Giriş
Etik (ya da Ahlak Felsefesi), insanların nasıl hareket etmeleri gerektiği sorusuyla, doğru davranışın tanımıyla (en büyük iyiliğe neden olan olarak belirlenir) ve iyi yaşam (yaşamaya değecek ya da tatmin edici veya mutlu anlamında) hakkındaki sorularla ilgilidir.
”Etik” kelimesi Yunanca ”ethos” (”gelenek” ya da ”alışkanlık” anlamına gelir) kelimesinden türetilmiştir. Etik geleneksel ahlak kurallarından farklı olarak doğru eylem teorisini ve daha büyük iyiliği gösterirken geleneksel ahlak bunların pratiğe geçirilişine işaret eder. Etik spesifik eylemlerle ve tanımlı ahlak kodlarıyla sınırlı değildir ancak tüm ahlaki idealler, davranışlar ve bir insanın yaşam felsefesini (ya da Weltanschauung’unu) kapsamaktadır.
”İnsanlar nasıl hareket etmelidir?” (Normatif ya da Buyurucu Etik), ”İnsanlar neyin doğru olduğunu düşünür?” (Tanımlayıcı Etik), ”Ahlaki bilgiyi nasıl pratiğe dökmemiz gerekir?” (Pratik Etik), ve her şeyden önce, ”’Doğru’ ne anlama gelir?” (Meta-Etik) gibi sorular sorar. Bu kategoriler hakkında daha fazla tartışma için yazının devamına bakınız.
Antik Yunan Etiği
Sokrates, Platon’un diyaloglarında kaydedildiği gibi, geleneksel olarak Batı etiğinin babası olarak düşünülür. İnsanların doğru olanın ne olduğunu bildiklerinde doğal olarak iyi olanı yapacaklarını ve kötülüğün ya da kötücül eylemlerin tamamen cehaletin sonucu olduğunu iddia etmiştir: ”Yalnızca bir iyi vardır ki o bilgidir ve yalnızca bir kötülük vardır ki o da cehalettir”. Bilgiyi ve bilgeliği öz farkındalıkla, (kişinin varlığıyla ilgili her ilgili gerçekliğin farkında olması anlamına gelir) erdemle ve mutlulukla eşitlemiştir. Yani, özünde, öz-bilgi ve öz-farkındalığı temel iyi olarak görmüştür çünkü gerçekten bilge (yani öz-farkındalık sahibi) olan kişi neyin doğru olduğunu bilir, iyi olanı yapar ve dolayısıyla da mutlu olur.
- (a) Aristo‘ya göre, ”Doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz”. Dolayısıyla bir insan yalnızca doğasıyla uyumlu hareket ettiğinde ve sonuç olarak tüm potansiyelinin farkına vardığında iyi olanı yapacak ve hayatından tatmin olacaktır. Kendini gerçekleştirmenin (kişinin kendi doğası hakkındaki farkındalığı ve yeteneklerinin gelişimi) mutluluğa giden kesin yol olduğunu ve bu nihai hedef olduğu için kalan her şeyin (sosyal yaşam ya da zenginlik gibi) bu amaca hizmet eden birer araç olduğunu savunmuştur. Her şey için ölçülülüğü teşvik etmiştir. Aşırı olanlar yozlaşmış ve ahlaksızdır (örn. cesaret, korkaklık ve gözü karalık gibi iki aşırılık arasındaki ölçülü erdemdir) ve İnsan yalnızca yaşamamalı, ancak ölçülü bir erdem tarafından yönlendirilen davranışlarıyla iyi bir yaşam sürmelidir. Aristo için erdem, doğru zamanda doğru kişiye doğru şeyi uygun ölçülerde doğru şekilde ve doğru neden için yapmaktır; yani yapması oldukça zor bir şeydir.
- (b) Kinizm, en iyi şekilde Atina sokaklarındaki bir fıçıda yaşayan Yunan filozofu Sinoplu Diyojen tarafından örneklenen antik bir doktrindir. Doğayla uyumlu bir hayatın geleneklere uygun bir hayattan daha iyi olduğunu ve basit bir hayatın erdem ve mutluluk için esas olduğunu öğretmiştir. Bir ahlak öğretmeni olarak Diyojen, geleneksel olarak ”iyi” kabul edilen şeylerin birçoğundan uzak durmanın önemini vurgulamıştır.
- (c) Hedonizm, etiğin öncelikle hazzı maksimize ederken acıyı minimuma indirmekten geçtiğini ileri sürer. Bu görüş, geleceği umursamaksızın ve başkalarına çektirilecek acıları önemsemeksizin kendini tatmin etmeyi savunanlardan (Kirene Okulu Hedonizmi) en ahlaki arayışın çoğu insanın mutluluğunu ve hazzını maksimize etmek olduğuna kadar inananlar arasında çeşitlilik gösterir. Bu spektrumun ortalarında bir yerde olan Epikürcülük fark gözetmeden elde edilen hazların zaman zaman acı ve korku gibi kaçınılması gereken negatif sonuçlara neden olduğunu gözlemlemiştir.
- (d) Stoik filozof Epictetos, en büyük iyiliğin kişinin arzuları ve duyguları üzerindeki hakimiyeti ve materyal bağlılıklardan kaçınma yoluyla elde edilebilecek olan gönül ferahlığı, sükûnet ve iç huzur olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle, cinsellik ve cinsel arzu insanın zihni bütünlüğü ve dengesi için en büyük tehdidi oluşturur ve kaçınılması gerekir. Epiktetos’a göre, hayattaki zor sorunlardan kaçınmak yerine onları ruh sağlığı için gerekli olan manevi egzersizler olarak benimsemek gerekir.
- (e) Pyrrhoncu Kuşkuculuğun kurucu figürü olan Pyrrhon, insan davranışı için genel olarak kişisel çıkarlar başlıca dürtü olsa ve insanlar birer dürtü olarak samimiyete, erdeme ya da Altruizme karşı sıcak bakmasalar da kişinin neyin iyi neyin kötü olacağına rasyonel bir şekilde karar veremeyeceğini öğretmiştir.
- (e) Evrensel insani niteliklere (özellikle rasyonaliteye) başvurarak tüm insanların sahip olduğu haysiyetle değere ve iyiyle kötüyü kesin olarak anlayabilme yeteneklerine yaptığı vurgusuyla Hümanizm, Thales, Kolophonlu Xenophanes (570 – 480 İ.Ö), Anaxagoras, Pericles (495 – 429 İ.Ö), Protagoras, Demokritus ve tarihçi Thucydides (460 – 375 İ.Ö) gibi isimlere kadar takip edilebilir. Bu erken dönem Yunan düşünürlerinin tamamı doğaüstüne dayanan ahlaktan ayrılma noktasında ve daha humanistik bir özgür düşüncenin gelişmesinde araçsalcıydılar (inançların bilimi ve mantığı temel alarak oluşturulması ve duygulardan, otoriteden, gelenekten ya da dogmadan etkilenmemeleri gerektiği yönündeki görüş).
Normatif Etik
Normatif Etik (ya da Buyurucu Etik) şeylerin nasıl olması gerektiği, onlara nasıl değer atfetmemiz gerektiği, nelerin iyi ya da kötü olduğu ve hangi eylemlerin doğru ya da yanlış olduğu meselelerini temellendirmekle ilgilenen etik dalıdır. İnsan davranışını yönetecek bir dizi kurallar ya da eylemler için birtakım normlar geliştirmeyi dener.
Normatif etik teorileri genellikle üç ana kategoriye ayrılır: Sonuçsalcılık, Deontoloji ve Erdem Etiği:
1. Sonuçsalcılık (ya da Teleolojik Etik) bir eylemin ahlakiliğinin eylemin sonuçlarına bağlı olduğunu savunur. Bu nedenle, ahlaken doğru bir eylem iyi bir sonuç üreten eylemdir. Sonuçsalcı teoriler ”Ne gibi sonuçlar iyi sonuç olarak kabul edilir?”, ”Ahlaki bir eylemden asıl fayda sağlayan kişi kimdir?”, ”Sonuçlar nasıl yargılanır ve onları kim yargılar?” gibi soruları cevaplamaya çalışmalıdır.
Bazı sonuçsalcı teoriler şunlardır:
- (a) Utilitaryanizm, bir eylemin doğru olması için en çok sayıda insan için en büyük iyiliğin (buradaki ”iyilik” hazzın maksimizasyonu ve acının minimuma indirilmesi olarak tanımlanmıştır) sağlanması gerektiğini savunur. Utilitaryanizmin kökenleri Yunan filozof Epikurus’a kadar takip edilebilse de teorinin tam formülasyonu genellikle Jeremy Bentham’la beraber en önemli savunucularından biri olarak bilinen John Stuart Mill’e atfedilir.
- (b) Hedonizm, hazzın insanlığın en önemli arayışı olduğunu ve bireylerin kendi total hazlarını (herhangi bir acı düşülmüş haliyle) maksimize etmeye çalışmaları gerektiğini savunur. Epikürcülük ise daha ılımlı bir yaklaşımdır (hala mutluluğu maksimize etmeyi hedefler ancak mutluluğu hazdan ziyade bir huzur hali olarak tanımlar).
- (c) Egoizm, bir eylemin kişinin kendisi için maksimum iyiliği yaratması halinde doğru olduğu görüşüdür. Dolayısıyla, Egoizm genel refaha zarar veren ancak birey için iyi olan eylemlere izin verebilir. Bireysel Egoizm tüm insanların kendilerine fayda sağlayan şey her neyse onu yapmaları gerektiğini ileri sürer. Kişisel Egoizm kişinin kendi şahsi çıkarı doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini söyler ancak diğer insanların ne yapması gerektiği hakkında hiçbir iddiada bulunmaz. Evrensel Egoizm, herkesin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini savunur.
- (d) Asetizm (Çilecilik), bazı açılardan, özellikle ruhsal bir amaca erişmek için egoistik hazlardan kaçınmayla karakterize edilen bir yaşam tasviriyle Egoizmin tam tersi gibidir.
- (e) Altruizm, Auguste Comte’nin ”Başkaları için yaşa” vecizesine göre, bir bireyin kendisi hariç diğer herkes için en iyi sonuçları doğuran eylemleri yapmasını buyurur. Dolayısıyla, bireylerin diğerlerine yardım etme, hizmet sunma ya da fayda sağlama ve eğer gerekliyse bunu kişisel çıkarlarını feda ederek yapma yönünde ahlaki bir yükümlülükleri vardır.
- (f) Kural Faydacılığı (bazen Sonuçsalcılıkla Deontolojiyi bir araya getirme denemesi olarak görülen) ahlaki davranışın belirli kuralları takip etmeyi içerdiğini ancak bu kuralların sahip oldukları sonuçlar esas alınarak seçilmeleri gerektiğini savunan bir teoridir.
- (g) Negatif Sonuçsalcılık, iyi sonuçlar üretmek yerine kötü sonuçları minimize etmeye odaklanır. Bu gerçekten aktif bir müdahaleyi (birine verilecek zararı önlemek için) gerektirebileceği gibi yalnızca kötü sonuçlardan pasif bir şekilde kaçınmayı da gerektirebilir.
2. Deontoloji, eylemlerin sonuçlarının doğruluğu ya da yanlışlığı yerine eylemlerin kendilerinin doğruluğuna ya da yanlışlığına odaklanma şeklinde bir etik yaklaşımıdır. Kararların, kişilerin sahip oldukları görevler ve diğerlerinin hakları (Yunanca ‘deon’ ‘yükümlülük’ ya da ‘görev’ anlamına gelir) gibi faktörler dikkate alınarak alınması gerektiğini ileri sürer.
Bazı deontolojik teoriler şunlardır:
- (a) İlahi Buyruk Teorisi: bir eylemin eğer Tanrı bu eylemin doğru olduğuna karar verirse doğru olduğunu ve bir eylemin yalnızca (ve nedeniyle) Tanrı tarafından buyrulduğunda mecburi olduğunu ileri süren bir tür deontolojik teori. Dolayısıyla, ahlaki yükümlülükler Tanrı’nın buyruklarından kaynaklanır ve herhangi bir eylemin doğruluğu bu eylemin doğurduğu herhangi bir iyi sonuca değil bu eylemin bir görev olarak gerçekleştirilmesine bağlı olur. Ockham’lı William, Rene Descartes ve 18. yüzyıl Kalvinistleri bu ahlak teorisinin çeşitli versiyonlarını kabul etmişlerdir.
- (b) Doğal Haklar Teorisi (Thomas Hobbes ve John Locke tarafından benimsenmiş olanlar gibi) insanların mutlak, doğal haklara (insanların eylemlerine ya da inançlarına bağlı olmaksızın etiğin doğasına içkin evrensel haklar anlamında) sahip olduğunu kabul eder. Bu teori en sonunda günümüzde insan hakları dediğimiz şeye dönüşmüştür.
- (c) Immanuel Kant’ın Kategorik İmperatifi, ahlakı insanlığın rasyonel kapasitesine dayandırır ve belirli dokunulmaz ahlaki yasaların olduğu iddiasında bulunur. Kant’ın formülasyonu, ahlaki olarak doğru hareket etmek için insanların görevlerine göre hareket etmeleri gerektiği ve bu eylemleri doğru ya da yanlış yapanın eylemin sonuçları değil de eylemi uygulayan kişinin sahip olduğu güdüler olduğu iddialarından dolayı deontolojiktir. Basitçe ifade edilirse, Kategorik İmperatif, kişinin yalnızca bir eylem için sahip olduğu maksimlerin (ya da harekete geçirici ilkelerin) evrensel bir yasaya dönüşmesini isteyeceği şekilde hareket etmesini ve insanlara daima birer amaç olarak davranmasını söyler.
- (d) Çoğulcu Deontoloji W.D. Ross (1877- 1971) tarafından ileri sürülen deontolojik etiğin bir tanımıdır. Bir eylemde hangi göreve göre hareket edeceğimize karar verirken dikkate almamız gereken yedi prima facie görevin olduğunu savunur: yardımseverlik görevi (başka insanların hazzını artırmak, karakterini geliştirmek vs. için yardımcı olmak); başkalarına zarar vermeme görevi (başka insanlara zarar vermekten kaçınmak); adalet görevi (insanların hak ettiklerini elde ettiklerinden emin olmak); telafi görevi (eğer birine karşı yanlış davrandıysanız bunu telafi etmek); minnettarlık görevi (bize fayda sağlayan insanlara fayda sağlamak); sadakat görevi (doğruyu söylemeye yönelik üstü kapalı sözü de kapsayacak şekilde üstü kapalı ve açık olarak verilen sözlere uygun hareket etmek). Bazı durumlarda, bu görevler arasında çatışmalar meydana gelebilir ve bu görevler arasında belirlenmiş bir önem sıralaması olmamasına ya da izlenecek açık kurallar olmamasına rağmen verilecek kararlar bir görevin diğerine ”baskın çıkmasını” gerektirebilir.
- (e) Sözleşmeci Etik (ya da Sözleşmeci Ahlak Teorisi) ahlaki normların normatif gücünün sözleşme fikrinden ya da karşılıklı anlaşmadan kaynaklandığını iddia eder. Sözleşmeci Etik, ahlaki eylemlerin eğer tarafsız olsaydık hepimizin üzerine anlaşacağı eylemler olduklarını ve ahlak kurallarının kendilerinin bir çeşit sözleşme olduklarını, dolayısıyla yalnızca sözleşmenin koşullarını anlayıp kabul edebilecek kimseler için bunların bir bağlayıcılığı olduğunu ileri sürer. Bu teori başlangıçta siyasi Sözleşmecilikten ve Thomas Hobbes, Jean-Jacques Rousseau, John Locke gibi esas olarak insanların bazı haklarını devlete ve/veya bir başka otoriteye devrederek toplumsal düzen elde ettikleri veya ortak olarak korudukları bir toplum sözleşmesi ilkesi geliştiren isimlerden türemiştir. Sözleşmesellik bir Sözleşmecilik türüdür ancak daha çok etiğin esas olarak kişiler arası bir mesele olduğu şeklindeki Kantçı düşüncelere ve doğruyla yanlışın başka insanlara karşı eylemlerimizi meşrulaştırıp meşrulaştıramayacağımız meselesi olduğu fikrine dayanır.
3. Erdem Etiği, spesifik eylemlerin doğası ya da sonuçları yerine kişinin doğasından gelen karakterine odaklanır. Bu sistem erdemleri (bir kişinin ”eudaimoniaya” ya da esenliğe veya iyi bir yaşama erişmesini sağlayacak alışkanlıklar ve davranışlar) tespit eder, erdemler arasındaki çatışmaları çözmek için pratik bilgeliği öğütler ve yaşam boyu bu erdemleri gerçekleştirmenin insanı mutluluğa ve iyi bir yaşama götüreceğini savunur.
- (a) Eudaimonizm, Aristoteles tarafından ortaya çıkarılan ve doğru eylemi ”esenliğe” götüren eylem olarak tanımlayan bir felsefedir. Bu duruma erişmek için kişinin yaşamı boyunca günlük eylemlerinde erdemli hareket etmesi ve pratik bilgelik uygulamalarına tabi olması gerekir. Bu düşünce ilk olarak Plato tarafından savunulmuş ve özellikle Aristoteles ile ilişkilendirilmiştir. Sonrasındaysa Antik Dönem ve Orta çağ dönemlerinde ahlaki düşüncenin hâkim yaklaşımı haline gelmiştir. Erken Modern dönemde gözden düştüyse de yakın zamanda modern bir canlanma yaşamıştır.
- (b) Kişi-Temelli Teoriler, takdir ettiğimiz ve ahlak pusulası olarak gördüğümüz insanlara bakarak hangi karakter özelliklerinin takdir edilesi (örn. hayırseverlik, nezaket, merhamet vs.) olduğuna dair sağduyulu sezgilerimize dayanan bir erdem açıklaması sunar.
- (c) Özen Etiği asıl olarak Feminist yazarlar tarafından geliştirilmiştir ve ahlaka ya da erdemlere olan bakışımızın başkalarının bakımını üstlenmek, sabırlı olmak, yetiştirme yeteneğine sahip olmak, kendini feda etmek vb. gibi kadınlar tarafından örneklenlendirilen daha marjinalize edilmiş erdemlere doğru kayması yönünde bir çağrıda bulunur.
Meta-Etik
Meta-Etik öncelikle ahlaki yargıların anlamıyla ilgilenir ve ahlaki özelliklerin, ifadelerin, tavırların ve yargıların doğasını ve bu yargıların nasıl desteklenmesi ya da savunulması gerektiğini anlamaya çalışır. Bir meta-etik teorisi, normatif bir etik teorisinden farklı olarak (aşağıya bakınız) spesifik seçimleri daha iyi, daha kötü, iyi, kötü veya kötücül olarak değerlendirmeyi denemez; bunun yerine tartışma konusu olan problemin doğasını ve esas anlamını tanımlamaya çalışır. Meta-etik ikinci dereceden sorularla, özellikle de semantik, epistemoloji ve etik ontolojisiyle ilgili olanlarla ilgilenir.
Başlıca meta-etik görüşleri genel olarak iki kampa ayrılır: Ahlaki Realizm ve Ahlaki Anti-Realizm:
1. Ahlaki Realizm:
Ahlaki Realizm (ya da Ahlaki Objektivizm) ortada objektif ahlaki değerler olduğunu, öyle ki değerlendirici ifadelerin esasında doğru ya da yanlış olan olgusal iddialar olduğunu ve doğruluklarının ya da yanlışlıklarının inançlarımızdan, hislerimizden ya da değerlendirilen şeylere karşı olan diğer tutumlarımızdan bağımsız olduğunu savunur. Ahlaki cümlelerin geçerli savlar ifade ettiğini ve dolayısıyla gerçekle ilgili olduğunu savunması açısından bilişselci bir pozisyondur.
İki ana çeşidi vardır:
(a) Ahlaki Doğalcılık
Bu doktrin, empirik bilgiye sahip olduğumuz objektif ahlaki özellikler olduğunu ancak bu özelliklerin tamamen ahlakla ilgisiz özelliklere indirgenebileceğini iddia eder. Bilişselciliğin (ahlaki cümlelerin savlar ifade ettiğini ve dolayısıyla doğru ya da yanlış olduklarını söyleyen görüş) doğruluğunu ve ahlaki cümlelerin anlamlarının ahlaki terimler kullanılmaksızın doğal özellikler aracılığıyla ifade edilebileceğini varsayar.
(b) Ahlaki Gayri-Doğalcılık
Bu doktrin (en büyük savunucusu G. E. Moore olan) ahlaki ifadelerin ahlaki olmayan ifadelere indirgenemeyecek (örn. ”iyilik” başka terimlerle tanımı yapılamaması anlamında tanımlanamazdır) savlar ifade ettiğini (bu anlamda ayrıca bilişselcidir) savunur. Moore, ahlakla ilgili bir iddiayı kanıtlamaya çalışırken bir ya da birden fazla doğal özellik içeren (örn. ”iyi” ‘terimi ”hoş”, ”daha gelişmiş”, ”arzu edilen” vb. şekillerinde tanımlanamaz) tanımlara başvurmayı içeren her türlü denemede doğalcılık safsatası yapıldığını iddia etmiştir.
Ahlaki Sezgicilik, bazı zamanlarda ahlaki özelliklere ya da ahlaki doğrulara yönelik sezgisel bir farkındalığa sahip olduğumuzu iddia eden bir Ahlaki Gayri-Doğalcılık türüdür.
2. Ahlaki Anti-Realizm:
Ahlaki Anti-Realizm nesnel ahlaki değerler olmadığını savunur ve ahlaki önermelerin sübjektif iddialar (Ahlaki Sübjektivizm), gerçek iddialar (Gayri-Bilişselcilik) ya da hatalı nesnel iddialar (Ahlaki Nihilizm ya da Ahlaki Şüphecilik) olup olmadıklarına yönelik inançlarına bağlı olarak üç farklı formda ortaya çıkar:
(a) Ahlaki Sübjektivizm, nesnel ahlaki özelliklerin olmadığını ve ahlaki önermelerin gözlemcilerin sahip oldukları tavırlara ve/veya kabullere bağlı olarak doğru ya da yanlış olduklarını ya da herhangi bir ahlaki cümlenin yalnızca birinin sahip olduğu bir tavrı, görüşü, kişisel tercihi ya da duyguyu ima ettiğini savunur.
Birkaç farklı versiyonu vardır:
- Basit Sübjektivizm: ahlaki önermelerin nesnel gerçekler yerine duyguları, kişisel tercihleri ve hisleri yansıttığı görüşüdür.
- Bireyci sübjektivizm: bu görüş (orijinal olarak Protagoras tarafından ortaya atılan) dünyadaki birey sayısı kadar farklı sayıda iyi ve kötü skalası olduğunu ileri sürer (bilfiil bir Egoizm türüdür).
- Ahlaki Görecelilik (ya da Etik Relativizm): bir şeyin doğru olabilmesi için toplum tarafından onaylanması gerektiğini kabul ederek bizi tarihin farklı dönemlerinde farklı insanlar için farklı şeylerin doğru olduğu sonucuna ulaştıran görüştür.
- İdeal Gözlemci Teorisi: neyin doğru olduğunun hipotetik bir ideal gözlemcinin (mükemmel derecede rasyonel, hayal gücü yüksek ve bilgili bir varlık) bu durumda sahip olacağı tavırlara göre belirlendiği görüşüdür.
(b) Gayri-Bilişselcilik, ahlaki cümlelerin yanlış ya da doğru olmadıklarını çünkü gerçek savlar ifade etmediklerini ve dolayısıyla ahlaki bilginin imkânsız olduğunu ima eder. Yine ortada farklı versiyonlar vardır:
- Emotivizm (Duygusalcılık): diğerleri arasında A.J Ayer ve C. L. Stevenson (1908- 1979) tarafından da savunulan, ahlaki cümlelerin yalnızca duyguları ifade etmeye hizmet ettiğini ve ahlaki yargılar bir noktaya kadar diğer dinleyicilerin tavırlarını ve eylemlerini değiştirmeyi hedefleyen imperatifler olsalar da öncelikli olarak kişinin kendi tavrının ifadeleri oldukları yönündeki görüştür.
- Buyuruculuk (ya da Evrensel Buyuruculuk): R.M. Hare (1919- 2002) tarafından savunulan ve ahlaki önermelerin evrenselleştirilebilir olan (yani, benzer durumdaki herkes için uyarlanabilir olan) imperatifler olarak işlev gördükleri şeklindeki görüştür örn. ”Öldürmek yanlıştır” aslında ”Öldürme!” anlamına gelir.
- Dışavurumculuk: ahlaki cümlelerin temel işlevinin herhangi bir gerçeklik iddia etmek değil de değerlendirmeye tabi bir nesneye yönelik değerlendirici bir tutumu ifade etmek olduğu yönündeki görüştür. Dolayısıyla, ahlaki dilin işlevi tanımlayıcı olmadığı için ahlaki cümleler herhangi bir doğruluk koşuluna sahip değildir.
- Yarı-Realizm: Dışavurumculuk görüşünden geliştirilen ve Simon Blackburn (1944- ) tarafından savunulan bu görüş ahlaki önermelerin linguistik olarak olgusal iddialar gibi davrandığını ve onlara karşılık gelen ahlaki gerçekler olmasa dahi uygun bir şekilde ”doğru” ya da ”yanlış” olarak adlandırılabileceklerini söyler. Blackburn etiğin tamamen realist olamayacağını çünkü böylesi bir durumda etik pozisyonların zaman içinde ya da farklı kültürel geleneklerde aşamalı gelişimi gibi bir fenomenin var olamayacağını savunur.
- Projektivizm: bir nesneye, nitelikleri sanki gerçekten ona aitmiş gibi atfeden (ya da ”projekte eden”) görüştür. Etik’de projektivizm (orijinal olarak David Hume tarafından önerilen ve daha yakın zamanda Simon Blackburn tarafından savunulan) çoğu kişi tarafından Ahlaki Görecelilik ile ilişkilendirilir ve 20. yüzyılın büyük bir kısmında felsefenin Ortodoks görüşü olmasına karşın tartışmalı olarak kabul edilir.
- Ahlaki Kurguculuk: ahlaki önermelerin gerçek anlamda doğru olarak değil de yalnızca kullanışlı birer kurgu olarak düşünülmesi gerektiğini öne süren görüştür. Bu, bireylerin gerçekte sahip olmadıkları tutumlara sahip olduklarını iddia ettiklerini ve dolayısıyla bir açıdan samimiyetsiz olduklarını öne sürdüğü suçlamalarına yol açmıştır.
(c) Ahlaki Nihilizm, ahlaki iddiaların genel olarak yanlış olduğunu savunur. Objektif değerlerin olmadığını (hiçbir şeyin ahlaken iyi, kötü, yanlış, doğru vb. olmadığı) çünkü ortada ahlaki doğrular (örn. bir ahlaki nihilist cinayetin yanlış olduğunu söylemez ancak doğru olduğunu da söylemez) olmadığını iddia eder.
- Hata Teorisi, Ahlaki Nihilizmi (ahlaki gerçeklerin olmadığı inancı) Bilişselcilik (ahlaki dilin gerçekle ilgili önermeler içerdiği inancı) ile kombinleyen bir çeşit Ahlaki Nihilizm formudur.
- Ahlaki Şüphecilik, hiç kimsenin hiçbir ahlaki bilgiye sahip olmadığını (ya da daha güçlü bir iddia olan hiç kimsenin ahlaki bilgiye sahip olamayacağını) savunur. Özellikle Ahlaki Realizm’e (yukarıya bakınız) karşıdır ve muhtemelen en ünlü savunucusu Friedrich Nietzsche’dir.
Meta-etik görüşlerin alternatif bir ayrımı ise şu şekildedir:
- (a) Ahlaki Mutlakçılık:
Ahlaki soruların yargılanabilmesi için mutlak standartlar olduğuna ve belirli eylemlerin bu eylemlerin vuku bulduğu bağlamdan bağımsız olarak doğru ya da yanlış olduğuna dair bir ahlaki inançtır.
- (b) Ahlaki Evrenselcilik:
İnsanın kültüründen, ırkından, cinsiyetinden, dininden, ulusundan, cinsel yöneliminden ya da ayırt edici diğer herhangi bir özelliğinden bağımsız olarak her zaman ve her insan için geçerli olan evrensel bir ahlak olduğunu öne süren meta-etik pozisyondur.
- (c) Ahlaki Görecelilik:
Ahlaki ya da etik savların objektif ve/veya evrensel ahlaki doğruları yansıtmadığını ancak sosyal, kültürel, tarihsel ya da kişisel konumlara göreceli olacak şekilde iddialarda bulunduğunu savunan pozisyondur.
Tanımlayıcı Etik
Tanımlayıcı Etik, ahlaki özneler tarafından pratikte verilen gerçek tercihlerin gözlemlenmesi perspektifiyle etiği incelemeye çalışan ve değer içermeyen bir yaklaşımdır. İnsanların ahlak hakkındaki inançlarının incelenmesidir ve bir değer ya da eylem teorisinin varlığını açık bir şekilde reçeteye dökmek yerine ima etmektedir. İnsanlara ahlaki tercihler yaparken rehberlik etmesi ya da ahlaki normların makullüğünü değerlendirmesi amaçlarıyla tasarlanmamıştır.
Tanımlayıcı etikten gelen bilgi ayrıca felsefi argümanlarda kullanılsa da evrimsel biyoloji, psikoloji, sosyoloji, tarih ya da antropoloji alanlarında çalışanlar tarafından incelenmesi daha olasıdır.
Tanımlayıcı Etik bazen Karşılaştırmalı Etik olarak da adlandırılır çünkü bu kadar fazla eylem etik sistemlerin karşılaştırılmasını da içerebilir: eskinin ahlaki doğrularıyla bugününkileri kıyaslamak; bir toplumun ahlaki kurallarıyla bir diğerininkini kıyaslamak; ve insanların takip ettiklerini iddia ettikleri ahlaki kurallarla eylemlerini tanımlayan gerçek eylem kurallarını kıyaslamak gibi karşılaştırmalar.
Pratik Etik
Pratik Etik, ahlaki teorileri gerçek yaşamdan durumlara uyarlamaya çalışan bir felsefe disiplinidir. Katı, prensip temelli ahlaki yaklaşımlar spesifik problemlere genellikle evrensel olarak kabul edilebilir olmayan ya da uygulaması imkânsız olan çözümler önermektedir. Pratik Etik, psikolojinin, sosyolojinin ya da diğer ilgili alanların öngörülerini tartışmalarına dahil etmeye çok daha hazırdır. Kamu politikalarının belirlenmesinde kullanılmıştır.
Aşağıdaki sorular Pratik Etiğin ilgi alanındadır: ”Kürtaj yaptırmak ahlaken yanlış mıdır?”, ”Ötenazi ahlaken yanlış mıdır?”, ”Pozitif ayrımcılık doğru mudur yanlış mı?”, ”İnsan hakları nelerdir ve bunları nasıl belirleyebiliriz?” ve ”Hayvanlar da haklara sahip midir?”.
Disiplin içinde kalan bazı konular şunlardır:
- Tıp Etiği: ahlaki değerlerin ve yargıların tıptaki uygulamaları hakkındaki çalışmalardır. Tarihsel olarak, Batı tıp etiği antik çağdaki hekimlerin görevleriyle ilgili esaslara, mesela Hipokrat Yeminine (en basit haliyle, ”hastalarımın iyiliği için elimden gelenin en iyisiyle onları tedavi edeceğim ve zarar vermekten kaçınacağım”) ve erken dönem haham, Müslüman ve Hristiyan öğretilerine kadar izlenebilir. Tıp etiği tartışmalarında yaygın olarak uygulanan değerlerin altısı şunlardır: Yardımseverlik (bir pratisyen hastayla en iyi şekilde ilgilenmelidir), Başkalarına zarar vermemek (”öncelikle, zarar verme”), Otonomi (hastanın tedavisini reddetme ya da seçme hakkı vardır), Adalet (kıt sağlık kaynaklarının dağıtımı ve kimin hangi tedaviyi elde edeceği kararıyla ilgilidir), Haysiyet (hem hasta hem de pratisyen haysiyet hakkına sahiptir), Dürüstlük (bilgilendirilmiş rıza kavramı için dürüstlük ve saygı).
- Biyoetik: biyoloji ve tıp alanındaki ilerlemelerin getirdiği ahlaki tartışmalarla ilgilenir. Bu sorulara olan kamu ilgisi özellikle İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan biyomedikal deneylerdeki insan deneklerin uğradığı istismarlarla çekilmişti ancak biyoteknolojideki yakın zamanlı gelişmelerle beraber biyoetik hızlıca büyüyen bir akademik ve profesyonel inceleme alanına dönüştü. Klonlama, kök hücre araştırmaları, nakil ticareti, genetiği değiştirilmiş gıdalar, insan genetiği mühendisliği, genom bilimi, kısırlık tedavisi vb. gibi meselelerin incelenmesini içerir.
- Hukuk Etiği: hukuk uygulamalarında bulunan kişilerin faaliyetlerini yönlendirmesi için etik bir koddur. Model kuralları genellikle müvekkil-avukat ilişkisine, iki taraflı takip işlemlerinde avukatların görevlerine, müvekkil dışı kişilerle olan ilişkilere, hukuk firmaları ve bağlantılarına, kamu servisine, reklam vermeye ve mesleğin onurunu koruma gibi mevzulara yöneliktir. Müvekkil gizliliğine saygı, jüriye karşı içtenlik, başkalarına karşı olan ifadelerde dürüstlük ve profesyonel bağımsızlık hukuk etiğinin belirleyici özelliklerinden bazılarıdır.
- İş Etiği: iç çevresinde ortaya çıkabilecek ahlaki ya da etik problemlerin ve etik prensiplerinin incelenmesidir. Bu, organizasyonların ortaya koydukları aktivitelerin müşteriler, çalışanlar, hissedarlar, topluluklar ve çevre üzerindeki her türlü etkisinin mevzuatla uyumlu olmaya yönelik yasal zorunlulukların üstünde ve ötesinde bir sorumluluk alarak toplumun çıkarlarını gözettiği Kurumsal Sosyal Sorumluluk konseptini de içerir.
- Çevre Etiği: insanlarla doğal çevre arasındaki etik ilişkiyi göz önüne alır. ”İnsan tüketimi için ormanları tamamen kesmeye devam etmeli miyiz?”, ”Sıfır emisyonlu araçlar yaratmak için teknolojimiz yeterliyken fosil yakıt kaynaklarını tüketen benzinli araçlar yapmaya devam etmeli miyiz?”, ”Gelecek nesiller için ne gibi çevresel yükümlülükleri sürdürmeliyiz?”, ”İnsanlığın kolaylığı (öyle düşünülen ya da gerçekten) için bilinçli olarak türlerin neslinin tükenmesine neden olmak doğru mudur?” gibi soruları ele alır.
- Bilgi Etiği: bilgisayarların ve bilgi teknolojilerinin geliştirilmesinden ve uygulanmasından doğan etik sorunları araştırır. Bilgi gizliliği, yapay zekaların ahlaki özneler olup olmadığı, birinin infosferde (infosphere) nasıl davranması gerektiği ve bilginin yaratılmasından, toplanmasından, kaydedilmesinden, dağıtımından, işlenmesinden vb. doğan sahiplik ve telif hakkı problemleriyle ilgilenmektedir.
- Medya Etiği: Gazetecilik, reklamcılık, pazarlamacılık ve eğlence medyasıyla ilgili etik meseleleri de içerecek şekilde genel olarak medyayı ilgilendiren spesifik etik prensiplerle ilgilenir.
Başlıca Doktrinler
Etik başlığı altındaki başlıca doktrinler ya da teoriler şunları içerir:
- Altruizm
- Asetizm
- Bilişselcilik
- Sonuçsalcılık
- Kinizm
- Deontoloji
- Egoizm
- Epikürizm
- Ahlaki Natüralizm
- Ahlaki Gayri-Doğalcılık
- Ahlaki Sübjektivizm
- Eudaimonizm
- Hedonizm
- Hümanizm
- Bireycilik
- Ahlaki Mutlakçılık
- Ahlaki Anti-Realizm
- Ahlaki Nihilizm
- Ahlaki Realizm
- Ahlaki Görecelilik
- Ahlaki Şüphecilik
- Ahlaki Evrenselcilik
- Gayri Bilişselcilik
- Utilitaryanizm
- Erdem Etiği
Ethics (Erişim Tarihi: 17.09.2021)
Çevirmen: Yiğit Aras Tarım
Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan
Ahlak felsefesine yönelik tüm içeriklerimiz için tıklayın.