İdam Cezası Ahlaken Makul müdür? – Jeffrey Howard

/
3182 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Yakub Memon‘un Mumbai bombalı saldırılarındaki (2003) rolünden ötürü asılarak idam edilmesi, bizi epey tartışmalı bir konu olan idam cezası uygulamasını yeniden incelemeye davet ediyor. Gerçekten de çok az konu başlığı buradaki gibi ahlaki hislerimizi ve tartışmanın ateşini körükler.

Yeryüzündeki dini toplulukları, idam cezası konusunda iki cepheye bölünmüş durumda. Hem Hinduizm hem de Budizm’de dışardan bakınca şiddet içermeyen (buna “Ahimsa” denir) apaçık bir taahhüt olmasına rağmen, bu geleneklere mensup alimler idam cezasının izin verilebilir olup olmadığını tartışmaya devam ediyor. Eski Ahit, kısasa kısas (lex talionis ilkesi de denir) anlayışını benimsememizi emreder, Yeni Ahit ise “öteki yanağımızı çevirme”miz gerektiğini söyler. İslam ise genel anlamda konuşursak idam cezasıyla uyumlu olarak görülse dahi Kuran’ın bağışlayıcılığa yaptığı vurgu, Müslümanların kimi zaman kötülüğe intikamla değil merhametle karşılık vermeleri gerektiğini öğütler.

Bir çok Avrupa ülkesi mevcut ceza adaleti sistemlerinde bir rehabilitasyon etiğini teşvik ederken ABD’deki birçok yargı sistemi ciddi suçlar söz konusu olduğunda idam cezasından yanadır. Liberalizmin kalesi olarak görülen Massachusetts’de bile federal bir jüri yakın bir zamanda Boston maraton bombalamasından hayatta kalan tek faile idam cezası verdi. Birleşik Krallık ise son infazların gerçekleştirildiği 1964 yılında idam cezasını kaldırmış olmasına rağmen İngiliz halkının neredeyse yarısı bu cezanın yeniden getirilmesinden yanadır (her ne kadar bu oran giderek düşse de).

İdamın çok daha büyük bir tartışma ve ihtilaftaki, yani cezalandırma meselesinin kendisindeki, tek bir unsur olduğunun farkına varmazsak idama dair toplumsal tartışmada hiç ilerleme kaydetmeyeceğiz. The Conversation ekibi önümüzdeki birkaç hafta boyunca bizi idam cezası üzerine tekrar düşünmeye davet ederken, bu tartışmaları gelişigüzel bir şekilde yapmamalıyız. Kendinize idam cezası diye bir şey var olmalı mı diye sormadan evvel şunu bi düşünün: Birine niye ceza verilir veya kişi niçin cezalandırılır? Ceza felsefesindeki (veya cezalandırma teorilerindeki) üç ana yaklaşımı göz önünde bulundurmak, bu konu üzerine daha sağlıklı tartışmalar yürütmemize yardımcı olabilir.

İntikamcılık

Kötü insanlar acı çekmeyi hak eder.

Bu kaba bir slogan, fakat yine de epey aşina olduğumuz bir fikrin özüne temas ediyor: Suç niteliğinde yanlışlar yapan insanlar, sonuç olarak hayatlarının daha da kötüleşmesini hak ediyorlar. Peki ama bunu niçin hak ediyorlar? Belki de masum insanların hayatları kötüye gitmişken zalimlerin hayatlarının iyi gitmesinin adil olmamasından dolayıdır: Verilecek bir ceza, oyun alanını eşitleyerek adaleti sağlar. Gerekçesi her ne olursa olsun “retributivistler” -yani intikamcılar- suçluların cezalandırılmasının, gelecekte gerçekleşmesi muhtemel suçları önlemek gibi iyi sonuçlar doğuracağından ötürü değerli değil, bizzat kendi başına değerli olduğunu iddia eder.

Katilleri ve hırsızları cezalandırmanın toplumdaki suç oranını azaltma konusunda hiçbir pozitif etkisi olmasa bile, retributivistler bunun yine de yapılması gereken doğru şey olduğunu düşünme eğilimindedir. Bununla birlikte Retributivistler verilecek cezanın şiddetinin, işlenen suçun şiddetine göre (yani o oranda) olması gerektiğini düşünürler. Yani onlara göre, birine ekstrem bir ceza vermek (bir çift ayakkabı çaldığı için idam etmek gibi) ne kadar yanlışsa, çok az cezalandırmak da (cinayet işlediği için kamu hizmeti cezası vermek) o kadar yanlıştır.

Şayet bir retributivist iseniz, idam cezasını destekleyebilirsiniz çünkü spesifik suçluların veya tüm katillerin (ve belki de diğer suçluların) işledikleri suçlar için idam cezasını hak ettiklerini düşünürsünüz. Bununla birlikte ölüme dair nasıl bir tavır takındığınıza da bağlı olarak orantısız olacak şiddette sert olduğu gerekçesiyle idam cezasına karşı çıkabilirsiniz; kim bilir belki de kişi her ne yapmış olursa olsun, yaptığı şeyden ötürü ölmeyi hak etmediğini düşünüyorsunuzdur.

Fakat orantısız bir şekilde hafif olduğu gerekçesiyle ölüm cezasına karşı çıkıyor da olabilirsiniz. Boston bombacısının yakın zamanda idam cezasına çarptırılmasına karşı çıkan pek çok kişi, yüksek güvenlikli bir hapishanede ömür boyu hapis cezasına çarptırılmanın idamdan daha kötü -ve dolayısıyla daha makul- bir ceza olacağı gerekçesiyle bu idama karşı çıkmıştı.

Caydırıcılık

Suçlular cezalandırmamız gerekir, çünkü böylece hem suç işleyenlerin kendilerinin hem de diğer insanların gelecekte suç işleme ihtimali azalır ve böylece de hepimiz güvende oluruz.

Pek çok kişi retributivizmi barbarca bir intikam hırsından başka bir şey olmadığı gerekçesiyle reddetmektedir.

Şayet insanlara acı çektirmek ahlaken doğru olacaksa bunun için ileriye dönük amaca veya işleve sahip olmalıdır: Örneğin masumları zarar görmekten korumak gibi. Eğer bu fikir size mantıklı geliyorsa, muhtemelen, birini cezalandırmamızdaki amacın intikam değil, caydırıcılık olduğuna inanıyorsunuzdur.

Buradaki yaklaşıma hepimiz aşinayız: Ahlaken doğru olan ile rasyonel kişisel çıkarlar bazen paralel olmayabilir; insanlar adalete dayalı yasaları çiğnemek için yoldan çıkarılmalarla karşı karşıyadır. Cezalandırma tehditleri, kendi çıkarını düşünen bireylerin yasaları çiğnemesini akıl-dışı bir karar haline getirerek ahlaken doğru olan ile kişisel çıkarlar arasında dengeyi düzenler.

Şayet caydırıcılık yanlısıysanız, savunacağınız pozisyonu belirlemeden evvel idam cezasına dair şu iki soruya yanıt vermelisiniz. Bu sorulardan ilki ampiriktir: aktüel dünyaya dair bir sorudur. İdam cezası tehdidi, müebbet hapis cezası tehdidine nazaran gerçekten de insanları korkunç suçlar işlemekten daha fazla caydırıyor mu?

İkinci soru ise ahlakidir. İdam cezası müebbet hapis cezasından daha çok caydırıcı etki yaratsa dahi, bu mutlak anlamda ahlaken doğru olduğunu göstermez. Küçük trafik ihlalleri, hırsızlık ve vergi dolandırıcılığı da dahil olmak üzere tüm suçlar için idam tehdidinde bulunduğumuzu düşünsenize. Bu küçük veya orta sıkletteki suçlardan dolayı insanları idam etmek suç oranını kesinlikle düşürecektir, ancak çoğu insan burada yanlış olan bir şey olduğunu görecektir. Caydırıcılık teorisyenleri, cezanın şiddet ve sertliği konusunda bir üst sınır olması gerektiğini savunma eğilimindedir; bu anlamda hükümetin ölüm (idam) tehdidinde bulunması bu üst sınırı aşıyor olabilir.

Islah Etmecilik (Rehabilitasyonculuk)

Ceza vermek, suçlulara yaptıkları şeylerin yanlış olduğunu gösterir ve onlara özür dileyip kendilerini düzeltmeleri için bir fırsat verir.

Bu yaklaşımın eğitici, iletişimsel, rehabilite edici gibi aralarında ciddi farklılıklar olarak birçok farklı çeşidi vardır. Yine bu yaklaşımların altındaki temel fikir, cezanın suçlunun neyi yanlış yaptığını anlamasını sağlamamız ve onun hatasını anlayıp kendisini düzeltmeye ve iyileştirmeye teşvik etmemiz gerektiği yönündedir.

Bu yaklaşım hangi versiyonunu savunuyor olursak olalım idam cezası için çıkarılacak sonuç açıktır: Bir suçlunun infaz için (yani birazdan ölmek için) hazırlanırken kendini ıslah etmesinin ne anlamı var ki?

Birçok kişi bu üç geniş yelpazeli görüşün farklı unsurlarını kombine etmeye ve uyuşturmaya çalışmaktadır, ancak bu tür karışık teoriler pek yararlı olmayacak bir biçimde geçici olma eğilimindedir ve birbiriyle çelişen rehberlikler sunabilirler. Bana soracak olursanız taşıdığımız bayrağı kararlı bir şekilde toprağa dikmeli ve şu soruya yanıt vermeliyiz: ceza vermeye dair düşüncelerimizde hangi görüş öncelikli ve temel olmalıdır?

Bu soruya yanıt verdikten sonra yurttaşlarını öldüren hükümetlerin bunu yaparken adil olup olmadıklarına dair düşünmeye devam edebiliriz.


Jeffrey Howard – “Death penalty: is capital punishment morally justified?“, (Erişim Tarihi: 10.97.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Locke’un Kölelikle Olan Bağlantısı Felsefesinin Altını Oyar Mı? – Holly Brewer

Sonraki Gönderi

“Berbat, Acımasız ve Kısa”: Hobbes’un Doğa Durumunda Yaşama Dair Görüşleri – Daniel Weltman

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü