doğru çözümlemesinin ne olduğu, sebebe dayalı bir cevapla açıklanamaz (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1967/2011, s.81). Goldman’ın “Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, onun yapmaya çalıştığı şey, ‘S, p’yi bilir’ türünden önermelerin doğruluk koşullarını çözümlemektir. Bu çözümlemesiyle birlikte, epistemolojik sorunların yalnızca bir gerekçelendirme sorunu olduğunu düşünen geleneksel tutumun karşısında duran bir yaklaşım geliştirmiştir. Böylelikle “bir kimsenin bir şeyi bilip bilmediği sorununun bazı durumlarda sebebe dayalı bir sorun olduğunu (Goldman’dan aktaran Başdemir, 1976/2011, s.81)” göstermiştir. Bu anlamda çağdaş epistemolojide yer edinmiş bir kuram olan güvenilircilik, çok yönlü yaklaşımı ve ılımlı tavrıyla tartışmaya yönelik önemini ortaya koymuştur.

Kaynakça

Audi, R. (2018). Bilgi Teorisine Çağdaş Bir Giriş. Melis Tuncel (Çev.) Hasan Yücel Başdemir (Çev. Ed.), Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Başdemir, H. Y. (2011). Çağdaş Epistemolojide Bilginin Tanımı Sorunu. Halil İbrahim Şimşek (Ed.), İstanbul: Hitit Kitap.

BonJour, L (2018). İçselcilik ve Dışsalcılık. Aydın Ekim Savran (Çev.) Paul K. Moser (Ed.) H. Y. Başdemir ve N. Mehdiyev (Çev. Ed.), Epistemoloji içinde (s.223-246). İstanbul: Adres Yayınları.

Gettier, E. L. (2011). Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi Midir?. Hasan Yücel Başdemir (Çev.) (Ed.), Epistemoloji Temel Metinler içinde (s.49-52). İstanbul: Hitit Kitap.

Goldman, A. I. (2011). Bilgide Sebebe Dayanma Koşulu. Hasan Yücel Başdemir (Çev.) (Ed.), Epistemoloji Temel Metinler içinde (s.59-81). İstanbul: Hitit Kitap.

Goldman, A. I. (1979). What Is Justified Belief?. George S. Pappas (Ed.), Justification And Knowledge içinde (s.1-23). London: D. Reidel Publishing Company.

Goldman, A. I. ve Beddor, B. (2015). Stanford Encyclopedia of Philosophy içinde. Reliabilist Epistemology. https://plato.stanford.edu/entries/reliabilism

Platon. (2016). Theaitetos. Birdal Akar (Çev.) Ankara: BilgeSu Yayıncılık.

İleri Okuma:

Edmund Gettier- Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?: https://onculanalitikfelsefe.com/gerekcelendirilmis-dogru-inanc-bilgi-midir-edmund-l-gettier/

Taner Beyter & Alican Başdemir- Epistemoloji (Bilgi Felsefesi): Neyi, Ne Kadar, Nasıl Bilebiliriz?: https://onculanalitikfelsefe.com/epistemoloji-bilgi-felsefesi-neyi-ne-kadar-nasil-bilebiliriz/

Taner Beyter- Gettier Problemi’ne Giriş: Gerekçelendirme Sorunu: https://onculanalitikfelsefe.com/gettier-problemine-giris-gerekcelendirme-bilgi-icin-yeterli-mi-taner-beyter/

Taner Beyter- Erdem Epistemolojisi: Bilgiye Erdem ile Ulaşmak: https://onculanalitikfelsefe.com/erdem-epistemolojisi-bilgiye-erdem-ile-ulasmak-taner-beyter/

Taner Beyter- Erdem Epistemolojisi “Bilgiye Erdem Yoluyla Ulaşmak Mümkün mü?”: https://onculanalitikfelsefe.com/taner-beyter-erdem-epistemolojisi-bilgiye-erdem-yoluyla-ulasmak-mumkun-mu/

Taner Beyter- Reformcu Epistemoloji ve Temel İnançlar: https://onculanalitikfelsefe.com/reformist-epistemoloji-ve-tanri-inanci-taner-beyter/

Taner Beyter- Reformcu Epistemoloji ve Tanrı İnancı: https://onculanalitikfelsefe.com/reformcu-epistemoloji-ve-tanri-inanci/

Fatih S.M.Öztürk- Bilgi ve Doğruluk: https://onculanalitikfelsefe.com/bilgi-ve-dogruluk-fatih-s-m-ozturk/

Fatih S.M.Öztürk- Carnap, Quine ve Metafizik: https://onculanalitikfelsefe.com/carnap-quine-ve-metafizik-fatih-s-m-ozturk/

Berk Celayir- Nozick’in “Doğruluk Takibi” Teorisi Gettier Problemi’ni Çözebilir Mi?: https://onculanalitikfelsefe.com/nozickin-dogruluk-takibi-teorisi-gettier-problemini-cozebilir-mi-berk-celayir/

David Papineau- Bilgi İlkeldir: https://onculanalitikfelsefe.com/bilgi-ilkeldir-david-papineau/

Taner Beyter- Natüralizm ve Doğallaştırılmış Epistemoloji: https://onculanalitikfelsefe.com/naturalizm-ve-dogallastirilmis-epistemoloji-taner-beyter/

Taner Beyter – Epistemoloji ve Gerekçelendirme Sorunu: https://onculanalitikfelsefe.com/taner-beyter-epistemoloji-ve-gerekcelendirme-sorunu/

Vedat Çelebi – Gettier Durumlarında İçselci ve Dışsalcı Gerekçelendirmenin Yeterliliğinin Değerlendirilmesi : https://onculanalitikfelsefe.com/gettier-durumlarinda-icselci-ve-dissalci-gerekcelendirmenin-yeterliliginin-degerlendirilmesi-vedat-celebi/

Taner Beyter- Epistemik Gerekçelendirmeye Yönelik İki Çözüm ve Mehdiyev’in Önerisi: https://onculanalitikfelsefe.com/epistemik-gerekcelendirmeye-yonelik-iki-cozum-ve-mehdiyevin-onerisi-taner-beyter/

Hasan Yücel Başdemir- Çağdaş Epistemolojide Bilginin Tanımı Sorunu: https://onculanalitikfelsefe.com/hasan-yucel-basdemir-cagdas-epistemolojide-bilginin-tanimi-sorunu/

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilinç (Stanford Felsefe Ansiklopedisi) – Robert Van Gulick

Sonraki Gönderi

Yapay Zekalar Hayvanlarla Aynı Etik Korumalara Sahip Olmalıdır – John Basl ve Eric Schwitzgebel

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü