Wittgenstein ve Din – Stephen Law

Ateistlerle dini inancın karşı karşıya olduğu bir davada, Ludwig Wittgenstein kürsüye çağrılır. Tanıklığı kimin tarafına hizmet eder?

/
3185 Okunma
Okunma süresi: 18 Dakika

Çağdaş ateistler dini inançları eleştirirken, genellikle sadece basit dini düşünürlerin benimsediği inançları eleştirirler. Ya da bazıları bunu iddia ediyor. Aynı şekilde iddia ediliyor ki, aslında sofistike dini inanca sahip insanların inançları bu tür saldırılara karşı dayanıklıdır.

Bu tür bir karşılık verenler genellikle Ludwig Wittgenstein’ın (1889-1951) sonraki çalışmalarına, özellikle ikisi de ölümünden sonra yayınlanan Lectures and Conversations on Aesthetics, Psychology and Religious Belief (Estetik, Psikoloji ve Dini İnanç Üzerine Dersler ve Sohbetler) (1967) ve Culture and Value (Kültür ve Değer) (1970)’de yaptığı açıklamalara başvururlar. Wittgenstein, bu kitaplarda dini inanç hakkında bir dizi ilginç, hatta şifreli yorumlar yapıyor ve bu tür ateist eleştirilerin izlerini kaybettiğini öne sürüyor gibi görünüyordu.      

Aşağıda, Wittgenstein’ın daha sonraki çalışmalarında kök salmış olan dini inancın önde gelen “Wittgenstein’cı” savunmalarına ilişkin kısa bir kılavuz yer almaktadır. Wittgenstein’ın dini inanç hakkındaki sonraki görüşlerinin tartışmalı olduğuna dikkat edin. Tartıştığım görüşler zorunlu olarak Wittgenstein’ın kendisine ait değil, ona atfediliyor da olabilir. Bu farklı pozisyonları daha yakından incelediğimizde, çoğu inanana inançlarının bu ateist eleştirilerden muaf olduğunu kanıtlayacak neredeyse hiçbir şey bulamıyoruz. Bu, çağdaş ateist inanç eleştirilerinin sağlam olduğu anlamına gelmez- olmayabilirler de. Olay şu ki, Wittgenstein’cı bir tavır takınmak bu tür saldırılara karşı çok az koruma sağlıyor.

Dersler’de, Wittgenstein inançsız bir insan olarak, inançlı insanın inandığı şeyle çelişemeyeceğini söylüyor:

Eğer bana inançlı insanların inandığı anlamda Kıyamet Günü’ne inanıp inanmadığımı sorarsanız, “Hayır. Öyle bir şeyin olacağına inanmıyorum” demezdim. Böyle demek bana oldukça akıl dışı gelirdi.

Ve sonra açıklardım: ‘Ben … inanmıyorum’, ama inançlı bir insan da bu tanımladığım şeye asla inanmaz.

Bir şey diyemem. O kişiyle çelişemem.

Aslında, Wittgenstein yaygın bir şekilde şunu varsaydığı şeklinde yorumlanır: inanmayan insanlar sadece dindarların inandığı şeyle çelişmemekle kalmıyor, onların inançlarını çürütemiyorlar da. Ama neden?

İşte bu noktada Wittgenstein’ın yorumcuları birbirinden ayrılır. Wittgenstein’ın dindar kişinin ve ateistin Tanrı vardırİsa ölümden dirildi ve bir Kıyamet Günü olacak gibi cümleleri oldukça farklı bir şekilde, dolayısıyla da farklı anlamlarda kullandığını düşündüğüne dair oldukça geniş bir fikir birliği var. Ancak bu, başka soruları da beraberinde getiriyor:

  • Kullanımları tam olarak nasıl farklılık gösterir?
  • Neden ateistlerin dindar kişinin bu tür cümleler kullanarak ifade ettiği şeyle çelişmekte – ve aslında çürütmekte – başarısız olması gerektiğini varsayalım?

Bu sorulara cevap olarak bir dizi Wittgenstein’cı görüş sunulmuştur. Aşağıda üç ana iddiacının bir haritasını çıkardım.

Bir gayri-bilişselci Wittgenstein’cı olarak adlandırdığım kişiye göre, Tanrı vardır ve İsa ölümden dirildi gibi cümleler dindarlar tarafından iddialarda bulunmak için hiç kullanılmaz. Fakat eğer dini bir iddiada bulunulmazsa, ateist eleştirmenlerin çelişeceği veya çürüteceği hiçbir şey yoktur.

Eğer Tanrı vardır cümlesi bir iddiada bulunmak için kullanılmıyorsa başka bir şekilde nasıl kullanılır? Bir öneri, Tanrı var gibi cümlelerin dindar insanlar tarafından duyguları veya tutumları ifade etmek için kullanıldığını söyleyen ifadeciliktir (expressivism). Örneğin, Tanrı vardır, yoğun bir iyimserlik veya huşu ve saygı duygusu ifade etmek için kullanılabilir. Belki de dindar insanlar Tanrı’nın var olduğunu söylediğinde, aslında evrenin var olmasına hayret duyarak Vay canına! diyorlardır. Ama eğer Tanrı var cümlesi böyle kullanılırsa, o zaman Ama Tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsunuz? ve Tanrı’nın var olduğuna dair kanıtınız nedir? diye sormak işin özünü kavrayamayan sorular sormaktır. Yine de ateist eleştirmenlerin cevap talep ettiği sorular bunlar.

Dini dilin nasıl kullanıldığına dair gayri-bilişselci açıklamalar, dindar insanların bu tür bir dili kullanarak ifade ettiklerinin ateist eleştirmenlerin başarılı bir şekilde çelişebileceği veya çürütebileceği bir şey olmadığı sonucuna sahiptir. Bununla birlikte, gayri-bilişselciliğin dezavantajı, din dilinin genellikle nasıl işlediğinin bir açıklaması olarak oldukça mantıksız olmasıdır. Wittgenstein, bizi dilin nasıl kullanıldığını varsaymaya değil, ‘bakmaya ve görmeye’ teşvik ediyor. Ayrıca bizi sıradan dilbilimsel uygulamaya odaklanmaya teşvik ediyor. Ancak sıradan dinsel dilbilimsel uygulama, gayri-bilişselcilerin iddia ettiği gibi görünmemektedir. Dindar insanların büyük çoğunluğu -çoğu kendine özgü Wittgenstein’cılar da dahil olmak üzere- dini dili çeşitli metafizik, tarihi ve diğer iddialarda bulunmak için kullanıyor gibi görünmektedir. Bu iddiaların doğru olması genellikle onlar için çok önemlidir.

Özellikle, tarihsel bir gerçek olarak İsa’nın ölümden dirilmesi çoğu Hıristiyan için çok önemlidir. Aslında, ölümden sonra İsa’nın görgü tanıklarının raporları gibi, bu tarihsel iddiayı desteklemek için sıklıkla kanıtlar sunarlar. Çoğu, Tanrı var cümlesini bir tür aşkın, mükemmel varlık hakkında bir iddiada bulunmak için kullanıyor gibi görünüyor – kötülük problemi (Evrendeki kötülüğün yoğunluğunun her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve iyi bir tanrının var olduğu iddiasına karşı iyi bir delil sunduğu argümanı) gibi eleştiriler sunulduğunda savunmaya çalıştıkları bir iddia. Taahhütlü oldukları bir iddia yoksa, neden bir iddianın savunmasını yapalım? Görünüşe göre, dini dili tamamen gayri-bilişsel bir şekilde kullanan dindar insanlar varsa, küçük bir azınlık oluştururlar.

Din dilinin genel olarak nasıl kullanıldığına dair bir açıklama olarak gayri-bilişselciliğin bariz mantıksızlığı göz önüne alındığında, Wittgenstein’ın birçok yorumcusu bunu reddeder. Onların Wittgensteinları dini iddialara izin veriyor. Din dili tamamen ifadeci (expressivist) değildir – aksi halde filozof Genia Schönbaumsfeld’in A Confusion of Spheres (2007) adlı eserinde belirttiği gibi, dinsel inanç ‘tuhaf bir tür coşku’dan başka bir şeye indirgenmeyecektir. ‘The Tightrope Walker’ (2007) adlı makalesinde filozof Severin Schroeder bu görüşe katılır:

Yaygın (bir) görüşün aksine, Wittgenstein dini beyanların yalnızca ifadeci anlayışını ileri sürmüyordu […] Wittgenstein bağlılığın, dini inancın pratik boyutunun, varlığını inkâr etmeden, önemini vurguluyor veya belirli şeylerin doğru olduğuna inanmayı dahil ediyordu.

Yani, bu görüşe göre, Tanrı var ve İsa dirildi diyen dindar halk tarafından (gayri-bilişselciliğin aksine) iddialar ortaya atılırken, sıklıkla ateistlere anlamın ileri boyutları veya önemi ulaşmaz.

Ateist muhaliflerde kaybolan dini dil kullanımının ve öneminin farklı boyutları vardır.

Din felsefecisi John Cottingham, 2009’da şu Wittgenstein’cı noktaya işaret eder:

Dil oyunlarımız, dilsel olmayan etkinlikler ağıyla iç içe geçmiş durumda ve onlara hayat veren bağlamdan ayrı olarak anlaşılamaz.

Cottingham daha sonra ateist eleştirmenlerin çoğu zaman gözden kaçırdığını düşündüğü şeyi açıklamak için bir benzetme kullanır. Dini inancın felsefi eleştirmeninin giriştiği şey, der, ‘meyve sıkacağı metodu‘dur: dini inançtan tek başına incelenebilecek belirli iddiaların sıvısını, bağlamın etli posasını bir kenara bırakarak ayırma girişimi. Bununla birlikte, başta tahmin edilebileceği gibi, bir meyve sıkacağı bize meyvenin gerçek özünü vermez. Aksine,

Genellikle sunduğu şey, pek lezzetli olmayan bir içecek artı etli bir karışıklıktır. Çilekleri sadece meyve sıkacağının çıktısıyla tatmış ve ‘bu bana göre değil’ diye kesin bir şekilde karar vermiş biri, çilek aşığını bu kadar hevesli kılan meyvenin ne olduğuna dair aslında kökten fakir bir kavrayışa sahip olabilir.

Schönbaumsfeld de benzer şekilde Wittgenstein’ı ateist muhaliflere ulaşmayan dini dilin kullanımının ve öneminin farklı boyutları olduğunu öne sürdüğü şeklinde yorumlar. Tıpkı ‘müzik kulağı’ndan yoksun birinin, bir müzik uzmanının yargısıyla çelişemeyeceği gibi -böyle bir kişi, uzmanın ne dediğini anlamak için bile müzikal duyarlılıktan yoksundur- bu yüzden, Schönbaumsfeld, Wittgenstein’ın inanmayanların dindar kişinin söyledikleriyle çelişemeyeceğini, çünkü ilgili kavramlardan da yoksun olduğunu varsaydığını iddia eder.

Ludwig Wittgenstein

Elbette Schönbaumsfeld hem Wittgenstein hem de ateist eleştirmenlerin dindar insanlar tarafından söylenen sözlerin papağan gibi tekrar edilebileceğini göz önünde bulundurur, tıpkı müzik kulağı olmayan birinin bir müzik uzmanının kullandığı kelimeleri papağan gibi tekrar edebilmesi gibi (onlar da büyük bestecilerin kim olduğundan, kontrpuan kanunlarından vb. bahsedebilirler). Bununla birlikte, müzik kulağı veya dini hassasiyetten yoksun olanların konu hakkında edinebilecekleri en fazla şey “bir kodu öğrenmiş olmakla karşılaştırılabilecek olan” tamamen “entelektüel” bir anlayıştır. Schönbaumsfeld’in görüşüne göre, bir müzik erbabıyla veya dindar bir insanla gerçekten çelişebilmek için ihtiyacımız olan “müzik eserini veya duayı (dini sözcükleri) bizim için yaşatan türden bir anlayış, bir kelimeler bütününü papağan gibi tekrarlamamıza imkân veren türden değil”.

Bu “Wittgenstein’cı” görüşte -hadi buna meyve sıkacağı görüşü diyelim– biraz inandırıcılık var: Tanrı var’ın dini kullanımına ilişkin, ateistlere sıklıkla ulaşmayan zengin anlam ve önem katmanları vardır. Pek çok ateistin, dindarların neye inandığına dair yalnızca fakirleşmiş bir ‘meyve sıkacağı’ anlayışına sahip olduğunu ileri sürmek çok da zor değil.

Bununla birlikte, Schönbaumsfeld’in Wittgenstein’ının, ateistlere ulaşmayan bu zengin anlam ve önem katmanlarından dolayı, ateistlerin dindarların inandıklarıyla çelişemeyecekleri sonucuna varması yanlış olurdu.

Şu benzetmeyi düşünün. Mary’nin, Tom’un Otto bir Kraut’dur (Ç.N: aşağılama amacıyla da kullanılan, Alman anlamına gelen kelime) dediğini duyduğunu varsayalım. Tom böyle söyleyerek, Otto’nun Alman olduğuna dair inancını açıkça ifade ediyor. Ancak Tom, bundan çok daha fazlasını da yapıyor olabilir. Bu saldırgan kelimeleri kullanarak, Almanları ve dolayısıyla Otto’yu küçümsemesini ifade etme niyetinde olabilir. Tom’un sözlerinin asıl amacı Otto’ya hakaret etmek olabilir.

Şimdi, Mary’nin kendisini hakareti algılamaktan alıkoyan bir durumdan mustarip olduğunu varsayalım. Sonuç olarak Mary, ‘Kraut’ kelimesinin anlamını tam manasıyla anlayamaz. Mary, özellikle bu olayda Tom’un bu ifadeyi kullanma şeklini kavrayamaz. ‘Kraut’un ait olduğu türden kelime dağarcığının zengin ve çeşitli kullanımı, sonuç olarak’ Kraut’un sadece ‘Alman’ anlamına geldiğini düşünen Mary’ye ulaşmaz. Ve bu yüzden, Otto’nun Alman olmadığını bilerek Tom’a şöyle der: Hayır, yanılıyorsunuz: Otto bir Kraut değil- o Alman değil. Mary, Tom’la çelişmeyi başardı mı?

Elbette başardı. Doğru, Mary, Tom’un Otto’nun bir Kraut olduğuna dair cümlesine dair sadece zayıf, hakaret-körü, bir ‘meyve sıkacağı’ anlayışına sahip olabilir, ancak bu, Tom’un söyledikleriyle başarılı bir şekilde çelişmesini ve gerçekten de doğrudan çürütmesini engellemez.

Fakat öyleyse benzer bir şekilde, ateistler dindar kişinin Tanrı var vb. derken ifade ettiği şeye dair yalnızca zayıf, dini anlamdan yoksun, ‘meyve sıkacağı’ anlayışına sahip olsalar bile, bu onların bu türden cümlelerle ifade edilen dini inançlarla çelişmeyecekleri anlamına gelmez. Ateistlerin dindarların inandıklarını doğrudan çürütemeyecekleri anlamına da gelmez.

Ama belki de Wittgenstein ve Schönbaumsfeld’in öne sürmek istediği şey, dindarın bağlı olduğu şeyle ateistin bağlı olduğunu sandığı arasında gerçekten hiçbir örtüşme olmadığıdır?

Örneğin, ya dindar kişinin anlamı metaforikse? Diyelim ki Tom, Jane’in alevinin güvesi dedim (Ç.N: alevine güve olmak, çevresinde pervane olmak anlamına gelen bir deyimdir.) Metafor körü Mary beni duyarsa ve yanıtlarsa Ama Jane açık bir şekilde parıldayan tutuşmuş bir gaz kütlesi değil ve Tom’un kanatları yok, Mary’nin tamamen yanlış anladığı ortaya çıkar. Mary’nin anladığıyla aslında kastettiğim arasında çok az örtüşme var. Kesinlikle, Mary benimle çelişmekte tamamen başarısız oldu.

Ama o zaman belki de Tanrı’nın var olduğunu söylediklerinde dinsel anlam benzer şekilde tamamen metaforiktir, bunun sonucunda ateist eleştirmen dindar kişinin neye bağlı olduğunu tamamen yanlış anlıyordur? Buna güçlü meyve sıkacağı görüşü diyelim.

Bir cin remi oyununda Şah Mat! diye bağırsam, tam bir şaşkınlığa neden olurdum.

Güçlü meyve sıkacağı görüşünün sorunu, gayri-bilişselcilik gibi, genel olarak dini dilin nasıl kullanıldığının bir açıklaması olarak mantıksız olmasıdır. Dindar kişi Tanrı vardır dediğinde ve ateistler dünyadaki kötülüğün derinliğine işaret ederek karşılık verdiğinde, dindar kişi genellikle kötülüğe teodiseler sunarak açıklama yapmaya çalışır- yani kötülüğe açıklamalar getirerek (Bu kötülük -savaş- serbestçe hareket etmenin sonucudur. Şu kötülük karakterlerimizi inşa etmek için var)- ya da gizeme başvurarak (Bildiğimiz tek şey, Tanrı var ve bu kötülükleri izin vermek için iyi bir nedeni vardır). Dindar kişinin kastettiği şey tamamen metaforik olsaydı, bu tür dini tepkiler, Jane’in parlayan gaz bir bedeni olmadığına ve Tom’un kanatları olmadığına dair kanıtın belirleyici olmaktan daha az olduğuna işaret ederek veya Jane’in kelimenin tam anlamıyla tutuşmuş gazdan parlayan bir cisim olduğunu bildiğimiz konusunda ısrar ederek Mary’ye yanıt vermem kadar mantıklı olacaktır.

Güçlü katı meyve sıkacağı görüşünün bir çeşidi, Wittgenstein’cı bir düşünce olan, dil kullanımımızın belirli “dil oyunları” ve “yaşam biçimlerine” gömülü olduğu düşüncesiyle başlar. Bir cin remi oyununda Şah Mat! diye bağırdığımı varsayalım.”Şah mat”ın yerinin, cim remi oyunundan tamamen farklı kurallara bağlı farklı bir oyun olduğunu göz önünde bulundurursak, söylemim muhtemelen tam bir şaşkınlığa sebebiyet verecektir. Aslında, herhangi bir şey söyleyip söylemediğim bile belli değil. Bazıları, benzer şekilde İsa ölümden dirildi gibi ifadelerin yerinin dinsel dil oyunları olduğunu ve farklı kurallara bağlı olan farklı dil oyunlarına yerleştirildiklerinde (örneğin, bir fen laboratuvarında veya akademik tarih dersinde), onların da içeriklerinin ellerinden alındığını öne sürer. Ancak bu tür sözler, laboratuvarındaki bilim insanına veya akademik dersindeki tarihçiye tartışacak hiçbir şey sunmaz. Dini inancın bilimsel ve tarihsel eleştirisi imkansızdır.

Yine, bu çeşit bir güçlü katı meyve sıkacağı görüşü, genel olarak dini dilin nasıl kullanıldığına dair bir açıklama olarak mantıksızdır. Dindarlar düzenli olarak Tanrı var, İsa ölümden dirildi gibi cümleleri bilimsel ve tarihsel bağlamlarda kullanırlar- Tanrı’nın varlığı için ince ayar argümanını ve diriliş için tarihsel argümanlar kullanarak. Ve Tanrı’nın varlığından ve İsa’nın dirilişinden söz etmenin yerinin inançsızların ait olmadığı bir dini yaşam biçimi olduğu doğru olsa bile, bu inançsızların bu tür inançlarla makul bir şekilde çelişip reddedemeyeceği anlamına gelmez. Sonuçta, 17. yüzyıl Salem cadı mahkemeleri sırasında yapılan suçlamalar, çağdaş ateistlerin ait olmadıkları dini bir yaşam biçimine sahiptir, ancak bu, çağdaş ateistlerin 17. yüzyıl dini cadılık suçlamalarıyla çelişmesini ve gerçekten de çürütmesini engellemez.

Wittgenstein’a dini dil ile ilgili atfedilen üçüncü bir görüş benim ateist eksi (atheist minus) görüş olarak adlandırdığım şeydir. Bu konuda dindar kişi, ateistin sandığından daha fazlasına değil, daha azına bağlıdır.

İşte basit bir örnek. Diyelim ki Ted, Tanrı’nın analojik temsilini, bulutlardan bize bakan bir baba olarak fazlasıyla gerçek anlamında anlıyor. Ted, dindar insanların Tanrı’nın varlığına adandıklarında, kelimenin tam anlamıyla tepede bir yerde bir bulutun üzerinde oturan ve aşağıya bakan fiziksel bir kişinin varlığına bağlı olduklarını düşünüyor. Ve böylece, bu inancı çürütmek için Ted, her bulutu inceliyor ve hiçbirinde böyle birini bulamıyor.

Belli ki Ted, anladığı şekliyle ‘Tanrı’yı kullanarak Tanrı yok dediğinde, gerçekten de dindar kişiyle çelişmekte başarısız olur. Dahası, Ted, Tanrı var’dan anladığı şeyi çürütmüş olsa da sofistike teistimizin Tanrı var demekle iddia etmeye çalıştığı şeyi çürütemez.

Çoğu ateist din eleştirmeni elbette bu kadar gülünç bir yanlış anlamadan sorumlu değiller. Ama belki de daha ince bir yanlış anlaşılmadan sorumludurlar. İlahiyatçılar sık ​​sık Tanrı’nın bir ‘şey’ olmadığını vurgularlar: Tanrı, Evren ve içeriğine ek olarak bir tür fazladan öğe değildir. Gerçekten de böyle bir ‘şey’ yok. Nitekim ilahiyatçı Denys Turner Faith Seeking (İnanç Arayışı) (2002) adlı eserinde ateistlere hitaben şöyle der:

‘Tanrı diye bir şey yoktur’ derseniz, benimle aynı fikirde olmadığınızı varsaymanın bir faydası yok. Çünkü oraya sizden önce varmıştım.

Ateistlerin Tanrı’yı, var olan tüm diğer şeylere ek olarak var olan bir ‘şey’ olarak anladıkları göz önüne alındığında, o zaman Tanrı’yı ​​nasıl nitelendirirse nitelendirsinler, konu Tanrı’yı inkâr etmeye geldiğinde ateistler gerçekten de Turner gibi sofistike ilahiyatçıların inandıklarıyla çelişmekte başarısız olacaklardır.

Dini dil ile ilgili Wittgenstein’cı açıklamaların hiçbiri dindarlara ateistlere karşı bir yanıt sunmaz.

İlginç bir şekilde, Wittgenstein’ın kendisi konu Tanrıya geldiğinde söz konusu olanın “bir şeyin varlığı” olmadığını söyler. Dolayısıyla belki de Wittgenstein Turner ile aynı noktaya değinirdi: Ateistlerin Tanrı gibi bir ‘şey’in varlığını inkâr etmesi, mantıklı bir dindar kimsenin inanmadığı bir şeyi inkâr etmektir. Bununla birlikte, din dilinin nasıl işlediğine dair bu üçüncü “Wittgenstein’cı” görüş de önemli itirazlarla karşı karşıyadır.

Birincisi, ateist eksi görüş birçok dini cümle için mantıksızdır. İsa ölümden dirildi cümlesini düşünün. Hristiyan’ın bununla kastettiğinin, ateistin ondan anladığından çok daha az olduğunu mu varsayalım? Elbette hayır: Hristiyanların çoğu, ateist muhaliflerinin sandığı gibi, tarihsel bir gerçek olarak fiziksel bir dirilişe gerçekten iman eder.

İkincisi, ateist eleştirmenler Tanrı ile neyin kastedildiğini yanlış anlamış olsalar bile – belki de Tanrı’yı ​​Evrene ve içeriğine ek olarak fazladan bir ‘şey’ olarak düşünseler bile, bu, dindarların Tanrı var dedikleri zaman bağlı oldukları şeyi çürütemedikleri anlamına gelmez. Örneğin, Mary’nin çok güçlü, çok iyi bir tanrı olmadığını gösterdiğini varsayalım. Bir inananın cevap olarak Ama Mary, sen “Tanrı”nın bir bulut üzerinde yaşayan her şeye gücü yeten, çok iyi bir varlık olduğunu sanıyorsun ve ben böyle bir şeye inanmıyorum! demesinin bir faydası yok. Gerçek şu ki, inanan bu terimi anlasa bile, Mary, böyle bir yanlış anlaşılmadan sorumlu olsa da olmasa da Tanrı’nın var olmadığını göstermiş olabilir.

Üçüncüsü, ateist eleştirmen, ateist eksi görüşe göre, sofistike Hristiyan’ın ‘Tanrı’ ile ne demek istediğini yanlış anlamış olsa bile, bu onun Hristiyan’ın ne demek istediğini kavrayamayacağı anlamına gelmez. Nitekim, ateist eksi görüş doğruysa, sofistike dindar kişinin ne demek istediğini anlamak yeterince basittir: ateistlerin tek yapması gereken, ilahi özellikler listesinden ‘bir şeydir’, ‘bir bulutta yaşar’ vb.nin üstünü çizmektir.

Dini dilin nasıl kullanıldığına ilişkin yukarıdaki Wittgenstein’cı açıklamaların hiçbiri, ana akım dindar insanlar için ateist eleştirmenlere bir cevap sunmaz. Ya bu açıklama birçok kendine özgü Wittgenstein’cının umduğu türden bir koruma sağlayamıyor ya da çoğu dindar insanın -çoğu kendine özgü Wittgenstein’cılar dahil- dini dili nasıl kullandığının bir açıklaması olarak bu açıklama mantıksız. Filozof John Searle’ün bir kez söylediği gibi: ‘Eğer dilin dışında dualarını dinleyen gerçek bir Tanrı’nın varlığına inanmıyorsan dua etmeye devam etmek için çok nadir (recherché) türde bir dindar entelektüel olmalısın.’

Stephen Law- “Wittgenstein and religion”, (Erişim Tarihi: 28.10.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/essays/atheists-vs-religious-belief-with-wittgenstein-on-the-stand

Çevirmen: İrem Sena Karakoç

Çeviri Editörü: Göktuğ Koca

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

SMA Hastalığı İle İlgili Farkındalık Projesine Sen De Destek Ol!

Sonraki Gönderi

Alışveriş Özgürlükse Yağma Direniştir – Enzo Rossi

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü